Şişmanlığın genç kız ve kadınlar arasında da hızla yayıldığını sık sık tekrarlıyorum. İşte bu fazla kilolar, kadın üreme organındaki hassas hormonal dengeyi bozan önemli etkenlerden biri. Şişmanlık sürecinde yağ hücrelerinin içindeki androjen hormonu, östrojen hormonuna çevriliyor. Östrojen hormonunun yumurtalık içindeki artışı ise hipofiz bezinden salgılanan uyarıcı hormonların (FSH ve LH) kandaki değerlerinin değişmesine neden oluyor. Ve tüm bu hormonal oynamalar genetik bir eğilim olarak zaten var olan polikistik over sendromunu tetikliyor. Özetle PKOS ile son yıllarda bu kadar sık karşılaşmamızın en önemli nedeni beslenme hataları ve kilo problemi. Eğer insülin direncini tetikleyen sağlıklı bir beslenme düzeniniz varsa ve kilonuzu kontrol altında tutuyorsanız, genetik eğiliminiz olsa bile bu sendromun ortaya çıkmaması çok büyük bir olasılıktır.
BELİRTİLER NELER?
Dilerseniz polikistik over sendromunun tipik belirtilerine tekrar bir göz atalım. Bu arada bu belirtilerin hepsinin herkeste görülmediğini, çünkü herkesin sendromunun kendine özel olduğunu anımsatalım.
Âdet düzensizlikleri: Genç kız ya da kadınlarda görülen ve yumurtalıklarda çok sayıda kistin oluşmasına neden olan bu sendromdan şüphelenilmesine yol açan en önemli belirti âdet düzensizliği, özellikle de âdetlerdeki gecikmelerdir.
Tüylenme: İkinci sırada ise tüylenme geliyor. Çoğu genç kız ve kadın için tüylenme, âdet düzensizliğinden çok daha can sıkıcı bir problem olarak görülüyor. Özellikle çene, şakak ve boyundaki aşırı tüylenme can sıkıcı bir estetik sorun yaratıyor. Yüzdeki tüylenmeye ise göbek, göğüs uçları, bacak içleri ve hatta sırttaki tüylenme eşlik ediyor.
Sivilce, akne: Sendromun sinir bozucu belirtileri bu kadarla da bitmiyor.
Kilo alma, tüylenme ve sivilcelenmeye yol açan bir problem PKOS ve bu sayfada sık sık tekrarladığımız gibi o da beslenme yanlışlarıyla doğrudan bağlantılı bir sorun. Tabiî ki tek sebebi beslenme hataları değil ama özellikle genetik bir eğilim varsa kötü beslenme PKOS’u daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Tıp lisanında “Polikistik Over Sendromu” (PKOS) olarak bilinen problem, çoğu genç kızda cinsel olgunlaşmayla birlikte en çok da 15-18 yaş döneminde devreye giriyor.
Cinsel hormonal gelişim tamamlanıp güçlendikçe gerek kilo artışı, tüylenme, gerek sivilceler (akne) ve adet düzensizlikleri belirginleşiyor ve 40’lı yaşların başına kadar yani cinsel olgunlaşmanın devamı süresince varlığını sürdürüyor, 40 virajı dönülüp de hormonal aktivasyon yavaşlamaya başladığındaysa belirtiler kendiliğinden hafifliyor, menopozla birlikte belirtilerin çoğu ortadan kalkıyor.
Özetle 15-40 yaş kuşağındaki genç kız ve hanımlarda görülen bir problem söz konusu.
NEDEN ÜZÜCÜ?
PKOS’un belirtileri sadece tüylenme, kilo sorunu, sivilce/akne ile sınırlı değil. Can sıkıcı başka işaretleri de var.
Mesela ağır düzeyde PKOS yaşayan genç kızlardan bazıları sık sık “adet düzensizliği” sorunu yaşıyor. Hatta bazıları -tedavi olmazlarsa eğer- “hamile kalamama” tehdidiyle bile karşılaşabiliyor.
Her beden canlı kalabilmek için enerji üretip tüketir. Bunun için de doğru yakıt ve sağlam motora ihtiyaç duyar. Yakıtlar doğru, motor güçlüyse işi kolaydır. Sistem tıkır tıkır işler...
Trİlyonlarca hücremiz var (toplam sayısı yüz trilyondan fazla). Her hücre “mitokondri” isimli organcıklara sahip. Mitokondrilerin her biri bağımsız birer enerji üretim merkezi, birer motor. Her birinin kendine özel bir içyapısı, özel bir genetik kodlaması (DNA) var. Mitokondriler şeker ve oksijeni yakıt kullanıp enerji üretiyor. Üretilen enerjiler toplandığında beden adeta “enerji üretim makinesi” (motor) haline geliyor. İşte bu nedenle “doğru yakıt, sağlam motor” prensibi yani “bedenimize uygun yakıtlar kullanıp motorlarımızı güçlü ve sağlam tutma” süreci çok önemli. Nedeni şu…
PEKİ HANGİ YAKIT?
Enerji üretimini sürdürmenin (yani canlı kalmanın) ilk şartı doğru yakıt kullanmak.
Son zamanlarda en çok gündemde olan beş sağlık konusunun en az üçü -hatta tamamı- besinlerin içine eklenen yeni ve farklı yapılardan yani gıdalarımızın doğal yapılarının bozulmasından kaynaklanıyor. Örnek mi? Buyurun...
REFLÜ PATLADI
Mesela reflü sorunu bunlardan biri. Reflü veya hazımsızlık, daha doğrusu gaz, şişkinlik, mide yanmaları, geğirme, boğazda acı, ekşi, metalik bir tat ve benzeri şikâyetlere yol açan problemlerin çoğunun arka planında probiyotik eksikliği sorunumuz da var.
Sütte ve süt ürünlerinde doğal olarak üretildiklerinde bol miktarda bulunan probiyotik bakteriler pakete giren sütler, yoğurt ve ayranlarda maalesef yok denecek kadar azlar.
Neticede sindirimimize yardım edip bağırsak fonksiyonlarımızın normal işlemesinde önemli görevler üstlenecek “faydalı bakterilerin” azalması kolitten gastrite, reflüden ishale pek çok sindirim sorununun sebebi olabiliyor.
Örneğin yeni pek çok araştırma önemli ve yaygın bir sorun haline gelen “e.pylori gastriti”nin önemli bir nedeninin de probiyotik bakterilerin eksikliği (özellikle L. Reuteri) olduğunu gösteriyor.
Her kas grubunda her zaman, her yaşta spazmlar (kasılmalar) ortaya çıkabilir ve herkes gibi boyun kaslarının da bir hareket kapasitesi, gerilebileceği bir uzunluk vardır. Bu aslında her kas için geçerlidir. Mesela, bel eğilirken her omurga arası maksimum yedi derecelik açı yapar. Bu açı kasların gerilmesini sağlar. Eğilme hareketi de, tüm bu omurlar arasında oluşan küçük derecelerin ve kaslardaki makul gerilmelerin toplamından oluşur.
Siz hareketlerinizi bu bilgilere dikkat ederek yapmazsanız ve eğer aşırı bir gerilme söz konusu olursa kasınız ya da kas grubu hem kendisini hem de omurlarınızı korumak için aniden tutulabilir. Böyle durumlarda çok telaşlanmayın. Kendinize de kızmayın. Gece yatakta yaptığınız ters bir hareket ya da gün içindeki bir yanlış, basit bir zorlama bile spazma yol açabilir ve herkes bu tür yanlışları yapabilir.
Bu gibi durumlarda yapmanız gereken ilk şey, kası sakinleştirmek, ona endişe edecek bir durum olmadığını söylemektir. Bunu nasıl mı yapacaksınız? Mümkün olduğunca gevşemeye çalışarak.
Ağrının kastaki tutulma yüzünden ileri geldiğine emin olursanız, ağrının yerini ve nasıl bir ağrı olduğunu saptamaya çalışın. Ağrının gerginlik, tutulma ya da burkulma ağrısı olduğuna kanaat getirirseniz, tereddüt etmeden sıcak tatbikine başlayabilirsiniz. Bu uygulamayı, ağız yoluyla alınan ağrı kesici ve kas gevşetici ilaçlarla da destekleyebilirsiniz.
Boynunuza yavaş ve küçük hareketler yaptırarak gevşetmeyi de unutmayın. Yine de geçmiyorsa, işte o zaman bir ağrı kesici almanın zamanı gelmiş demektir. Ondan da sonuç alamazsanız, doktora gitmeniz gerekiyor. Peki, acil bir durum söz konusu olabilir mi? Yanıtı aşağıdaki kutuda bulacaksınız.
DURUM ACİL Mİ?
Boynu tutulan herkesin aşağıdaki “özel” durumlarda çok fazla beklemeden hemen bir doktora gitmeleri gerekiyor.
Süslemesine süslüyor ama çoğumuz bu işin nasıl olacağını yeteri kadar bilmiyor veya bilip de bilmezden gelerek bir sürü probleme zemin hazırlıyor, hatta bazılarını kırmızı mumlu davetiyelerle bizzat kendimiz davet ediyoruz! Peki, ne yapmalıyız? Nasıl bir yol izlemeli, nasıl bir strateji veya taktik oluşturmalıyız. Konu uzun ve detaylı. İncelikleri olan hassas bir konu. Kısa bir özete razıysanız eğer, bu notlar da işe yarayabilir. Buyurun...
GENETİK MİRASINIZI ÖĞRENİN
* Ailenizin genetik (kalıtsal) risklerini bilmeniz, genetik mirasınızı tanıyıp değerlendirmeniz önemlidir. Bu sayede muhtemel bazı hastalıklara karşı erken ve doğru önlemler alırsınız. Önleyici yaşam biçimi değişiklikleri sayesinde
onlardan korunur ve/veya daha erken dönemde tanı konulmasını sağlarsınız.
* Aile büyüklerinizin, birinci derece akrabalarınızın ne kadar yaşadığını ve hangi genetik-ailesel hastalıklarla karşılaştıklarını bilmeniz bu nedenle çok önemlidir. Anneniz, babanız ve diğer birinci derece akrabalarınızın karşılaştığı sağlık problemlerini, yaşam sürelerini bir kenara not etmelisiniz.
HUZURA ODAKLANIN
Bazı kanserler genetik mirasla doğrudan bağlantılı. Mesela meme ve yumurtalık kanseri böyle tümörler. BRCA1 veya BRCA2 genlerinde mutasyon olanlarda, meme ve yumurtalık kanseri görülme riski çok yüksek. Bu kişiler ne kadar iyi korunurlarsa korunsunlar meme ve yumurtalık kanserine yakalanma ihtimallerini yüzde 90’ların altına düşüremiyorlar.
Böyle olduğu için de bazı kadınlar bu tür genetik bir mutasyonun varlığını öğrendiklerinde radikal bazı kararlar alma yoluna gidebiliyorlar. Amerikalı ünlü film yıldızı Angelina Jolie’nin önce memelerini, sonra yumurtalıklarını aldırmasının nedeni de bu.
Kanser-gen ilişkisi söz konusu olduğunda listeye kalınbağırsak, mide ve tiroid kanserleri de giriyor. Tiroidin medüler kanseri tipinde genetik risk yüzde 100’lere kadar çıkabiliyor. Neyse ki medüler tiroid kanserlerine çok seyrek rastlanıyor.
Sık görülen papiler tiroid kanserinde ise genetik risk yüzde 80’ler civarında. Böyle olduğu için de kardeşlerden ya da anne-babalardan birinde papiler kansere rastlandığında diğer aile bireylerindeki nodüller (özellikle soğuk ve tek nodüller) daha yoğun takibe alınıyor.
Kısacası kanserlerin bazıları genetik mirasla ilişkili. İşte bu nedenle “aile hikayenizde kanser var mı, varsa hangi kanserler daha yoğun, hangileri daha sık görülmüş?” öğrenmenizde fayda var. Unutmayalım ki tedbir tedaviden daha etkili, kolay ve ucuz bir seçenektir.
BİR NOT DAHA ÇOK KAS, DAHA AZ DİYABET RİSKİ
BAHARATLAR ZAYIFLATIR MI?
Baharatlar tek başlarına kilo verdirmez ama genelde sağlığımız için sayısız faydaları vardır. Dolayısıyla her baharat bize göre sağlıklı beslenmenin vazgeçilmez bir öğesidir. Özellikle bazı baharatlar vücut fonksiyonlarındaki spesifik etkileri ile kilo verme sürecinde de dolaylı olarak bize destek olabiliyor. Bunun için sık sık;
* Kan şekeri dengeleyici özelliği için tarçın ve sumaktan,
* Kan dolaşımını hızlandırıcı ve sindirim sistemini rahatlatıcı etkilerinden dolayı zencefil ve kimyondan,
* Metabolizma hızlandırıcı etkilerinden dolayı tane ve acı kırmızıbiber, kişniş ve hardal tohumundan,
* Yağ hücrelerinin oluşumunu önlediği için zerdeçaldan yararlanabilirsiniz.
Baharat, bizim mutfak kültürümüzün ayrılmaz bir parçası. Özellikle kilo sorunu ile mücadelede tarçından daha sık ve daha çok faydalanmayı yeniden düşünmenizi öneririz.
SU İÇMEK ZAYIFLATIR MI?