Özellikle genç nesilde ve bilhassa da kadınlarda gözaltına yerleşik morluklara eskisinden daha sık rastlanıyor. Peki, bu işin aslı ne? Neden oluşuyor bu morluklar? Buyurun...
Aslında hepimiz ne zaman birkaç gün üst üste uykusuz kalsak ya da uzun saatler okumak zorunda olsak yorgunluğumuz önce gözlere yansır. Gözaltı morlukları ise bu durumdan, yani yorgunluktan biraz daha fazlasıdır.
Önce şunu belirtelim:
Bu tür morlukların kalıtsal bir yanı da az çok vardır. Bazı ailelerde bu tür morluklar beklenenden daha sık görülebiliyor. İsterseniz sözü fazla uzatmadan kalıtım, uykusuzluk ve yorgunluk dışındaki diğer nedenleri yandaki kutuda bulabilirsiniz.
MOR HALKALAR
İşte nedenleri
İlk sıraya “yaşlanma”yı yazabilirsiniz. Yaş ilerledikçe gözaltındaki deri torbalanmaya, sarkmaya ve koyulaşmaya başlar. “İlaçlar” da bazen gözaltı morluklarına yol açabilir. Özellikle damar genişlemesine yol açan ilaçlar, göz çevrenizin daha mor hale gelmesine sebep olabilir. “Beslenme” hatalarını da unutmamak lazım. Kötü beslenme, özellikle protein eksikliği, vitamin noksanlığı, demir fakirliği, C vitamininden yoksunluk da göz çevrenizin morarmasına neden olabilir.
Peki alırsak rafine tuz mu, kaya tuzu mu yoksa deniz tuzu mu? Hadi bunlardan birisini seçtik... Pembesi mi, beyazı mı? Hepsinin yanıtı, aşağıda...
Şeker ve un konusundaki kafa karışıklığı tuzda da var. Orada da herkes farklı şeyler söylüyor. Kimi “kısıtlayalım”, kimi “istedikleri kadar yesinler, karışmayalım” derken, kimi de rafine tuz yerine kaya tuzunu veya deniz tuzunu övüyor.
Kaya tuzunu övenlerle, deniz tuzunu övenler arasında da anlaşmazlık var. İki grup da kendi ürününü tavsiye edip öbürünü kötülüyor.
Bitmedi! Beyaz ve pembe kaya tuzu satanlar arasında da savaş var! Peki, kim haklı?
50’li yaşlar sonrasında özellikle de kadınlarda kalça eklemi artritine (romatizmasına) daha sık rastlanıyor. Böyle bir durum özellikle genç yaşlarda ortaya çıktığında daha bir ciddiye alın ve işi fazla uzatmadan tıbbi yardım isteyin.
Kalçanız ağrıdığında neler yapabilirsiniz
BİR ÖNERİ
1- Fazla kilolarınız varsa vermeli, eklemin üzerindeki yükü azaltmalısınız.
2- Kalça ağrınızı artıran faaliyetlerden uzak durmalı, özellikle koşma, tempolu yürüme gibi faaliyetleri bir süre ertelemelisiniz.
3- Egzersizi tamamen bırakmanız gerekmez. Özellikle germe ve kas güçlendirici direnç egzersizlerinden fayda görmeniz bile mümkündür.
Pazarda, manavda “yeşillik” deyip önem vermediğimiz sayısız besin var. Oysa çoğu adeta yeşil eczane gibi. İçlerinde sağlığa faydalı ne ararsanız var. Ispanak ve pazı da bunlardan. Onlara ben “mucize ikizler” diyorum.
Peki, ıspanak mı, pazı mı? Ispanak ya da pazı fark etmiyor, hangisini yerseniz yiyin yeter ki yiyin! İkisi de sağlığınıza düşündüğünüzden çok daha fazla destek verir. Bir kere her ikisi de kalorisi düşük, posası yüksek besinler. Çiğ olarak salataları ya da haşlanarak veya sulu hazırlanan yemekleri müthiş lezzetler. Yumurtalı ya da kıymalı ıspanak benim de favorim.
“İçlerinde ne var?” sorusunun yanıtına gelince. Neler var neler! Ispanak da pazı da tıka basa antioksidan içeriyor. Mesela alfa lipoik asit. Bu müthiş bir cilt dostu. Cildi genç tutan en güçlü doğal antioksidanlardan. Güçlü bir sinir sistemi desteği. Sinir kılıflarını korumada birebir faydalı.
Mesela glutation. Bilinen en güçlü antioksidanlardan biri. Mesela E ve C vitaminleri. Antioksidan gücü en yüksek vitaminler. Mesela lütein, zeaksantin. Bilinen en güçlü antioksidan karetenoidler.
Özellikle “sarı nokta” hastalığının ilacı gibiler. Göz yaşlanmasını geciktirmek isteyenler de bol bol ıspanak, pazı yesinler. Ispanakta da, pazıda da yeteri kadar kalsiyum, magnezyum ve demir var.
Bir güzel haberim daha var: Bilinen en güçlü antioksidanlardan biri olan CoQ10’in en bol bulunduğu doğal besinler arasında da yine ıspanak ve pazı var. Bir kutu koenzim eczanede en az 100 lira. Bir kilo ıspanak ise onun yirmide biri daha ucuz. Üstelik içinde yukarıda saydığım ilaveleri (bonusları) ile birlikte...
Ispanağın betain içeriği de son derece mühim. Betain homosistein seviyelerini azaltıyor. Homosisteinin azalması ise daha sağlam kalp ve beyin, daha güçlü bellek anlamına geliyor. Bitmedi... Ispanak ve pazıda bitkisel omega-3 yağ asitleri de var.
Bugün fırından, bakkaldan ya da marketten aldığınız beyaz ekmek geleneksel mayalı tam tahıllı ekmekten çok farklı. O, ekmekten ziyade endüstriyel bir un ürünü. Endüstriyel bir unlu besin!
Beyaz ekmekte ne doğru dürüst posa/lif, vitamin, mineral, ne de işe yarayacak başka bir sağlıklı madde var. Geçici olarak tok tutan yüksek kalorili bir besin sadece. Yenildikten hemen sonra kan şekerini yükseltiyor, pankreası tahrik edip insülin patlamalarına yol açıyor.
Bu da insülin direncine davetiye çıkarıp şeker hastalığına zemin hazırlayabiliyor. Dahası, içeriğindeki yüksek gluten nedeniyle sindirim ve bağışıklık sisteminde hoşa gitmeyen reaksiyonlara sebep oluyor.
Kısacası belki biraz tok tutuyor –ki orası bile biraz şüpheli, çünkü yol açtığı hipoglisemi atakları nedeniyle kısa bir süre sonra yeniden acıkıyorsunuz- ama bir taraftan şişmanlatırken diğer taraftan bağışıklığınızı zayıflatıp yaşam kalitenizi bozuyor.
İyisi geleneksel olanı
Eğer ekmek derken kastettiğiniz ekmeğin, “tam tahıllı ve ekşi mayayla hazırlanmış” olanı ise işte orada biraz durun! Çünkü o ekmeğin makul miktarlarda tüketilmesi sağlığımıza zarar vermek yerine fayda sağlar.
Yıllar önce pazarlanan “greyfurt diyeti” tam bir “çakma diyet” örneği idi. Hikâye şu... Bazı uyanıklar fazla kilosu olanlara dediler ki, “sabah aç karna greyfurt suyu içer, günde üç kez bir greyfurt yerseniz yağlarınızı daha kolay eritirsiniz.”
Netice şu oldu: “Limon suyu aç karna içilince yağları eritiyormuş” efsanesi ile zaten kafaları karışık olan hanımlar bu öneriye hemen inandılar. Greyfurt diyetini pazarlayan uyanıkların amaçları ise ellerindeki “greyfurt hapları”nı satıp para kazanmaktı.
Neyse… Hanımlar bu haplardan avuç avuç yutup günlerce greyfurt suyu kürü yaptılar. Sonuç mu? Tam bir hayal kırıklığı! Çok geçmeden bir başka uyanık (!) çıktı, “kilo vermek istiyorsanız sabah, öğle, akşam lahana çorbası için” tavsiyesinde bulundu. Onun da derdi “lahana hapı” satmaktı. Hanımlar hem bu hapı yuttular hem de kimi haftalar, kimi aylar boyu lahana çorbasına talim ettiler.
Sonuç yine aynıydı: Hayal kırıklığı! Uyanıklar baktılar ki hanımlar ders almıyor, her yıl yeni bir öneri, uçuk kaçık yeni bir çözüm sunmaya devam ettiler. İki üç yıl önce Uzak Doğu’da kilosu üç kuruşa satılan sıradan bir meyveyi “altın çileği” Türkiye’ye getirip “kilo verdiriyor, yağları eritiyor, dahası her derde deva sayılıyor” deyip pazarladılar. Bunun da hapını çöpünü “altın çilek hapı iyi zayıflatıyor” diye sattılar.
Binlerce, onbinlerce kronik diyetçi “altın çilek diyeti” yapacağım derken bol bol fruktoz depoladı. Neticede kilo vermek yerine kilo alıp biraz daha yağlandı. Sıra şimdi de gojiberry diyeti denilen maskaralıkta... Buyurun...
BANA GÖRE
Goji neden şişmanlatır
50’sini geçen bir erkek için prostat kanseri ne kadar endişe verici bir sağlık problemi beklentisiyse aynı dönemdeki kadınlar için meme kanserinde de buna benzer bir durum var.
Meme kanseri kadın sağlığı bakımından kuşkusuz çok önemli bir konu. Bu nedenle meme kanserinde gerek elle yapılan değerlendirmeler, gerek doktor kontrolleri ve gerekse ultrasonografik incelemeler ile şimdilerde daha yaygın faydalanmaya başladığımız mamografiler son derece önemli tarama araçları.
Özellikle mamografilerin erken teşhiste altın standart olarak kabul edilmesi tezine ben de katılıyorum. Bütün mesele mamografi incelemelerinin kime, ne zaman ve ne sıklıkta yapılacağına karar vermekle ilgili. Ayrıca faydalarını abartıp zararlarını asgarileştirmek de yanlış bir düşünce biçimi.
Doğru olanı sanırım şu: Anne veya baba tarafında (sadece anne tarafında değil baba tarafında da meme kanseri olması önemlidir) meme kanseri hikayesi bulunan, özellikle birinci derece akrabalarında (anne, kız kardeş, teyze, hala) meme kanseri teşhis edilenlerin hastalık yönünden risk grubunda oldukları kabul edilip erken yaşlarda nasıl bir tarama programı oluşturulacağı konusunda karar verilmelidir.
Bunu yapabilecek en doğru kişilerse meme konusunda uzmanlaşmış doktorlardır. Ben daha çok meme cerrahisi uzmanlarına ve taramalarda deneyim kazanmış radyologlara (radyoloji uzmanlarına) güvenirim. Böyle bir durum söz konusu olduğunda bu kişilerin en geç 40’lı yaşlardan hemen sonra bir şekilde tarama programlarının başlatılması zaruridir.
Diğer taraftan herhangi bir kadına hangi yaştan itibaren ne sıklıkta mamografi yapılacağının da kararının kişisel değerlendirmelerle verilmesi en doğru olanıdır.
Mamografi incelemelerinin bir yıllık mı, yoksa iki yıllık aralıklarla mı yapılacağı kişinin risk derecesine, mevcut sağlık durumuna ve yaşına göre
Peki ne yapıyoruz da bu ‘ölümcül birinciliği’ kimselere kaptırmıyoruz. İşte kalp ve damarlarımızı mahveden 5 önemli hata...
Dünya Sağlık Örgütü’nün kalp ve damar hastalıklarını bir numaralı ölüm nedeni ilan etmesinin üzerinden neredeyse çeyrek asırlık bir zaman dilimi geçti. Ne var ki biz konuyu hâlâ yeteri kadar ciddiye almıyoruz. Almadığımız için de pek çok değerimizi, dostumuzu, kardeşimizi daha ellisinde ansızın kaybedebiliyoruz. Bugün bile hala elle tutulur bir “ulusal kalp koruma programı”mız, bu konuyu gündeme getirecek dikkat ve takatimiz yok. Böyle olduğu için de kötü sağlık sicili ile Avrupa’nın lideri durumdayız.
AVRUPA’DA BİRİNCİYİZ