Bugüne kadar iyi yaşlanma “sağlık ve mutluluk” üzerine yürütülmüş pek çok çalışma yapıldı. Bunlardan biri ve bana göre de en önemlisi ünlü Harvard çalışmasıdır. ABD’de 1938’de başlayan bu çalışma halen de devam ediyor. Çalışmanın şu andaki başkanı ruh sağlığı uzmanı Robert Waldinger ise bize elindeki bulguları şu çok önemli cümlelerle özetliyor:
“75 yıllık bu çalışmadan elde ettiğimiz en açık mesaj şudur: İyi ilişkiler bizi mutlu ve daha sağlıklı tutar NOKTA... Toplumsal bağlar bize gerçekten iyi gelir NOKTA... YALNIZLIK ÖLDÜRÜR... Ailelerine, arkadaşlarına ve topluluklarına sosyal bakımdan daha bağlı olanlar daha mutlu, sağlıklıdır ve daha uzun yaşarlar. YALNIZLIĞIN TOKSİK OLDUĞU ortaya çıkmıştır...”
ÖNEMLİ
DR. LEVİTİN NE DİYOR
Harvard’lı doktor Robert Waldinger’in yukarıdaki düşüncelerine Dr. Daniel Levitin “BAŞARILI YAŞLANMA” kitabında şu önemli cümleleri de ekliyor: “80 yaşındayken 50 yaşına kıyasla ilişkilerinizin niteliği kolesterol düzeyinize göre daha büyük bir sağlık göstergesidir. İyi ilişkiler beyninizi korur.”
Ve devam ediyor... “Harvard araştırmasının en önemli bulgusu ‘İLİŞKİLERİN MUAZZAM ETKİSİ’dir. Bu etki daha evvel farkına vardığımızdan çok daha büyüktür. Kişinin başarılı bir kariyeri, parası ve iyi bir fiziksel sağlığı olabilir ama destekleyici, sevgi dolu ilişkiler olmadan mutlu olmayacaktır.”
NOT:
Soru şu: Metformin ömrü uzatabilen ilk ilaç, ilk senolitik molekül olabilir mi, ömrü uzatan ilaç bulundu mu?
Neredeyse 50 yılı aşkın bir süredir diyabet hastalarında kan şekerini ayarlamak üzere kullanılan metformin molekülü son yıllarda önce insülin direnci gibi önemli bir sorunun çözümünde yaygın olarak kullanılmaya başlanıldı ve çok iyi sonuçlar elde edildi. Araştırmalara bakılırsa henüz net ve açık olarak onaylanmamakla birlikte metformin şimdi de ömrü uzatan ilk moleküllerden biri ve hatta ilk “SENOLİTİK İLAÇ” olma yolunda hızla ilerliyor. Bunu da muhtemelen 3 ayrı yol ile başarıyor. Peki, o yollar neler?
KISA BİLGİ
METFORMİN NE YAPIYOR
Metformin 3 ayrı işi aynı anda yapabiliyor gibi görünüyor.
VARAN 1: İLTİHABI BASKILIYOR:
Üzülerek belirteyim ki bu konuda bir hayli yol da almış durumdalar. Amaçlanan hedef ise son derece net ve açık: Eğer yaşlılık bir hastalık olarak yasal otoritelerce de onaylanacak olursa yaşlılıkla ilgili doğal değişimler bile teşhis ve tedavi konuları haline dönüşecek. Ve tabii ki bu durumda “teşhis ve tedavi endüstrisi” bugünkünden daha çok kazanacak! Mesela ilaç firmalarının son yıllarda en çok odaklandıkları, en büyük araştırma alanlarından biri haline getirdikleri “senolitik moleküler” ilaç olarak kullanılacak ve biz doktorlar tarafından her gün reçete edilebilecek. Bu ilaçların giderlerini ise vatandaşın kendisi, sigorta şirketleri ya da devletler karşılayacak. Peki, doğrusu bu mu? Netice ne? Yaşlılık bir hastalık mı? Araştırmalara ve benim gibi düşünen hekimlere göre yaşlılık bir hastalık değil, ömrümüzün doğal, vazgeçilmez, engellenemez ve önlenemez bir süreci.
KESİP SAKLAYIN
10 MADDEDE SAĞLIKLI YAŞAM ANAYASASI
- MADDE BİR: Sağlıklı beslenin.
- MADDE İKİ: Aktif ve hareketli olun.
- MADDE ÜÇ: İyi uyuyun.
-
İnsülin direnci bir taraftan doğrudan damar spazmına yol açarak, bir taraftan obezite salgınını tetikleyerek, diğer taraftan da daha sonra yol açtığı şeker hastalığı/tip-2 diyabet ile damarlarımızı sertleştirerek hipertansiyonu yaygınlaştıran sinsi ve muazzam bir tehdit. Ama tabii ki hipertansiyonu davet edebilen başka sorunlar da var. Mesela mı?
- Genetik zemin
- Böbrek ve böbrek üstü bezlerinin farklı hastalıkları
- Yaşam tarzı yanlışları: Hareketsizlik, uyku sorunları, beslenme yanlışları/tuz tüketiminin artması, stresli yaşam tarzı, depresyona yönlendiren ruhsal sorunlar ve daha pek çok yaşam tarzı yanlışlarını da bu listeye ekleyebiliriz.
Altını önemle çizelim ki hipertansiyon ülkemiz için hızla büyüyen bir sağlık sorunu olma yolundadır. Hipertansiyonluların sayısı arttıkça kalp damar hastalıkları, beyin damar hastalıkları, Alzheimer dahil, yaşlılığa bağlı kronik sağlık sorunları da giderek artacaktır. Erişkin nüfusumuzun üçte biri maalesef ya hipertansiyonlu ya da hipertansiyon adayıdır. İsterseniz bu ön bilgileri verdikten sonra başlıktaki soruyu tek bir cümleyle yanıtlayayım: HİPERTANSİYONDAN DEĞİL ONU CİDDİYE ALMAMAKTAN KORKUN!
İYİ BİLGİ
HİPERTANSİYONDAN KORUNMA ANAYASASI
OMAD diyeti bir bakıma “iki öğün beslenme metodu“nun abartılmış, tek öğüne indirgenmiş sert bir versiyonudur. Bu diyette herhangi bir kalori kısıtlaması söz konusu değildir. Tabağınıza sığacak kadar herhangi bir gıdayı -mümkünse de protein zengini bitkisel gıdaları ve hayvansal protein kaynaklarını- kalorisini dikkate almadan “günün aynı saatinde olmak şartıyla” tüketebiliyorsunuz. Ama çok daha önemli -uyulması oldukça zor- mühim bir şartı, ödenmesi gerek bir diyet borcu daha var o diyetin: OMAD diyeti mucitlerine (!) göre, “OMAD diyeti yapıyorum” diyebilmeniz için beslenme sürenizi “günde 1 saat tokluk, 23 saat açlık” üzerine kurgulamak zorundasınız. BİTMEDİ! OMAD’cılar size bir güzellik (!) daha yapıyor: “İçecekler serbest!” diyor. OMAD diyetinizi uygularken gün boyu su, çay, kahve içebiliyorsunuz. İçebiliyorsunuz ama OMAD’cıların yine ek bir şartı var: Bu üçlünün hiçbirine “zerre-i miskal” kadar bile
şeker ya da herhangi bir kalorili katkıyı -mesela sütü- ekleyemiyorsunuz.
Peki, böyle bir diyet sürdürülebilir mi? Kalıcı mı? Faydalı mı?
BANA GÖRE OMAD NEDEN VE NASIL POPÜLER OLDU
Günde bir öğünle beslenenlerin yani OMAD diyeti uygulayanların ileri sürdükleri iki popüler gerekçe var ve bu gerekçeler oldukça çekici. OMAD’cılar diyor ki...
1- Bu diyet sizi daha sağlıklı ve daha uzun ömürlü yapar. Yaşlanmanızı geciktirir. Zinde ve formda bir beden geliştirir.
2- Eğer kilo sorununuz varsa OMAD size hızlı ve kalıcı bir kilo kaybını da garanti eder.
“Bu satırları okuyan en az 4 yetişkinden birinin karaciğeri sorunlu” desem inanır mısınız? Üzülerek belirteyim bu net ve açık olarak doğrulanmış bir bilgidir ve karaciğerimize iyi bakmadığımızın en belirgin işaretidir. Araştırmalara uzun yıllar önemsenmeyen karaciğer yağlanması sorununun giderek yaygınlaştığını ve neredeyse her 3-4 yetişkinden birinin karaciğerini hastalanma yolculuğuna çıkardığını gösteriyor. Ve ne yazık ki karaciğer yağlanması yalnızca yetişkinleri değil, gençleri ve çocukları bile tehdit edebiliyor. Bu nedenle isterseniz gelin yeni haftaya bu önemli sorunu yeniden hatırlayarak karaciğer yağlanması meselesini öne çıkararak başlayalım.
İYİ BİLGİ
KARACİĞER NEDEN VE NASIL YAĞLANIYOR
Karaciğerin pek çok hastalığı var ama karaciğer yağlanması günümüzün en önemli, en yaygın karaciğer tehdidi haline geldi. Özellikle sağlıksız beslenme ve hareketsiz yaşam tarzıyla birlikte kontrolsüz alkol ve fruktoz tüketiminin de hızla artması karaciğerlerimizi ciddi ölçüde tehdit ediyor. Araştırmalara bakılırsa
Özellikle alkolle ilişkisi olmayan karaciğer yağlanması sorununda da muazzam bir artış var. Ve bunun bir numaralı nedeni de masum zannettiğimiz bir şeker: FRUKTOZ! Peki, fruktoz karaciğerlerimizi neden ve nasıl yoruyor, rahatsız hatta hasta edebiliyor? İsterseniz gelin şimdi de sizinle kısa bir “fruktoz-karaciğer ilişkisi yolculuğu”na çıkalım.
BİR UYARI
Stresin hele hele kronik ve tekrarlayan stres halinin sağlığımızın en büyük sabotajcılarından biri olduğu kesin. Peki, stres neden bu kadar önemli ve belalı bir sağlık törpüsü? Neden ve nasıl sağlığımızı bu derece derinden ve yoğun etkileyebiliyor? Merak ediyorsanız bir sonraki kutuyu daha bir dikkatle gözden geçirmenizde fayda var. Zira stresin bu kadar etkili olmasının nedeni temelde aşırı kortizol yüklenmesidir.
ÖNEMLİ
KORTİZOL ARTINCA NELER OLUYOR
VARAN 1 - Kan basıncımız yükseliyor. Kalp hızımız artıyor. Kalp ritmimiz bozuluyor.
VARAN 2 - Kanda insülin patlamaları başlıyor. İnsülin direnci tetikleniyor. Kan şekeri ayarımız bozuluyor. Şeker hastalığı tehdidi başlıyor.
VARAN 3 - İnsülin direnci gelişiyor. Kilo kontrolü bozuluyor. Göbekler genişleyip beller kalınlaşıyor.
VARAN 4 -
Ne var ki hastalıklar ve daha pek çok nedenle ömrümüzün önemli bir kısmı sağlık sorunlarıyla uğraşarak geçip gitmekte. Diğer taraftan sağlıklı ve uzun bir yaşam ise özellikle son 30 yıldaki bilimsel gelişmeler sayesinde bir düş olmaktan da çoktan çıkmış durumda. Önemli olan uzamış ömrü son nefesimize kadar sağlıkla özellikle de sağlam bir bellekle tamamlayabilmek. Zira ömrümüz ne kadar uzarsa uzasın hiçbirimiz yaşlanmayla gelişen -hatta bazıları bir ölçüde doğal olan- bellek sorunlarını kabul etmeyiz, etmek de istemeyiz. İster bazı isimleri, sözcükleri, tarihleri hatırlayamamadan ibaret olsun, ister isimlendirme güçlüğü, beceri kaybı, entelektüel seviyede azalma şeklinde ortaya çıksın bellek gücümüzdeki azalmaları -yaşımız ne olursa olsun- hepimiz şiddetle reddederiz. Peki, yapılabilecek bir şey var mı? Evet, var. Hem de çok şey var. Belleğimize sahip çıkabiliriz.
KISA BİLGİ BELLEK NEDEN ZAYIFLAR
Yaşlanmaya bağlı bellek bozukluklarının farklı pek çok nedeni var. Beyni besleyen damarların sertleşip daralması, plaklar/pıhtılar ile yer yer tıkanması ve neticede beynin ihtiyacı olan besin unsurlarına ve oksijene kavuşamaması en sık ve yaygın bellek kaybı sebebidir. Beslenme hataları nedeniyle oluşan B12 vitamini, folik asit eksikliği, omega 3 noksanlığı, demir yetersizliği de sık görülen “bellek zayıflaması” nedenleridir. B1, B3, B6, D ve E vitaminleri, magnezyum ve iyot noksanlığının da bellek gücünü olumsuz etkileyebileceğini hatırlayalım. Hormonal yetersizlikler, örneğin kadınlarda menopoza bağlı östrojen mahrumiyeti, erkeklerde testosteron hormonu azalması, yaşlılarda daha sık görülen tiroit bezi tembelliği de yaşlanma sürecinde bellek gücünde azalmaya yol açabilir. Bir not daha: Yaşlılığa bağlı işitme ve görme azalması da eğer vaktinde düzeltilmezse belleği olumsuz etkiler.
KISA BİLGİ UYKUSUZLUK DA MİSKİNLİK DE BELLEĞİ TÖRPÜLER
Bellek gücümüzü törpüleyen başka gizli nedenler de var. O nedenlerin birinci maddesine “uykusuzluk” problemini rahatlıkla ve hemen yazabiliriz. Bu köşede sık tekrarladığım şu cümleyi, “Uyku belleğin ütüsüdür” mottosunu yeniden hatırlayalım. Diğer taraftan uyku apnesi probleminin çok önemli bellek düşmanı olduğunu da bir kenara not edelim.
Önemli bir diğer bellek törpüsü ise “