Osman Müftüoğlu

Bağışıklık sistemi nasıl güçlenir?

6 Ekim 2014
Kış geldi çattı.

Soğuklarla birlikte nezle, grip, soğuk algınlığı, ateş, halsizlik belaları da kapımıza dayandı. Bunlardan kurtulmanın, en azından hafif atlatmanın en önemli yolu da, bağışıklık sistemimizi güçlendirmek. Peki ne yapmalıyız? İşte çareleri...

Yaklaşan kışla birlikte havalar soğuyor. Bu yıl da havalandırılması sorunlu mekânlarda (otobüsler, dolmuşlar, trenler, metro, sinemalar, okullar ve evler) çok sayıda insanla birlikte olmak, birinin aksırık ve öksürükle havaya bıraktığı mikroplu partikülleri solumak zorunda kalacağız. Neticede bu kış da, üst solunum yolu hastalıkları (sinüzit, farenjit, larenjit), akciğer enfeksiyonları (bronşit, bronşiloit, pnömoni) ve kulak iltihaplarımız sıklaşacak. Bu yıl da nezle, soğuk algınlığı gibi sorunlar tepe yapacak, ateşlerimiz yükselecek, kırıklık, halsizlik, kas-eklem ağrıları bizi teslim alacak. Hal böyle olunca da bu yıl da bağışıklığımızı güçlendirme konusu yeniden gündeme gelecek. Kimi grip aşısını, kimi soğanı, turpu, balı, pekmezi, kimi de ısırgan tohumunu çörek otunu önerecek. Biz sağlık yazarları da “Bağışıklık nasıl güçlendirilir?” tadında yazılarla size yardımcı olmaya çalışacağız. Peki ne yapmalıyız? Bu işin doğrusu ne?


BAĞIŞIKLIK ÇÖKER Mİ?Vücudumuzdaki her sistem gibi bağışıklık sistemi de ancak belirli bazı ihtiyaçlarının yerine getirilmesi şartıyla düzenli çalışabilir. Yine vücudumuzdaki her sistem gibi bağışıklık sistemi de şu veya bu nedenle zayıf düşebilir. Hatta çökebilir de. Ama ne zayıflaması ne de çökmesi öyle kolayca gelişen bir durum değildir. Zaten yukarıda saydığımız hastalıkların kışın beklenenden biraz daha sık görülmesinin nedeni de çoğu zaman bağışıklık sistemimizin zayıflaması filan değildir. Sorun sistemde değil bizdedir. Mesela yanlış besleniyoruzdur. Hatalı diyetler yapıyoruzdur. “Detoks kürü” adı altında saçma sapan açlık modelleri uyguluyor, “sebze suyu kokteylleri” ile günü geçirip bağırsağımızı basınçlı sularla yıkatarak bağışıklık gücümüzün canına bizzat ve taammüden (!) biz okuyoruzdur. Daha da önemlisi yeteri kadar kaliteli protein, kâfi miktarda doğal sebze, meyve, tam tahıl, bakliyat tüketmiyor, sistemin ihtiyaç duyduğu vitamin, mineral ve antioksidanları kazanamıyoruzdur.


Yazının Devamını Oku

Bayramınız güzel geçsin

4 Ekim 2014
Doktor Toksöz Karasu Hoca’nın “huzurlu yaşama sanatı” kitabında geçen bir hikâye vardır:

“Yaşlı bir adam, büyük bir kentin surları dışında otururmuş. Gezginler yanına yaklaşıp yaşlı adama sorarlarmış: ‘Bu kentte nasıl insanlar yaşar?’ Yaşlı adam da, ‘Geldiğiniz yerde nasıl insanlar yaşardı?’ sorusuyla yanıtlarmış onları. Gezginler ‘Bizim geldiğimiz yerde yalnızca kötü insanlar yaşardı’ diye cevap verecek olurlarsa, yaşlı adam şöyle dermiş: ‘Yolunuza devam edin, burada yalnız kötü insanlar bulursunuz.’ Ama gezginler ‘Bizim geldiğimiz yerde yalnızca iyi insanlar yaşardı’ diye cevap verecek olurlarsa, o zaman yaşlı adam da şöyle dermiş: ‘Gelin haydi o zaman, çünkü burada da yalnızca iyi insanlar bulacaksınız.’” (Huzurlu Yaşama Sanatı/Boyner Yayınları/İstanbul/2006)
Bayramlar iyi ve güzel günler, bayram yerleri iyi ve güzel mekânlar, bayram ziyaretleri duygusal zamanlardır. Bayramlar huzura, mutluluğa, kardeşliğe, dostluğa, iyi komşuluğa, iyi vatandaşlığa, özetle iyi insan olma yolculuğuna açılmış büyük ve kocaman kapılardır.
O kapıdan huzurla girmek ne mutlu eder...
Hepinize iyi ve güzel bir bayram diliyorum.

BAYRAM SOFRASI

CİĞER SOTE

Yazının Devamını Oku

Sabahları mutsuz musunuz?

3 Ekim 2014
Sabah mutsuzluğunun pek çok nedeni var. Bunlardan ikisi çok ama çok önemli: Hipoglisemi ve depresyon.

Güne keyifli başlamak önemlidir. Bedenen ve ruhen güçlü, moraliniz yüksek, mutlu bir başlangıçla sadece kendinizi daha iyi hissetmezsiniz, işiniz, sosyal yaşamınızdaki verimliliğiniz ve başarınız da artar. Gelin görün ki bu iş pek çok nedenle her zaman mümkün olmaz, olamaz. Özellikle sabah mutsuzluğu bana göre giderek yaygınlaşan bir sorun olma yolunda.
Sabah mutsuzluğu ya da keyifsizliğinin altında pek çok başlık var: Sabah yataktan yorgun ve bitkin uyanmak, her sabaha endişe ve vesvese ile başlamak, güne iyi ve güzel beklentilerle değil de can sıkıcı bir ruhla günaydın demek ya da tam tersi her sabaha “tersinden uyanıp” her öneriye “negatif tavırlar” oluşturmak ve de her şeye olumsuz yaklaşmak, sabah mutsuzluğunun işaretleridir.
Sabah mutsuzluğunun pek çok nedeni var. Bana sorarsanız ikisi çok ama çok önemli olmalarına rağmen hep gözden kaçıyor. Bunlardan biri hipoglisemi, diğeri de depresyon sorunu.
HİPOGLİSEMİNİZ VAR MI?
Hipoglisemi yani kanda şekerin aşırı düşmesi, bir anlamıyla beynin hayati ihtiyacı olan şekerden mahrum kalması demektir. Oysa beynimiz en güçlü şeker tüketicisi organlardan biri, hatta birincisidir. Kanımızdaki şekerin büyük bir kısmını beynimiz kullanır. Tıpkı kaslarımızın fiziksel faaliyetleri için bol şekere ihtiyaç duymaları gibi beynimiz de düşünsel faaliyetlerini şekersiz yapamaz.
Bir örnek vermek gerekirse; vücut ağırlığının neredeyse 50’de biri kadar olan beyniniz, ağırlığına göre çok fazla miktarda şeker tüketir, kan şekerinizin neredeyse 5’te 1’i beynimiz tarafından kullanılır. Bunun bir anlamı da şudur: Beyin kanda şekerin noksanlığına yani kan şekeri düşmelerine (hipoglisemiye) en hassas organımızdır. Yeteri kadar şeker bulamadığında daha öfkeli, daha karamsar, daha endişeli, daha mutsuz bir duygu durumu içine girebilir. Bu nedenle sizde ya da evinizdeki, işyerinizdeki herhangi birinde yerleşik bir sabah mutsuzluğu/yorgunluğu durumu varsa bunun arkasında gözden kaçmış bir hipoglisemi sorununun olabileceği aklınızda olsun.
DEPRESYONDA MISINIZ?

Yazının Devamını Oku

Brokoli mi, lahana mı

2 Ekim 2014
Kanser savaşçısı olan özel molekül sülforafan, brokoli tomurcuklarında bol miktarda bulunuyor. Peki sülforafandan faydalanabilmenin yolu sadece lezzetsiz brokoli tomurcuklarını çiğnemekten mi geçiyor? Hayır, çünkü sülforafan her türlü lahanada (karası, beyazı, yeşili), karnabahar ve lahanagiller grubundan turpta da bol miktarda var.

Sebze ve meyveler sadece lezzetli ve besleyici oldukları için değil, daha pek çok nedenle “ayrıcalıklı ve sağlıklı besinler” kategorisindedir. Düşük kalorileri, yüksek posa içerikleri ve içlerindeki bazı özel maddeler bunlardan sadece bazılarıdır.
Özellikle taşıdıkları doğal maddelerin bazıları sağlığımızın “koruyucu melekleri” gibidir. Örneğin elmadaki kuversetin, domatesteki likopen, çaydaki kateşinler, maydanozdaki apigenin bu tür bileşiklerdir ve bu tür doğal ilaçlardan biri de sülforafandır, “lahana grubu” besinlerin hepsinde bulunsa da bazıları sülforafan deposu gibidir.
Araştırmalar özellikle brokoli tomurcuklarının neredeyse tıka basa sülforafanla dolu olduğunu gösteriyor. Zaten bu nedenle de son derece lezzetsiz olmasına rağmen brokoli sağlıklı yaşam düşkünlerinin “diva”sı konumunda.
Peki sülforafandan faydalanabilmenin yolu sadece lezzetsiz brokoli tomurcuklarını çiğnemekten mi geçiyor? Hayır!
Hayır, çünkü sülforafan sadece brokolide bulunan bir madde değil. Her türlü lahanada (karası, beyazı, yeşili), karnabahar ve lahanagiller grubundan turpta da bol miktarda var. Bu nedenle siz de ABD eski başkanı George W. Bush gibi amansız bir brokoli düşmanı olmaya devam edebilirsiniz.
Bu üçlüye, yani “karnabahar, lahana, turp” takımına daha çok ağırlık vermeniz yeterli olur. Bunlar sadece sülforafan zengini oldukları için değil, başka nedenlerle de faydalı yiyecekler. Üçünde de bol miktarda posa/lif var. Üçü de düşük kalorili besinler olduklarından kilo kontrolüne yardımcı.
Üçü de folik asit, C vitamini, K vitamini, kalsiyum, selenyum gibi sağlığımızı olumlu etkileyen maddelerden zengin.

Yazının Devamını Oku

Yıllar sizi durdurmasın

1 Ekim 2014
Yaşlılar daha az hareket ediyor. Elbette hastalıkları da aktif olmalarını güçleştiriyor olabilir. Ancak daha yavaş daha kısa süreli ve daha düşük bir dirençle de olsa aktif olmayı sürdürmeleri gerekiyor. Sağlıkları için bunu yapmak, hareketli bir yaşam tarzını bırakmamak zorundalar.

Yaşlılar daha az hareket ediyor. Türlü bahanelerle yürümüyor, neredeyse evden bile çıkmıyor. Muhtemelen yılların etkisi ile yıpranan eklemleri, yorulan kasları ve yoğunluk kaybına uğrayan kemikleri vücutlarını eskisi kadar taşıyamıyor, yeteri kadar hızlı ve güçlü hareket edemedikleri için de moralleri bozuluyor.
Neticede hareketsizlik bedenlerini ele geçiriyor. Elbette hastalıkları da aktif olmalarını güçleştiriyor olabilir. Ancak daha yavaş daha kısa süreli ve daha düşük bir dirençle de olsa aktif olmayı sürdürmeleri gerekiyor. Sağlıkları için bunu yapmak, hareketli bir yaşam tarzını bırakmamak zorundalar.

YAŞLILIK NE ZAMAN BAŞLAR
Bu sorunun kesin bir yanıtı yok. Genelde 60 yaşın üzeri yaşlılık olarak kabul ediliyorsa da yeri geliyor 70 yaşındaki birine bile orta yaşlı kabul edilemiyor. Özellikle düzenli egzersiz yapanlar kronolojik yaşlarından daha genç görünüyor. Zaten onlar da kendilerini diğer yaşlılardan daha genç hissediyorlar.
Düzenli olarak kaslarını, kirişlerini ve eklemlerini çalıştırmak onlara enerji ve güç veriyor. Dinçleştiriyor, yaşama bağlılıkları artıyor, her şeyden önce ya hastalanmıyorlar ya da hastalıkları daha kolay atlatıyorlar.

Yazının Devamını Oku

Sorun cevaplayalım

30 Eylül 2014
Kliniğimizde genel sağlık değerlendirmelerimiz sırasında pek çok soru ile karşılaşıyoruz. Verdiğimiz cevapların önemli bir bölümü herkesi ilgilendiren içerikte. Bugün, çalışma arkadaşım Dr. Evren Altınel’in hazırladığı, aydınlatıcı olacağı kanaatinde olduğum beş cevabı sizlerle paylaşmak istiyorum.

DÜŞÜK KARBONHİDRAT MI DÜŞÜK YAĞ MI
Kilo fazlası ve neden olduğu sağlık sorunlarından kurtulmak için önerilen diyet programlarının bazıları düşük karbonhidrat bazıları da düşük yağ içerikleri ile öne çıkıyor. Her iki grubun da savunucuları var. Hekimler, beslenme uzmanları ve uygulayan ve olumlu sonuç alan olgular izledikleri yöntemi neden yeğlediklerinin altını ısrarla çiziyorlar.
Geçtiğimiz günlerde JAMA (Amerikan Tıp Birliği’nin dergisi, Journal of American Medical Association) dergisinde yayımlanan bir makale yıllardır süregelen tartışmaya son noktayı koyacağa benziyor. Ontario McMaster Üniversitesi’nden Prof. Bradley Johnston’un yönetimindeki ekip 48 ayrı bilimsel çalışmaya katılmış toplam 7286 kişinin verilerini bir araya getirmişler.
Araştırmalara katılan olguların kimi düşük karbonhidrat, kimi de düşük yağ içeren diyet programlarını uygulamış. Bu programların birçoğu dünya çapında üne kavuşmuş şanlı şöhretli diyetler... Araştırmacılar, olguların diyete başlarken ve biterken ölçülen BKİ (beden kitle indeksi) veya vücut ağırlığı kayıtları toplamışlar. Altı ay sonunda her iki grupta da ortalama kilo kaybının yaklaşık 9 Kg olduğu saptamışlar.
Sonuç olarak, diyetler arasında –ister düşük karbonhidrat, ister düşük yağ içersin- çok büyük farklar olmadığı gözlenerek, kilo yönetiminde başarıya giden yolun programın kişiselleştirilmesinden, mutlaka fiziksel aktivite ile birlikte uygulanmasından ve gereğinde davranışsal destek çalışmalarının eklenmesinden geçtiği bildirilmiştir.

DİYET YAPMAK YORAR MI
Eğer,

Yazının Devamını Oku

Mucize ilaç işe yarar mı?

29 Eylül 2014
İngiliz uzmanların ortaya attığı, “ilaçsever” bazı Amerikalı uzmanların da destek verdiği uçuk mu uçuk bir “mucize hap projesi” var. Proje kısaca şu...

Madem ki her gün bir aspirin almak, her gün kolesterol düşürücü statin kullanmak, tansiyon ayarlayıcısı enalaprilden her gün 2.5 mg yutmak sağlığımıza iyi geliyor; öyleyse bunları tek bir hapın içine yerleştirip yutalım da şu işi bir çırpıda ve de kökten hallediverelim! Kulağa gerçekten de hoş geliyor. Öyle ya günde bir kez sadece bir hap yutup pek çok şeyi aynı anda halledivereceğiz. “Kalp damar hastası” olsak da olmasak da bu yönde küçük bir risk bile taşısak, yuttuğumuz o “mucize!” haptaki Aspirin kanımızı sulandıracak, statin kolesterolümüzü düşürecek, enalapril de tansiyonumuzun yükselmesine engel olacak. Biz de bu sayede bir kalp krizinin hazırlayıcısı olabilecek tehditlerden uzak, istediğimizi yiyip içerek keyifli bir hayat sürebileceğiz.

SORUN NEREDE?
Kulağa hoş gelen ama bir türlü uygulamaya geçmeyen bu “müthiş!” öneri bir türlü hayata geçemedi. Geçemedi çünkü aspirini herkesin kullanamayacağı biliniyor. Aspirin mide ülseri olan birinde ülserin kanamasına, kanama eğilimi olan birinde yaşamı tehdit edebilecek hemorajilere sebep olabiliyor. Benzer şekilde her gün statin yutmak da güvenli değil. Statinlerin birçok yan etkisi var: Karaciğeri bozabiliyor, kas eritebiliyor, hormon üretimini aksatıp cinsel güçsüzlükten yorgunluğa, uyku probleminden unutkanlığa onlarca soruna yol açabiliyor. Keza enalapril de masum bir molekül değil. Yaratabileceği pek çok sorun –mesela inatçı öksürük- var. Kısacası hiçbir zaman hayata geçirilemeyecek, geçirilmemesi de gereken bir proje bu. Ben de projenin ilaç üreticileri dışında kimsenin işine yaramayacağını, koruyucu tıp bakımından da riskli bir yol olduğunu düşünüyorum. Doktorlar bu maddeleri ihtiva eden ilaçları ayrı ayrı ve dozlarını “kişiye özel” ayarlayarak hastalarını zaten verebiliyorlar. İstediklerini istedikleri zaman listeden çıkarıp, dozları ile istedikleri gibi oynayabiliyorlar.

SONUÇ: ‘DOĞAL’I VAR
Peki, pek çok hastalıkla savaşabilecek, daha doğrusu pek çok hastalığı aynı anda önleyebilecek başka bir ilaç var mı? Bu soruyu “Olabilir!” diye değil, “Böyle bir ilaç var, hem de doğal bir ilaç. Onu güvenle kullanabilirsiniz” diye yanıtlayabilirim. Peki, nedir o ilaç? Nerede ve nasıl bulunur? Nasıl faydalanılır? Bu ve benzeri soruların yanıtını öğrenmek için heyecanlandığınızı biliyor, bunun için de yandaki “ZERDEÇAL” ile ilgili notlarımı dikkatle okumanızı tavsiye ediyorum...


Yazının Devamını Oku

İnsülin ekonomisi çok önemli

27 Eylül 2014
İnsülin ekonomisi kavramı çok önemli. Önemli çünkü özellikle ellili yaşlardan sonra başımıza gelen sağlık problemlerinin çoğu insülin ekonomisinin bilinmemesi ve yanlış yönetilmesine bağlı. Ayrıca insülin ekonomisi bir kez bozuldu mu düzeltmek de çok zor.

İnsülin ekonomisinin bozulması demek yaşamın hedonistik yanlarına daha fazla takılmak anlamına da geliyor, diğer hedonistik şeyler gibi insülin ekonomisini bozan tutkular da zamanla bağımlılık yaratıyor.
İsterseniz ilk kez gündeme getirdiğim ve muhtemelen de “isim babası” olduğum bu kavramı biraz daha açalım...

EKONOMİ NEDEN BOZULUYOR
Sık tekrarlandığı üzere maalesef “yanlış” besleniyoruz. Bedenimizi alışık olmadığı zararlı çerçöple dolduruyor, çöplük haline getiriyoruz. Bunca yazılan çizilene aldırmıyor, söylenen ve anlatılana kulak tıkıyor, her hücremizi bir bir kirletiyoruz. Görevini yapamaz, nefes alamaz hale getiriyoruz.
Neticede hücrelerimiz abuk sabuk tepkiler vermeye, aptallaşıp saçmalamaya başlıyor. Sonrası mı? Gelsin hastalıklar, gitsin sağlık sorunları ve de bitip tükenmeyen doktor ziyaretleri, poliklinik kuyrukları, ameliyat tavsiyeleri, haplar, şuruplar.
Bu durumun en tipik ve en tehlikeli örneklerinden birini insülin ekonomisini bozarak yaşıyoruz. Daha çok kötü karbonhidrat, özellikle unlu şekerli besinler, nişasta zengini yiyecekler, şeker bombası içeceklere abanıp pankreastaki insülin hormonunu salgılamakla görevli beta hücrelerimizi şaşkına çeviriyoruz.

Yazının Devamını Oku