Osman Müftüoğlu

Şeker hastalığı önlenebilir mi

8 Eylül 2014
Çocukluk çağındaki ‘tip 1 diyabet’ maalesef önlenebilir bir sağlık sorunu değildir ama yetişkinlerde görülen diyabet önlenebilen bir sağlık sorunudur ve dünyada salgın bir hastalık gibi yayılan diyabet tipi de budur.

Yetişkin yaş diyabeti (tip 2 diyabet) hayat tarzımızla birebir ilişkilidir. Neleri, nelerle birlikte, ne miktarlarda, nasıl ve ne zaman tükettiğimiz ise diyabete giden yolun ilk adımıdır. Eğer yanlış gıdaları ısrarla tüketip ihtiyacımızdan fazla yemeye devam edersek diyabete giden yolun taşlarını kendi ellerimizle döşemiş oluruz. Bizi şeker hastalığına götüren yaşam tarzı yanlışımız sadece beslenme hatalarıyla da sınırlı değildir. Ne kadar, ne sıklık ve yoğunlukta hareket ettiğimiz, yani ‘aktivite düzeyimiz’ de önemlidir. İşte bu nedenle son yıllarda sağlıklı beslenme öne çıkmış, aktif yaşam önemli konulardan biri haline gelmiştir. Uzmanlara ve istatistiklere göre, dünyada her on saniyede iki şanssız insan daha şeker hastalığına yakalanıyor ve bir şanssız kişi de diyabet ya da diyabetle ilişkili sorunlar nedeniyle hayatını kaybediyor. Ölümlere yol açan hastalıklar ardı ardına sıralandığında şeker hastalığı en az kanser, kalp damar hastalıkları kadar önem kazanıp sıralamada beşinci sırayı kapıveriyor.

GİZLİ ŞEKERE DİKKAT!

Önemli bir sorun da şu: Şeker hastalarının yaklaşık yarısı şeker hastası olduklarının yıllarca farkına bile varmıyor. En az 8-10 yıllık bir süre ‘gizli şeker’ dönemi yaşanıyor ve bu ‘kayıp yıllar’da da diyabetik tahribat sağlığımızın canına okuyor, diyabet hükmünü bu ‘erken’ ya da ‘gizli şeker’ aşamalarında da sürdürüyor.

ERKEN TEŞHİS ÖNEMLİ

Şeker hastalarının % 90’ından fazlasını ‘önlenebilir diyabet tipi’ olan tip 2 diyabet oluşturuyor. Elimizdeki imkânlar ise bu hastalığın daha tohum halindeyken teşhisini sağlayabiliyor. Açlık-tokluk şeker –insülin ve hemoglobin A1c (HbA1c) testleri gibi basit incelemelerle diyabet yolun en başında 10 yıl öncesinde fark edilip fazla kiloların verilmesi, sağlıklı beslenme alışkanlıklarının sürdürülmesi ve düzenli aktivitenin bir hayat tarzı haline getirilmesi ile yok edilebiliyor.

SONUÇ: GEREKENİ YAPIN

Tavsiyem şu:

Yazının Devamını Oku

Neden kilo veremiyorum?

6 Eylül 2014
Birçok “şanssız” insan, ne yiyip içtiğine dikkat edip günlük egzersizlerini hiç aksatmadan yapar, kazandığı ve kaybettiği kalorileri neredeyse tek tek hesaplar ama terazide yazan “kilo rakamı”nı bir türlü değiştiremez. Peki neden? İşte cevaplar...

SORUN 1: İNSÜLİN DİRENCİKilo direncinin birçok nedeni var. “İnsülin direnci” daha doğrusu “insülin fazlalığı” sorunu bunların ilki. İnsülin direnci seviyesi varmasa bile insülinin fazlalığı kilo kaybına az ya da çok ama mutlaka bir direnç yaratıyor. Çünkü insülin bir taraftan “yağ depolarken” diğer taraftan “yağ depolarının kapısında bekleyen bir güvenlik görevlisi” gibi çalışıyor ve kazanılmış yağların eritilmesi sürecine inanılmaz engeller gösteriyor.
Kısacası insülin direnci seviyesine varmış olmasa bile insülin fazlalığı hemen herkeste kilo direncinin önemli bir nedeni. Eğer açlık insülininiz 5’in, tokluk insülininiz 20’nin üzerindeyse, hele bu rakamlar açlıkta 8’i, toklukta 40’ı geçiyorsa neden kilo veremiyorum gibi bir soru aklınıza bile gelmesin, çünkü sebep çok açık ve net olarak insülin fazlalığı yani hiperinsülinemidir.
SORUN 2: HİPOTİROİDİ
Kilo vermeyi engelleyen önemli faktörlerden biri de “tiroid yetmezliği”, yani hipotiroididir. Hipotiroidi metabolizma üzerindeki olumsuz etkileriyle kilo kaybını durdurmasa da yavaşlatır. Bu nedenle kilo direnci problemi yaşayanların hemen ve mutlaka TSH seviyelerini de kontrol ettirmeleri lazım.
Direnç TSH 2,5’u geçtikten sonra başlıyor, 3,5’u geçtikten sonra net ve açık hale geliyor. Zaten bu nedenle de çoğu uzman TSH 3’ü geçti mi sorunu bir tiroid yetmezliği olarak kabul edip stratejisini ona göre planlıyor.

SORUN 3: KORTİZON DEŞARJI
Böbrek üstü bezinin fazla miktarda kortizol imal ettiği durumlarda da insülin direnciyle sık karşılaşıyoruz. Bunun için ille de kuşing hastalığına yakalanmak gerekmiyor. Tabiî ki gizli veya açık bir “Kuşing hastalığı” önemli kilo direnci nedenlerinden biri ama bu sorunla öyle pek sık karşılaşmıyoruz. Kortizol fazlalığı bize göre özellikle stres faktörü ile birebir ilişkili. Kilo verme stresinin yoğunlaştığı kişilerde yani bu işi ciddi bir stres kaynağı haline çevirenlerde böbreküstü bezleri fazla miktarda kortizol üretmeye başlıyor, kortizol artışı da bir süre sonra kilo vermeyi engelliyor.

Yazının Devamını Oku

Neden yorgunuz

6 Eylül 2014
Farkında mısınız bilmiyorum, en çok şikâyet ettiğimiz şey yorgunluk. Tatile gidip eğlendik, kafa dağıtıp dinlendik, stres atıp gevşedik ama hâlâ yorgunuz. Yeteri kadar uyuyup dinleniyor, işi gücü hafifletiyoruz ama yorgunluğumuz bir türlü geçmek bilmiyor. Peki, o zaman sorun ne? Neden yorgunuz? Bu işi nasıl çözeceğiz?

FİZİKSEL Mİ, PSİKOLOJİK Mİ?
Daha önce de yazdım, yorgunluğun farklı birçok sebebi var ve onları basitçe üç ana başlıkta toplamamız mümkün. Yorgunluk bazen “fiziksel” sebeplerle ortaya çıkıyor. Yani fiziki bir problem tetikliyor yorgunluğu. Kalp iyi pompalamıyor yoruluyorsunuz, ciğerler yeteri kadar oksijen emip karbondioksit atamıyor yorgun düşüyorsunuz, böbrekleriniz görevlerini yapamıyor halsiz kalıyorsunuz, karaciğer hastalanıyor bitkinlikten kıvranıyorsunuz.
Fiziksel sebep bazen bir romatizmal hastalık, bir kas zafiyeti, bir sinir hasarı da olabiliyor. Sadece bu ana başlığın altına en az yüz sağlık sorununu sığdırmanız mümkün.
“Psikolojik” sebeplerle de yorulabiliyoruz. Kimi depresyonu, kimi stresi, kimi paniği, kimi ruhsal gerginliği nedeniyle yorgun düşüyor. Sorunu biraz daha büyük olup da ciddi psikiyatrik problemler nedeniyle yorgun düşenler de yok değil. Kısacası bu başlığın altında da onlarca sağlık sorunu ya da hastalık var.
MOTİVASYONEL OLMASIN
Benim söz konusu etmek istediğim yorgunluk tipi ise ikisinden de farklı. Bana göre son zamanlardaki yorgunluk salgınının önemli nedenlerinden biri “motivasyon yetersizliği”. Yorgunluk uzmanları bu tür yorgunlukları “motivasyonel yorgunluk” başlığı adı altında topluyor ve şöyle açıklıyorlar: Kendinizi bir araç gibi düşününüz ve bedeninizi de bu araca benzetiniz. Araç yepyeni, sapasağlam olabilir. Ruhsal dengenizi de aracın deposuna koyduğunuz benzin –yakıt- gibi kabul ediniz.
Siz o sağlam ya da yeni arabanıza uygun yakıtı da tıka basa doldurabilirsiniz. Ama ne arabanızın güçlü, kuvvetli, yeni sağlam olması ne de yakıt deposunun tıka basa dolu bulunması arabanızı harekete geçirmez.

Yazının Devamını Oku

Diyet ne zaman lazım

4 Eylül 2014
Eskiden kilo verme söz konusu olunca perhize girilirdi. Zamanla perhize girmeler de, “Perhiz” sözcüğü de terk edildi, yerine “rejim yapma” modası geldi. Son yirmi yılda rejim sözcüğü demode oldu ve yerini “diyet”e bıraktı.

Çoğumuz diyet sözcüğünü Ömer Seyfettin’in ünlü hikâyesindeki gibi “bir bedel ödeyerek zayıflamak” gibi algılasak da işin aslı farklı. Daha doğrusu sözcüğün anlamı bizim düşündüğümüzden bir hayli değişik.
Diyet sözcüğünün kökeni Romalılar dönemine kadar uzanıyor ve “yaşam tarzını iyileştirici değişimler”i ifade ediyor.
Gerçi zamanla Romalılar da işin tadını kaçırıp hem yan gelip yatarak, hem de hasta olana kadar tıkınıp yedikleri, sonra da yiyip içtiklerini kusarak ziyafetten ziyafete koşmayı marifet kabul ettiklerinden iş biraz karışmış ama o ayrı bir konu.
Diyet sözcüğü –pek çok sözcük gibi- zamanla anlamını değiştirmiş ve hayat tarzı değişimleri yerine sadece “beslenme tarzında yapılan değişimleri” ifade etmek amacıyla kullanılmış.
FARKLI NEDENLER VAR
Bu pencereden baktığınızda diyet yapmak sadece zayıflamak için “düşük kalorili beslenmek”, yani “az yiyip içmek” anlamına gelmiyor.
Örneğin hamile olduğunuzda beslenme düzeninizi değiştirmeniz gerekebiliyor ve siz bir hamile için gerekli olan tavsiyeleri içeren özel bir beslenme modeline geçebiliyorsunuz ki bu da diyete giriyor, “hamilelik diyeti” olarak tanımlanıyor ya da reflünüz, gastridiniz, ülseriniz, kolitiniz olduğunda da bu sorunlarla ilgili beslenme değişiklikleri yapmanız zorunlu olabiliyor ki bunların da her biri kendine özel diyet planları olarak kabul ediliyor: Reflü diyeti, gastrit diyeti, kolit diyeti gibi. Örnekleri çoğaltmak mümkün: Menopoza giren ve hızla kemik dokusunu kaybeden bir kadına osteoporoz diyeti ya da kolesterolü çok yüksek olan kalp hastası birine kolesterol diyeti, kan basıncı yüksek olanlara da hipertansiyon diyeti –örneğin dash diyeti- tavsiye edilebiliyor.

Yazının Devamını Oku

Hıçkırık bir işaret olabilir

3 Eylül 2014
Hıçkırıkla tanışmış olmalısınız. Eğer bugüne kadar tanışmadıysanız er veya geç günün birinde sizi de ziyaret edeceğinden emin olabilirsiniz. Genelde masum olsa da, hıçkırık bazen önemli bir sağlık sorununun da işareti olabiliyor. İsterseniz konuyu biraz daha detaylandıralım...

Hıçkırık, karın ve göğüs bölmesini oluşturan kas yapısının (diyafram) tekrarlayan istemsiz kasılmaları sonucu oluşur. Geçici hıçkırık ataklarını çoğumuz yaşamışızdır ama bu durum kalıcı ve tekrarlayıcı olduğunda can sıkar.
Hıçkırığın nedeni çoğu zaman belirlenemez. Bazen midenin gerilmesi, bazen aşırı sıcak ya da soğuk maddelerin yutulması, zaman zaman da alkol tüketimi hıçkırığı başlatır.
Uzun süren hıçkırıkların reflü hastalığıyla ilişkili olma ihtimali vardır. Ayrıca bağırsak hastalıkları, pankreas bezi iltihaplanmaları, karaciğer tümör metastazları, safra kesesi problemleri de uzun süreli hıçkırık nöbetlerine yol açabilir.
Kalp ve akciğer zarının iltihaplanması, zatürree, akciğerin orta kısmında meydana gelen tümörler, böbrek yetmezliği de hıçkırık sebebi olabiliyor. Beynin arka kısmından kaynaklanan kanama ve tümörler de hıçkırık nedenidir.
Özetle uzun süren ve sık tekrarlayan hıçkırık nöbetleri bir doktorun kontrolünü gerektirir. Hıçkırığın ilaçlarla tedavisi ya da baskılanması mümkündür. Geçici rahatlamalar için öğürmenin uyarılması, ezilmiş buz yutmak, kuru ekmek yemek, bir kâğıt poşet içine derin solumak fayda sağlayabilir.

SORU 1: Karaciğer yağlanması tehlikeli mi?

Yazının Devamını Oku

Sorun, cevaplayalım

2 Eylül 2014
Sağlığınızla ilgili aklınıza takılanları doktorunuza sormaktan çekinmemelisiniz. Hatta yalnızca ona sormalısınız. Konu-komşu, eş-dost bütün iyi niyetleriyle yardımcı olmak isterler. Her kafadan bir ses çıkar. Herkes bir yorum yapar. Ama size özel çözümlere ancak hekiminizle ulaşırsınız. Sağlıkta başımıza gelen problemlerin birçoğunun nedeni, bilgisizlik ve ilgisizliktir. Benim sık tekrarladığım bir cümle vardır: “Hastanın ilgilisi ve doktorun bilgilisi, sağlık için en verimli ve en doğru bileşimdir.” Bize her gün birçok soru yöneltilir. Bunlardan en fazla ilgi çekebileceğini düşündüklerimizi siz okurlarımızla da zaman zaman paylaşırız. İşte onlardan birkaçı...

SORU 1: Alkalen besinler daha mı yararlı?

Asidik gıdalardan zengin beslenmenin vücudun iç ortam pH’sını alkalen taraftan asitik tarafa doğru kaydırdığını, bu durumun da sağlığı olumsuz yönde etkilediğini düşünen uzmanlar var.

Çoğu tamamlayıcı tıp üzerinde çalışan bu kişiler, beden pH’sının asit tarafa kayması ile enerji üretiminin azaldığını, hücrelerin kendilerini onarma yeteneğinin düştüğünü, detoks süreçlerinin tıkanıp vücudun toksinlerden, özellikle ağır metallerden arınmada zorlanmaya başladığını, daha da önemlisi kanser hücrelerinin gelişimine ortam hazırlandığı belirtiyorlar.

Son yıllarda fazlaca miktarda tüketilen bazı besinler, vücuttaki asidik ortamı destekliyor. Özellikle şeker ve şeker katılmış besinler, fruktoz şurubu eklenmiş meşrubatlar, kahve ve beyaz un en çok eleştirilen besinler.

Tatlandırıcıların da olumsuz etkisi olduğu belirtiliyor. Fazla miktarda yağ tüketmenin, erik, kızılcık ve benzeri meyvelerin, süt, peynir ve dondurmanın fazlasının, tereyağının, yer fıstığı ve cevizin, fazla miktarda tüketilen bakliyat grubu yiyeceklerin de asidik ortamı güçlendirdiği söyleniyor.

Sebzeler ise alkalen gücü artırıyor. Meyvelerden elma, armut, karpuz, kavun, kayısı, şeftali, kiraz, hurma, portakal, üzüm, muz, alkali ortamı güçlendiren yiyecekler.

Baharatların özellikle kırmızı acı biberin, kekik, nane, tere, tarçın ve zencefilin de alkali pH’yı desteklediği belirtiliyor. Limon, asidik bir meyve olsa da alkali ortamı destekliyor. Besin seçimlerinizi yaparken bu bilgiler işinize yarayabilir.

Yazının Devamını Oku

Kilo sorunu nasıl çözülür

1 Eylül 2014
Yaşasın Hayat ekibi olarak sayıları binleri geçen, fazla kilolu insanla görüşüp sorunlarını çözmeye çalıştık.

Çok sayıda diyet uzmanı, egzersiz danışmanı, psikolog ve psikiyatrist ile el ele verdik ve öğrendiklerimizi sizinle paylaştık.


HER güzel şey gibi “YAZ” bu yıl da bitiyor, sonbaharla birlikte yeni bir dönem başlıyor. Yaz kimimize birkaç kilo yağ daha eklerken, kimimizi birkaç kilo yağdan kurtardı. Biz “Yaşasın Hayat Enstitüsü” olarak sonbahara girerken size bir dizi diyet önerisi hazırladık. Önce şu noktayı hatırlatalım: Diyet programlarının çoğu sizi sonucu baştan belli maçlara çıkarır. Belki ilk birkaç maç sizin olabilir, ama uzun vadede sonuç baştan bellidir. Yeme içmeden uzak, lezzete, keyfe pek yer vermeyen her maç gibi bu maçlar da zamanla bıkkınlık ve motivasyon düşüklüğü ile sonuçlanıp kaybedilir.

ÖNERİ 1: DOĞRU TEŞHİS ŞART


Bize sorarsanız sorunun tekrarlayıp durması ne her yıl önünüze bir yenisi konan diyetlerde, ne de sizde gizli. Doğru ve kalıcı çözüm yağlanmaya yol açan biyolojiyi iyi tanımlamamakla ilgili. Çünkü her kilo sorununun arka planında ya biyolojik ya da ruhsal nedenler –bazen de ikisi birden- vardır. Hormonal ya da duygusal dürtülerinizin de bu dürtülerin yol açtığı yeme içme yanlışlarınızın da arka planında moleküler temeller vardır. Moleküler temelleri anlamadan ve bu hormonal, metabolik ya da genetik itiş kakışın nasıl işlediğini kavramadan yola çıkıp süreci sadece ‘daha az yiyip daha çok hareket ederek’ çözmeye kalkmak maçı daha baştan kaybetmek demektir.


Yazının Devamını Oku

Sağlıklı diş, sağlıklı beden

30 Ağustos 2014
Diş ve dişeti sağlığı, genel sağlığın vazgeçilmez bir parçasıdır. Sağlıklı dişleriniz ve dişetleriniz yoksa hastalanma olasılığınız artar. Dahası dişinize gizlenmiş bir enfeksiyon kalbinizi, böbreğinizi veya damarlarınızı tehdit edebilir.

Uzmanlar, geleceğimizi tehdit eden temel sağlık sorunları listesinde en başa koroner kalp hastalıklarını ve kanserleri koyuyorlar. Bu hastalıkların vücuttaki “iltihaplanma” süreçleri ile yakın bir ilişkisi olduğunu ısrarla yineliyorlar. İltihaplanmanın yaşlanmayı hızlandırdığı, yalnızca yukarıdaki hastalıklardan değil romatizmal hastalıklardan obeziteye, bağışıklık problemlerinden, böbrek, karaciğer sorunlarına pek çok alanda sağlığı tehdit ettiği de bilimsel bir gerçek.

ÇÜRÜK DİŞ, SAĞLIĞI TEHDİT EDER
Diş çürüğü dişlerin sert dokularının bakteriler aracılığı ile harap edilmesidir. Dişlerimizi bir süre fırçalamadığımızda dişler üzerinde içerisinde bol miktarda bakteri yaşayan yumuşak beyaz bir tabaka oluşur. Buna “bakteri plağı” denir. Bu bakteriler yediğimiz şekerli yiyecekleri parçalayarak asit oluştururlar. Belirli bir süre dişlerimizi fırçalamazsak bu asitler dişlerimizin sert dokularını eritmeye başlar ve dişlerimiz çürür.
Diş çürümesinin en önemli belirtisi ağrıdır. Soğuk, sıcak, tatlı ya da ekşi yeme ile başlar ve etken ortadan kalkınca da geçer. Çürük eskidikçe ağrı süreklilik kazanır. Dişimizin çürüdüğünü siyahlaşmasından, oyuk oluşmasından anlayabiliriz. Bazen da kırıldığında fark ederiz. Göremediğimiz çürükler de olabilir.
Ancak diş hekimi muayenesi ya da onun önerisiyle çekilen röntgenin değerlendirilmesi sırasında saptanan çürükler de vardır. Yılda en az bir kez, mümkünse altı ayda bir herhangi bir yakınmamız olmasa bile diş hekimine gitmemiz bizi bu tür “tatsız sürpriz”lerden koruyacaktır.

ÖNERİDiş çürüğünden korunmak için neler yapılmalı?

Yazının Devamını Oku