Osman Müftüoğlu

İKİGAİ mi VABİ-SABİ mi?

30 Ekim 2017
“Mutlu, huzurlu ve uzun bir hayatın sırrı nedir?” sorusunu “iyi beslenip düzenli egzersiz yapmak, mışıl mışıl uyuyup stresten, kaygıdan uzak bir hayat kurmak” diye yanıtlarsanız haklısınız. 10 yıl öncesine kadar ben de böyle düşünüyordum. İlk kitabım YAŞASIN HAYAT’ta “İYİ HAYAT” kurgusunu da bu dörtlü yapının yani “doğru beslenme, aktif bir hayat, güzel bir uyku ve başarılı bir stres yönetimi”nin üzerine kurdum. Ne var ki 2006’da fotoğraf ustası SEBATİ KARAKURT ile yaptığımız OKİNAVA ADASI seyahatinde İKİGAİ ve WABİ-SABİ sözcükleri ile tanışmamı takiben bunların yeterli olmadığına kadar verdim. Nedeni şu...

İKİGAİ NEYİ İFADE EDİYOR?

“İKİGAİ” iki sözcüğün birleşmesinden oluşuyor. “İKİ” hayat, “GAİ” hedef, amaç, gaye anlamına geliyor. Basit olarak o kişiye özel “HAYATIN ANLAMI” ya da HEDEFİ’ni, GAYE’sini” ifade ediyor. Bir yaşam tarzı seçimi. Bir tatil günü sabahında bile sizi yatağınızdan keyifle fırlatan bir “ŞEY”. İYİ HAYAT için neyi arzuladığınızın, neyi hedeflediğinizin, neyden mutluluk, huzur, hoşnutluk duyduğunuzun, keyif aldığınızın kısa bir özeti. Kısacası size her sabah “iyi ki varım, yaşıyorum, hayattayım, YAŞASIN HAYAT!” dedirten gaye, hedef, arzu veya tutku.

İKİGAİ HAYATIN ANLAMIDIR

İKİGAİ bir “hedefe, gaye ve arzuya içten ve kendiliğinden gelen zorlamasız bir bağlılık duygusu. Seni yataktan fırlayarak çıkmanı hedefine odaklanmanı sağlayan şey. Boş, aylak, sıkıntılı bir güz sabahında bile “Bugün ne yapmak istersin?” sorusunun değişmez yanıtı. Hayatınıza anlam, size misyon yükleyen, çevrenize de faydalı olduğundan şüphe etmediğiniz bir “amaç”. İKİGAİ hayata yüklediğiniz “anlam”ın tek sözcükle ifadesidir. Bir ikigainiz varsa eğer depresyondan da stres ya da kaygıdan da uzak kalırsınız. Emekliliği aklınızdan bile geçirmezsiniz. Çünkü esas işiniz, ikigainizdir.

İKİGAİNİN 9 KURALI

- Yavaşlayın.

- Emekliliği unutun.

Yazının Devamını Oku

Belleğinize birazcık fırsat verin

28 Ekim 2017
Yaş ilerledikçe beyin de yaşlanır, bilgiyi eskisinden daha yavaş işlemeye başlar. Ama yine de yaşlanırken belleği suçlamaya hakkınız yok!

Daha önce de yazdım, yaşınız ilerledikçe beyniniz de yaşlanacak, neticede bellek gücünüz az veya çok ama mutlaka bir ölçüde azalacaktır.
Bellek kapasitesindeki bu “yaşa bağlı” azalmanın birçok nedeni var. Bunlardan biri de beynin bilgiyi eskisinden daha yavaş işlemesi.
Ancak yaşlanan herkesin belleğini suçlamaya ya da bellek gücüm azaldı diye telaşlanmaya hakkı yok. Biraz sabır, biraz dikkat, biraz rahatlama ve hoşgörü (!) işi çözümleyecektir.
Yaşınız ne olursa olsun eğer beyninize ve belleğinize azıcık fırsat verirseniz, hele bir de öğrenme süreçlerini bırakmayıp gayretinizi sürdürürseniz belleğinizi korumada daha fazla yol alırsınız.

Kızartılan meyvede antioksidan mı kalır?

Beslenme tavsiyelerini okurken de, izlerken de, dinlerken de lütfen dikkatli ve uyanık olun. Çünkü bazı tavsiyeler sadece zararlı değil, yanlış ya da eksik de olabiliyor.
Geçenlerde televizyonda izlediğim bir beslenme programında diyetisyen hanımın önerileri de bunu doğruluyordu. Hanımefendi “yemeğin üstüne tatlı” tavsiye ediyor, biraz önce anlattığı detoks menüsünün ardından “Tatlı yiyelim tatlı konuşalım” cümlesini ekleyerek “Size son derece sağlıklı, antioksidan zengini bir detoks tatlısı önereceğim” diyerek “kızartılmış tavaya” dilimlenmiş ananas, elma, armut ve şeftali ekliyordu.

Yazının Devamını Oku

Kalp karnemiz çok kötü

27 Ekim 2017
Kalp-damar hastalığı, pek çok ülkede olduğu gibi bizde de en büyük sağlık tehdidi. Daha da önemlisi hayatı sonlandıran en önemli hastalık.

Ölümlerin yarıya yakını kalp sorunlarına, özellikle de koroner arter hastalıklarına bağlı. Kısacası “kalp sağlığı” konusu çok mühim. Bizi ilgilendiren çok önemli bir ayrıntı daha var. Ülkemiz Avrupa’da kalp-damar hastalıklarının en çok görüldüğü üç ülkeden biri. Genç yaşta kalp ölümleri ve/veya kadınlarda kalp hastalığı sıklığı söz konusu olduğunda ise neredeyse -utanarak yazıyorum- birinciliğe oynuyoruz. Peki, bu kötü gidişin sebepleri neler? Merak ediyorsanız buyurun...

Sigara bağımlılığı çok yaygın

Sigara bağımlısıyız. Bu kadar yoğun mücadeleye rağmen nüfusumuzun önemli bir bölümü hâlâ sigaradan vazgeçmiyor. Gençler arasında sigaraya özenti yaratan nargile tutkusu da yaygınlaşıyor. Diğer taraftan kapalı alanlarda sigara içme yasağı her gün biraz daha sulandırılıyor, yasa ve yönetmelikler umarsızca deliniyor.

Kötü besleniyoruz

Kötü besleniyoruz. Gençlerimize şekeri, kafeini, tatlandırıcısı bol içecekler, eğlenceli reklamlarla “meyve suyu” özendirmesi ya da “mutluluk vaadi” gibi yollarla yoğun biçimde pazarlanıyor. Devlet kurumları bile “şeker bombası” içecekleri özendirici reklamlarla pazarlıyor. Üstelik bu özendirici ve yönlendirici reklamlara kimsenin en ufak bir müdahalesi de yok.
Pizza ve hamburger benzeri fast food ürünlerin en hızlı büyüme gösterdiği ülkelerin başında geliyoruz. Gofret, bisküvi, cips ve benzeri zararlıları tüketme konusunda da son derece bilinçsiz ve dikkatsiziz. Ayrıca çok fazla ekmek tüketiyoruz. Tabii ki öncelikle ekonomik nedenlerle sağlık zararlısı beyaz undan üretilmiş beyaz ekmeğe dayanıyoruz. Un ve şeker tüketimindeki artış nedeniyle insülin direnci konusunun en hızlı büyüme trendi gösterdiği ülkelerin de başında geliyoruz.
Oysa şu açık ve net: İnsülin direncine paçasını kaptıranlar artınca kalp hastalıklarına yakalananların sayısı da artacak.

Egzersiz yapmıyoruz

Yazının Devamını Oku

Kortizol, stres ve depresyonun yol arkadaşıdır

26 Ekim 2017
Kortizol, böbreküstü bezlerinde üretilen bir doğal hormon.

Azalınca da çoğalınca da beden ve ruhta olumsuz bazı değişimler başlıyor. İster kronik bir stres durumuna girin, ister uzamış bir depresyona paçayı kaptırın, kanınızda ilk yükselen yine bu hormon oluyor. Özetle kortizol stresin de depresyonun da yol arkadaşlarından biri. Peki ne oluyor bu “kortizol” hormonu kanımızda artınca? Buyurun...

Kortizol banyosu bizde neler yapıyor?

Kanınızda kortizol düzeyi uzun süreli olarak yüksek kalınca bir değil birçok şey devreye giriyor. Mesela mı?Rahatlamak için yediğimiz ve “stres savar” sandığımız “çöp gıda”ların yani şekerli, unlu, yağlı, yanmış, kızartılmış besinlerin tüketimi artıyor. Neticede kilo almamız kolaylaşıyor. Kan basıncımız yükseliyor, hipertansiyona davetiye çıkıyor.Kanda şeker düzeyi yükseliyor, şeker hastalığına zemin hazırlanıyor.Mide ile yemek borusu arasındaki “kapak” mekanizması bozuluyor. Reflü sorunu devreye giriyor.Mide asit üretimi artıyor, gastrit ve benzeri hazım sorunları tetikleniyor.Benzer şekilde kalın bağırsak spazmları nedeniyle sizi spastik kolit/mutsuz bağırsak gibi sorunlar tehdit etmeye başlıyor.Bir süre sonra kronik iltihap süreçleri de devreye giriyor. Kronik bir yorgunluk tablosu, ilerleyici bir bitkinlik süreci gelişiyor.Yine kronik iltihap nedeniyle pek çok kronik hastalığa zemin hazırlanıyor.Strese bağlı bağışıklık bozuklukları neticesinde bağışıklık sistemi zayıflıyor. Otoimmun hastalıklar (haşimoto, vitiligo, sedef, artritler) tetikleniyor. Mikroplara karşı direnciniz düşüyor ve daha sık hastalanmaya başlıyorsunuz.

Şekerle savaşı nasıl kazanabiliriz?

Şeker bir toksin. Ciddi bir sağlık zararlısı. Tepeden tırnağa suç yüklü bir kimyasal. Doğalının bile (früktoz) fazlasına yüz vermek mühim bir sağlık hatası. Kısacası aşırı şeker tüketimi ile savaş, en az sigara ile savaş kadar önemli bir konu.Toplumsal farkındalıkların kazanılması, sürece sağlık uzmanları kadar sağlık otoritelerinin, resmi makamların, toplumun geleceğini planlayan politikacıların da dâhil olması lazım.Peki, kolay mı böyle bir savaşı kazanmak? Bence çok zor. Zor ama yine de yapılmalı. Hiç olmazsa “tüketimini sınırlama” adına bu savaş bir an evvel ve çok boyutlu olarak başlatılmalı. 

Sıfır yağlı beden olur mu?

Olmaz! Hiç yağ dokusu bulunmayan bir beden de zaten hayatta kalamaz. Kalsa bile sağlıklı olamaz. Yağ kaybının kritik hudutlara inmesi son derece tatsız, hayatı tehdit edici sorunlara sebep olur.Mesela lipodistrofi denilen genetik bir hastalıkta bu durum var. Hastalığın mağdurları genetik nedenlerle de cilt altlarında yağ depolayamazlar. Kısacası enerji de depolama yeteneği bulamazlar. Kısa sürede de “iç yağlanma” sonucunda hastalanırlar. Özetle; makul bir miktarda yağ depolamaya mecburuz. O depo yağlara ihtiyacımız var. Mesele o deponun miktarını iyi ayarlamakta. Fazlasının da, azının da tehlikeli neticeleri olabileceğini unutmamakta.Bütün mesele bedeninizin orta bölgesinde yani karın bölgenizde, iç organlarınızda gereğinden çok yağ biriktirmenizden kaynaklanıyor. Hastalıklara davetiye çıkaran da bu yağlar aslında. Ve bu yağlar toplamda vücut yağınızın yüzde 20’sini oluşturuyor.Sıfır beden takıntısında ise deri altı bölgesinde biriken ve bazı hastalıklardan koruyabilen “iyi huylu yağlar” kayboluyor. Zaten bu nedenle de sıfır bedenliler daha kolay ve sık hastalanıyor. 

Fazlası iyi mi, kötü mü?

Yazının Devamını Oku

Damar plaklarından kopmalar nasıl önlenir

25 Ekim 2017
Yaşam süresi uzadıkça damar içinde plakların oluşumunu önlemek, mevcut plakların büyümesini engellemek ciddi birer “koruyucu sağlık” önlemi. Önleyici bir program nasıl yapılacak? Buyurun...

Damarlarda plak oluşumu özellikle 50’li yaşlardan sonra çok mühim bir konu. Kalbi besleyen KORONER arterler ile beyni besleyen KAROTİS arterlerinde plakların gelişmesi ise çok önemli birer sağlık tehdidi. Bu plaklardan kopan pıhtılar (tromboz) kalpte akut kalp krizlerine, beyinde geçici ya da kalıcı felçlere yol açıyor. Diğer taraftan yaşam süresi uzadıkça damar yaşlanması iyice hızlandığından damar sertliğinin, dolayısıyla damar içinde plakların oluşumunu önlemek, mevcut plakların büyümesini engellemek ve bu plaklardan kopabilecek pıhtıların oluşumunu önlemek son derece ciddi birer “koruyucu sağlık” önlemi.
Peki bu süreç nasıl olacak? Önleyici bir program nasıl yapılacak? Buyurun...

İşte kısa bir yol haritası

Her şeyden önce plak oluşturan (plakojen) sebeplerle mücadele ön planda tutulmalı. Şeker hastalığı, hipertansiyon, kolesterol yüksekliği gibi problemlerin üzerinde ısrarla durulmalı. Özellikle kolesterol yüksekliğinin bulunduğu durumlarda anti kolesterol ilaçlar yani statinlerin kullanımı ciddi ciddi düşünülmeli. Zira statinler plak oluşumunu yavaşlatmak ya da önlemek bakımından değil, “anti iltihap/anti inflamatuar” özellikleri nedeniyle o plakların stabilizasyonu bakımından da tedaviye yardımcı olabilirler.
Aspirin gibi kan sulandırıcıların, omega-3 (EPA ağırlıklı olanlar) gibi damar epiteli koruyucuların ve CoQ10 gibi iltihap baskılayıcı takviyelerin de yararlı olabileceğini gösteren çalışmalar var.
Özellikle koroner arterlerdeki plakları stabilize etmede yani bu plaklardan kopmaları ve plakların büyümesini önlemede (yeni yumuşak plakların oluşumunu engellemede) statinlerle CoQ10 kombinasyonunun işe yarayabileceğini gösteren güvenilir bazı çalışmalar da var.
Bunlardan biri 2013 yılında Uluslararası Kardiyoloji Derneği’nde (International Journal of Cardiology) yayınlandı.

Yazının Devamını Oku

Yağ metabolizmasının anahtarı insülinde mi?

24 Ekim 2017
Yağlanmak, daha doğrusu bedende olması gerekenden çok yağ biriktirmek herkes için can sıkıcı bir sorun.

Fazla yağ birikiminin sonuçları yalnızca fiziksel görünümde sorunlarla sınırlı kalsa neyse. Bedendeki yağ miktarı arttıkça devreye artan kiloların getirdiği mekanik yüklenme problemleri (yani diz ağrıları, bel ağrıları) ve metabolik kilitlenme de giriveriyor. Hele bir de o fazla yağlar göbek-karın-kalça bölgesinde birikmişse işler daha da karışıyor. Çünkü bu bölgede biriken yağlar iltihabi süreçleri tetikleyip şeker hastalığını, hipertansiyonu, damar sertliği dahil pek çok hastalığı da davet edebiliyor. “Peki, neden bazıları diğerlerinden daha fazla yağ biriktiriyor?” diyorsanız buyurun.

Sağlıklı çözüm: Beslenme ve egzersiz dengelenecek

İnsülin patlamalarıyla mücadelenin tek yolu asla karbonhidratlardan kaçıp proteinlere yüklenmek, yani yağmurdan kaçarken doluya yakalanmak değil. Burada da makulü aramamız lazım.O makul çözüm de protein kazanımını biraz artırmak ve daha çok aktivite yaparak kasları adeta birer insülin süpürgesi ya da süngeri haline getirmekten ibarettir.Yağlarınızı gerçekten ve risksiz bir şekilde yakmak istiyorsanız sadece kalorilerinizi sınırlamayla ya da bedeninize habire protein pompalamayla uğraşmayın. Süreci doktorlara, diyetisyenlere, haplara, çöplere, ilaçlara havale etmeye de kalkmayın. Yaşam tarzı seçimlerinize günde 7 bin 500-10 bin adımı eklemeniz kesinlikle yeterli olacaktır.  

Tek suçlu insülin mi?

Fazla yağ biriktirmenin tek sorumlusu tabii ki insülin değil. Çok sayıda farklı hormon (leptin, glukagon, ghrelin) ve çok farklı metabolik süreçler de devrede olabiliyor ama uzmanların ortak fikri şu:Yağ yakmada anahtar rolü insülin oynuyor. Zaten bu nedenle de temel hedef insülini yükseltmeyen hormonal bir ortam yaratmak, bedendeki insülin seviyelerini minimumda tutmak, yani kan şeker ayarını daha az insülinle temin etmeye çalışıp insülini tahrik eden besinlerden uzaklaşarak daha çok aktiviteyle kasları insülin süpürgesi haline getirmek oluyor. Kısacası karbonhidratlarla ve tabii ki özellikle şekerle ruh ikizi gibi çalışan insülini karbonhidratlardan uzaklaştırmak, insülin-karbonhidrat samimiyetini sınırlamak temel hedef olmalı.Bilindiği gibi protein ve yağdan zengin beslenmediğiniz ve karbonhidrat seçimlerinizi düşük karbonhidrat oranlı, şekeri sınırlı, posası bol sebzelerden ve bakliyattan seçtiğinizde kanda insülin patlamaları yaşanmıyor.Buna karşılık seçimler şekerli içecekler, tatlılar, un ve nişasta zengini gıdalardan yana yapılırsa kanda insülin hızla yükseliyor, insülin şeker dengesi altüst oluyor ve doğal olarak da insülin direnci tuzağına düşmek kolaylaşıyor.Kısacası zaten proteinden zengin beslenme modasının bu kadar yaygınlaşmasının da nedeni basitçe budur. Peki bu risksiz, tehlikesiz bir yol mudur? Maalesef değil. Onun da kendine göre bazı sorunları var, hatta “karanlık bir yüzü”nün olduğu bile söylenebilir. Mesela mı? Lütfen aşağıdaki kutuyu dikkatle okuyun.

Neden size “Proteinde aşırıya kaçmayın” diyoruz?

Her şeyden önce düşük karbonhidratlı, yüksek proteinli diyetleri sürdürebilmek oldukça zordur. Diğer taraftan aşırı protein yükü bulantı vb. bazı sorunları da birlikte getirir. Proteinden zengin gıdaların çoğu bedeninizi bir asit havuzu haline de çevirebilir. Ve bu durumda da kemik erimesi dâhil pek çok sağlıksız süreç devreye giriverir.Dahası hayvansal yağ kazanımınız arttığı için kalp damar hastalığı riskiniz de artar.Bitmedi! Bedeniniz adeta bir iltihap/inflamasyon yangınının içine düşer. Daha da kötüsü var mı? Maalesef var! Çok yüksek oranda protein tüketiminin kanser riski taşıdığını da biliyoruz. Proteinden yüklü beslenmenin vitamin, mineral ve antioksidan kazanımını azalttığı, posa girişini sınırlayarak kabızlığa yol açtığı da unutulmamalı. Peki, ne yapmalı? 

Yazının Devamını Oku

Beyinde 8'lik deprem

23 Ekim 2017
SAĞLIK sorunları nedeniyle tedavisi süren Sayın Deniz Baykal’a geçmiş olsun.

İnşallah kısa bir sürede iyileşerek ailesi ve sevenlerine yeniden kavuşur. Deniz Bey çoğunuz gibi benim de takdirle izlediğim bir politikacıdır. Ayrıca “baba yadigârı” da sayılır. 9. Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’in yasaklı döneminde Zincirbozan’dan kader arkadaşıdır. Demirel onu sever, takdir eder, politik kariyerinden övgüyle söz ederdi. Hepimiz biliriz ki Deniz Bey sağlığına dikkat eden biridir. Düzenli yürür. Fırsat buldukça da –özellikle yaz aylarında- günün en az bir saatini denizde yüzerek geçirir. Zaten bu nedenle de “dinç” ve “zinde” görünümlü biridir. Peki, ne oldu da Deniz Bey’in beyninde neredeyse sekiz büyüklüğünde bir deprem gelişti? Ne oldu da şu anda mücadele ettiği sorunla yüz yüze geldi? problemin arka planında neler var? Merak ediyorsanız buyurun...

ŞAHDAMARINIZ PLAKLARLA DARALMIŞSA 

- BEYİN damarlarını tıkayan pıhtılar başta kalp olmak üzere bedenin farklı noktalarından gelebiliyor. Detayları yeterince biliyor olmasam da basına yansıyan bilgilere bakılırsa Deniz Bey’deki problemin şahdamarları yani beyni besleyen ana damarlar olan karotis arterlerinin içinde gelişen “plaklar” ve bu plaklardan kopan “pıhtı/emboliler” nedeniyle geliştiği anlaşılıyor. Peki nelerdir o şahdamarında gelişen plakların nedenleri? Nasıldır o gelişimin hikâyesi? Bu tür plakların gelişmemesi için bir şeyler yapılabilir mi?

O PLAKLAR NASIL OLUŞUYOR?

- HER damar yaşlandıkça az çok sertleşip kalınlaşıyor. Bu sürece “damar yaşlanması” deniyor. Yaşlanmanın ölçüsü herkeste aynı olmuyor. Bazılarının damarları diğerlerine göre daha hızlı kalınlaşıp sertleşiyor. Hatta yine bazılarında o damarların içinde kısaca “plak” adı verilen “damar tıkayıcı sert veya yumuşak pıhtılar” oluşuyor. Bu tatsız süreçlerin en çok görüldüğü durumları yandaki kutuda özetledim. Eğer bu sorunlardan biri veya birkaçı sizde de söz konusuysa çok dikkatli olmanız gerekiyor. Rakamlara göre altmış yaşa kadar yüzde 1 oranında görülen bu gibi plakların görülme sıklığı seksen yaş sonrasında yüzde 10’ların üzerine çıkıyor.

PLAK OLUŞUMUNUN SONUÇLARI NELER?

-

Yazının Devamını Oku

Sıfır glüten sağlıklı bir seçim olmayabilir

21 Ekim 2017
Glütensiz beslenme neredeyse vejetaryen beslenme kadar yaygınlaşan yeni bir eğilim. Peki sağlıklı bir seçim mi? İşte orası biraz karışık.

Karışık, zira Harvard Üniversitesi’nde yapılan yeni bir çalışmada sıfır glütenli beslenmenin kalbimizin sağlığını bozabileceğini gösteren bulgulara ulaşıldı. Araştırmanın sonuçları da ünlü tıp dergisi BMJ’de yayınlandı.
Elde edilen sonuçlara bakılırsa; tam tahıllı beslenmek daha akılcı ve de tam tahıllı beslenenlerin kalp hastalığından ölme riskleri daha düşük. Yeter ki o tam tahıllı besini (ekşi mayalı tam tahıllı ekmeği ya da kepekli bulgur pilavını) fazla abartmasınlar.
Netice şudur: Glüten alerjiniz yani çölyak hastalığınız varsa tabii ki “sıfır glüten”i hedefleyin, kesinlikle “glütensiz” beslenin. Glütene alerjiniz yok ama “Glüten hassasiyetiniz” varsa glüten tüketimine (tahıllar) sınır getirin.
Ama hiçbir sorununuz yoksa (abartmamak koşuluyla) tam tahıllı mayalı ekmeklere ve kepekli bulgura “hayır!” demeyin.
Önemli olan nokta şu:
Fazla glütenli besin tüketimi (tahıllar) daha fazla kalori kazanımı (ekmek, pasta, çörek) anlamına gelebiliyor. Bu da kilo sorunu başta olmak üzere sağlığımızı olumsuz etkileyebiliyor. Ama çölyak hastası değilseniz “sıfır glüten” gibi bir saçmalığa da paçanızı kaptırmamanız gerekiyor. Durumun özeti şimdilik budur!

OKUR SORUSU 

Yazının Devamını Oku