D vitamini eksikliği, pek çok sağlık sorununa davetiye çıkaran önemli bir problem. Her ülkede ve bizim ülkemizde hızla yayılan bir sorun. Çocuklarda da, yetişkin ve yaşlılarda da neredeyse her iki kişiden birinde bu sorun var. Peki eskiden de var mıydı?
Yanıtı net olarak vermek kolay değil ama muhtemelen vardı ama ne biz hekimler farkındaydık ne de siz hastalar. Çünkü yakın bir zamana kadar D vitamini tayinleri -25 hidroksivitamin D- kolay yapılabilen analizler değildi. Pahalıydı. Her yerde yapılamıyordu, sadece bilimsel araştırmalar için gerekli olduğunda yapılan incelemelerdi.
Şimdi durum değişti. Artık D vitamini tayinleri ucuz, kolay ve her yerde yapılabiliyor. Sigorta sistemleri tarafından da ödeniyor. Böyle olduğu için de “kimin D vitamini yüksek, kimin düşük” anlamak kolaylaştı.
BİZ DE YENİ ÖĞRENDİK!
Bir diğer saptamam da şu oldu: 15 yıl öncesine kadar bırakın toplumda yeterli bir D vitamini eksikliği bilincinin varlığını, biz hekimlerde bile D vitamininin önemi konusunda yeteri kadar bilgi birikimi ve dikkat yoktu.
Biz de sizin gibi D vitamini eksikliğinin sadece çocuklar için önemli olduğunu düşünüyor, eksikliğin yalnızca kemik gelişimi ve diş sağlığı bakımından önemli olduğunu sanıyorduk.
İnternet bir “bilgi otoyolu”. Hemen her türlü bilgi bu otoyola istenildiği şekilde, dozda, tarzda bırakılabiliyor. Bilgiyi kimin bıraktığı, doğru mu, yanlış mı olduğu, manipüle edilip edilmediği, kontrolden geçirilip geçirilmediği belli değil.
Diyelim ki sağlıkla ilgili bir konuda bilgi yüklenmiş ve “o konuda” neredeyse bir “internet kütüphanesi” oluşmuş. Bunların içinde son derece güvenli -işin uzmanları tarafından bırakılmış- olanları da hiçbir güvenlik filtresinden geçirilmemiş, abuk sabuk, yanlış, maksatlı saçma sapan olanları da var. Aralarında “ürün satmak/bilgi pazarlamak, reklâm yapmak” amacıyla eklenenlerinin olduğunu da kesin.
Kısacası herhangi bir alanda internetten yani o dev “elektronik bilgi imparatorluğu/kütüphanesi/bilgi deposundan” istifade etmek istediğinizde, yani “internet denizinde/otoyolunda sörf yapmaya/bilgi izi sürmeye başladığınızda” bunların “hangileri doğru, hangileri yanlış, size hangiler lazım, hangileri değil” bilebilmeniz mümkün değil.
Kısacası belli bir konuda yüzeyel bir bilgi edinmeyi, bilgi sahibi olmayı amaçlıyorsanız problem yok ama işi biraz derinleştirmeye kalkarsanız (ve hele bir de o işin eğer uzmanı değilseniz) bu yolculuk başınıza düşünmediğiniz belalar açabilir, en azından canınızı sıkabilir.
Eğer hızlı yaşlandıran nedenlerden uzak durabilirseniz zaten az ya da çok ama bir ölçüde daha yavaş yaşlanıyorsunuz. Eğer “bitiş çizgisini biraz daha ileri almak” istiyorsanız o zaman yapmanız gereken ilave bazı işler var. Mesela mı?
Mesela genetik yapınızı bilmek ve ona uygun beslenme planları geliştirmek zorundasınız. Eğer bunu yapmazsanız yani bedeninize yanlış yakıtlar -yiyecek ve içecekler- sokarsanız sistem daha çabuk paslanıp yaşlanıyor. Çünkü aldığınız yanlış yakıtlar hem yeterince yakılamıyor hem de mevcut sistemin dişlilerini bozuyor.
Bizi hızlı yaşlandıran metabolik sorunların en başında ise insülin direnci var. Genetik olarak insülin direncine eğilimli biriyseniz eğer yaşam tarzınızı, özellikle de beslenmenizi buna göre yeniden planlamanız lazım. Hele hele kırklı, ellili yaşlara geldiğinizde bu işi mutlaka bir düzene sokmak zorundasınız. Nedeni şu...
İNSÜLİN FAZLA İSE İŞİNİZ ZOR
Besinlerle alınan glikozun hücrelere girerek enerji kaynağı olarak kullanılabilmesi insüline doğru hücre yanıtı ile mümkündür. Eğer insülin glikozu hücreye sokamıyor, insüline hücre ve dokular yanıt vermiyorsa bir insülin cevapsızlığı, insülin direnci mevcuttur. Bu durumda glikoz hücreye giremez, kanda birikir ve birçok yanlış ve zararlı biyokimyasal süreç başlar. Neticesi dokuların ve organların hızla yaşlanmasıdır.
Yaşı 50’yi geçen erkekleri endişelendiren konulardan biri de testosteron (T) düşüklüğü. Belki de bu nedenle erkeklerin en çok okudukları sağlık yazıları, en çok ilgilendikleri sağlık haberleri “testosteron” ile ilgili olanlar.
Eh normal de sayılmalı, zira testosteron (T) düşünce yalnızca cinsellik azalmıyor. Yorgunluk, bitkinlik, uyku bozulmaları, depresif ruh hali, unutkanlık, yağlanma ve kilo alma gibi sorunlar da devreye giriveriyor. Kısacası “konu” önemli!
Gelelim “düşük Ö” konusuna, yani yeni habere! Araştırmalar orta yaş erkeklerinin kaygı duymaları gereken tek konunun “düşük T” olmadığını, kadınlık hormonu östrojenin de tıpkı düşük “T” gibi testosteronla birlikte azaldığını, bu durumun da tıpkı düşük T gibi yağlanma, cinsel istekte azalma, güç ve enerji kaybından sorumlu olduğunu gösteriyor!
“Zaten bu “düşük T durumu” ile başımız belada, bu “östrojen azalması”, yani “düşük Ö” durumu da nerden çıktı?” diyorsanız, buyurun...
NE YAPMALI?
Testosteron azalması, dolaylı ya da direkt yollarla kontrol altına alınabilen bir sorun. Ciddi ölçülerde “T” azalması olanlara, birçok hekim testosteron jelleri, bantları, hapları ya da iğnelerini öneriyor.
Gerçekten de belleğiniz eski gücünü yitiriyor olabilir mi? Yoksa tüm bunların altında konsantrasyon sorunları mı yatıyor?
Çağımızın bilişim ve iletişim olanakları, yaşantımızı kolaylaştırıp işlerimizin sonuca ulaşmasını hızlandırırken dikkat toplama, konsantre olma, odaklanma becerilerimize engel olmayı da ihmal etmiyor.
Sosyal medya ağlarına takıldığınızda “paçayı kurtarmak” hayli zaman alıyor. İletilerinize bakmanız, bazılarına hemen cevap yazmanız, SMS yollamanız, Facebook hesabınızı kontrol etmeniz ya da “Acaba Instagram’da en son neler paylaşılmış” merakını gidermeniz size epey pahalıya patlayabiliyor.
Konsantrasyon düşmanları yalnızca iletişim ağları değil elbette. Uykusuzluktan açlığa, kullandığınız ilaçlardan iş yükünüze kadar pek çok nedeni olabilir.
İşte onlar ve mücadele önerilerimiz...
BİR UYARI
En yaygın sorunlarımızdan birinin depresyon diğerinin kanser olmasının ardındaki mühim nedenlerden biri ise “huzursuzluk tehdidi”dir. Ve bu gidiş iyi bir gidiş değildir...
Dilimizde çok güzel deyimler var. En güzellerinden biri de “Nasılsınız?” sorusuna verdiğimiz yanıttır: İYİLİK, SAĞLIK!
Oysa bu yanıt için huzura ihtiyacımız var. Her sabaha yeni bir gerilim, yeni bir endişe ile uyanıp “bugün hangi felaketlerle canım sıkılacak” diye başlamak, bitmedi; akşam haberlerini dinlerken “acaba hangi haber içimi karartacak” diye düşünmek, üstelik bunları Allah’ın her günü neredeyse bir ritüel gibi tekrarlamak kimin huzurunu bozmaz ve hangi ruhu, bedeni yorup ruhu bedenden ayırmaz?
Bazı hareketleri “aktivite ve düzenli egzersiz” modeline eklediğinizde sadece bugününüz zinde, güçlü ve keyifli geçmiyor, ömrünüz de uzuyor. Dahası, yaşlanma süreci de yavaşlıyor.
Bana sorarsanız en etkin ve kolay egzersiz yürümektir. Aktif bir hayatınız varsa ve her gün düzenli yürüyüş yapabiliyorsanız doğru yoldasınız diyebilirim. “Bu güzel pastayı çileklerle, muzlarla, böğürtlenlerle de süslemek istiyorum” diyorsanız aşağıdaki tavsiyeleri de listeye dâhil edebilirsiniz.
1. Doğru çömelin. Yerden bir şey alırken, çarşı-pazarda poşetlerinizi kavrarken sık sık çömeliyorsunuzdur. Önemli olan bu hareketi doğru yapabilmek ve yararını görebilmektir.
Kadınlar için düzgün çömelme, ayak parmaklarının dışarı doğru yönelmesi ile sağlanır.
Uyluk kemiği, kalça kemiği boyunca düzgün uzanır ve bu sayede dizlerin yaptığı baskı ayak bileklerine binmez.
Kadınların basenlerinden daha geniş adım atarak yürümeleri de (pek estetik olmasa da) eklem yükünü azaltır.
Yorgunluk yaşam kalitesini düşüren, yakaladığı herkesi keyifsiz, mutsuz eden, yaygın bir sorun. Fazla uzarsa iş verimini de düşürebiliyor. Psikolojik kökenli olanı da var, fiziksel kaynaklı olanı da. Psikolojik yorgunluk, bütün dinamizmini, enerjisini yitirmiş, bedbin ve bezgin “parmağının ucunu bile kıpırdatmak” istemeyen, “isteksiz, umutsuz, içi boşalmış, hatta pili bitmiş, uykuya eğilimli” birini anlatır.
Fiziksel yorgunluk ise kol ve bacaklarda ağırlık, bedende izahı zor bir tükenmişlik, hatta ağrılarla kendini hissettirir. Rahatsızlık veren bu his hemen “kötü bir durum” olarak algılanmamalı, “yolunda gitmeyen, uygun olmayan, koşulları zorlayan bir bozukluğa veya saldırıya karşı organizmayı uyarmaya çalışan bir tür alarm işareti” gibi düşünülmelidir. Yoğun fiziksel aktiviteler sonrası yorgunluk belirtilerinin ortaya çıkması ise normaldir. Asıl bunun hissedilmemesi anormal olur! Yorgunluğu “beden ve ruhun geri dönüşü olmayan yıkımları yaşamadan önce kendini yenilemesi konusunda kendi kendine yolladığı son uyarı” gibi de düşünebilirsiniz.
İşte bu yüzden sürekli hale gelen ya da tekrarlayan yorgunlukları lütfen dikkate alın. Özellikle, dinlenme halinde bile devam eden yorgunluklarınızın nedenini mutlaka araştırın.
NEDENLER VE ÇÖZÜMLER
1. Acaba vücudunuzun ihtiyaç duyduğundan az uyuyor olabilir misiniz? Bu durum genel sağlığınızı da bilişsel becerilerinizi de olumsuz etkiler. Öneri: Düzenli bir günlük yaşantınız olsun. Uykuyu önceliğiniz haline getirin. Yatak odanızdan bilgisayar, cep telefonu ve televizyonu çıkarın. Hâlâ sorun yaşıyorsanız mutlaka doktorunuza danışın.