Ahmet Hakan yine “yerel bir tatlı” keşfetmiş. İlk keşfi Boşnakların ünlü tatlısı “triliçe”ydi. Yeni keşfi ise Balıkesir ve Orta Anadolu’nun ünlü “höşmerim” tatlısı olmuş.
Ahmet Hakan’a ve diğer höşmerim tutkunlarına tavsiyem şu: Sadece 50 gramı bile 150 kalori içeren, üstelik kalorilerinin çoğu da içindeki “şeker” ve “nişasta”dan gelen bu tatlıyı sakın abartmayın!
Yoksa insülin düzeylerinize “tavan” yaptırır, insülin patlamalarına bağlı “hipoglisemi” atakları ve “yağlanma” sorunundan kurtulamazsınız.
Prensip şudur: Tatlıların sadece tadına bakılır ve bırakılır... Bu kural ne triliçe, ne höşmerim, ne de baklava için değişir. Nokta!
Meyve ne zaman yenmeli?
Meyvelerin her biri birer sağlık mucizesidir. Kimi antioksidan gücü ile (elmadaki kuvarsetin, üzümdeki antosiyanin), kimi vitaminleri ile (portakaldaki C, muzdaki B6 vitamini), kimi de mineral yükü ile (incirdeki kalsiyum) bedene destek, güç, kuvvet verir.
Yeter ki aşırı tüketilmesinler. Yeter ki doğru zamanda yensinler.
Şeker hastalığının iki tipi var. Birinci tipi (tip1 diyabet) çocuklarda görülüyor. Bu diyabette pankreas nedeni halen bilinmeyen bir sebeple insülin üretemiyor, insülin üretimi sıfıra iniyor. Neticede de insülinle tedavisi zorunlu bir şeker hastalığı devreye giriyor.
Bu tipte herhangi bir genetik eğilim genelde söz konusu değil. Viral enfeksiyonlardan, bağışıklıkla ilgili sorunlardan kuşkulanılıyor.
Yetişkinlerde görülen diyabetteyse (tip2 diyabet) durum farklı. Bu diyabet insülin direnci ve kilo sorunuyla yakından bağlantılı. Burada insülinin yokluğundan çok çokluğu devreye giriyor. Hastalığın ortaya çıkma zamanı 40’lı yaşlardan sonrası. Yaş ilerledikçe görülme ihtimali daha da artıyor.
Tip2 diyabetin yaşla bağlantısında beslenme hatalarının, hareketsizliğin, kilo fazlalığının ve muhtemelen biraz da doğal yaşlanmanın payı var. Ama önemli bir bölümünde “genetik eğilim” de söz konusu.
Bu genetik eğilim meselesinin çoğumuz farkında değiliz.
Doktorlar “Ailenizde şeker hastası var mı?” diye sorduğunda “Hayır, ailemde genetik diyabet yok, yaşa bağlı diyabet var” yanıtı veriyoruz. Oysa yaşlılık tek başına diyabet nedeni olmuyor genelde. Öyle olsaydı zaten yaşı 70’i, 80’i geçen herkesin bu hastalığa yakalanması gerekirdi.
Özeti şu: Ailenizde ileri yaşlarda da ortaya çıkmış olsa, ağır değil hafif düzeyde de kalsa diyabetli birileri varsa, hele hele o “birileri” birinci dereceden akrabanız ise sizin de diyabet yönünden, en azından insülin direnci ve bununla ilişkili sorunlar (kilo fazlalığı, hipertansiyon, damar sertliği, karaciğer yağlanması, gut hastalığı) yaşama riskinizin olabileceği lütfen aklınızda olsun.
Kimi bedensel, kimi de ruhsal sorunları nedeniyle kendini yorgun hissediyor. Bir de “hiçbir sağlık sorunu” yokken, sırf kişisel yanlışları nedeniyle (beslenme ve uyku sorunları, aktivite azlığı) yorgun düşenlerimiz var. Bunların ana sorunu ise “enerji azlığı” oluyor. Peki sizdeki hangisi? Siz de bir “enerji azlığı” sorunu çekiyor olabilir misiniz? Merak ediyorsanız eğer buyurun, aşağıdaki testi birlikte yapalım...
YORGUNLUK TESTİ
1.Sabahları uyanmakta zorluk çekiyor musunuz?
2.Sabah kalktığınızda tam olarak açılabilmek için bir fincan kahveye ihtiyaç duyuyor musunuz?
3.Her zaman kendinizi yorgun hissediyor musunuz?
4.Kendinizi sıkıntılı, sinirli ve endişeli mi hissediyor musunuz?
5.Konsantre olmakta zorlanıyor musunuz?
6.Şeker, kafein (çay, kahve, kolalı içecekler) veya sigarayı çok kullanıyor musunuz?
İŞTE O SORULAR
1- Metabolizma nedir? Vücudumuzun dışarıdan aldığı tüm enerji kaynaklarını yaşamamız için gerekli maddelere dönüştürme çabasına metabolizma denir. Solunum, sindirim, dolaşım, yağ depolama, protein oluşturma gibi yaşamsal işlemlerin hepsi metabolizmanın içinde yer alır.
2- Metabolizma hızı nedir? Vücudumuzun enerji yakma hızıdır. Herhangi bir aktivite yaparken değil dinlenme sırasında yakılan enerji miktarına göre belirlenir. Bu değere “bazal metabolizma hızı” denir.
3- Vücudumuz neden kaloriyi öncelikle “hayatta kalabilmek” için harcar? Bazal metabolizma günlük enerji yükümüzün neredeyse yüzde 60-70’idir. Kalanı fiziksel aktivitelerimiz ve elbette yiyip içtiklerimizi kullanmak için bedenimizin harcadığı çabanın karşılığı olan kaloridir ki besinlerle aldığımız enerjinin yüzde 10’u demektir.
4- Cins, yaş, kalıtım, yaşam biçimi (beslenme alışkanlıkları, aktivite) de metabolizmaya tesir eder mi? Yaşlar ilerledikçe metabolizma yavaşlar. Her 10 yılda yüzde 3 oranında azalma olur.
5- İklim koşulları metabolizmayı etkiler mi? Soğuk havalarda vücudu ısıtmak, sıcak havalarda da serinletebilmek için ekstra enerji harcanır. Tropikal iklimlerde yaşayanların bazal metabolizması ortalamaların üzerindedir.
6- Metabolizmayı kontrol eden ana organ tiroit bezi mi? Boynun ön tarafında yer alan, kelebek biçimli bu ufak tefek salgı bezi hangi hızla kalori yaktığımızı, proteinleri hangi hızla yapıp yağları hangi hızla depoladığımızı kontrol eder. Diğer hormonların işlevlerini de dikkatle izler.
7- Kas dokusu fazla olanların metabolizma hızları da daha mı yüksektir
Fırsat bulduğum her yerde sağlığa ilişkin yeni şeyler öğrenmeye, öğrendiklerimi de elimden geldiğince size aktarmaya çalışan biri, üstelik de bir hekim olmama rağmen bu hatayı bazen ben de yapabiliyorum. Altmış yaş virajını döneli üç yıl oldu. İnsülin direnci dışında çok şükür ciddi bir sağlık problemim olmadı. Onu da pekâlâ yönetiyorum. Mühim bir genetik riskim filan da yok. Belki de bu nedenle biraz ihmalkâr davrandım. Son sağlık riski incelemelerimi yaptıralı neredeyse iki yıla yaklaşmış. Daha da fazla geç kalmadan siz bu satırları okurken ben de sağlık taramalarımı yaptırıyor olacağım. İsterseniz biraz daha detaya girelim, o taramalara kısaca bir göz atalım. Buyurun...
KISA BİLGİ
NASIL BİR PLAN YAPTIM?
- Sağlık analizlerimi planlarken basitçe iki bölüm oluştururum. Birinci bölümde BİYOKİMYASAL analizler, ikinci bölümde ise fiziksel incelemeler, yani GÖRÜNTÜLEME tetkikleri yer alır. Biyokimyasal analizlerle kanımdaki verilere bakıp metabolizmamda nelerin olup bittiğini anlamaya çalışırım. Karaciğer ve böbreklerimin, tiroit, böbreküstü ve hipofiz dahil içsalgı bezlerimin görevlerini doğru dürüst yapıp yapmadıklarını öğrenmeye gayret ederim. Kanımdaki şeker, insülin dengesini, kolesterol, trigliserid değerlerini, inflamasyon/iltihap testlerini ve diğer detayları değerlendirerek damar sağlığımı tehdit eden bir durum var mı anlamak isterim.
HATIRLATMA
AKCİĞERLERİM SAĞLAM MI?
-
Lafı uzatmadan yanıtımızı hemen verelim: Elimizde hâlâ etkili bir “anti stres ilaç”, “vitamin” ya da “yöntem” yok! Stresimi azaltayım diye B vitamini takviyesi almanın, ginseng haplarından fayda ummanın da alemi yok!
Ve iki kötü haber daha: Stressiz (stres free) bir hayatın imkânsız olduğu da kesin. Mesele yalnızca stresi kovalamak ya da ona paça kaptırmakla çözülecek gibi de görünmüyor.
Çünkü yeni hayat (metropolitan yaşam) bize şu veya bu şekilde mutlaka ama mutlaka sürekli stres yüklüyor. O streslerin nedenleri de çok farklı: Birazı aşırı yarışmacı bir dünyaya odaklanmak. Birazı aza değil çoka bakmak. Birazı da ana odaklanmak yerine düne veya yarına takılıp kalmakla ilgili.
Geçende de yazdım, DÜN pişmanlık, YARIN ise endişe yükleyen stres davetçisi takılmalardır.
Stres yükleyiciler sadece bunlarla da sınırlı değil. Kimimiz ekonomik sorunlarımız, kimimiz iş, eş, toplumsal kaygılarımız, kimimiz de sağlık sorunlarımız nedeniyle stres sarmalına girebiliyoruz.
Dahası her şeyi yolunda tuzu kuru biri olmasına rağmen “daha sağlıklı ve iyi olmak” hedefini abarttığı ya da “sahip olduklarının değerini bilmediği için” strese girenlerimiz bile var.
Kısacası herkesin stresi kendine özgü. Meselenin çözümü de yok. Yapılabilecekler ise açık ve net: Stresin etkilerini azaltmayı hedefleyeceğiz. Hepsi bu...
Fit, zinde ve formda biri olmak hepimizin ortak ve vazgeçilmez arzularından biri. Bunun ilk şartı da GİNSENG’li vitaminler filan değil. Başarının sırrı düzenli egzersiz alışkanlığı edinmek, özellikle tempolu yürüyüşlerden asla vazgeçmemekte.
Düzenli egzersiz alışkanlığı sadece dış görünüşümüzü iyileştirmemiz, zinde, ince, çevik biri gibi görünmemiz anlamına da gelmiyor. Egzersizin özellikle “aerobik” egzersizlerin (yani “kardiyo” çalışmalarının) bedene biyolojik, ruha duygusal pek çok fayda ve desteği var.
Üstelik bu faydaların çoğu bilimsel olarak da net ve açık olarak gösterilmiş: Egzersiz yapanlarda obezite riski düşüyor. Kalp krizi, felç geçirme ihtimali neredeyse sıfırlanıyor. Daha önceden kalp krizi geçirmiş olmanız ya da kalp damarlarınızı belirli ölçüde plaklarla doldurmuş olmanız halinde ise yine aerobik egzersizler sayesinde hastalığınızın gelişine dur demeniz de mümkün olabiliyor.
Düzenli aerobik egzersiz yapanlarda şekere, hipertansiyona, bağışıklık yetmezliğine, uyku sorunlarına, kemik erimesine, kanserlere de seyrek rastlanıyor. Kısacası kardiyo egzersizleri, yani aerobik çalışmalarla “fit biri” olmanız size sayısız sağlık avantajları da sağlıyor. “Peki, nedir fit olmanın ölçüsü?” diyorsanız buyurun...
Kırmızı ete alternatif demir kaynakları
k Yumurta sarısı
k Karaciğer, dalak ve diğer sakatat
Şu bilgi mühim ve kesin: Şekerin sağlığımıza çok ciddi zararları var. Bu zararlar sadece şekerin yapısıyla da ilişkili değil. Şekerin yüksek kalori içeriği de çok mühim bir sorun. Şekerden kazanılan kaloriler ise hoş değil, boş ya da çöp kaloriler.
Kısacası şekerin her türlüsü bizi hem yapısıyla zehirliyor hem de kalorisiyle şişmanlatıyor.
Dünya Sağlık Örgütü’nün rakamlarına bakılırsa günlük toplam kalori kazanımımızın en fazla yüzde 10’unun şekerden gelmesi gerekiyor.
Bana göre bu rakam bile yüksek. Ortalamanın yüzde 5’i geçmemesi daha doğru bir seçim.
Peki bizim sorunumuz ne? Sorunumuz şu: Diğer ülkelerden farklı olarak çok fazla çay tüketen bir toplumuz. Her çaya üç küp ya da üç kaşık şeker boca ediyoruz. Bu da günde ortalama 10 çay içen biri için 30 kaşık toz şekerin mideye inmesi demek.
Kısacası şeker tüketimi söz konusu olduğunda durumumuz oldukça kritik. Bu konuyu lütfen ciddi ciddi bir düşünün ve her hafta biraz daha azaltarak 3-4 hafta içinde çayınıza şeker ilave etme alışkanlığından kurtulmaya bakın.
“Peki ne kadar şekere izin var?” diyorsanız da buyurun...