Osman Müftüoğlu

OMAD iyi mi kötü mü

19 Ekim 2023
Önce gelin isterseniz son günlerde pek sık gündeme gelen “OMAD diyeti/One Meal A Day diet” neyin nesidir, doğru bir şey midir ve nasıl yapılır? sorularına yanıt arayarak yazımıza başlayalım. OMAD’ın yaratabileceği muhtemel sağlık sorunlarını ise bir sonraki kutuya bırakalım.

OMAD diyeti bir bakıma “iki öğün beslenme metodu“nun abartılmış, tek öğüne indirgenmiş sert bir versiyonudur. Bu diyette herhangi bir kalori kısıtlaması söz konusu değildir. Tabağınıza sığacak kadar herhangi bir gıdayı -mümkünse de protein zengini bitkisel gıdaları ve hayvansal protein kaynaklarını- kalorisini dikkate almadan “günün aynı saatinde olmak şartıyla” tüketebiliyorsunuz. Ama çok daha önemli -uyulması oldukça zor- mühim bir şartı, ödenmesi gerek bir diyet borcu daha var o diyetin: OMAD diyeti mucitlerine (!) göre, “OMAD diyeti yapıyorum” diyebilmeniz için beslenme sürenizi “günde 1 saat tokluk, 23 saat açlık” üzerine kurgulamak zorundasınız. BİTMEDİ! OMAD’cılar size bir güzellik (!) daha yapıyor: “İçecekler serbest!” diyor. OMAD diyetinizi uygularken gün boyu su, çay, kahve içebiliyorsunuz. İçebiliyorsunuz ama OMAD’cıların yine ek bir şartı var: Bu üçlünün hiçbirine “zerre-i miskal” kadar bile
şeker ya da herhangi bir kalorili katkıyı -mesela sütü- ekleyemiyorsunuz.

Peki, böyle bir diyet sürdürülebilir mi? Kalıcı mı? Faydalı mı?

BANA GÖRE OMAD NEDEN VE NASIL POPÜLER OLDU

Günde bir öğünle beslenenlerin yani OMAD diyeti uygulayanların ileri sürdükleri iki popüler gerekçe var ve bu gerekçeler oldukça çekici. OMAD’cılar diyor ki...

1- Bu diyet sizi daha sağlıklı ve daha uzun ömürlü yapar. Yaşlanmanızı geciktirir. Zinde ve formda bir beden geliştirir.

2- Eğer kilo sorununuz varsa OMAD size hızlı ve kalıcı bir kilo kaybını da garanti eder.

Yazının Devamını Oku

Karaciğerinize iyi bakın

16 Ekim 2023
***

Bu satırları okuyan en az 4 yetişkinden birinin karaciğeri sorunlu” desem inanır mısınız? Üzülerek belirteyim bu net ve açık olarak doğrulanmış bir bilgidir ve karaciğerimize iyi bakmadığımızın en belirgin işaretidir. Araştırmalara uzun yıllar önemsenmeyen karaciğer yağlanması sorununun giderek yaygınlaştığını ve neredeyse her 3-4 yetişkinden birinin karaciğerini hastalanma yolculuğuna çıkardığını gösteriyor. Ve ne yazık ki karaciğer yağlanması yalnızca yetişkinleri değil, gençleri ve çocukları bile tehdit edebiliyor. Bu nedenle isterseniz gelin yeni haftaya bu önemli sorunu yeniden hatırlayarak karaciğer yağlanması meselesini öne çıkararak başlayalım.

İYİ BİLGİ

KARACİĞER NEDEN VE NASIL YAĞLANIYOR

Karaciğerin pek çok hastalığı var ama karaciğer yağlanması günümüzün en önemli, en yaygın karaciğer tehdidi haline geldi. Özellikle sağlıksız beslenme ve hareketsiz yaşam tarzıyla birlikte kontrolsüz alkol ve fruktoz tüketiminin de hızla artması karaciğerlerimizi ciddi ölçüde tehdit ediyor. Araştırmalara bakılırsa

Özellikle alkolle ilişkisi olmayan karaciğer yağlanması sorununda da muazzam bir artış var. Ve bunun bir numaralı nedeni de masum zannettiğimiz bir şeker: FRUKTOZ! Peki, fruktoz karaciğerlerimizi neden ve nasıl yoruyor, rahatsız hatta hasta edebiliyor? İsterseniz gelin şimdi de sizinle kısa bir “fruktoz-karaciğer ilişkisi yolculuğu”na çıkalım.

BİR UYARI

Yazının Devamını Oku

Stres kortizol ilişkisine dikkat!

14 Ekim 2023
***

Stresin hele hele kronik ve tekrarlayan stres halinin sağlığımızın en büyük sabotajcılarından biri olduğu kesin. Peki, stres neden bu kadar önemli ve belalı bir sağlık törpüsü? Neden ve nasıl sağlığımızı bu derece derinden ve yoğun etkileyebiliyor? Merak ediyorsanız bir sonraki kutuyu daha bir dikkatle gözden geçirmenizde fayda var. Zira stresin bu kadar etkili olmasının nedeni temelde aşırı kortizol yüklenmesidir.

ÖNEMLİ

KORTİZOL ARTINCA NELER OLUYOR

VARAN 1 - Kan basıncımız yükseliyor. Kalp hızımız artıyor. Kalp ritmimiz bozuluyor.

VARAN 2 - Kanda insülin patlamaları başlıyor. İnsülin direnci tetikleniyor. Kan şekeri ayarımız bozuluyor. Şeker hastalığı tehdidi başlıyor.

VARAN 3 - İnsülin direnci gelişiyor. Kilo kontrolü bozuluyor. Göbekler genişleyip beller kalınlaşıyor.

VARAN 4 - 

Yazının Devamını Oku

Belleğinize nasıl sahip çıkarsınız

12 Ekim 2023
Keyifli ve uzun bir yaşam sürmek hepimizin öncelikli amacı ve en doğal hakkı.

Ne var ki hastalıklar ve daha pek çok nedenle ömrümüzün önemli bir kısmı sağlık sorunlarıyla uğraşarak geçip gitmekte. Diğer taraftan sağlıklı ve uzun bir yaşam ise özellikle son 30 yıldaki bilimsel gelişmeler sayesinde bir düş olmaktan da çoktan çıkmış durumda. Önemli olan uzamış ömrü son nefesimize kadar sağlıkla özellikle de sağlam bir bellekle tamamlayabilmek. Zira ömrümüz ne kadar uzarsa uzasın hiçbirimiz yaşlanmayla gelişen -hatta bazıları bir ölçüde doğal olan- bellek sorunlarını kabul etmeyiz, etmek de istemeyiz. İster bazı isimleri, sözcükleri, tarihleri hatırlayamamadan ibaret olsun, ister isimlendirme güçlüğü, beceri kaybı, entelektüel seviyede azalma şeklinde ortaya çıksın bellek gücümüzdeki azalmaları -yaşımız ne olursa olsun- hepimiz şiddetle reddederiz. Peki, yapılabilecek bir şey var mı? Evet, var. Hem de çok şey var. Belleğimize sahip çıkabiliriz.

KISA BİLGİ BELLEK NEDEN ZAYIFLAR

Yaşlanmaya bağlı bellek bozukluklarının farklı pek çok nedeni var. Beyni besleyen damarların sertleşip daralması, plaklar/pıhtılar ile yer yer tıkanması ve neticede beynin ihtiyacı olan besin unsurlarına ve oksijene kavuşamaması en sık ve yaygın bellek kaybı sebebidir. Beslenme hataları nedeniyle oluşan B12 vitamini, folik asit eksikliği, omega 3 noksanlığı, demir yetersizliği de sık görülen “bellek zayıflaması” nedenleridir. B1, B3, B6, D ve E vitaminleri, magnezyum ve iyot noksanlığının da bellek gücünü olumsuz etkileyebileceğini hatırlayalım. Hormonal yetersizlikler, örneğin kadınlarda menopoza bağlı östrojen mahrumiyeti, erkeklerde testosteron hormonu azalması, yaşlılarda daha sık görülen tiroit bezi tembelliği de yaşlanma sürecinde bellek gücünde azalmaya yol açabilir. Bir not daha: Yaşlılığa bağlı işitme ve görme azalması da eğer vaktinde düzeltilmezse belleği olumsuz etkiler.

KISA BİLGİ UYKUSUZLUK DA MİSKİNLİK DE BELLEĞİ TÖRPÜLER

Bellek gücümüzü törpüleyen başka gizli nedenler de var. O nedenlerin birinci maddesine “uykusuzluk” problemini rahatlıkla ve hemen yazabiliriz. Bu köşede sık tekrarladığım şu cümleyi, “Uyku belleğin ütüsüdür” mottosunu yeniden hatırlayalım. Diğer taraftan uyku apnesi probleminin çok önemli bellek düşmanı olduğunu da bir kenara not edelim.

Önemli bir diğer bellek törpüsü ise “

Yazının Devamını Oku

O sıradan bir vitamin değil

9 Ekim 2023
***

Yeni haftaya yine D vitamini notlarıyla giriyoruz. Nedeni şu... D vitamini asla sıradan bir vitamin filan değil. Onun için “VİTAMİNLERİN KRALI” tanımlamasını kullanmamızın haklı pek çok nedeni var. Son 20 yılda net ve açık olarak farkına vardık ki bu muazzam molekül “akla ziyan marifetleri” olan vitamin ötesi bir doğal mucize. Zaten böyle olduğu için de onun sadece bir vitamin değil, muhtemelen bir hormon olduğunu da düşünenlerin sayısı giderek artıyor. Ben de aynı kanaatteyim. Nedenine gelince...

İYİ BİLGİ

O HER HÜCREYE HÜKMEDİYOR

Bedenimizdeki neredeyse her hücrede D vitaminine özel reseptörler/almaçlar var. D vitamini o reseptörlere/almaçlara tutunarak hücrelerin içine giriyor. Girdikten sonra da mitokondri fonksiyonlarından (enerji üretim merkezlerimiz) DNA’larımıza kadar (genetik materyalimiz) hücrelerimizin hemen her noktasında önemli işlere imza atıyor. ÖZETLE, eğer yeteri kadar D vitaminine sahip olamazsak belleğimizden enerjimize, kalp damar sistemimizden metabolik ayarlarımıza, bağışıklık gücümüzden kanser savunmamıza, kilo dengemizden kas/kemik bütünlüğümüze kadar pek çok alanda sistemlerimiz çökme tehdidiyle karşı karşıya kalabiliyor. İşte bu nedenle “D VİTAMİNİ GÜCÜ” hepimizin dikkatle izlemesi gereken çok ama çok önemli bir sağlık ayrıntısıdır. 2 gün önce çıktığım kısa yaz sonu tatili nedeniyle o ayrıntıları daha önceki yazılarımdan da faydalanarak bugün sizlerle bir kez daha paylaşıyorum.

VARAN 1

BEDENİNİZİ GÜNEŞTEN MAHRUM ETMEYİN 

Yazının Devamını Oku

D vitamini depolarınız yeterli mi

7 Ekim 2023
Önce şu bilgiyi dikkatle ve önemle bir kez daha hatırlatayım: D vitamini stoklarınız yeterli değilse ve kan tahlil raporunuzdaki D vitamini değeriniz 50’NİN ALTINDAYSA bağışıklık gücünüzün kâfi düzeyde olmadığı kesindir. Yeterli düzeyde D vitamini stokuna sahip olmak ise bağışıklık gücünüzün bir numaralı vazgeçilmezidir. İşte bu nedenle bu hafta sonunu daha önceki notlarımdan da faydalanarak yeniden D vitamini meselesine ayırıyorum. Umarım faydalı olur...

VARAN 1 SÜLFATLI D VİTAMİNİ DAHA DEĞERLİ

Takviye olarak faydalandığımız D vitaminleri, hayvan ya da bitki kaynaklı. Takviyelerdeki D vitaminleri doğal olanlarının aksine “sülfatlı değil, sülfatsız”. Sülfatsız oldukları için de suda değil sadece yağda eriyebiliyorlar. Neticede de hücrelerimizdeki etkileri “hem suda hem de yağda eriyebilen doğal D vitaminine oranla” daha sınırlı kalıyor. Diğer taraftan mesele sadece “sülfatlı olup olmama meselesi” ile de sınırlı değil. Basit ama önemli bir ayrıntı daha var. O ayrıntı da şu..

VARAN 2 D VİTAMİNİ Mİ GÜNEŞ PİLİ Mİ

 Güneşten cildimize ulaşan UVB ışınları sayesinde cildimizde hazır bekleyen, öncü 7-dehidrokolesterolden ürettiğimiz “sülfatlı D vitamini/DOĞAL D VİTAMİNİ” sülfat bağından ayrıldığında bir “enerji” açığa çıkıyor. Kısacası sülfat bağı D vitaminine “hem suda hem yağda eriyebilme, hücrenin her alanına rahatça ve etkili bir şekilde ulaşabilme” yeteneği kazandırmanın da dışında, bir anlamda güneş enerjisini vücutta depolayan bir çeşit “güneş pili avantajı” da sağlıyor. Kanaatime göre, “kanserden korunma, bağışıklığı güçlendirme, depresyonu engelleme, şeker hastalığını frenleme, kalp damar hastalıklarını önleme” gibi kritik görevler söz konusu olduğunda bu gibi ek işlerde daha başarılı olan D vitamininin sülfatlı formuna öncelik vermemiz çok daha avantajlı bir yaklaşımdır.

VARAN 3 GÜNEŞLENMEYİ BİLİYOR MUSUNUZ

Cildimizdeki D vitamini öncü maddesi 7-dehidrokolesterolden doğal sülfatlı D vitaminini üretebilmemiz için morötesi ışınlardan UVA’ya değil, UVB’ye ihtiyacımız var. Ne var ki “kapalı, bulutlu hatta kirli ve puslu havalarda” bile UVB ışınları cildimize yeterince ulaşamıyor. UVB ışınları pencere veya araba camı gibi bir engelle karşılaştığında da bu engeli yeterince aşamıyor. Bu nedenle pencere ardında güneşlenirken camdan geçebilen UVA ışınları sayesinde esmerleşebilirsiniz ama yeterince D vitamini üretemezsiniz. Kısacası kaliteli ve düzenli bir D vitamini üretimi için bulduğunuz her fırsatta ve açık havada cildinizi güneşle buluşturmak zorundasınız.

Yazının Devamını Oku

Bağışıklığınız sağlam mı

5 Ekim 2023
“Her şeyin başı bağışıklık!” cümlesi en doğru sağlık cümlelerinden biridir.

Nedenine gelince... Eğer yeteri kadar güçlü bir bağışıklığınız yoksa mikrobik hastalıklara (gribe, nezleye, COVID’e, sinüzite, tonsillite, faranjite, bronşite) daha sık ve daha kolay yakalanır hatta herhangi bir kansere paçanızı kaptırma şansızlığı bakımından bile daha riskli hale gelirsiniz. Özellikle mikrobik hastalıkların yaygınlaştığı, virüslerin, bakterilerin ortalıkta kol gezdiği sonbahar/kış aylarında sağlam bir bağışıklık gücü hepimizin her yaşta vazgeçilmezidir. İşte bu nedenle bağışıklık zırhımızı özellikle bugünlerde daha çok koruyup kollamak, güçlendirmek zorundayız. “Peki, nasıl olacak bu iş hocam?” diyorsanız, bir sonraki kutuya geçebilirsiniz...

ÖNEMLİ
BAĞIŞIKLIĞA ZARAR VEREN YANLIŞLAR

Bağışıklığı güçlendirmek kadar onun mevcut gücünü koruyup kollamak da önemli bir ayrıntıdır ve o ayrıntının arka planında 4
temel başlık vardır.

Yazının Devamını Oku

Covid kâbusu geri mi dönüyor

2 Ekim 2023
***

Son zamanlarda sizlerin de biz hekimlerin de aklında hep yukarıdaki soru var. Hatta bu soru birkaç haftadır, biraz daha korkuya dönüşme eğiliminde. Soruyu tekrarlayalım: COVID kâbusu geri mi dönüyor? Her zamanki gibi sözü fazla uzatmadan -en azından elimizdeki mevcut verilere bakarak- gelin bugün bu mühim soruyu yanıtlamaya çalışalım.

BANA GÖRE

KORKMAYALIM AMA TEDBİRLİ OLALIM

Bilelim ki en azından şimdilik ciddi bir COVID virüsü saldırısıyla ya da COVID salgını tehdidiyle karşı karşıya değiliz. COVID virüsü tabii ki kaybolup gitmedi, varlığını hâlâ ve ısrarla sürdürüyor. Ve yine bilelim ki sürdürmeye de devam edecek, o da diğer pek çok kış virüsü gibi (inflüenza, parainflüenza, rhinovirus, RSV...) “kış virüs takviminde” yerini çoktan aldı... Bizimle birlikte yaşamını sürdürecek. Fırsat buldukça da varlığını bize hissettirecek, bizi hasta edecek. Yaklaşan kışla birlikte diğer kış virüslerine bağlı enfeksiyonlar gibi COVID-19 mutasyonu virüslere bağlı enfeksiyonlarda da artışlar, hızlanmalar, yoğunlaşmalar görülebilecek. Yapmamız gereken işler, almamız gereken tedbirler ise yine her kış yaptıklarımızdan pek de farklı olmayacak. Ama bu ve önümüzdeki birkaç kış için eskiye oranla biraz daha tedbirli olmamız, ağız, burun, boğaz ve el hijyeni/temizliği ve korunması bakımından biraz daha dikkatli davranmamız, hassasiyet düzeyimizi bir değil birkaç tık daha arttırmamız gerekiyor. AYRICA: Eğer riskli gruplardaysak GRİP AŞILARIMIZI mutlaka yaptıralım. Risk grubunda isek ZATÜRRE AŞILARINI da ihmal etmeyelim. Risk düzeyine göre, kalabalık ortamlarda MASKE TAKMA ve diğer tedbirleri almayı da bir kenara not edelim.

ÖZETLE: Çok şükür henüz kâbusun geri dönmesi en azından şimdilik söz konusu değil. Değil ama tedbirli olmamızda da fayda var. Özellikle enfeksiyon hastalıkları uzmanlarının ve Sağlık Bakanlığı’nın açıklamalarını dikkatle izlememiz gerekiyor.

İYİ BİLGİ

Yazının Devamını Oku