Osman Müftüoğlu

Keten tohumu yağı işe yarar mı?

24 Ekim 2014
Keten tohumu yağı kapsüllerini Omega-3 desteği olarak yutmak bir işe yaramaz. Uzmanların ortak görüşü, öğütülmüş keten tohumu kullanmanın daha doğru olduğu yönünde...

“Keten tohumu yağı kapsüllerini Omega-3 desteği olarak yutmak bir işe yarar mı?”
Bu bize en sık yöneltilen sorulardan biri... İsterseniz sorunun yanıtını hemen verelim: YARAMAZ!
Nedeni şu... Keten tohumu geleneksel tıbbın da, modern tıbbın da gündeminden düşmeyen bir doğal besin. İnsanlık neredeyse 7000 yıldır keten tohumundan faydalanıyor. Sert kabuklu olduğundan iyice çiğnense bile yeteri kadar sindirilmeden bağırsaklardan atılabildiği için uzmanların ortak görüşü, öğütülmüş keten tohumu kullanmanın daha doğru olduğu yönünde. Öğütülmemiş keten tohumu oda sıcaklığında bir yıl tazeliğini koruyabilirken öğütülmüş keten tohumu dayanıksızdır, bu nedenle koyu renkli ve hava geçirmez cam kaplarda en fazla 30 gün saklanmalıdır.
FAYDASI NE?
Keten tohumu sağlığa farklı yararlar sağlayan doğal bir ilaç gibidir: Yangı gidericidir. Saçlara, tırnaklara ve cilde koruyucu etkisi vardır. Suda çözülen lifleri ile kolesterol ve kan şekerini dengeler. Kanseri önleyici faydalar vermektedir. Yoğun lif içeriği kabızlıkta doğal bir destek olarak kullanıldığında çok olumlu sonuçlar verir.
Ayrıca Omega-3 zenginliği nedeniyle kalp ve damar dostudur. Keten tohumunun Omega-3/Omega-6 oranı idealdir; Omega-3 yağ asit oranı Omega-6 yağ asitlerinin yaklaşık 4-5 katıdır. Ayrıca bitkisel bir östrojen olan lignanların en zengin kaynaklarından biridir. Genç yaşlardan itibaren lignan desteklerini alanlarda meme, prostat, kolon kanseri gibi hormonlara bağımlı kanserlere daha seyrek rastlandığı yönünde yayınlar vardır.

UNUTMAYIN

Yazının Devamını Oku

Acıktıran besinlerden uzak durun

23 Ekim 2014
Bazı besinler var ki, “kimilerini” doyurmuyor, tersine acıktırıyor. Yedikçe daha çok yediriyor. Peki, kimler bu ‘kimileri’ ve neler bu besinler?

Eğer bazı yemeklerden kısa bir süre sonra acıkıyor, daha da kötüsü sofradan kalkmadan “Acaba ne yesem?” diye düşünmeye başlıyorsanız... Ya da buzdolabınız ile “samimi” bile değil, “tutkulu bir ilişki” yaşıyorsanız... Hele bir de yemeklerden sonra uyku hali, iç çekilmesi, zihin bulanıklığı, sinirlilik, terleme, baş ağrısı gibi sorunlardan yakınıyor, az yemenize rağmen çabuk kilo aldığınızı, düzenli egzersiz yapmanıza rağmen kilo vermekte zorlandığınızı düşünüyorsanız, lütfen hemen kendinizi suçlamayın, “Amma da obur biri oldum” filan demeye kalkmayın!
Sorun sadece sizde değil, “yediklerinizde” yani yiyecek seçimindeki yanlışlarınızda olabilir. Yiyip içtiklerinizi sorgulayın! Bazı besinler var ki onlar “kimilerini” doyurmuyor, tersine acıktırıyor. Yedikçe daha çok yediriyor. Peki, kimler bu “kimileri” ve “neler bu besinler?” Buyurun...
İNSÜLİN HOVARDASI MISINIZ?
Önce “Kimler hassas bu yiyeceklere?” sorusuna yanıt verelim: Bazı insanların pankreasları “genetik” olarak “aşırı insülin üretmeye” programlı ve kan şekeri yükselmelerine çok hassastır (Bana göre her üç yetişkinden birinde bu sorun var). Yemeklerden sonraki hafif şeker artışında bile pankreasları aşırı insülin üretir, kan şekeri yükselir yükselmez kana aşırı insülin pompalar. Açken bile insülin düzeyleri yüksek olan bu kişilerin “hiperinsülinemi”, “insülin direnci”, “glisemik indeks” kavramlarıyla hemen, acilen ve bir an önce tanışmaları gerekir.
Nedeni şu...
Normalde yemeği takip eden ilk saatlerde kan seviyesi ortalama 40-50 üniteyi geçmeyen insülin değerleri bu “şanssız” kişilerde 100’ü de, 200’ü de geçebilir (Biz 500 ve üzerinde olan kişiler saptadık). Pankreas bezleri genetik olarak aşırı insülin üretmeye programlanmış olan bu “insülin hovardası” insanlar, eğer genetik kusurlarını vaktinde fark edemezlerse özellikle “un, şeker, nişasta” üçlüsünü içeren yiyecek ve içeceklerden hemen sonra şiddetli “hipoglisemi” atakları yaşamaya başlarlar. Atakların ilk işareti ise “sık ve erken, hatta hemen acıkmak”tır.

Yazının Devamını Oku

Pilatesi neden öneriyorum?

22 Ekim 2014
Pilatesi sadece bir trend, bir moda gibi görmeyin. Bu, faydalı ve çok yönlü mükemmel bir egzersiz.

Pilatesin bir ayrıcalığı da sadece bedensel değil, ruhsal güçlenmeye de yardımcı olması. Pilates, faydalı, mükemmel ve çok yönlü bir egzersiz. Belki de bu nedenle “Aktif yaşam” dünyasında hakkında bu kadar çok konuşulan, yazılıp çizilen ve bu kadar hızlı büyüyüp neredeyse bir sanayi haline gelen başka bir aktivite ile karşılaşılmadı. Planlayıcısı Joseph Pilates, geliştirdiği tekniğin bugün geldiği noktayı görse herhalde çok şaşırırdı...

RAKİPSİZ BİR YÖNTEMPilatesin sevilmesinin farklı nedenleri var. Bence en önemlisi, yöntemin içinde Yoga ve Zen Meditasyonu’ndaki “odaklanma” ve “konsantre olma” süreçlerinin de bulunması. Pilates, büyük kas gruplarını güçlendirme, vücuda elastikiyet ve form verme kadar ruhsal ve yapısal zindelik sağlamakta da rakipsiz bir çalışma biçimi. Özellikle kombine çalışan kas gruplarını güçlendirerek vücudun sahip olduğu doğal direnci de kullanmasını sağlar. Boyun uzamasında, vücudun dik, düzgün ve etkileyici bir görünüm kazanmasında, her şeyden önemlisi güçlenmesi ve dayanıklılığı artırmasında ve bir o kadar da “beden-ruh barışmasında” son derece önemlidir. Pilates, bir dizi yeni uygulama ile daha da geliştirilmiş ve zenginleştirilmiştir. Uzmanlaşmış deneyimli bir hocanın yönetimi, uygun ekipmanlar ve yer egzersiz antrenmanları ile yapılır ise kaslara mükemmel düzeyde esneklik ve elastikiyet gücü kazandırır.

RUHU DA GÜÇLENDİRİRPilatesin bir ayrıcalığı da sadece bedensel değil, duygusal (ruhsal) güçlenmeye de yardımcı olması, beden ve ruh uyumunu da desteklemesidir. Ben bu güzel egzersizin form sağlayıcı, dinlendirici, akıl-beden işbirliğini güçlendirici etkisi nedeniyle daha da yaygınlaşacağını düşünüyorum. Sağlığı iyileştirme ve güçlendirmekte de yararlı olduğunu biliyorum. Ayrıca kilo kaybı sürecinde ortaya çıkan sarkma, dokusal gevşeme ve kas güçsüzlüğü gibi sorunlarla baş etmede de önemli bir avantaj gibi görüyorum.
Pilatesi sadece bir trend, bir moda gibi görmeyin. Muhtemelen -ve en az- “aerobik egzersiz” kavramı kadar bu yüzyıla damgasını vuracak bir egzersiz modeli.

HATIRLATMARuhun bedenle dansı: Tai Chi Bana göre pilates kadar önemli ve ciddiye alınması gereken bir aktivite daha var: TAI CHI! Tai Chi, 1300’lerde Çin’de karate ve judo gibi dövüş tekniği olarak kullanılmış. Başlangıçta “kendini savunma sanatı” gibi algılansa da zamanla sağlığı geliştirmek ve korumak amacıyla da faydalanılan bedensel ve ruhsal bir uyum sanatı haline dönüşmüş. Tai Chi’de temel amaç; akıl ve vücudunuzu nasıl bir enstrüman gibi kullanacağınızı öğrenmek. Bütün hareketler denge ve uyum içinde yapılır. Zihin ve vücudunuzu nasıl düzenleyeceğinizi, aklın gücünü nasıl kullanacağınızı ve bunları nasıl bir araya getireceğinizi Tai Chi teknikleri ile daha kolay öğrenebilirsiniz. Tai Chi bir tür “Yin ve Yang” felsefesidir. Bu felsefeye göre; var olan her şey Yin ve Yang’dan oluşur. Sembolü de iki balığı andırır. Tai Chi bu sembolle belirtilen bir çeşit karşıtlık kuralıdır: Sen ve ben gibi. Gece ve gündüz gibi. İki zıt kutup olan Yin ve Yang birbirini müthiş bir uyumla da bütünler. Yin, uysal, yumuşak, esnek ve uzlaşmacıdır. Yang, daha katı, güç ve hâkimiyet sahibidir. Yin ve Yang birbirini dengeleyerek ve birbirine kenetlenerek hayattaki her şeyin doğal bir uyum içerisinde yaşanmasını destekler. Tai Chi ile gerek bedensel yaşantınızda, gerekse ruhunuzda mükemmeli yakalayabilirsiniz. Hareketler boyunca, vücudunuz ve aklınız tabii bir armoni ile adeta dans ederek, ayrılığa karşı koymak için “tek” haline gelirsiniz. Kendi içinizde tam bir dengeye kavuşarak bedeninizi hastalıklardan arındırır, ruhunuzu ve aklınızı olumsuz düşüncelerden arındırırsınız.

ÖNERİM

Yazının Devamını Oku

Reflü ağız kokusu yapar mı?

21 Ekim 2014
Reflüye yol açan en önemli sebep, yemek borusuyla midenin birleşme yerindeki mekanizmanın bozulmasıdır.

Reflü hastalarının en önemli şikayetleri ise göğüste yanma, ağza gelen acı bir tat, ağız kokusu, şişkinlik, geğirme, gaz şikayetleri, öksürük ve çarpıntı nöbetleridir.

Reflü belki de son yıllarda en çok konuşulan sindirim sorunudur. Reflü sorunu olanlarda asitli mide içeriği yemek borusuna geri kaçar ve yemek borusuyla uzun süre temas ederek dokusunu zedeler. Reflüye yol açan en önemli sebep yemek borusuyla midenin birleşme yerindeki mekanizmanın bozulması, gevşek bir hale gelmesidir. Normalde sistem iyi çalıştığında buna müsaade etmez.
Reflü hastalarının en önemli şikayetleri göğüste yanma, ağza gelen acı bir tat, ağız kokusu, yemeklerden sonra ortaya çıkan -geceleri yatıldığında belirginleşen- şişkinlik, geğirme, gaz şikayetleri, öksürük ve çarpıntı nöbetleridir.
Reflünün ses kısıklığı, inatçı öksürük, farenjit, sinüzit gibi yakınmalara da yol açabileceği bilinmektedir.
Reflü, yemek borusunda daralma ve kanama gibi problemlere yol açabilir ama oluşturduğu hasarların en önemlisi “prekanseröz” yani kansere hazırlayıcı değişikliklerdir.
Mide ve yemek borusu kanserlerine reflü hastalarında daha sık rastlanmaktadır. Yemek borusunda herhangi bir tümör gelişiminin en önemli belirtisinin yutma güçlü olduğunu bu vesile ile hatırlatalım.

Yazının Devamını Oku

Dengeli doğal ve makul

20 Ekim 2014
İnsan sağlığı doğallık, denge ve makul olma ayarı ve çizgisi üzerine kurgulanmıştır. Bu kurgu beslenme için de aynen geçerlidir. Bunu nasıl mı başaracağız? Buyrun...

Kaliteli ve sağlıklı bir hayatın bazı sihirli sözcükleri var: Örneğin denge, doğal, makul böyle sözcükler... Bunlara mutlaka “maneviyat” ve “aidiyet” sözcüklerini de eklememiz lazım ama onlar ayrı bir yazı konusu. Bu yazıda üzerinde durmak istediğim ilk üç sözcüğün sağlık ve kaliteli hayatla ilişkileri. Bu üç sözcük çok önemli çünkü yaşadığımız sağlık sorunlarının çoğu bu üç sözcüğü ihmal ve ihlal etmemizle birebir ilişkili. Son yıllarda ne “dengeli” olmaya ve “doğal” yaşamaya, ne de hayatımızı “makul” bir çizgide tutmaya razı olmuyoruz. Dengeli, doğal ve makul olmayı ihmal ve ihlal ettiğimiz alanların en başında ise beslenme var. Önümüze ne gelirse “denge” gözetmeden homini gırtlak yiyip içiyor, “doğal mı, değil mi?” bakmıyor, “yiyip içtiklerimizde makul bir noktada kalabiliyor muyuz?” sorularını aklımıza bile getirmiyoruz. Örnek mi? BUYURUN...


ET ÇILGINLIĞI TEHLİKELİ


Mesela son yıllarda pek revaçta olan “aşırı et ve yağ tüketimi” bunlardan biri. Ne oldu, neden oldu, nasıl oldu bilmiyorum, milletçe müthiş et ve yağ tutkunu insanlara dönüşmeye başladık. Öyle ki artık ünlülerimiz “meşhur etçiler ve kebapçılar”dan çıktıklarında şöhretlerini yedikleri etin miktarıyla perçinlemeye başladılar, hocalarımız işi “kırmızı et yoksa sofraya oturmayın” demeye kadar vardırdılar! Eğer doğruysa, son haber ünlülerimizden birinin her hafta gidip bir oturuşta iki kilo yağlı kırmızı eti midesine indirdiği, etsever hocalarımızın da tavsiyelerini “en az 4-5 kalem pirzola”ya yükselttiği yönünde... Belki size sadece “afiyet olsun!” demek düşer ama biz hekimler için durum pek öyle basit değil. Özellikle beslenme biliminin önemini, şakaya alınmayacağını, hele hele birkaç yeni araştırmaya dayalı bilgilerle temel doğrulardan taviz verilmeyeceğini bilen hekimler bu haberleri okuduktan sonra toplumun neredeyse bir “etobur/yağ obur” haline dönüştüğünü izlemekten son derece endişeliler. Bu endişeyi tahrik edenlerin de yine hekim olduklarını görmek de ayrı bir üzüntü kaynağı. Doğrudur, daha az karbonhidrat tükettiğinizde, mesela ekmeği, tahılları, pirinci, nişastalı sebzeleri ve meyveleri sınırlandırdığınızda kilo verebilirsiniz.


KARBONHİDRAT AZALIRSA...


Yazının Devamını Oku

Vitaminleri doğru kullanıyor musunuz?

18 Ekim 2014
Bazen hastalıklardan korunmak, bazen de iyileşmek amacıyla doğal desteklerden faydalanmak son yılların yükselen trendi.

Ne var ki bu işte de bazı hatalarımız var, çoğumuz bu desteklerden nasıl faydalanacağımızı iyi bilmiyoruz. Sonuçta bazen paramız boşa gidiyor, bazen de bedenimiz zarar görüyor. İster mineral, vitamin ve benzerlerinden, ister bitkisel desteklerden faydalanın fark etmiyor, onları kullanırken de uymanız gereken kurallar, dikkat etmeniz gereken hususlar var. İşte onlardan bazıları...

ÖNEMLİ
Kullandığınız ilaçlara dikkat
Eğer reçeteli bir ilaç kullanıyorsanız faydalanmak istediğiniz destekle o ilaç veya ilaçların reaksiyona girebileceğini ve size zarar verebileceğini unutmayın. İlaç kullanıyorsanız, doktorunuza danışmadan destek kullanmayı düşünmeyin. Mesela hipertansiyonu olan birinin ginseng ya da ginkgo biloba desteği kullanması, karaciğer problemi olan bir başkasının kavakava hapı yutması ciddi sorunlara yol açabilir. Prensip olarak dozu ve süresi ne olursa olsun kullanacağınız her desteği mutlaka doktorunuza danışın ama bu işi reçeteli bir ilaç kullanıyorsanız sakın ihmal etmeyin.

ÖNEMLİ
Nereden satın alıyorsunuz?
Güvenli firmaların ürettikleri doğal destekler eczanede satılır. İnternette, vitamin dükkânlarında, bitkisel ürün satan aktarlarda ya da evlere kapı kapı dolaşılarak pazarlanan ürünlere itibar etmeyiniz. Özellikle internetten pazarlanan ürünlerin güvenilirliklerinin şüpheli olabildiğini hatırlayınız. Destek üreticisi veya satıcılarının bazıları özellikle bitkisel ürün pazarlayanlar televizyon televizyon dolaşarak size ürünlerini önerebilirler. Bu işi yapanların çoğunun doktor olmadığını da hatırlatalım. Dikkatli olun, dolduruşa gelmeyin.

BİR BİLGİAç mı, tok mu kullanmalı?

Yazının Devamını Oku

Egzersiz uykuyu kaçırır mı?

17 Ekim 2014
Düzenli egzersiz yapmanın uyku üzerinde olumlu etkisi olduğunu biliyoruz ama açık ve net olarak yanıtlayamadığımız zor bir soru var, o da şu: Yatmadan önce yapılan egzersiz uykuyu kaçırır mı?

Genel kanaat, yatmadan birkaç saat evvel hele hele uykudan hemen önce yaptığımız ağır egzersizlerin uyku kalitemizi düşürdüğü yönündedir. Uyku öncesi yoğun egzersizlerin uyku derinliğini olumsuz yönde etkilediği, ağrı, kramp, uyuşma ve benzeri sorunlar yarattığı söylenir. Ne var ki bunun tam da tersini doğrulayan araştırmalar var.
Berkeley Üniversitesi’nin internetteki “Wellness” sayfasında bu konuda yayınlanan bir bilgi notu bu konuyu tartışıyor. O notu size aktarıyorum:
ARAŞTIRMALAR NE DİYOR?2001 yılında Sleep Medicine’de yayınlanan Brezilya kaynaklı bir araştırmada saat 18.00’de başlanan koşu bandı etkinliğinin orta yaşlı ve süreğenleşmiş uyku sorunu yaşayan kişilerde sabah yapılan spor kadar etkili olduğu saptanmıştır.
Psychophysiology’de yayınlanan bir başka Brezilya kaynaklı araştırma, saat 20.00’de başladıkları orta şiddetteki egzersizin bitmesinden iki ya da üç saat sonra yatmaya giden genç erkek deneklerin uykularının olumlu yönde etkilendiği saptamıştır.
Benzer bir çalışma 2004 yılında yaşlı bireyler arasında yapılmış ve saat 19.00-20.30 arasında yapılan düşük yoğunluktaki aerobik egzersizin uykuya tıpkı sabah yapılan aktivite kadar olumlu etkisi olduğu belirlenmiştir.
Egzersizin vücut üzerinde hem uykuyu bozacak hem de uyku getirecek etkileri saptanmıştır. Kalp atım hızını, vücut sıcaklığını ve uyanıklığı artırarak uykuyla ters düşebilir. Öte yandan kaygı durumunu azaltır, ki bu da uyku için bir artıdır.
SONUÇ

Yazının Devamını Oku

Dizlerimiz neden dertli?

16 Ekim 2014
Eskiden 60’lı, 70’li yaşlardan sonra ortaya çıkan diz sorunlarını artık 50’li, 40’lı, hatta 30’lu yaşlarda bile yaşayanlar var. Peki, ne oldu da bu sorun bu kadar yaygınlaştı?

Dizlerimiz, son derece karmaşık fonksiyonları olan çok ama çok önemli eklemler. Onları oluşturan farklı doku ve yapılar var. Bunlar mükemmel bir işbirliği halinde tıkır tıkır çalışır.
Eklemin temel fonksiyonunu üstlenen kemik yüzeyler, bu yüzeyleri örtüp onlara elastikiyet/plastisite sağlayan kıkırdak yapılar, kıkırdak yapıları koruyan hücresel organizasyonlar, menüsküs adını verdiğimiz mucize yastıkçıklar, iç dış ve yan çapraz bağlar ayak ve baldırlardaki kaslarla birlikte iş görüyor.
Bu yapılardan herhangi biri arıza yaptı mı problemler birbiri ardına diziliveriyor. Dahası yapıların/dokuların fonksiyonları birbirleriyle yakından ilintili. Birinin bozulması/arıza yapması diğerlerinin de işini aksatmaya, bütünlüğünü bozmaya başlıyor.
Daha önce de yazdım; diz eklemleri özellikle yaşlılıkta çok ama çok önemliler. Her eklem mühim ama diz eklemlerinin farklı, ayrıcalıklı bir yanı var. Zaten bu nedenle de sık sık “dizlerinize gözleriniz kadar iyi bakın” uyarıları yapıp duruyorum.
Ne var ki diz sorunu olanların sayısında belirli bir artış var. Ortopedi poliklinikleri, ortopedist muayenehaneleri diz sorunlarından yakınanlarla dolup taşıyor. Dahası eskiden 60’lı, 70’li yaşlardan sonra ortaya çıkan bu sorunları 50’li, 40’lı, hatta 30’lu yaşlarda bile yaşayanlar olabiliyor. Peki, ne oldu da diz sorunları bu kadar yaygınlaştı? Kutuları okuyunca konuyu daha iyi anlayacaksınız.

ÖNEMLİ

Yazının Devamını Oku