Osman Müftüoğlu

Bu oranlar bozulunca hastalıklar çoğaldı

4 Nisan 2017
Sağlığımızı etkileyen, hatta altüst eden hatalarımızdan biri, “biyolojik oranlar”dan bazılarını bozmamız oldu. Maalesef bu bozulmalar derinleşerek sürüyor. İşte onlardan ilk üçü ve sonuçları...

 Omega oranı tersine döndü

Omega-3 kaynaklarımız adeta kurudu. Etlerde, yumurtalarda, süt ürünlerinde omega-3 yağlarını (yani EPA’yı, DHA’yı) ara ki bulasın. Geriye bir tek balıklar kalmıştı, o kaynağı da -tıpkı tavuklar, tıpkı inekler gibi- çiftliklere hapsedip mısır unu ile besleyerek kaybetmek üzereyiz. Bu arada bedenlerimizi omega-6 çöplükleri haline de getirdik. Neden mi? Ayçiçeği, mısır özü, pamuk yağı demek omega-6 yağı demek de ondan! Neticede ne mi oldu? Omega 3/6 oranımız 4/1 iken 1/20’lere döndü.

Asit-baz dengesi tehdit altında

Altüst ettiğimiz doğal biyolojik dengelerden biri de asit-baz oranımız. Maşallah onu da bozmayı -en azından zor durumda bırakmayı- becerdik. Hayvansal gıdalara bu kadar yüklenince, una, nişastaya, paketlenmiş besinlere bu denli abanınca olacağı da buydu zaten. Netice mi? Asit çöplüğü içinde yüzer gibiyiz!

Sodyum-potasyum oranı altüst oldu

Ne yazık ki sodyum-potasyum dengemizi de bozmayı başardık. Nasıl mı? Paketlenmiş her ürüne “sodyum” esaslı bir koruyucu ekledik. Fırın-pastane ürünlerini “tuz çoru” haline getirdik. Cipslere, bisküvilere derken hızımızı alamayıp tatlılara, çikolatalara bile tuz ve sodyumlu bir koruyucu ilave ettik. Yetinmeyip “kaya tuzu şöyle iyidir, deniz tuzu böyle şifalıdır” gibi gazlarla bedenlerimizi tuz gölüne çevirdik. Peki ya potasyum? O nerede? Ara ki bulasınız. Bulmak için ne lazım? Sebze lazım. Daha çok bakliyat lazım. Meyve lazım. Yiyor muyuz onları? Fiyatları el yakıyor bir, içlerinde eskisi kadar potasyum bulunmuyor iki...

İşte o 10 sağlık sorunu

Üç hassas dengeyi bozarak “kendi elcağızımızla” davet ettiğimiz kronik sağlık sorunlarının ilk 10’unda bakın neler var...

Yazının Devamını Oku

 Mutlu olmak bu kadar zor mu?

3 Nisan 2017
İstatistiklere bakılırsa, her iki Türk’ten biri, ‘mutlu’ değil. Peki mutlu olmanın yolu ne? İşin uzmanı anlatıyor...

TÜİK’in verilerine göre, 2010’da % 85 civarında olan mutluluk oranımız 2014’lerde % 56’lara inmiş, sonraki yıllarda da aynı oranları korumuş. Özeti şu: Her iki kişiden biri kendini mutlu /huzurlu hissetmiyor.

Ayrıca ülkeler arası bir mutluluk skalası da var. O sıralamada birinciliği Norveç almış. Biz ilk yüze bile giremiyoruz. Bunlar tatsız haberler. Ben yine de bu güzel bahar sabahında size çözüm önerileri –veya tavsiyeler- bulup aktarmaya kararlıyım. Bunu yaparken de bu işin kitabını yazan bir meslek büyüğümüzün, Prof. Dr. Toksöz B. Karasu Hoca’nın, “Huzurlu Yaşama Sanatı” kitabından yararlanacağım. Hazırsanız eğer buyurun…

MUTLULUĞA GİDEN YOL

Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğan, 1959’da İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirip kariyerini Amerika’da, Yale Üniversitesi’nde yapan, sonraki çalışmalarını New York’ta Albert Einstein Tıp Fakültesi Psikiyatri ve Davranış Bilimleri bölümünde “başkan” olarak sürdüren Prof. Dr. Toksöz B. Karasu, Amerika’da çok saygın bir ruh sağlığı uzmanıdır. Kitapları da genelde hep “bestseller” yani “çok satanlar” listesindedir. Karasu hocaya göre “mutluluğa giden tek ve kolay bir yol yoktur, yol çetindir.” Yokuşları, virajları, engelleri vardır.

Ayrıca o yolun bitişi, yani bir sonuç çizgisi de yoktur. Sadece başlangıç noktası vardır. Bitmedi! “Mutluluğa giden yolun tek bir başlangıç noktası da yok: Şu anda bulunduğunuz nokta başlamak için en ideal yerdir.” Karasu hoca da mutluluğu “varılan yerde değil, yolculuğun kendisinde” aramamızı öneriyor.

DEĞİŞMEZ KURAL: KOLAYA KAÇAN ZORA DÜŞÜYOR

PROF Dr. Toksöz B. Karasu hocaya göre, “emeksiz bir mutluluk” yanlış bir hedef. Emeksiz mutluluğun yalnızca çocukluk döneminde yaşandığı da kesin. “Kendimizi her şeye kadir, her hakka sahip ve ölümsüz hissettiğimiz çocukluk yılları” dışında mutluluk çaba isteyen bir iş. Bilgi, çalışma, hoşgörü, şefkat, sevgi, bağışlayıcılık, tevazu, iyimserlik, kabullenme ve daha pek çok mühim meziyetin kesişme noktasına yerleşmiş zor bir hedef. Özeti şu: İçinizdeki çocuğu yok etmez de onu güzel ve iyi büyütmeyi becerir ve dışınızdaki yetişkini başarıyla şekillendirebilirseniz mutlu/huzurlu olmayı daha kolay hak edersiniz.

MUTLULUĞUN BİR TARİFİ VAR MI?

Yazının Devamını Oku

Fazla mı abartıyoruz

1 Nisan 2017
Evet bazen fazlaca abartıyor, bir şeyin iyiliğini anlatırken de, kötülüğünden bahsederken de kantarın topuzunu kaçırıp iflah olmaz bir abartma şampiyonuna dönüşebiliyoruz.

Diyelim ki konu ekmek-sağlık ilişkisi. “Hangi ekmek, ne kadar, ne sıklıkta?” sorularına yanıt aramadan “Ekmeğe elinizi bile sürmeyin” deyip işin içinden çıkıyoruz.
Oysa her ekmek aynı değil. Geleneksel usullerle pişirilmiş bir ekmekten bir dilim yemenin sağlığa öyle ciddi bir zararı filan da yok. Tersine faydası var.
Konu ilaçlar olduğunda da durum aynı.
“Sakın ilaç filan yutmayın, ilaçları ağzınıza değil evinize bile sokmayın” diyebiliyoruz.
Tamam ilaçların yan etkilerinin, toksik etkilerinin olduğu doğru.
Ama hayatımızın pek çok alanında bizi hastalıklardan koruyan veya hastalıklarımızı tedavi eden de çoğu zaman o ilaçlar değil mi?
Benzer ve ama tersi bir durum doğal destekler için de söz konusu. Sağlığımıza ilişkin her problemi otla, çöple (yani bitkisel haplarla) halledebileceğimizi düşünüyoruz.

Yazının Devamını Oku

Dağlarına bahar gelmiş memleketimin

31 Mart 2017
Gelin o soğuk, yağışlı kara kışın karamsarlığını geride bırakıp içimizdeki cemrelerle beraber şu yeni bahara kucak açalım.

 Zor bir kıştan çıktık. Bir sürü nedenle çok da bunaldık. Ama yine de ve her şeye rağmen önümüze bakacak, “huzurlu hayat” yolculuğumuzu sürdüreceğiz.
Bu yolculukta bize pek çok şey lazım olsa da “motivasyon”un önemi bir başka.
Gelecek günlerin daha iyi olacağını düşünmek, gücümüze ve yeteneklerimize güvenmek, yaşadığımız yeri ve işimizi sevmek, ilişkilerimizi iyileştirmek ve daha pek çok şey için “motivasyona” muhtacız.
“Motivasyon da neyin nesi hocam?” derseniz size o basit ve klasik örneği hatırlatırım:
Bedeninizi bir otomobil gibi düşünün. Ruhunuzu da o otomobilin deposuna doldurulan yakıt, yani enerji kaynağı olarak hayal edin.
Otomobiliniz son model ve mükemmel bir araç da olsa, yakıt deposuna “normal” değil “süper benzin” de koysanız, otomobilinizin harekete geçmesi için mutlaka kontak anahtarını çevirmeniz gerekir.
“Motivasyon” işte o kontak anahtarı gibidir. “Harekete geç!” emridir.

Yazının Devamını Oku

Nasıl genç ve güzel kalınır?

30 Mart 2017
 Yaşı 40’ları geçen biriyseniz, başlıktaki sorunun sizi de heyecanlandırdığına eminim. Sözü fazla uzatmadan yanıtımı hemen vereyim: Bilmiyorum! Sadece ben değil, başkaları da bilmiyor!

Şundan da emin olun: “Daha yavaş ve iyi yaşlanabilme” konusu bilimcilerin en çok ilgi gösterdiği alanların başında geliyor.
Pek çok araştırma merkezi yeni ve farklı yöntemlerle “yaşlanmayı tersine çevirmenin”, bu mümkün olmazsa “durdurmanın”, en azından biraz olsun “yavaşlatmanın” çarelerini arıyor.
Peki başarılı olanı, en azından olma ihtimali bulunanı var mı? Pratiğe intikal edebilecek umut verici verilere sahip miyiz?
Cevap: “Hayır” diyemeyeceğim!
“Evet” demeninse henüz erken olduğunu düşünüyorum. Nedenine gelince: Buyurun...

Umut kök hücrede olabilir mi?

Nasıl genç ve güzel kalınır? sorusuna verilebilecek net ve açık bir cevap, başarılı olabileceğimize tanıklık edebilecek güvenilir bir kanıt maalesef henüz yok. Ama meraklı bilim insanları durmuyor, laboratuvarlardaki çalışmalar birbiri ardına sürüp gidiyor. Bunlardan birinin ön sonuçları geçen hafta basına da sızdırıldı. O merkezin (Salk Enstitüsü) bulgularına göre “çok yönlü potansiyeli olan ana kök hücre” (pluripotent stem cell) üzerinden hareket edilerek yaşlanmayı durdurmak, hatta belki de tersine çevirebilmek mümkün olabilecek.Sahici mi? Henüz değil! Çalışmalar çok yeni. Üstelik şimdilik insanlar üzerinde değil, minik laboratuvar hayvancıkları (fareler) üzerinde yürütülüyor. Ama yine de ilgi çekici sonuçlara ulaşılmadığını söylemek gerçekten de insafsızlık olur. 

Siz hapı filan bırakıp şunları hemen yapın

Yazının Devamını Oku

Huzurlu ve keyifli bir hayat için uzun bir yol haritası

29 Mart 2017
Huzurlu, keyifli bir hayata hiçbirimiz hayır diyemeyiz. Zaten olması gereken de budur. İhtiyaçlar ve ödevler listesini size 70 maddede özetlemeye gayret ettim. İlk 20’sini bugün okuyabilirsiniz.

Hepimizin ayrı dünyaları, farklı rüyaları ve hülyaları var. Böyle olduğu için hepimizin ihtiyaçları da beklentileri de değişik.
Ama yine de söz konusu olan huzurlu, keyifli bir hayat olduğunda ortak noktalar kesinlikle var. Ayrıca hiçbirimiz böyle bir hayata “kalsın, ben istemem” demeyiz, diyemeyiz.
Zaten doğrusu, olması gerekeni de budur. İhtiyaçlar ve ödevler listesini size 70 maddede özetlemeye gayret ettim. Uzun olduğunun ben de farkındayım ama siz olabildiğince daha fazlasını yapabilmeyi, yerine getirebilmeyi hedefleyin. Listenin ilk 20’sini bugün yayınlıyoruz.
İkinci ve üçüncü 20’ler perşembe ve cuma günleri yayınlanacak.
Son 10 tavsiyem ise cumartesi yine bu sayfada olacak. Buyurun...

Az ve öz ye!

1- Havası ve suyu temiz bir yerde yaşamaya gayret et.

Yazının Devamını Oku

Gelin size bir mamografi yapalım

28 Mart 2017
 Elektronik postanıza ya da posta kutunuza gönderilen bir notta “İndirimli sağlık taramaları yapıyor, mamografi incelemelerini ise yanında hediye ediyoruz” gibi bir mesaj görürseniz şaşırmayın.

Ya da sıradan bir sağlık sorunu nedeniyle -örneğin boğaz ağrısı- gittiğiniz hastanede muayene olduğunuz doktor “Size bir mamografi de çektirelim” deyince “Şimdi nereden çıktı bu mamografi meselesi?” deyip geçmeyin.Tekliflerin ikisinde de dikkatle düşündükten sonra karar verin. Zira bundan sonrası -bazen- oldukça maceralı, hatta üzücü bile olabiliyor. Mesela mı? Buyurun...(Not: Özetini okuyacağınız süreçte yazdıklarım hayal ürünü değildir. Olayı yaşayan bir hanımefendinin anlattıklarının özetidir.)

Acilen meme biyopsisi lazım!

Diyelim o mamografi incelemesi teklifini kabul ettiniz. Mamografi sonrasında elindeki raporda yazanları yorumlayan doktor tereddütlü bir ifadeyle size “Mamografinizde mikrokalsifikasyonlar -küçük kireçlenme odakları, yani minik kalsiyum depolanma alanları- saptanmış. Bunlar muhtemel bir tümörün ilk işaretleri olabilir. Size bir biyopsi yaptırmamız lazım” diyebilir!Doktor size “Gözünüz aydın, memelerinizde hiçbir sorun yok!” dese işiniz kolay ama “biyopsi lazım” dedi mi işler değişiyor, konu ciddileşiyor.Zaten bu nedenle de doğal olarak kafanız karışıyor. Korkmaya, hatta biraz da terlemeye, yüreğinizdeki sıkışıklık nedeniyle nefesinizin zorlandığını hissetmeye başlıyorsunuz.Sonrası mı? Bir sonraki kutuda... 

Biyopsiniz temiz çıktı ama...

İçinize kuşku -ve de korku- düştü bir kere. Biyopsi girişimi teklifini çok da uzatmadan çaresiz kabul ediyorsunuz. Bir hafta kadar sonra da sizi doktorunuzun neticeleri açıklamak için beklediğini haber alıyorsunuz.Uykusuz bir gece geçirip o doktorun karşısına yüreğiniz daha bir sıkışık, alnınız daha bir terli, nefes alışverişiniz daha bir sıklaşmış ve az biraz da korku içinde oturuyorsunuz.Ama korkmayın! Haberler iyi: Doktorunuz size “Gözünüz aydın! Korkacak bir şey yok biyopsiniz temiz çıkmış” diyor. “Oh be” deyip rahatlıyorsunuz.Ama hemen arkasından ekliyor: “Yine de size bir meme MR’ı yapmakta fayda var. Riskinizi tam olarak ekarte etmemiz lazım. Zira fibrokistik bir meme yapınız var!”Aklınıza yıllar önce yaptırdığınız meme ultrasonu sonrasında karşılaştığınız teklif geliyor: “Memenizde fibrokistler var, bir meme biyopsisi yaptırmanız iyi olur!” Size meme MR’ı yaptırmanızı öneren doktora nazik bir şekilde teşekkür edip hastaneden ayrılıp bir kafeye kendinizi atıyorsunuz. Sonrası mı?O şanssız hanımefendinin hikâyesi bitmedi. Aşağıdaki kutuda devam ediyor...

Geçmiş olsun hiçbir şeyiniz yok!

Soluğu “ikinci görüş” için bir başka doktorda alıyorsunuz. O süreci biraz şaşırtıcı (!) bulup sizi meme cerrahisi uzmanı bir başka doktora gönderiyor. Meme cerrahı tecrübeli hanımefendi, ofisinde sizi muayene edip neticelerinizi dikkatle inceliyor ve kararını açıklıyor: Yeni bir biyopsi ya da MR incelemesine gerek yok.Önceki mamografide belirlenen mikrokalsifikasyonların ciddi bir anlam ifade ettiği de düşünülmüyor. Doktor hanım gülümseyerek şunları da ekliyor: “1-1,5 yıl aralarla sizi görmem yeterli ama siz her ay banyo sonrası kendi ellerinizle memelerinizi kontrol etmeyi unutmayacaksınız.” 

Çakma check-up can sıkar

Yazının Devamını Oku

Yağlı karaciğere güclü detoks şart

27 Mart 2017
Yağlı karaciğer, hem pek çok ciddi sağlık sorununa davetiye çıkarıyor hem de en önemli işini yapamaz hale geliyor; Vücuttaki toksinleri temizleyemiyor. Peki karaciğerimizi bundan nasıl koruyabiliriz? Buyurun...

Karacİğer yağlanması yaygın sağlık sorunlarından biri.

Her 3-4 yetişkinden birinin karaciğeri yağlı ama çoğunun bundan haberi bile yok. Haberi olanların da konuyu ciddiye aldıklarını söylemek zor. Daha da mühimi, yağlı karaciğer probleminin önemini biz doktorların bile yeteri kadar kavrayabildiğini söylemek de mümkün değil.

Oysa yağlı karaciğer hem ciddi bir sağlıksızlık işareti, hem de başka sağlık problemlerine davetiye çıkaran mühim bir sağlık sorunu. Nedeni şu:

DİYABETE DAVETİYE

Eğer karaciğeriniz yağlı ise, bu sizin bir insülin direnci eğilimlisi, bir gizli şeker hastası, yani diyabet adayı, hatta metabolik sendrom riski taşıyan genetik örgütlenmenizin var olduğu anlamına gelebiliyor.

Bu nedenle de yağlı karaciğer saptanan herkesin kan yağlarının durumunun (çoğunun iyi kolesterol HDL’si düşük, trigliseridi yüksek oluyor), ürik asit (çoğunun yüksek bulunuyor), şeker-insülin ilişkilerinin (çoğunda bozulduğu saptanıyor) dikkatle araştırılması gerekiyor.

TOKSİN YÜKÜ ARTAR

İkinci problem ise en az birincisi kadar önemli: Yağlı karaciğer bedeni toksinlerden temizleme işini yani DETOKSİFİKASYON görevini de aksatıyor. Yani yeterince güçlü detoks yapamıyor. Bu da toksin yükünüzün artması, kilo almanızın kolaylaşması, mitokondrilerinizin yani bedeninizin yorgun düşmesi anlamına geliyor.

Yazının Devamını Oku