Kuru kepek estetik bir sorundur. Elbise yakasında, omuzlarda hoş olmayan bir görüntü yaratır. Kaşıntı yapmaz. İltihabı olmaz.
Yağlı kepek ise nispeten büyük parçacıklar, irili ufaklı pullar şeklinde deri üzerinde kalır. Kaşıntı yapar. Kaşımayla bir yandan kepekler dökülürken bir yandan da saç kaybı olur. Bazı araştırmacılar bir mantar enfeksiyonu neticesinde geliştiğini öne sürmektedir.
Kuru kepek için çinko, ardıç yağı ya da katran içeren özel şampuanlar kullanmak yeterlidir. Bu şampuanlar hem cildin nem kaybedip kuruyarak dökülmesini önler hem de yenilenmeyi ve onarımı düzenler.
Yağlı kepek için mantar tedavisi gerekebilir. Salisilik asit içeren solüsyonlar kullanılarak yağ birikimi azaltılabilir. Tedavide başarıya ulaşabilmek için önerilen şampuan, solüsyon, krem ve benzeri maddelerin düzenli kullanılması birinci koşuldur.
A vitamininden zengin beslenmenin saçlı derinin onarım ve yenilenmesine katkısı tartışılmaz. Bu vitamini içeren havuç, kayısı, karaciğer, maydanoz, patates, pazı ve balıktan zengin sofralar sizi yalnızca kepekten uzak tutmaya değil sağlıklı beslenmenize de yarar.
BİR NOTParlak saçlara sahip olmak için...
Hem saç telinin hem de saçlı derinin bütünlüğünü kaybetmesi, kabuklanıp pullanması saçların parlaklığını yitirmesine ve matlaşmasına neden olur. Dengesiz ve niteliksiz beslenme, olumsuz hava koşulları, sert fırçalama, sık sık saç kurutma makinesi kullanma, kuaförlerde kullanılan bazı malzemeler ve aletler, güneş ışınları, stres, çevre kirliliği, fazla kireçli sular saçların parlaklığını yitirmesine yol açan en önemli nedenlerdir.
Gebelik, hem anne adayının artan metabolik yüklerini karşılaması hem de fetüsün (cenin) sağlıklı bir gelişim süreci yaşaması açısından beslenme konusunda titizlik gösterilmesi gereken bir dönemdir.
Dengeli ve nitelikli beslenen anneler, gebelik sürecinde oluşabilecek problemlere karşı daha dirençli olurlar. Bebeğin bedensel gelişimi ve doğum ağırlığı kadar beyin ve sinir sistemi gelişimi de annenin beslenmesiyle yakından ilişkilidir.
Rahim içinde ölüm, erken doğum ve gebelik zehirlenmesi gibi sorunlar da annenin beslenmesindeki eksiklik ya da yanlışlıklardan kaynaklanabilir.
Gebelik döneminde günlük enerji ihtiyacı hesaplanırken gebenin yaşı, fiziksel aktivitesi, boyu, kilosu gibi faktörler dikkate alınmalı, gebeliğin ilk 3 ayında günlük kaloriye ortalama 100-200, 2. ve 3. üç aylık dönemlerde ise 200-350 kalori civarında kalori ilavesi yapılmalıdır.
Annenin gebelik süresince ek proteine de ihtiyacı olur. Anne ve bebeğin gebelik sürecinde depoladıkları protein miktarı yaklaşık 900 gr civarındadır.
Gebelik süresince normal gereksinime ek olarak günde 20 gr daha protein verilmesi önerilmektedir. Ayrıca anne adayları özellikle demir, iyot ve kalsiyum gibi mineral eksikliklerine karşı korunmalıdır.
BİR SORUAşerme ve bulantının bir nedeni var mı?
Gebe kadınların günlük kalsiyum ihtiyacı yaklaşık 1000 mg’dır. Gebelikte tüketilen süt veya yoğurt miktarının 500 g civarında tutulması ve 50-60 g kadar peynir tüketilmesi bu ihtiyacı çoğu kez karşılamaktadır. Yeterince kalsiyum alamayan annelerde, vejetaryen beslenenlerde ilave kalsiyum desteği verilebilir.
DEMİRE DİKKAT!
Anne adaylarının demir ihtiyaçlarını karşılamak da çok önemlidir. Kırmızı yağsız et, derisi alınmış kümes hayvanları, yumurta, balık, tam tahıllar, baklagiller, koyu yeşil sebzeler ve balık en önemli demir kaynaklarıdır.
Bir gebenin ortalama olarak günde 15-20 mg civarında ek demire ihtiyacı vardır. Bunu sadece diyetle karşılayabilmek genellikle mümkün olmaz. Sıklıkla anne adaylarının demir içeren destekler kullanmaları tavsiye edilir.
Bizim düşüncemiz gebelerin demir eksikliği yönünden dikkatle izlenmeleridir. Bu hem annenin, hem de doğacak çocuğun sağlığı için çok önemlidir. Demir emilimini artıran C vitamininden zengin meyve ve çiğ sebzelerin demirden zengin gıdalarla birlikte tüketilmesini ve aksine demir emilimini engelleyen çay, kahve gibi içeceklerin sınırlanmasını da öneriyoruz.
ÖNEMLİ D vitamini ve çinko şart!
Doku üretimi, korunması, onarımı ve yeni, kaliteli hücrelerin oluşmasında, beyin gelişiminde ciddi görevler üstlenen çinko güçlü bir bağışıklık sistemi için de vazgeçilmezdir. Kısacası gebe annenin de karnında büyüyen bebeğin de yeteri kadar çinko alması şarttır. Çinko en çok kırmızı et, kümes hayvanları ve deniz ürünlerinde bulunmaktadır.
Önce önemli bir konunun altını çizelim: Bizde “diyet” dendi mi zayıflamak, diyetisyenden söz edildi mi diyet listesi hazırlayan uzmanlar akla geliyor. Gerçekte durum tamamen farklı.
Diyet, “doğru ve sağlıklı beslenmek”, eğer bir sağlık sorununuz varsa beslenme modelinizi buna göre planlamak, genetik bir riskiniz söz konusuysa beslenme tarzınızda bu riski frenleyecek değişiklikler yapmak demektir. Diyetisyenlerimiz ise size bu konularda “beslenme” danışmanlığı yapan sağlık uzmanlarıdır.
Kısacası ne diyetisyenler zayıflama uzmanları, ne de diyet listeleri sadece zayıflama için hazırlanmış mönü formülleridir.
Diyet uzmanlarının en önemli özellikleri, işlerini yaparken -yani size beslenme önerilerinde bulunurken- yalnızca kitaba bağlı kalmamaları, beslenme tavsiyelerini oluştururken yaşınızı, cinsinizi, sosyal durumunuzu, yaşam tarzınızı, ekonomik imkânlarınızı, ağız tadınızı, beslenme alışkanlıklarınızı, kültürünüzü, en önemlisi de sağlık durumunuzu hatta genetik risklerinizi dikkate alarak tavsiyelerde bulunmalarıdır. Zaten bu nedenle bilinçli hiçbir diyetisyen, bir doktorla konuşmadan onun fikrini almadan diyet listesi hazırlamaz.
HERKES FARKLIDIR!
Bu noktadan yola çıktığınızda belirleyici cümle şudur: HERKES FARKLIDIR!
Herkesin sadece cinsi, yaşı, boyu, posu, kaşı, gözü değil kas kemik yapısı, su elektrolit dengesi, yağ oranı, metabolik yapılanması da, hastalık ve sağlık durumunda genetik riskleri de farklıdır.
Sağlık uzmanlarının sık kullandıkları bir önerme var. Binlerce yıl evvel Anadolu’nun burnunun hemen dibinde, Bodrum’un tam karşısında Kos Adası’nda (İSTANKÖY) yaşamış efsane bir hekime, Hipokrat’a ait bir cümle bu: NE YİYORSAN OSUN! Hipokrat’ın yüzde yüz haklı olduğunu gösteren verilere her yıl yenileri ekleniyor. Mesela kanserlerin en az % 30’u, kalp damar hastalıklarının % 40’ının beslenme tarzı ile birebir ilişkili olduğu biliniyor. Beslenmenin tıpkı uyku, aktivite, stres düzeyi gibi sağlığımızın temel belirleyicilerinden biri olduğundan kuşku yok ama meselenin sadece ‘bedeni beslemek’le hallolamayacağı da kesin. ‘Duygusal beslenme’ en az bedeni beslemek kadar önemli ve bu alan özellikle son 20 yılda çok önemli bir konu haline geldi. Kısacası yalnızca ne yiyip içtiğiniz değil, ne düşündüğünüz de önemli. Bir başka deyişle sadece “ne yiyorsanız” değil, “ne düşünüyorsanız osunuz”! Duygu durumu ile beden ve bağışıklık sisteminin ilişkilerini inceleyen bir de bilimsel alan var ki son yıllarda popüler mi popüler! Alanın adı “NÖROİMMUNOMODÜLASYON!” Bu alan, düşüncelerimizin etkisi ve ruhsal durumumuzun tesiriyle bağışıklık sistemimizde oluşan değişimler ve bu değişimlerin oluşturduğu biyolojik yarar veya zararları araştırıyor. Uzmanlara göre ne düşündüğümüz, tıpkı ne yediğimiz gibi kanserden ülsere, kolitten reflüye, sedeften vitiligoya, ürtikerden alerjik dermatite, astımdan hipertansiyona pek çok sağlık sorununu tetikleyip alevlendiriyor ya da baskı altına alıp yok edebiliyor. Kısacası hayata hangi gözlükle baktığınız, sorunlara nasıl yaklaştığınız, iyimser mi karamsar mı, sakin mi telaşlı mı, endişeli mi, rahat mı, cesaretli mi korkak mı, öfkeli mi uysal mı, takdir sever mi kıskanç mı, yani “kim olduğunuz” ve “nasıl tepkiler verdiğiniz” çok ama çok önemli. Sevdiği birini kaybedince sapasağlam kalbi krize giren, tıkır tıkır çalışan beyni felç geçiren, bir şeye fazlaca üzülüp sinirlenince karnı kramptan gazdan muzdarip hale gelen veya bunaldığında kurdeşen döküp sedefe, vitiligoya yakalananların çoğunun yaşadığı şey de bu aslında.
SÜNGER DEĞİL TEFLON
Tam da bu konuda bir şeyler yazmayı düşünürken Doç. Dr. Nezih Hekim’den yandaki kutuda okuyacağınız e-posta mesajı geldi. Ben de Dr. Drauzıo Varella’nın yazdığı, Fatih Erden’in dilimize kazandırdığı o metni sizinle paylaşmaya karar verdim. Umarım ki metni okuyunca “ne düşündüğünüzün” ve kendinizi “nasıl hissettiğinizin” ve olaylara yaklaşırken “teflon mu sünger mi” olduğunuzun neden çok önemli bir nokta olduğunu daha iyi anlayıp sadece bedeninizi değil, ruhunuzu besleme konusuna da zaman ayırırsınız… Unutmayın: Daha az hastalanmanın yolu sadece bedeni değil, ruhu da iyi beslemekten geçiyor...
İyi olma sanatı
Güzel, keyifli, derin, mışıl mışıl bir uykunun ne kadar önemli bir avantaj olduğunun farkında mısınız? Uykusuz geçen gecelerin sadece “ertesi gün sorunları”na değil, kalp hastalığından kansere pek çok ciddi probleme yol açabildiğini biliyor musunuz?
Sözü daha da uzatmadan hemen belirtiverelim: Uyku özellikle iyi bir uyku ilaç gibidir. En güçlü vitamin haplarından en değerli antioksidanlardan daha değerlidir. Tıpkı yemeniz, içmeniz, tıpkı aktivite yapmanız gibi “uyku kalitesi” konusunu da ciddiye almalısınız.
Bu konuda bazı temel bilgileri öğrenmeli, uygulamalı, aynı yanlışları tekrarlayıp durmamalısınız. İşte size bazı basit ama önemli uyku notları...
HORLAMA ÇOK YAYGIN 42-17182273 42-26117670
1. İnsanların yüzde 30-40’ı uykusuzluktan yakınıyor.
2. Yüzde 40’ı horluyor.
3. Yüzde 3-4’ü uyku apnesi çekiyor.
Yanlış şeyler yiyip içerek -aşırı tuz ve şeker tüketimi-, kilo alarak -yani yağlanarak-, hareketsiz bir hayat sürmede ısrarlı davranıp strese, üzüntüye, depresyona, öfkeye paçalarımızı kaptırarak tuzağa düşüyoruz. Üstelik hataları bilerek yapıyor, günahları ısrarla işliyoruz.
Şu soruya lütfen samimiyetle yanıt verin: İçinizde alkol tüketiminin fazlalaşması, tuz kullanımının kontrolsüz hale gelmesi, kilonuzun artıp göbeğinizin büyümesi, uykusuzluk sorununun bir alışkanlık haline gelmesi, yaşamınızın sigara-stres sarmalının içine düşmesi halinde hipertansiyona yakalanmanın adeta bir kader haline gelebileceğini bilmeyen var mı? Peki, o zaman neden önlem almıyor, neden tedbirli davranmıyorsunuz?
PREHİPERTANSİYONA DİKKAT EDİN
Araştırmalara göre tıpkı diyabet öncesi hazırlık dönemi gibi -prediyabet safhası- hipertansiyon için de bir erken hazırlık devresi var. Bu devre “prehipertansiyon aşaması” olarak tanımlanıyor. Sorunun bu dönemde farkına varılabilirse tuzu azaltmak, alkolü sınırlamak, varsa fazla kiloları vermek, aktif bir hayat tarzı oluşturup düzenli egzersiz alışkanlığı edinmek, uyku kalitesini yükseltip stresi azaltmak gibi basit önlemler muhtemel bir hipertansiyonu neredeyse yüzde yüz oranında engelleyebiliyor. Üstelik bu önlemler sağlığa her alanda destek olan şeyler.
YANLIŞLARINIZDAN VAZGEÇİN
Kısacası tıpkı obezite gibi, diyabet gibi hipertansiyon da aslında bir tür “yaşam tarzı hastalığı” olarak kabul edilmeli ve bu üçlünün birbirlerine davetiye çıkaran, birlikte hareket eden tehlikeli yol arkadaşları olduğu unutulmamalı. Yaşam süresini etkileyen en önemli faktör olarak kabul edilen damar yaşlanması ve onun oluşturduğu aterosklerozun esas belirleyicileri de bu üçlüdür.
Anlatmak istediğim şey şu: Hayatınıza ilişkin sıradan ve basit seçimler orta ve ileri yaşlar sonrasında başınıza gelecek sağlık problemleri ile birebir ilişkilidir. Doğru seçimler, sağlıklı ve güzel bir geleceği garanti altına alırken yanlış seçimler ise yaşlılık hastalıkları ve kötü yaşlanmaya çıkarılmış birer davetiyedir.
BİR NOT
Zeytin, dünyanın en uzun ömürlü ağaçlarından biri. Neredeyse 500 yıl kadar yaşayabildiğini öğrenince de hiç şaşırmadım! 100 yılı devirmiş zeytin ağacı sayısının bir hayli fazla olduğunu zaten biliyordum ama bu sürenin daha da uzun olması lazımdı. “Ginkgo biloba” ile kıyaslandığında zeytin ağacının ömrünün daha uzun olduğundan da hiç kuşkum yok! Bu “uzun ömürlülük” şansının öyle tesadüfü bir şey olduğunu da düşünmüyorum. Nedeni şu...
Zeytinin gövdesinde, yaprağı, dalı ve meyvesinde çok sayıda antioksidan, mikrop öldürücü, mantar yok edici doğal madde var. Bu doğal “anti-kanser, anti-mikrobik, anti-mantar” maddeler, zeytin ağacını dış zararlardan koruyup ömrünü uzatıyor. Ömrü bu denli uzun olan bir bitkinin başka ömürlere ömür katması sürpriz olmamalı.
Bana göre zeytin ağacının meyveleri de, yaprakları da insan hayatının süresini uzatıyor ve bunun bilimsel kanıtları da var. Akdenizlilerin uzun ömürlü insanlar arasında ilk sıralarda yer almasında, Akdeniz mutfağının ve bu mutfağın başoyuncusu zeytin ve zeytinyağının büyük bir önemi olduğu kesin! Zeytin ve zeytinyağı her şeyden önce güçlü antioksidan yapısı, sahip olduğu anti kanser molekülleri ve kan yağlarına yaptığı iyileştirici etkilerle ömrü uzatıyor.
İYİ KOLESTEROLÜ ARTIRIYOR
Zeytinyağı tüketen toplumlarda toplam kolesterol ve kötü kolesterol LDL’ nin daha düşük, iyi kolesterol HDL’ nin ise daha yüksek olduğu biliniyor.
Bizde zeytinyağı tüketiminin yüksek olduğu Ayvalık halkının kolesterol düzeyinin Türkiye’nin diğer kısımlarından daha az olduğunu gösteren ilk çalışmalar yıllar önce yayınlandı.