Vücudumuzda yüzlerce biyokimyasal reaksiyon içinde görev alan magnezyumun eksikliği kas spazmları, kalp-damar hastalığı, şeker hastalığı, yüksek tansiyon, kaygı durum bozuklukları, migren, osteoporoz ve beyin enfarktüsüne kadar gidebilen sağlık sorunlarına zemin hazırlayabilir.
En fazla magnezyum içeren gıdalar koyu yeşil yapraklı sebzeler, ceviz, fındık, kabak çekirdeği, balık, kuru fasulye, soya fasulyesi, tam tahıllar, avokado, yoğurt, muz, kuru incir ve bitter çikolatadır.
Günlük magnezyum gereksinimimiz 400 mg’dır. Gereğinden fazla magnezyum ishale neden olabilir.
HANGİ BESİNDE, NE KADAR VAR?
Bazı gıdaların magnezyum içeriği hakkında kısa bilgiler verelim:
- Ispanak: Bir su bardağı (180 g) pişmiş ıspanak sayesinde günlük magnezyum gereksiniminizin yaklaşık yüzde 40’ını kazanabilirsiniz. Aynı miktarda pazı da yüzde 38’ini sağlar.
Çoğu alanda yeni başlangıçlar yapmaya çalışacağız. Yeni yıl planlarımızı yaparken işin sağlık yanını da ihmal etmememiz lazım. Önceliği de kronik hastalıklara vermemizde fayda var.
HER yıl gibi 2015’e de farklı ve yeni umutlarla giriyoruz. Ben kendi adıma daha güzel, daha keyifli ve daha huzurlu bir yıl beklentisi içindeyim. Daha önce de “ensemi hiç karartmadım” ama nedendir bilmiyorum 2015’e bundan önceki yıllardan daha iyi umutlar yükledim. Önümüzdeki yıl daha iyi sosyal ve ekonomik şartlar içinde, daha huzurlu bir yıl geçireceğimize inanıyorum, inşallah yanılmam...
ŞEKER, TANSİYON...
Her yeni yıl aslında bir yıl daha yaşlanmak anlamına da geliyor. Yaşımız ilerledikçe başımızı ağrıtabilecek sorunların çoğu, topluca “kronik hastalıklar” adını verdiğimiz sağlık sorunlarıdır: Şeker hastalığı, hipertansiyon, kilo fazlalığı, romatizmal sorunlar, bellek problemleri/Alzheimer hastalığı, Parkinson hastalığı, kanserler, damar sertliği ve bununla ilişkili beyin ve kalp damar bozuklukları ve bunların neticesi olan kalp krizleri, felçler...
Yoğurdun lezzeti ve doyuruculuğu kadar sağlığa yararları da saymakla bitmez. Yoğurttaki sağlık mucizeleri özellikle son 20-30 yılda daha iyi anlaşıldı.
Yoğurdun sağlıklı bir besin olması yalnızca güçlü bir protein, vitamin ve mineral deposu olmasından da kaynaklanmıyor. Yoğurdun içerdiği proteinlerin son derece değerli oldukları doğrudur.
Neredeyse tamamı sindirilip emilir, doku ve organların yenilenmesi sürecinde önemli görevler üstlenir. Çocuklarınızın büyümesini garanti altına almak, gençlik ve erişkinlik dönemlerinizi sağlık içinde yaşamak veya yaşlanmanın hızlandırdığı doku yıkımını azaltıp tamir süreçlerini hızlandırmak istiyorsanız bu işin etkin çözümlerinden biri yoğurt proteinidir.
Yoğurdun B vitaminlerinden de zengin olduğu biliniyor. Güçlü bir kalsiyum deposu olduğu da kesin. Bir su bardağı kadar yoğurtta ortalama 300 mg civarında kalsiyum var. Bu miktar erişkin bir kişinin günlük kalsiyum ihtiyacının neredeyse üçte birini tek başına karşılayabiliyor.
Çocukların diş, kemik gelişimini desteklemede ve yaşlıların kemik kırılganlığı sorunu ile mücadelede yoğurt mükemmel bir besindir. Yoğurdun magnezyum, çinko ve potasyumdan da zengin olduğu biliniyor. Özellikle uyku sorunu olanlara “anneanne öğünü” olarak yatmadan iki saat önce yarım su bardağı kadar yoğurt tavsiye ediliyor.
Yoğurt için daha pek çok şey yazmak mümkün ama sadece saydıklarım bile onun ne kadar değerli bir besin olduğunu anlatmaya yetiyor.
Sırası gelmişken yoğurdun cilt güzelliğini desteklediğini, kilo kontrolünü kolaylaştırdığını, saç, tırnak sorunlarına karşı iyi bir bariyer oluşturduğunu da bir kenara not edin.
Sağlıklı büyüme için vazgeçilmez olan bakır ve demirin daha verimli kullanılması, enzim adlı aracı maddelerin işlevlerini tam yapabilmeleri, bağ dokunun, saç ve gözlerin gelişimi için gereklidir. Bakır ayrıca erken yaşlanmayı önler ve enerji üretimini artırır. Bunların dışında kalp ritmini, tiroit bezinin çalışmasını düzenler. Artrit yakınmalarını azaltır. Yara iyileşmesini hızlandırır. Eritrosit=kırmızı kan hücresi oluşumunu artırır ve kolesterolü düşürür.
Bakır cilde, saç ve gözlere rengini veren doğal bir pigment olan melanin için en önemli bileşendir. Melanin, sadece melanositlerde bakırdan elde edilen tirozinaz adlı enzim sayesinde üretilebilir. Genellikle bir antioksidan olarak kullanılan bakırın bu özelliği göz ardı edilir. Bakır takviyesi alarak hem hücre bütünlüğünü hem de genç görünümünüzü korursunuz! Aynı zamanda gözlerinizin rengini de koruyan bakırı çinko ile destekleyebilirsiniz.
İnsan bedenindeki üçüncü en yaygın mineral olan bakır, çoğunlukla kan plazma proteini, seruloplazmin tarafından taşınır. Vücudumuz bakır üretemez. Gıdalarla almamız gerekir.
Bakırın sağlığımıza katkılarını yaşayabilmek için günlük beslenmemizde bakır kaynaklarına yer vermeliyiz. Karaciğer, kırmızı et, deniz ürünleri, fasulye, kepekli tahıllar, soya unu, buğday kepeği, badem, avokado, arpa, sarımsak, fındık, yulaf, pancar ve mercimekte bolca bakır mevcuttur.
İstiridye, doğadaki en zengin bakır kaynağıdır. Bakır, borulardan içme suyuna ve tencerelerden yiyeceklere karışarak doğrudan da vücuda girebilir. Konserve yiyeceklerdeki bakırın uzun süreli depolama nedeniyle azaldığını, asit içeriği yüksek olan gıdaların bakır kaybına yol açtığını da hatırlatalım.
BİR SORU/BİR CEVAP Bor, menopozu geciktirir mi? Bor, vücudumuzun sağlıklı büyümesi ve gelişmesi açısından çok önemli bir mineraldir. Kalsiyum ve magnezyumun emilimi için vazgeçilmezdir. Artrit ve osteoporoz gibi sağlık sorunlarını engeller, kemik metabolizmasına katkıda bulunur. Kanın pıhtılaşmasını azalttığına dair çalışmalar bulunmaktadır. Çeşitli yayınlarda kan yağlarını düşürdüğü, mantar enfeksiyonlarından koruduğu, kalp yetmezliğini engellediği, hücre duvarı bütünlüğünü koruyarak kanser tedavisine destek olduğu bildirilmiştir.
Menopoz döneminde östrojen üretimine yardımcı olduğunu, destek tedavisi olarak kullanıldığında menopozda azalan cinsel isteği düzenlediğini bildiren çalışmalar vardır. Sıcak basmaları ve gece terlemeleri gibi menopozun sık rastlanan, bıktırıcı ve yorucu olan belirtilerini azaltıp günlük yaşamı kolaylaştırabilir.
Ömrümüz uzuyor. Uzmanların söylediklerine göre son 20 yılda ömrümüze ortalama altı yıl eklenmiş. Bunun bir anlamı da şu: Biz ne kadar çok yanlış yapsak ve sağlığımızı olumsuz etkileyen pek çok şeyi bıkıp usanmadan tekrarlayıp dursak da ömrün süresi eskisinden uzun olacak...
Bu iyi haberin maalesef bazı olumsuz sonuçları da var: Ömür uzadıkça yaşlılık sorunlarıyla daha çok yüzleşmeye başlayacağız, çünkü ömrün uzayan bölümü gençlik ya da çocukluk değil, yaşlılık devresi. Yani “yaşlılık uzaması” diyebileceğimiz yeni bir değişimle karşı karşıyayız. Bu da daha yaşlı kalpler, böbrekler, beyinler, daha sık yaşanan bellek sorunları, felçler, kalp krizleri, hipertansiyon, diyabet, kanserler anlamına geliyor.
Her organın yaşlanması korkutsa da biz en çok beyin yaşlanmasından ürküyoruz. Yanlış mı yapıyoruz? Bence hayır! Yaşlı bir beyni bekleyen pek çok sorun var. En önemlilerinden biri ve belki de en ciddisi olan Alzheimer hastalığının en önemli risk faktörü yaştır.
Uzmanlara göre 60 yaş sonrasında Alzheimer hastalarının sayısı hızla artıyor, hasta sayısı sonraki her beş yılda iki katına çıkıyor, 90 yaşa gelindiğinde nüfusun neredeyse yarısı bu hastalıktan etkilenmiş oluyor.
Kısacası yaşlılık güzel bir şey ama kendine has bazı riskleri var ve bu risklerin başında da beyin yaşlanması, öncelikle de Alzheimer hastalığı geliyor.
Peki, bu sorunu nasıl daha erken anlayabiliriz? Erken işaretleri var mı? Neler, hangi belirtiler bizi uyarmalı? Bu ve benzeri sorulara yanıt arıyorsanız yandaki kutuyu lütfen dikkatle okuyun. Sadece bununla da yetinmeyin ve cevaplayamadığınız bazı sorular varsa eğer bir nöroloji uzmanından yardım isteyin.
ÖNEMLİ
Bağışıklık sistemimiz sağlığımız ve yaşam kalitemiz açısından çok ama çok önemli. Özellikle kış aylarında nezleydi, gripti, sinüzitti, bronşitti derken neredeyse her gün gündemde. Kısacası onu güçlü ve güvenli tutmak hepimiz için çok önemli bir konu. Bana göre bu işin de yolu öncelikle “doğru beslenmek”ten geçiyor. Özellikle yeteri kadar protein, vitamin, mineral ve antioksidan kazanmamız bağışıklık sisteminin çok hoşuna gidiyor.
Vitaminler arasında da önceliği C ve D vitaminleri alıyor. Mineraller ise en az vitaminler kadar önemli. Demir ve çinko burada da başrolü üstleniyor. Prensip olarak uykusuna dikkat edip aktif yaşayan, iyi beslenip keyifli ve stresi minimum bir hayat sürebilenlerin bağışıklık desteklerine pek ihtiyaçları yok. Onlar bağışıklık askerlerini her zaman güçlü, kuvvetli ve savaşa hazır bir şekilde tutabiliyorlar. Yok, eğer siz “benim bağışıklık desteğine ihtiyacım olabiliyor, hangi desteklerden faydalanayım?” diyorsanız, buyurun...
BİR NUMARA SAMBUCUS: ÇOK POPÜLER
Akdeniz bölgesi dışında ülkemizin tüm yörelerinde yetişebilen mürverin çiçekleri antioksidan özelliğindeki fenolik asit, flavonoid ve mineral açısından zengindir. Meyveleri A, C, B6 vitamini, demir, karotenoidler, tanin ve bazı amino asitleri içerir. Yapraklarında sakinleştirici özelliğe sahip olan valerianik asit vardır. İçeriğindeki antioksidan sayesinde bağışıklık sistemini uyarıcı etki gösterir, hücreleri korur ve vücut direncini destekler. Mürver özellikle solunum sistemi hastalıklarında etkilidir. Virüslerle mücadeleye destek olur. Yangı gidericidir. İdrar yolu enfeksiyonlarında, romatizmal sorunlarda ve kabızlıkta da etkilidir.
Bitkinin kabukları kuru ya da taze olarak 10 dakika demlenerek içilir. Çiçeği ya da meyvesinin kurusu da çay olarak demlenebilir. Demlenmiş hali doğrudan cilde uygulanabilir. Halk arasında, yüzyıllardır, mürver bitkisinden grip, soğuk algınlığı ve eklem ağrılarında terletme amacıyla veya suyu ile eklemler ovularak ağrının azaltılması için yararlanıldığını biliyoruz.
Günde 400-600 mg sambucus özütü ilk 2-3 gün için etkilidir. İdame tedavi için 150-300 mg yeterlidir. Yüksek dozları sambunigrin içeriği nedeniyle karın ağrısı, ishal, bulantı ve kusmaya neden olabilir. Bazen baş dönmesi yapabilir. Teri kötü kokutur. İdrar söktürücülerin, yangı gidericilerin ve ödem azaltıcıların etkisini artırabilir.
İKİ NUMARA UMCKALOABO: İŞE YARIYOR
Biraz uykusuz kalsanız, azıcık üşütseniz hemen boğazınız yanıp burnunuz akıyor mu? Yorgun düşseniz, gerilip üzülseniz uçuk çıkarıyor musunuz? Tekrarlayan nezleler, anjinler hatta sinüzitler, bronşitler canınızı sıkıyor mu? Durun! Hemen “Benim zaten bağışıklığım zayıf” diye hayıflanmayın. Bağışıklık sisteminin kalıtımsal nedenlerle zayıf yaratılmış olması çok seyrek görülen bir durumdur. Bağışıklık hepimize eşit sunulmuştur. Herkesin bağışıklık gücü -üç aşağı beş yukarı- birbirinin aynıdır. Bağışıklık sisteminin güçlü veya zayıf olması, önemli ölçüde sizin elinizdedir. Eğer güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmak istiyorsanız onu iyi tanımalı, yapılması ve yapılmaması gelen şeyleri doğru anlamalısınız.
Bağışıklık sistemi gece gündüz demeden, göze görünmeden, tek bir organa bağımlı olmadan sizi koruyor, neredeyse yeryüzündeki varlığınızı güvence altında tutuyor. Bu düzenek, virüsleri avlıyor, bakterilerle savaşıyor, mantarlara saldırıyor, parazitleri ve hatta kanser hücrelerini öldürüyor. Hastalıklardan korunmada, kendinizi iyi hissetme ve enerjinizi en üst seviyelerde tutmada önemli görevler üstleniyor. Bağışıklık sistemi sizi hem çevresel zararlardan, hem de bedeninizin yapabileceği yanlışlardan uzak tutmaya çalışıyor. Bu sistemi güçlü tutmanın yollarını öğrenmeli ve uygulamalısınız.
BAĞIŞIKLIĞI NELER ZAYIFLATIR?
İlk akla gelen nedenler şeker, kalp-damar veya böbrek hastalıkları, solunum sistemini etkileyen hastalıklar ya da kanser gibi süreğenleşmiş ciddi sağlık sorunları, cerrahi müdahaleler ve ileri yaştır. Bunların yanı sıra beslenme yanlışları, sağlık açısından alınması zorunlu gıda maddelerini yeterince tüketememek, kilo fazlalığı ve obezite de bağışıklığı zayıflatır. Hareketsizlik de aşırı bedensel aktivite de yarattığı yorgunluk nedeniyle savunma mekanizmalarımıza zarar verir. Uyku bozuklukları da benzer etkiyi yapar. Stres sonucu böbreküstü bezlerinden salgılanan kortizol ve noradrenalin bağışıklığı olumsuz etkileyen hormonlardır. Temizlik maddeleri, sebze ve meyvelerdeki koruyucular, tarım ilaçları ve hava kirliliği de savunmamızı zora sokan dış etmenlerdendir.
Yarın bu konuya “Bağışıklığı neler güçlendirir?” sorusuna yanıt vererek devam edeceğiz.
Bu iki maddeyi (EPA ve DHA) vücut kendisi üretemiyor, dışarıdan besinlerle alınmaları gerekiyor. İsterseniz önce omega-3 yağlarının kaynaklarını bir kez daha hatırlayalım: DHA ve EPA en çok balıkta bulunuyor. Özellikle soğuk sularda yetişen yağlı balıklarda neredeyse Omega-3 yağı kaynıyor!
Su ne kadar soğuk balık ne kadar yağlı ise balığın Omega-3 üretimi o kadar fazla. Bunun nedeni Omega-3 yağlarının balık vücudunu soğuktan koruyan bir antifriz görevi de yapmaları.
Kuzey denizinde yetişen somonlar veya Karadeniz’in buz gibi çaylarında büyüyen alabalıklarda Omega-3’ün daha fazla olmasının sebebi bu.
Yine aynı nedenle Karadeniz’in yağlı balıklarında Akdeniz’dekilerden daha fazla Omega-3 var.
Siz yine de hemen her balıkta size yetecek kadar Omega-3 bulunduğunu da düşünebilirsiniz. Bu yağların bitkisel tipi (ALA) cevizde, ketentohumunda ve yeşil yapraklı sebzelerde de bulunabiliyor. Ketentohumu yağı kullanarak (taze kullanmaya, koyu renkli şişede ve buzdolabında saklamaya dikkat edin) ekmek ve kurabiyelerinize ketentohumu ekleyerek daha fazla tam buğday, fındık tüketerek ve salatalarınıza daha çok semizotu ekleyerek vücudunuza daha çok Omega-3 yağı kazandırabilirsiniz. Ayrıca Omega-3 katkılı yumurtalar, yoğurt ve sütlerden de faydalanmanız mümkün...
8 SORUDA ÖNERİLER