SAĞLIĞIMIZA ne kadar dikkat edersek edelim hastalanmayacağımızın garantisi yok. Hiç beklemediğimiz bir zamanda “Pat!” diye hastalanabiliriz. Bazen bir baş ağrısı, göğüs sancısı, burun kanaması, bazen de baş dönmesi, göz kararması ya da çarpıntıdır “bir şeylerin yolunda gitmediğinin” ilk işareti. Biz ne kadar dikkatli olursak olalım yaşlandıkça ortaya çıkan bazı problemler hep vardır. Yaşlanınca gücümüz, kuvvetimiz azalıyor. Kemiklerimiz, kaslarımız zayıflıyor. Eklemlerimiz bizi taşımada zorlanmaya başlıyor. Gözlerimiz eskisi kadar
keskin görmüyor. Ne böbreklerimiz eskisi gibi süzüyor, ne kalbimiz eskisi gibi güçlü çarpıyor, ne de akciğerlerimiz “körük gibi” çalışıyor.
BEYİN DE YAŞLANIR
Beynimiz de doğal yaşlanmadan nasibini alan organlardan biri. Ne kadar dikkat edersek edelim yaşımız ilerledikçe az ya da çok ama mutlaka bir parça unutkan olmamız normal. Yaşa bağlı unutkanlık bazen rahatsız edici olsa da genelde o kadar kaygılanacak bir durum değil. Hatta bu durumun aslında birazcık gerekli de olduğunu söyleyebiliriz.
Çay ve ayran milli içeceklerimiz ama kahve sempatizanı bir toplum olduğumuz da unutulmamalı. Bu “Türk kahvesi” gibi muhteşem bir lezzeti dünyaya kazandırmamız ve kahveyi “bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” deyimiyle onurlandırmamızla da tescillidir.
Diğer taraftan son yıllarda özellikle gençler arasında kahve tüketiminin arttığı da inkâr edilemez. Zaman zaman ailelerden –yani evin büyüklerinden- “kahvenin sağlıklı olup olmadığı, ne kadarına izin verildiği?” yönünde sorular gelmesi biraz da bu artış ile ilişkili olmalıdır.
Bugün kahve ile ilgili sorularınıza cevap vermeye gayret edeceğim. Cevapları aslında ben değil, Prof. Dr. Hamdi Akan verecek. Nedeni şu...
Ankara Tıp Fakültesi’nde iç hastalıkları ihtisası yaparken birlikte çalıştığım araştırmacı arkadaşım Dr. Hamdi Akan’ın “Kahve ve Sağlık” isimli bir kitabı var. Kitap belki de bu alanda dünyadaki en güvenilebilecek kaynaklardan biri. Titiz bir çalışmanın ürünü.
Hamdi Hoca dikkatli bir literatür çalışması yapmış ve kahvenin sağlıkla ilişkisi konusunda aklımıza gelen hemen her soruya cevap aramış. İşte o “sorular” ve Hamdi Hoca’nın kitabından özetlemeye çalıştığım “yanıtlar”...
KAHVE UYKU İLİŞKİSİ“Kahvenin en bilinen ve en çok dile getirilen etkilerinin başında uykuyu kaçırdığı varsayılsa da bu konuda çok fazla kanıt olmadığını belirtmek gerekiyor. Genelde kabul edilen, kafein alımının uykuya geçme süresini geciktirdiği ve uyku süresini kısalttığıdır. Ancak bu etki kişiden kişiye farklılıklar gösterir ve uzun süredir yüksek miktarda kahve içenlerde gözlemlenir. Kahve içmeye yeni başlayanlarda da belirgindir.”
Hamdi Hocanın önerisi ise uyku sorunu olan ve bunun kahveyle ilişkisi olduğunu düşünenlerin kahve tüketimini azaltmaları ya da kesmeleri.
Alerjik tepkimelere neden olan maddelerden uzak durmak yalın ve kolay bir çözüm olmakla birlikte günlük yaşantıda gereğince yerine getirilemeyebilir. Bağışıklığı güçlü tutmak, vitamin, mineral veya besin desteklerinden faydalanmayı düşünmek, bu destekler ile bağışıklık sistemine yarar sağlamak ilk akla gelen korunma çabaları arasındadır.
Bedenimiz, dış ortamdan gelebilecek saldırılardan deri ve mukoza yardımıyla korunur. Bu iki yüzey tabakası birbirinden çok farklıdır; o nedenle de alerjik tepkilerimiz çok çeşitlidir. Alerjinin oluşması, deri ya da mukoza engelinden birinin kırılmış, bozulmuş olduğu anlamına gelir.
Sorunun çözümü bağışıklığı güçlendirmekten çok bağışıklık sisteminin uyum gücünü yükseltmekte aranmalıdır. Eğer, bağışıklık sistemi, gelişen iç ve dış koşullara uygun değişimler gösterebiliyorsa, en uygun yanıtları, uygun zamanlarda ve oranlarda verebiliyorsa iş oldukça kolaylaşır.
KIRMIZI GÖZ-KIRMIZI BURUN
Bahar-yaz aylarında alerjik sorunlar çoğalır. Özellikle solunum yolları ve akciğer sorunlarının bu dönemde alevlenmesi olağandır. Aksırık, öksürük, boğaz yanması, geniz ve burun akıntısı, kuru öksürük, nefes darlığı gibi şiddeti ve hayati önemi değişen belirtiler ortaya çıkar.
“Saman nezlesi” denilen alerjik rinit başta olmak üzere alerjik astıma varana dek çeşitli sağlık sorunları ile başa çıkmak gerekir. Gözlerde kızarıklık, yanma, sulanma, akıntı gibi belirtilerle günlük konforu bozan “göz nezlesi” yani alerjik konjonktivit oluşur.
Cildi ilgilendiren en önemli sorun dayanılmaz kaşıntı, kızarıklık, yanma ve batma hissiyle rahatsızlık veren ürtiker olur. Tıpkı Latince adı “urtica urens” olan ısırgan otu ile temastan sonraki yakınmalar yaşandığı için bu adla anılan cilt sorunu enfeksiyon eklenirse daha ciddi bir tedavi gerektirebilir.
Ne yazık ki “sağlık” konusu da tıpkı “siyaset” ve “spor” gibi herkesin bir fikir ileri sürdüğü konulardan biri. Siyaset ve spor konusunda herkesin zaten bir fikri vardı. Memleketin nasıl kurtulacağını, nasıl düze çıkacağını, sporda dünya ölçeğinde başarıların nasıl yakalanacağı, mesela “futbolda nasıl dünya şampiyonu olunacağı”nı hepimiz bilirdik.
Şimdi bu ikiliye bir de “sağlık” konusu eklendi ve “SSS Sendromu” tamamlandı. Artık sağlık konusunda da çoğumuzun bir fikri var, 3-5 kişi bir araya geldi mi herkes birbirine tıbbi tavsiyelerde bulunuyor: “Omega-3 kullanma kilo aldırıyor! D vitamini yutma şişmanlatıyor! Kolesterol hapları külliyen zararlı! Kilo vermek istiyorsan metformin yut! Kabızlık sorununun çözümünde form çaylarından şaşma!”
Bir de “çakma sağlıkçılar”ımız var ki onların durumu tam da evlere şenlik! İsimlerinin önündeki akademik unvanlara falan bakmayın. Değil tıp eğitiminden geçmek, hiçbirinin sağlığın herhangi bir alanında en ufak bir eğitimleri, diplomaları yok ama onlar bıkıp usanmadan her gün “yeşil mercimekle ataksi hastalığı, karabaş otuyla menopoz problemi, papatya suyuyla meme kanseri” tedavi etmeye devam ediyorlar. AMAN DİKKAT!
Sağlığınız çok ama çok önemli, sağlıkla hastalık arasındaki çizgi ise çok ama çok incedir. Yıllar önce bana bir sabah kahvaltısında 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in bana söylediği cümle de yüzde yüz doğrudur: “İnsan sağlığı saman çöpü gibidir!”
Herhangi yanlış bir adım, herhangi hatalı bir uygulama sizi sağlığımı kazanayım derken sağlığınızdan edebilir, yani “Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan da olabilirsiniz!”.
Burada önemli bir nokta daha var: Sağlık bilgilerinin kullanım süreleri maalesef gıda paketlerinin üzerindeki kullanım süreleri kadar kısadır ve eğer yanlış bilgiyi kullanmaya kalkarsanız sağlığınız ciddi ölçüde tehdit altındadır.
Sağlığınız konusunda bilgilenin. Bilgili ve ilgili insan sağlık sorunlarına daha kolay çare bulur, sağlığını daha iyi korur. Ama mutlaka şuna da dikkat edin: Bu bilgi ne kadar doğru, doğru olsa bile benim için uygun mu?
BİR SORU
Sosyal fobi
Sosyal fobiler, sosyal yaşamın psikolojik tehditleridir. Sosyal fobi, bireyin, yabancı kişilerle karşılaştığı ya da diğerleri tarafından gözlenme olasılığının bulunduğu durumlarda yanlış bir şey yaparak rezil olacağı korkusu yaşaması halidir. Kişi zamanla bu durumlarla karşılaşmamak ve anksiyete yaşamamak için kendinde olumsuz duygular uyandıran ortamlara girmemeye ve bu ortamlardan kaçınmaya başlar.
Sosyal fobikler, performanslarını göstermeleri gereken sosyal durumlarda rezil olmaktan ya da olumsuz değerlendirilmekten aşırı korkarlar. Korktukları duruma maruz kaldıklarında, dikkati kendilerine yöneltir, sıklıkla kendilerini eleştirir ve terleme, kızarma, kalp atımında artış gibi fiziksel belirtiler gösterirler. Bu kişiler başkalarının bulunduğu ve performans göstermeleri gereken durumlarda, “Herkes bana bakıyor, kontrolümü kaybedeceğim, rezil olacağım” gibi düşüncelere kapılıp, durumlarını daha da karmaşık bir hale getirirler.
Sosyal fobikler kendilerini utangaç olarak tanımlar. Bu utangaçlığa yoğun anksiyete ve kaçınma davranışları da eşlik eder.
Sosyal fobiklerin bazıları diğer insanların önünde yemek yeme, yazı yazma ya da konuşma yapma gibi belirgin performans gerektiren durumlarda anksiyete yaşarken, bazı sosyal fobikler de gündelik yaşamın pek çok alanında karşılaştıkları etkinlikler karşısında yoğun anksiyete yaşarlar.
Dişçi korkusu
Dişçi korkusu tıbbî olarak; dişçiye gitmekten korkma veya hoşlanmama ile dişçiye gitmeyi iğrenç bulma gibi mantık dışı bazı durumları içerir. Bu korkunun kapsamında dişçi koltuğunda geriye doğru yatırılma, ellerin veya dişçilikte sıkça kullanılan delici aletin ağza sokulması, iğne korkusu ve kullanılan aletlerin steril olmadığı takdirde HİV, hepatit gibi bulaşıcı hastalıkların kapılabileceği korkuları da yer alır.
En sık hastalanan organınız hangisidir? Eğer böyle bir araştırma yapılsaydı mideniz mutlaka ilk üçe girerdi! Gaz, şişkinlik, yanma, hazımsızlık veya yemek borusuna asitli mide muhtevasının kaçak yapmasıyla oluşan göğüs ağrısıyla şu veya bu şekilde siz de tanışmış, kalp krizi endişesiyle korkmuş olmalısınız!
Şimdi “reflü” zamanı! Artan stres yükünüz, fast food yiyecekler, tıka basa sentetik besinlerle (!) beslenmeye yönelten bir kültür, acele ve hızlı yemek yeme alışkanlığındaki yaygınlaşma reflü salgınının başlıca nedenleridir.
Bir zamanların en önemli mide hastalığı olan “ülser” sorununa yeni nesil ilaçlarla ciddi çözümler bulan modern tıp, bu yeni nesil mide sorunu olan reflüye kalıcı çözümler aramakla meşguldür.
Özellikle göğüste ağrı, yanma, basınç hissi ve dolgunlukla birlikte olduğunda en bilgili hastaya bile (!) kalp hastalığı korkusu yaşatan reflü sorunu, son 10 yılın en çok konuşulan sağlık sorunlarından biridir. Kısacası, reflü hastalığı en az depresyon, osteoporoz, panik atak sorunu kadar popüler ve gündemdedir!
NASIL OLUŞUR?Yemek borunuzun mideyle birleşme noktasında yer alan alt özafajiyal kapak, asitli mide muhtevasının yemekborusuna geri kaçışını engelleyen özel bir yapıdır. Bu son derece karmaşık ama düzenli işleyen bir süreçtir. Kapağı oluşturan dairesel kaslar yutkunma haricinde açılmaz. Sadece gıdalarla birlikte yutkunduğunuzda besinlerin mideye geçmesi için açılır.
Bu kapaksı yapının yapısal ya da fonksiyonel hasarlarla bozulması, reflüye giden yolun ilk virajıdır. Kapak sistemi genişler veya zayıflarsa asitli mide muhtevası geriye, yemek borusuna doğru kaçar. Yapısal hasarın hafif olduğu başlangıç döneminde sadece yatar pozisyonda veya eğilerek ayakkabı bağlarken oluşan kaçaklar bir süre sonra siz otururken ve ayakta dururken de sürecektir.
BELİRTİLERİ NELERDİR?
ERKEKLERİN kadınlardan daha kısa yaşamalarına yol açan nedenlerin ‘değiştirilmesi mümkün olmayan’ bazı nedenleri var. Mesela bağışıklık sistemleri arasındaki fark önemli bir neden. Bilimsel veriler bağışıklık sisteminin kadınlarda erkeklere oranla daha yavaş yaşlandığını gösteriyor. Sağlam bir bağışıklık sisteminin uzun ve sağlıklı bir ömür sürmenin temel belirleyicilerinden biri olduğundan ise kimsenin en ufak bir kuşkusu yok. Bu kadınlara doğanın sağladığı müthiş bir avantaj. Birçok defalar gösterildi ki kadınların bağışıklık sistemi yaşlılıkta da gücünü korumaya devam ediyor. Bağışıklık gücünün iki temel belirleyicisi olan T ve B lenfositlerinin yaşlanma hızı kadınlarda daha yavaş. Erkeklerde her iki hücre grubu da kadınlara oranla daha hızlı azalıyor. T hücrelerinin ‘savaşçı güçler’ olduklarını ve özellikle enfeksiyonlardan korunmada olağanüstü işler üstlendiklerini, B hücrelerinin ise salgıladıkları ‘antikor’ adı verilen maddelerle bağışıklık sisteminin ‘silahları’nı ürettiklerini hatırlatalım, güçlü bir bağışıklık sisteminin aynı zamanda daha az kanser riski anlamına geldiğini de bir kenara not edelim.
KADINLAR PASLANMIYOR
Kadınlara erkeklere oranla doğuştan verilen avantajlar sadece bağışıklık sistemiyle sınırlı değil. Kadınların doğuştan elde ettikleri başka bazı avantajlar da var. Antioksidan güçlerinin erkeklere oranla daha fazla olması da önemli bir fark. Kadınlık hormonu östrojen burada çok etkili. Östrojen yaşlanmanın (ya da ortalama ömür süresinin) önemli belirleyicilerinden biri olan ‘serbest oksijen radikalleri’ yani ‘oksitleyici-paslandırıcı’ maddelerin üretimini azaltıyor. Dahası sadece bununla da yetinmiyor, ‘oksitlenmeyi önleyen’, yani ‘vücudun paslanmasını-hücrenin yaşlanmasını’ geciktiren antioksidanların üretimini de arttırıyor. Yani tam bir ‘çift sarılı yumurta’ durumu var kadınlar için!
SAĞLAM DAMAR GÜZEL YAŞAM
Bir ceviz ortalama 25 kalori içeriyor ve kalp sağlığı açısından maksimum faydayı alabilmeniz için günde 6-8 ceviz yemeniz yetiyor. Burada dikkat etmeniz gereken böyle bir önlemin size 200 kalorilik bir enerji yüklemesi. Bu enerjiyi ya başka yiyecekleri azaltarak dengelemeli ya da egzersiz yaparak harcamalısınız. Aksi halde yaklaşık olarak her ay bir kilo kazanırsınız.
Ceviz bitkisel omega-3’ler, magnezyum, folik asit ve posadan zengin yapısıyla kalp dostu bir yiyecektir. Sırası gelmişken 200 kalori yakmak için 25 dakika tempolu yürümeniz, 30 dakika kadar tenis oynamanız, bir saat kadar golf sporu yapmanız gerektiğini hatırlatalım.
AKLINIZDA OLSUNMangal keyfi zararlı mı?
Ben hafta sonu mangal sefasının sanıldığı kadar kötü bir alışkanlık olduğunu düşünmüyorum. Hatta temiz havada eğlenceli bir hafta sonu bahanesi oluşturduğu için faydalı olduğu bile söylenebilir. Mangal keyfinin eski tadının kalmamasının sebebi fazla miktarda et tüketiminin ve kızartılmış -yanmış- etin bazı sağlık sorunlarını tetiklediğinin anlaşılması.
Kırmızı et veya tavuk dikkatli pişirildiği ve makul ölçülerde yenildiği sürece son derece faydalı bir besin olmaya devam ediyor. Yeter ki yağlı kısımları mümkün olduğu kadar ayrılabilsin, tüketim sıklığı haftada 2-3 ile sınırlanabilsin.
Mangal yaparken etin kömürleşmemesine, yanmamasına, özellikle alevle temas etmemesine de dikkat etmeniz gerekiyor. Yanmış et (özellikle kalın bağırsak kanseri yönünden) önemli bir sağlık riski oluşturuyor. Sıcak kömürlerin üzerine damlayan yağların neden olduğu dumanın içinde poliaromatik hidrokarbonlar ve kanserojen başka maddeler var.
Ayrıca “mangalda et” keyfi yaparken bol miktarda sebze tüketilmesi de önemli. Çünkü sebzedeki kanserojenler ve posa yapısı koruyucu bir etki sağlayabiliyor. Mangal yaparken kullandığınız ızgarayı her kullanımdan sonra yıkamayı ihmal etmemeniz de gerekiyor. Tavuk etinin yüzeyinin siyahlaşmadan pişirilmesi gerekiyor. Pişirilmiş her türlü etin siyahlaşmış bölgelerini temizlemeden yememeniz de daha doğru bir seçim.
BİR NOTYiyeceklerin glisemik yükünü azaltmak mümkün mü?