Osman Müftüoğlu

Neden eriyorum?

11 Nisan 2015
Eğer durduk yerde kilo kaybediyor, uykusuzluk, çarpıntı, terleme, el titremeleri, sıcağa tahammülsüzlük, ishal, sinirlilik vb. sorunlardan şikayet ediyorsanız hipertiroidi ve diyabet ihtimalleri aklınıza gelsin.

Ne olduğunu anlamadan üç ayda tam sekiz kilo vermiş, daha doğrusu “erimiş”! “Erimiş” sözcüğünü özellikle kullandım, çünkü aynı zamanda “sarkmış, pörsümüş, yorgun ve bitkin” düşmüş. Henüz 30’lu yaşların ortasında ama ilk bakışta 40’lı yaşların ortasındaki bir kadın duygusu veriyor.
Bitmedi, başka sorunları da var: Geceleri bile rahat bırakmayan çarpıntılar, terleme atakları, el titremeleri ve daha da önemlisi sinirlilik.
“Durduk yerde öfkeleniyor, anlamsız yere patlıyor, en ufak bir olumsuzluğa ölçüsüz yanıtlar veriyorum.
Yakınlarım ‘Ne oldu sana da adeta bir öfke küpüne dönüştün?’ diye sorup duruyor.”
SEBEP: HAŞİTOKSİKOZ!İki yıl önce evlenmiş. 30’lu yaşların keyfini sürerken üç ay kadar önce mavi gözlü, pırıl pırıl nurtopu gibi bir kız bebek doğurmuş ama sonrası biraz tatsız gelmiş. Doğumdan iki hafta kadar sonra “yorgunluk, halsizlik, çarpıntı, uyku bozukluğu, sinirlilik” ile başlayan problemler, bir süre sonra “sütünün kesilmesi, çarpıntılarının ve kilo kaybının sürekli hale gelmesi” ile neticelenmiş.
İncelemeler sonunda “Haşimato hastalığı” ve onunla ilişkili “hipertiroidi/Haşitoksikozis” problemi olduğu anlaşılan bu genç hanıma bakın neler anlattım...
NE OLUYOR?

Yazının Devamını Oku

Kaygılı mısınız

10 Nisan 2015
Birkaç gün önce de yazdım, “kaygı/endişe/korku” gibi durumların iç içe geçtiği ruhsal “gerginlik, kötümserlik, panik” eğilimi ve daha birçok şeyin eşlik ettiği “anksiyete bozukluğu” sorunu günümüzün en önemli sağlık problemlerinden biri. Konuyu önümüzdeki pazartesi Hürriyet’te etraflıca yazmaya çalışacağım ama bugünden şunu net ve açık olarak söyleyebilirim:

Böyle bir sorununuz varsa çözümü doktorlar kadar kendinizde de arayın ve sakın pek çok insanın yaptığı hatayı siz de yapmayın. Hata “Sorunla yüzleşmemek!” Yüzleşip yaşam tarzını değiştirmemek ve kaygı panzehiri doğal ilaçlardan faydalanmayı bilmemek. O ilaçları aşağıdaki kutuda bulabilirsiniz...

KESİP SAKLAYINİşte kaygı reçeteniz!
Reçetenin yazarı ben değilim. Daha önce de bu köşede yayınladım Zelinski’nin reçetesini. Unutmuşunuzdur diye bir kez daha yayınlıyorum.
* Doyum sağlayacak kadar güzel bir amaç (hedef)
* Geçinebilecek kadar (sevdiğiniz, keyif aldığınız) bir iş
* Temel ihtiyaçlarınıza yetecek kadar bir zenginlik
* İş ve eğlenceyi dengeleyecek kadar sağlıklı bir akıl

Yazının Devamını Oku

Karaciğeri yağlı olan ne yapmalı

9 Nisan 2015
Karaciğer yağlanması, orta yaşlılarda görülen en yaygın sağlık sorunlarındandır. Telaşa da kaygıya da gerek yok. Yapacağınız şey çok basit...

“Yorgunluk ve şişkinlik” şikâyetleri ile gittiğiniz doktor, tetkiklerinizi masaya serdi ve “Ultrasonda karaciğeriniz ileri derece yağlanmış görünüyor. Tahlillerinizde de karaciğer fonksiyon testleriniz bozuk. Bunlar karaciğerinizde yağlanmaya bağlı bir iltihabi duruma işaret ediyor” dedi. Hafifçe telaşlanıp –doğal olarak- kaygı ve merakla sordunuz: “Bunun bir ilacı var mı?”.
Doktor “işiniz kolay, yapacaklarınız basit” diye yanıtladı ve ekledi: “İlaç yutmak yerine beslenmenize dikkat edip yürüyüş yapmanız, biraz kilo verip önereceğim besin desteklerini kullanmanız yeterli!”
Sorununuzun tıp dilindeki adı “karaciğer yağlanması”dır ve problem orta yaşlılarda görülen en yaygın sağlık sorunlarındandır. Telaşa da kaygıya da gerek yok. Doktorunuzun söylemek istediklerinin detayı ise şudur...

İŞTE YOL HARİTANIZ

* Karaciğerinizi yağlandıran “fazla yağlı” şeyler yemeniz değil, “şeker ve undan zengin” beslenmenizdir. Hayatınızdan beyaz, işlenmiş unu çıkarın. Nişastayı kaldırın, hatta unutun. Tam tahıldan yapılmış gıdaları bile ölçülü tüketin. Beyaz ekmeği terk edip tam tahıl ekmeği yiyin, onu da öğün başı bir dilimle sınırlayın.

Yazının Devamını Oku

Sağlığın renkleri

8 Nisan 2015
Sağlığımız varlığımızın temeli. Hayata ilişkin her şey onunla başlayıp onunla bitiyor. O yoksa, azsa, sorunluysa hiçbir şeyin tadı tuzu kalmıyor.

Beslenmek, sağlıklı, güzel, keyifli sofralarda güzel şeyler yiyip içmek, sağlığımızı geliştiren, ayakta tutan, güçlendirip koruyan temel direklerden biri. Yeterli, dengeli, çeşitli beslenmeyen çocuklar büyüyüp gelişemiyor. Sık hastalanıp geç iyileşiyor. Okul başarıları düşük, bedenleri güçsüz, ruhları güvensiz oluyor.
Yanlış beslenen yaşlılar ise kötü yaşayıp kötü yaşlanıyor. İşte bu nedenle herkesin ama herkesin beslenme konusunda bilgilenmesi, beslenmesine özen göstermesi lazım.
Geçen hafta çocuk ve gençlerle yapılan “SAĞLIĞIN RENKLERİ” konulu enteresan, etkileyici ve öğretici bir çalışmaya katıldım. Çocukları dinledikçe de ferahladım, rahatladım...
Ferahladım çünkü “müthiş bir neslin” geldiğine, gelecekte bizi daha güzel günlerin beklediğine inancım güçlendi. Evet! Hayatı daha iyi yorumlayan, bilgili, uyanık, güvenli, yalansız dolansız zımba gibi bir yeni nesil geliyor. Üstelik bu neslin sağlıkla ilgili bildikleri, düşündükleri bizden çok ama çok farklı ve fazla.
O gençlerden, o pırıl pırıl, ışıl ışıl çocuklardan birinin, YAĞMUR AHSEN’in “GÜLÜMSETEN SAĞLIK” isimli yazısını okuyunca bana siz de hak vereceksiniz. Yağmur bu kompozisyonu ile o yarışmada ödül aldı. Evet sağlığın da renkleri var ve o renklerin en güzelleri çocuklar ve gençler...

KABIZLIK ÇOCUĞU YORAR

Çocuklar, özellikle de bebeklerde tuvalet sorunları evin gündelik yaşam akışını etkileyebilir. Kabızlık ve ona eşlik eden ağrılı tuvalete çıkma, çocuk ve bebeklerin sıkıntı çekmesine neden olur.

Yazının Devamını Oku

Kaygı çağına hoş geldiniz

7 Nisan 2015
İstatistiklere göre, her dört kişiden biri hayatının belli bir döneminde anksiyete/kaygı/endişe rahatsızlığına yakalanma riskiyle karşı karşıya... Ve anksiyete bozukluğunun ruhsal ve fiziksel zararları, şeker hastalığından daha az değil.

Adına ister kaygı, endişe, ister tıp dilindeki adıyla anksiyete deyiniz, yaşadığımız çağda da, soluduğumuz havada da dozu giderek artan bir kaygı durumu var.
Ben de yeni öğrendim, istatistiklere göre anksiyete bozukluklarının “ömür boyu görülme sıklığı” yüzde 25’ten fazlaymış. Bu “her dört kişiden biri hayatının belli bir döneminde anksiyete/kaygı/endişe rahatsızlığına yakalanabilir” demektir. Ve yine bilimsel verilere bakılırsa anksiyete bozukluğunun ruhsal ve fiziksel zararları şeker hastalığından daha az değil. Yaşattığı sıkıntılar, çektirdiği acılar, ızdıraplar bir yana kaybettirdiği iş günü sayısı ve iş gücü ile ekonomiye verdiği zarar da çok büyük.
Globalleşmenin dünyayı adeta kocaman bir köye dönüştürmesi, “mobil teknolojilerin ve sosyal medyanın gün be gün hayatımıza sirayeti, bilgisayarların gitgide insan gücünün yerini alması, rekabetin hızla artması, stresli yaşam koşulları ve tarihte hiç olmadığı kadar çok sayıda seçenek arasından karar verme mecburiyeti” anksiyeteyi en yaygın zihinsel rahatsızlık konumuna getirdi.
Yukarıdaki satırları Boyner Yayınları’nda çıkan mükemmel bir kitaptan, “Anksiyete Çağım” isimli eserden aktardım.
İster “iç çatışmaların”, ister “öğrenilmiş davranışların” sonucu olsun, anksiyete (kaygı-endişe sorunu) beden ve ruhu yoran, ikisini de için için oyan çok ama çok önemli onlarca sorunun başlangıç noktasıdır.

BİR SORUNEYİM VAR?
“Sıradan günlerde sıradan şeyler yaparken; kitap okurken, yatakta uzanırken, telefonda konuşurken, bir toplantıda otururken, tenis oynarken, varlığımı saran bir yılgınlık hissine kapılıyor, bulantı, baş dönmesi ve başka fiziksel belirtilerden oluşan bir ordu tarafından saldırıya uğruyorum. Bu olaylarda bazen ölümün çok yakın olduğuna inanıyorum. Şiddetli nöbetler geçirmediğim anlarda bile endişeyle boğuşuyorum: Sağlığımdan, ailemin sağlığından, para durumundan, işten, arabamdaki tıkırtıdan, bodrumdaki sızıntıdan, yaşlılığın zorluğundan ve ölümün kaçınılmazlığından, her şeyden endişe duyuyorum. Bu endişe fiziksel sıkıntılara dönüşüyor; karın ve baş ağrılarından, baş dönmelerinden, kol ve bacak ağrılarından veya grip olmuşum gibi genel bir kırgınlıktan muzdarip oluyorum. Farklı zamanlarda nefes alırken, yutkunurken, hatta yürürken kaygının tetiklediği sıkıntılar yaşıyorum. Bunlar zamanla zihnimi kaplayan saplantılar haline geliyor.”

Yazının Devamını Oku

Dikkat! Yangın var!

6 Nisan 2015
Vücudun neresinde olursa olsun her türlü iltihabi süreç, içimizde biz fark etmeden ‘yanan alevler’dir ve dikkatle izlenmeleri, baskılanmaları gerekir. Nedeniyse, özetle şu…

Bağışıklık sistemimiz mükemmel bir gözlemevi ve organize güvenlik sistemi gibidir.
Yüzlerce tarama kamerası, yüzbinlerce askeri (T hücreleri), birbirinden farklı silahları (antikorları) yanında organize güvenlik yapılanması sayesinde, bedenimizde neler olup bittiğini sürekli izler, gözetler. Gereğinde de hemen müdahale eder. Sistemi harekete geçirebilen herhangi bir uyaran, düşük yoğunlukta bağışıksal iltihabi yanıtlara yol açabilir ve bu “düşük yoğunluklu savaş” (inflamation/iltihaplanma) yıllarca sürebilir.
Biz acı, ateş, ağrı, sızı hissetmeyiz ama yangın içten içe devam eder. Bu tür kronik iltihabi süreçlere “yangısal süreçler” dememiz bundandır. İşte bu “sıradan yangısal süreçlerin” de uzun dönemde önemli “sağlık tehdidi” haline gelebilecekleri biliniyor. Vücuttaki her türlü iltihabi yanıtın dikkatle izlenmesi ve baskılanması gerekiyor.


DAVETSİZ MİSAFİR


Bir yerinizi böcek ısırır, bir organınızı mikroplar istila eder, elinizi kolunuzu bir yere çarparsanız orada dokusal bazı yanıtlar oluşur. O bölge kızarıp şişer, ısınır ve ağrır.

Yazının Devamını Oku

Kadın kalbi farklı mı?

4 Nisan 2015
Kalp damar hastalıkları, özellikle kalp krizleri sadece erkeklere has bir sağlık sorunu değil.

Kalp damar hastalıkları sadece erkeklerin sorunu değil. Bu tehlikeli sorunla kadınlar da sık sık karşılaşabiliyor. Daha da önemlisi, son yıllarda hastalığın farklı şekillerinin kadınlarda eskiye oranla daha sık görülmesi...
Bunun çeşitli nedenleri olabilir ama bana göre sigara alışkanlığının kadınlar arasında da eskiye oranla daha yaygın olması en önemli faktör.
Ayrıca menopozun da önemli bir etken olduğu biliniyor, menopozla birlikte gerek kalp krizlerine, ritim bozukluklarına, gerekse göğüs ağrısı, kalp yetmezliği gibi işaretlere, sorunlara daha sık rastlanıyor.
Özetle kadınların da kalp damar hastalıkları konusunu ciddiye almaları, özellikle 40’lı yaşlardan sonra bu konuda uyanık olmaları lazım.
Özellikle yaşı 50’lere yaklaşan her kadın şunu bilmeli:
Kalp damar hastalıkları, özellikle kalp krizleri sadece erkeklere has bir sağlık sorunu değildir.
Kadınlar da kalp riski bakımından ne durumda olduklarını izlemeli ve bu konuda bilgilenmelidir.

GÖĞÜS AĞRISI ŞART DEĞİL

Yazının Devamını Oku

Metabolik sendrom!

3 Nisan 2015
Metabolik sendrom, en az şişmanlık sorunu kadar önemli ve tehlikeli olan, hızla yayılan, önceleri orta yaşlı kadınların ve erkeklerin derdi sanılırken şimdi fazla kilolu ve şişman gençler ile küçük çocukları da etkileyen bir sorundur. Bir hastalık değil, bir sendromdur.

Bazı insanların aldıkları enerjiyi daha yavaş harcadıkları, daha zor ve daha yavaş kullandıkları, hormon sistemlerinin bu programları yürütürken ciddi olarak zorlandığı, bu nedenle ne kadar dikkatli beslenirlerse beslensinler, daha kolay şişmanladıkları doğrudur.
Yani bir insanı şişman yapan sebepler, sadece beslenmeye bağlı nedenler olmayabilir. Bu nedenle “Aslında o kadar da çok yemiyorum”, “Nasıl bu kadar kolay kilo aldığıma hayret ediyorum” diyenlere inanmalı, hemen “obur” yaftasını yapıştırmamalı ve yardımcı olmalısınız. Bu sorunun tıptaki adı metabolik sendromdur.
En az şişmanlık sorunu kadar önemli ve tehlikeli olan, hızla yayılan, önceleri orta yaşlı kadınların ve erkeklerin derdi sanılırken şimdi fazla kilolu ve şişman gençler ile küçük çocukları da etkileyen bir sorundur metabolik sendrom. Bir hastalık değil, bir sendromdur. Yani hastalıkların habercisi... Bel çevresi gittikçe genişleyen, kan şekeri düzeyleri dengesiz, yüksek tansiyonlu, kolesterol seviyeleri olması gerekenin çok üstünde ve kilo fazlası olanları uyarıyorum:
Genetik yatkınlığınız varsa, dengesiz beslenme alışkanlıkları ve yetersiz fiziksel aktivite düzeyi, sigara ve alkol kullanımı gibi yanlış yaşam tarzı seçimlerinizle bu sendromu siz de tetikleyebilirsiniz.
Özellikle son yıllarda sinsice yağlanıyor ve fazla kilolarınızı vermeyi sürekli erteliyorsanız, LDL kolesterol ve trigliserit düzeyleriniz yüksek, HDL kolesterolünüz düşükse, hipertansiyon sorunu sizi de tehdit ediyor, bel çevreniz sürekli genişliyor, yorgunluk ve halsizlikten çok sık şikâyet ediyorsanız, kilo fazlalığı sorunu ile ailenizde şeker hastalığı, kalp krizi ve inme öyküsü varsa metabolik sendromla siz de çoktan ve fark etmeden tanışmış olabilirsiniz!

Sorun sadece genetik değil

Genetik eğilimin dışında metabolik sendroma neden olabilen daha pek çok faktör var. İşte en önemlileri:

Yazının Devamını Oku