Osman Müftüoğlu

Diyet mi eziyet mi

20 Aralık 2014
Fazla kilolarından kurtulmak isteyen herkesin aklına bir şekilde diyet yapmak gelir. Oysa iş yalnızca “diyet yapmak” ile sınırlı değildir. Sadece diyet yapanların yüzde 80’i sorunu çözemeyip her sefer “sil baştan” yapmak durumunda kalırlar.

Bilgisayarın başına geçip bir “diyet” yazarak “arama motoru”nu çalıştırın. Akla hayale gelmeyecek diyet çeşitleri ile karşılaşmak işten değil! “Uyuyan güzel Diyeti”nden “Tenya Diyeti”ne, “Kurt adam Diyeti”nden “Kağıt mendil Diyeti”ne varıncaya kadar yok yok! Peki, bunların hangisi güvenli? Size uygun olanı nasıl saptayacaksınız? Daha doğrusu, sağlık sorununuz kilo fazlalığı ve yol açtığı yakınmalar ise kime, hangi diyete güveneceksiniz? Listenin başına kendinizi yazın: Önce kendinize güvenmelisiniz. Sonra da sağlığınızı emanet ettiğiniz profesyonellere yani doktor ve diyetisyene...
Fazla kilolarından kurtulmak isteyen herkesin aklına bir şekilde diyet yapmak gelir. Oysa iş yalnızca “diyet yapmak” ile sınırlı değildir. Sadece diyet yapanların yüzde 80’i sorunu çözemeyip her sefer “sil baştan” yapmak durumunda kalırlar.

HERKESİN METABOLİZMASI FARKLI
Her beden farklı nedenlerle yağlanır. Sorun kimi zaman genetik eğilim, kimi zaman metabolik/hormonal bozukluk, kimi zaman psikolojik problemler, kimi zaman hayatın getirdiği sıra dışı zorlamalara bağlıdır.
Belki siz pankreası aşırı insülin üreten, şekerli, unlu yiyecek içeceklerle kana insülin pompalamaya programlı birisiniz. Bu durumda az da yeseniz yiyip içtiklerinizde ağırlık şeker, un/nişastadan yanaysa kilo sorununuzu sadece diyet yaparak çözmeniz mümkün olmaz. Çoğu fazla kilolunun “su içsem yarıyor/kuş kadar yiyorum ama fil gibi oldum/aç geziyorum ama bir gram bile veremiyorum” şeklinde yakınması bundandır.
Veya genetik olarak metabolik sendromla kodlanmış biri olabilirsiniz ve pankreasınız kan şekerinizdeki her ani yükselmede adeta çılgına dönüp sisteminize inanılmaz miktarlarda insülin pompalar. Neticede siz bir insülin direnci olgusuna dönüşürsünüz ve kolay kilo alıp zor kilo verirsiniz. Sorununuzun yediklerinizin miktarından ziyade içeriğinden, yapısından kaynaklandığını bilemediğiniz için de o diyetisyen benim, şu diyetisyen senin dolaşıp durursunuz.

Yazının Devamını Oku

Detoks: Niyet mi, diyet mi önemli

19 Aralık 2014
Bedenimizi birikmiş kirlerden, zehirlerden arındırmak yani detoks yapmak günümüzde bir tür sağlık kontrolü-vücut bakımı haline geldi. İyi de nasıl yapılacak bu detoks? Nerede yapılacak? Kim yapmalı, kim yapmamalı? Hangi uzman(lar)ın kontrolünde olmalı? Yoksa bu kadar ince ayara gerek yok mu?..

İster detoks, ister arınma ya da yenilenme ne derseniz deyin “sağlık kürleri”nin tümünde ana fikir aynıdır: Doğanın nimetlerini bize verdiği ölçüde, içerikte ve biçimde tüketerek zaten onun bir parçası olan bedenimizi temizlemeye çalışmak.
Yaşadığımız çevreyi kirletirken bu kirlerin bir gün gelip bizi bulacağını, bedenimize zarar vereceğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Hava, su, toprak ve üzerinde yetişen ürünler ne içeriyorsa bizim bedenimize, kan ve lenf dolaşımımıza, akciğerlerimize, cildimize her yerimize de sızıyor: Zehirli kimyasallar, ağır metaller, boyalar...
Dışarıdan gelen toksinlere bir de bedenimizin ürettiklerini eklemek gerek: Şeker ile oksijen bir araya gelip enerji üretmeye çalıştıklarında ortaya çıkan asit içerikli atıklar, eskiyen hücrelerin parçalanması sırasında ortaya çıkan maddeler, özellikle modern yaşamın olmazsa olmazı yüksek stres ile dengesini yitiren bağışıklık sisteminin yeterince hızlı koruma, arınma sağlayamaması yüzünden biriken meşhur “serbest radikaller”...
Bedenimizi birikmiş kirlerden, zehirlerden arındırmak yani detoks yapmak günümüzde bir tür sağlık kontrolü-vücut bakımı haline geldi. Doğal dengelerin bozulmadığı, bedenin düzeninin korunduğu dönemlerde gerek olmayan hatta akıllara gelmeyen, bazılarına göre “moda olmayan” bu uygulama modern yaşamın sağlık için adeta vazgeçilmezeri arasına katıldı. İyi de nasıl yapılacak bu detoks? Nerede yapılacak? Kim yapmalı, kim yapmamalı? Hangi uzman(lar)ın kontrolünde olmalı? Yoksa bu kadar ince ayara gerek yok mu?
Aslında pek yok! Eğer düzenli olarak sağlık kontrollerinizi yaptırdığınız hekiminiz uygun görüyorsa, çok uzun süreli olmayan, söz gelimi 3-10 günlük, veya 3 günlük hafta sonu, cuma-pazar şeklinde detoks kürü yeterlidir.

BİR NOTDetoks=Kilo kaybı mı?
Detoks denildiğinde herkesin aklına yemyeşil sıvılarla dolu bardaklar, her tür bitki çayı, allı-morlu meyve salataları, azıcık da yoğurt ve yağsız peynir çeşitleri geliyor. Oysa detoks bundan öte bir şey: Beden doğru seçilmiş gıdalarla arınırken, verimli bir uyku ile dinleniyor, bilgisayar, televizyon, telefon gibi uyarıcı ve manyetik alan oluşturan teknoloji ürünlerinden uzaklaşılarak zihin boşaltılıyor. Kısacası bir yandan beden digger yandan ruh detokslanıyor.

Yazının Devamını Oku

Alkali diyetin farkı ne

18 Aralık 2014
Alkali diyet kilo fazlalığından yakınanlar için yeni bir umut ışığı mı? Alkali beslenmenin eklem sorunlarını, damar sertliğini, kanser riskini azalttığı iddiasına zayıflatma becerisi de önüne eklenince epey geniş bir uygulayıcı kitlesi oldu. Peki mümkün mü böyle bir şey? Alkali beslenmek kilo verdirir mi? Buyurun...

Alkali diyetin ana ilkesi et, buğday, rafine şeker ya da işlenmiş gıdalar gibi vücudunuzu asit salgılamaya iten besinlerden uzak durmak ama konu kilo vermek olunca da işe yarıyor mu? Cevap özetle şu: Alkali beslenmek genel sağlığınız için belki yararlı bir uygulama ama bu diyetin öne sürdüğü nedenlerden özellikle de kilo vermeye yardımcı olmasından dolayı değil...
ASİT Mİ, ALKALİ Mİ?Vücudunuzun alkali-asit durumu hakkında kısa bir bilgilendirme yapalım. Kimyada pH düzeyi o ortamın alkali ya da asit durumunu bildirir. Buna göre pH:0-7 arası asit, daha yüksek değerleri ise alkalidir. Kanınızın pH değeri 7.35-7.45 yani hafifçe alkalidir. Oysa mide içeriğinizin pH değeri 3.5’un altındadır yani fena halde asittir!
Bu asit ortam proteinlerin parçalanmasını sağladığından sindirim için çok önemlidir. İdrarınız ise ne yediğinize bağlı olarak değişen bir pH’ya sahiptir. Böylece kanınızın pH dengesi korunur.
Alkali diyetin iddiası, kan pH’nızı hep aynı düzeyde tutmaktır. Aslında hiçbir gıda hemen yenilip içildiği gibi kanınızın pH’sını hızla değiştiremez. Vücudunuz ritim içerisinde çalışarak sistemlerini korur. Alkali diyetin önerdiği gıdaların hepsi de zaten sağlığınız için yararlı ürünlerdir. Sebze ve meyve yemeniz, bol su içmeniz, şekerden uzak durmanız, alkol ve gereğinden fazla kahve-çay içmemeniz, işlenmiş gıdaları hayatınızdan çıkarmanız her zaman uymanızda fayda olan önerilerdir.
Öte yandan, gereğinden fazla et, peynir, beyaz undan yapılmış ürünler, şekerli gıdalar ile yüklü beslenme planının damar sertliği, şeker hastalığı, böbrek taşı, kalın barsak kanseri gibi ciddi sağlık sorularına ortam hazırladığını söyleyen pek çok klinik çalışmanın olduğunu da biliyoruz.
SONUÇ
Alkalisi asidi, önemli olan ne yiyip içtiğinizin farkında olmanızdır. Her besin kaynağını vücudunuzun ihtiyacı kadar tüketmeniz, öğünlerinizi atlamayıp, yemeklerinizi sükunetle iyi çiğneyerek yemeniz, bolca su içerek gününüzü tamamlamanız sağlığınız için yapacağınız yatırımların en büyüğüdür.

BİR BİLGİAlkali yiyecekler: Rahatça tüketin!

Yazının Devamını Oku

Glütensiz diyet işe yarar mı

17 Aralık 2014
Yeni yıla hafif ve zinde girmeye karar verdiyseniz “glüten free diyet”lere de bir göz atmanızda fayda var.

Glütensiz diyet gıdalardaki glüten proteinini dışlayarak beslenmek anlamına geliyor. Glüten proteini de en çok buğday, arpa, çavdar gibi tahıl grubu yiyeceklerde var, zaten bu nedenle glütensiz diyet programları işe “tahıl ürünlerini sınırlayarak” başlıyor. Glütensiz beslenmek yeni bir kavram değil. Modern tıbbın da ilk kullandığı diyetlerden biri aslında. Neredeyse elli yıldan bir süredir gastroentereloglar –mide bağırsak sistemi uzmanları- “glüten free” diyetleri zaten uyguluyorlar. Ama “zayıflama” amaçlı filan değil, “sağlık amaçlı/tedavi amaçlı” olarak. Nedenine gelince...

ÇÖLYAK HASTASI MISINIZ?
Glüten çölyak hastalığına yol açan bitkisel protein. Bu hastaların bağırsaklarını döşeyen emici yapılar, yani ince bağırsaklarının iç yüzeyi bu proteine karşı aşırı duyarlılık gösteriyor. Bir başka deyişle glütenle temas ettiklerinde “kırmızı görmüş boğa” benzeri tepkiler veriyor. Bu tepkiler sonucunda hastalar “gaz, şişkinlik, ishal, kansızlık, yorgunluk, karın ağrısı” ve benzeri şikâyetlerle doktora gitmek zorunda kalıyor. Buradaki tepki bir “alerjik tepki”.
Hastalığın tedavi edilmesinde temel prensip de şu oluyor: “Mademki tahıllardaki glüten proteinine karşı bir alerji söz konusu biz de bu kişilere glüten içeren gıdaları vermeyelim. Bağırsak duvarlarını rahatsız ve mutsuz etmeyelim, tepkisel hale getirmeyelim”.
“Glüten intoleransı” ise farklı bir durum. Çölyak hastalığıyla ilgisi yok, çünkü çölyak hastaları glütenle karşılaştıklarında kilo almak bir yana tersine kilo verebiliyorlar. Tekrarlayan ishal atakları ve kansızlık onları yorgun, iştahsız, bitkin, zayıf-çelimsiz biri haline dönüştürebiliyor.

GLÜTENE TOLERANSINIZ MI AZ?
Glüten intoleransında sorun hiçbir zaman çölyak hastalığında olduğu gibi tipik bir alerjik tepki değil. Glütene intoleransı olanlar da glütenli besinleri yedikleri, yani tahıl içerikli yiyecekleri tükettiklerinde çölyak hastalarında olduğu gibi “halsizlik, yorgunluk, bitkinlik, gaz, şişkinlik” gibi sindirim sistemi şikâyetleri hissedebiliyorlar. Dahası bir kısmında migren benzeri baş ağrıları, genel bir yorgunluk hali, eklem kas ağrıları, ödem ve benzeri sorunlar da ortaya çıkabiliyor. Hatta bazılarında temel sorun “ödem, şişkinlik, yorgunluk, gaz” olabiliyor.

Yazının Devamını Oku

En güvenlisi Gİ diyeti

16 Aralık 2014
Yıl bitmeden bir karar verip yeni yıla daha hafif, daha zinde ve daha sağlıklı başlamayı planlayanlar için bugünden itibaren bir hafta boyunca örnek mönülerin de yer aldığı farklı diyet planları yayınlayacağız.

YAŞAM ReÇetelerİ

Fazla kilolar ortak derdimiz. Kimimiz 2-3 kiloyu bile çok görüyoruz, kimimiz ise 5-10 kiloluk artıştan kurtulma arzusundayız.
Mutlaka diyete başlayacağız. Ama hangi diyete? Lütfen yola çıkarken dikkatli olun.
Çünkü yanlış diyetler yağ yerine kas yakmak, kilo vermek yerine sağlığı kaybetmek anlamına gelebiliyor.
Acil çözümlerden de haptı, ilaçtı, iğneydi, aletti gibi faydasız önerilerden de uzak durun. Bu işi çözmenin tek yolu var: Sorunun nedenini bulup onu ortadan kaldırmak, doğru bir beslenme ve egzersiz planını ısrarla uygulamak.
Yıl bitmeden bir karar verip yeni yıla daha hafif, daha zinde ve daha sağlıklı başlamayı planlayanlar için bugünden itibaren bir hafta boyunca örnek mönülerin de yer aldığı farklı diyet planları yayınlayacağız.
Gİ NE ANLAMA GELİYOR?

Yazının Devamını Oku

Yorgunsanız yürüyün!

15 Aralık 2014
Günümüzde çoğumuz ‘yorgunluk yorgunuyuz’!

Bu yorgunluğu atmanın en iyi yoluysa, ‘yorgunluğu yormak’! Bunun için yapmanız gereken de basit; mümkün olan her anda bol bol YÜRÜMEK! Neden mi?


Yorgunluk önemli ve yaygın bir problem. Belki de bu nedenle sık kullandığımız bazı deyimleri unuttuk! “Nasılsın?” sorusuna “Turp gibiyim!” veya “Taş gibiyim!” demek anılarda kaldı.
Yorgunluğun nedenleri çeşitli. Kansızlık, tiroid, böbrek, karaciğer, kalp, akciğer yetersizliği, D, B 12 gibi vitamini eksikliği de yorgun düşürebiliyor ama ilk sırada “fiziksel” değil, “ruhsal/motivasyonel yorgunluk” var. Yani “bedenlerimiz” değil, “beyinlerimiz ve adrenal bezlerimiz” yorgun.

YORULARAK DİNÇLEŞİN!

Yorgunluk konusunda size verebileceğim en basit tavsiye şu olur: Yorgunluğunuzun ilerlemiş bir organ yetersizliği veya ağır bir anemiden kaynaklanmadığından eminseniz, onu “yorularak” yenmeye çalışın. Çünkü çoğumuz sadece yorgun değil, “yorgunluk yorgunuyuz!”. Özellikle psikolojik ve motivasyonel yorgunlukları yenmeden halsizlik, isteksizlik, güçsüzlük gibi duyguları yenmeniz çok zor. Çözüm için yorgunluğun üstüne üstüne gidin. Kaslarınızı hareket ettirin. Eklemlerinizi çalıştırın.

Yazının Devamını Oku

Genç kızlar dikkat

13 Aralık 2014
Genç kızların korkulu rüyası “polikistik over sendromu”, son yıllarda giderek yaygınlaştı. Bu rahatsızlık kilo kontrolünün bozulması, tüylenme eğiliminin artması ve sivilce problemi gibi belirtilerle kendini gösteriyor.

Neredeyse her 10 genç kızdan birini ilgilendirmeye başlayan önemli bir sorun var! Zaman zaman Kelebek’teki sayfamızda da yer verdiğimiz bu sorun üçlü bir yapıdan oluşuyor: Kilo kontrolünün bozulması/ Tüylenme eğiliminin artması/ Akne, yani sivilce probleminin yaygınlaşması...
Üçlünün oluşturduğu tabloya başka belirtiler de eşlik edebiliyor ama temel yapılanma bu... Yapının tıbbi adı “polikistik over sendromu” ya da kısaltılmış haliyle PKOS!
Sorunun son yıllarda daha sık görülmesinin iki temel nedeni var. Birincisi genç kızların eskiye oranla daha erken ve daha yaygın biçimde şişmanlık tuzağına düşmeleri; yani burada da problem “yanlış beslenme ve hareketsizlik” ikilisiyle bağlantılı... Öyle ki kilo alma ve onun getirdiği insülin direnci, mevcut bir polikistik yapılanmada insülin direncini davet edebiliyor, daha da kötüsü direnci şiddetlendirebiliyor bile...
Diğer taraftan insülin direncinin belirginleşmesi ise kilo almayı hızlandırabiliyor. Özetle “kilo kazanımı ile polikistik yapılanmanın aktivitesi arasında” birbirini besleyen kötü bir ilişki var ve bu ilişki bir anlamda “kısır döngüye” veya “tavuk/yumurta ilişkisine” benziyor.
PKOS’un daha sık teşhis edilmesinin bir başka nedeni ise teşhis imkanlarımızın artması... Özellikle ultrason incelemelerinin yaygınlaşması ve hormon analizlerinin kolaylaşması, tanıyı bir hayli kolaylaştırmış durumda... Vakalar daha kolay yakalanıyor, tedavi daha iyi yürütülebiliyor.
İsterseniz PKOS’un belirtileri ve diğer işaretlerini de hatırlayalım:

BELİRTİLER NELER?

Yazının Devamını Oku

Menopozda proteini artırın

12 Aralık 2014
Menopoza giren bir kadının eskiye oranla daha fazla protein tüketmesi, hatta her öğünde mutlaka bir parça proteine yer vermesi gerekir.

Menopoz, kadınların hayatını derinden etkileyen bir dönem. Pek çok biyolojik ve metabolik süreç bu dönemde farklılaşıyor, deyim yerindeyse adeta altüst bile oluyor. Değişimlerin nasıl göğüslenebileceği bilinirse ortaya çıkabilecek olumsuz etkilerin çoğu ciddi bir soruna yol açmadan kontrol altında tutmak da mümkün. Kilo problemi de “menopoz problemleri” arasında ve belki de en çok rahatsız edeni!
Menopoza giren her kadında az veya çok yavaş veya hızlı mutlaka ama mutlaka kilo kazanımı oluyor. Eğer bir de gözden kaçmış bir hipotiroidi (mesela Haşimato hipotiroidisi), bir hipoglisemi (mesela insülin direncinin eşlik ettiği reaktif hipoglisemiler) varsa sorunu yönetmek azim, dikkat ve bilgi istiyor.
Bana göre menopoza merhaba diyen her kadının “Bundan sonra kilomu nasıl yöneteceğim?” sorusuna da cevap aramaya başlaması lazım. Daha önceden ciddiye almadığı bazı beslenme ve aktivite yanlışlarından vazgeçmesi, görmezden geldiği bazı hataları tekrarlamaması ve yeni çözümler bulması şart.
Bunlardan ilki eskiye oranla daha fazla protein tüketmek, hatta her öğünde mutlaka bir parça proteine yer vermek olmalı. Yağsız kırmızı et, balık, süt ürünleri, yumurta gibi hayvansal proteinler ile baklagil grubunun protein zengini yiyecekleri (fasulye, mercimek) bu konuda ilk akla gelen yardımcılar olarak düşünülmeli.
Prensip olarak menopoz dönemindeki bir kadının ortalama günlük kalorisinin yüzde 30-35’ini proteinden, yüzde 40’ını düşük glisemik indeksli karbonhidratlardan (tam tahıllar, sebzeler, bakliyat), geri kalanını da (yüzde 25) doğal yağlardan kazanmasını tavsiye ediyoruz.

HATIRLATMA Bir menopoz sorunu: İdrar kaçırma!
İstemsiz idrar kaçırma, erkeklerden ziyade kadınları ilgilendiren bir sorun ve özellikle menopoz döneminde pik noktasına ulaştığı biliniyor. Menopoz ilerledikçe basit bir gülme, hapşırma, aksırma, öksürme bile idrar kaçırmayla sonuçlanabiliyor. Problemin çözümü için geliştirilmiş bazı özel egzersizler (Kegel egzersizleri) var. Yıllar evvel bu işe çare arayan Alman uzman Dr. Kegel, son derece etkili aktivite çözümleri üretmiş. İdrar kaçırmanın muhakkak ki bazı hastalıklarla da ilişkisi var. Bu nedenle böyle bir sorununuz varsa önce bir jinekolog veya ürologla temasa geçmek, sonra da kasık ve karın tabanı bölgesini güçlendiren Kegel egzersizlerinin nasıl yapılacağını öğrenmek gerekiyor.

BİR BİLGİ Orta yaş cinselliği de etkiler

Yazının Devamını Oku