Son yıllarda aynı dertten muzdarip olanların arasına okul çocukları bile girmeye başladı. Onlarınki farklı bir neden: Taşımak zorunda kaldıkları kocaman ve ağır çantaları.
Yetişkinlerdeki sebepler ise oldukça değişken: Bazıları uyku sorunları, tercih ettikleri kötü yastık ve yataklar, bazıları ofis ve ev çalışmalarında yaptıkları ortopedik duruş hataları, bazıları da stres faktörü nedeniyle sırt ağrılarından yakınıyor.
Ama anlaşılan o ki psikolojik faktörler, en yaygın sebep.
Özellikle gergin, çekingen, alıngan, hislerini çok kolay ifade edemeyen, mükemmeliyetçi, streslerini yönetmede zorlanan, kendiyle, işiyle, çevresiyle yarışan kişilerde sırt ağrılarının daha sık görüldüğü kesin.
Bu kişilerde ağrılar “psikosomatik” bir sorun şeklinde ortaya çıkıyor ve ne yazık ki bilinen basit, sıradan ağrı kesicilere, kas gevşeticilere filan da cevap vermiyor.
Çözüm kaslara spazm yaptıran o duygusal veya ruhsal ağırlığı sırt kasları ve kemiklerinin üzerinden kaldırmaktan geçiyor.
Mühim bir diğer neden de depresyon. Çoğu depresyonlu, sırt ağrılarından da yakınıyor. Hatta bazılarında giderek şiddetlenen ve çok sık tekrarlayan sırt ağrıları soruna işaret eden ilk şikâyet bile olabiliyor.
Rakamlardaki artış hızı can sıkıyor. Araştırma sonuçları kadınların erkeklerden 1.5, çocukların yetişkinlerden iki kat daha fazla obez olduğunu gösteriyor.
Kısacası konu çok mühim. Sorun çok önemli.
Peki o pek sık sözü edilen “Ulusal Obezite Programı”mız veya “Obezite ile Savaş Stratejimiz” nerede?
Anlaşılan bürokrasinin raflarında hareketsiz beklemekten o da aşırı şişmanladı. Yani “obez” oldu!
Peki sorun çözülmez, en azından kontrol altına alınmaz ise ne olur? Olacakların listesi özetle şu:
◊ Obezite=Daha çok Tip2 diyabet, yani şeker hastası demek
◊ Obezite=Daha fazla kalp-damar hastası demek
Peki başlıktaki sorunun yanıtı ne? Kocası ölen kadının ömrü beklenenden daha uzun mu oluyor? Bir başka deyişle erkekler kadınların “telomer törpüsü” olabilirler mi?
Bilmiyorum! Araştırdım. Net bir yanıt bulamadım ama şimdilik şu bilgiye ulaştım: Karısını kaybeden erkekler beklenenden daha kısa yaşıyor, kocasını kaybeden kadınların ömür süresinde ise herhangi bir kısalma söz konusu olmuyor.
HATIRLATMA
KADINLARIN ÖMÜR UZATAN 10 AVANTAJI
◊ Kadınlar, ileri yaşlarında bile (emekli de olsalar) ev işleri yapmaya ve neticede aktif kalmaya devam ediyorlar.◊ Kadınların toksik madde, sigara, alkol ve uyuşturucu kullanma oranları erkeklerden daha düşük.◊ Sosyal ilişkileri daha güçlü. Üstelik kadınlar ilişkilerinde erkeklerden daha içten, güvenilir, hoşgörülü, samimi, paylaşımcı ve verici.◊ İş kazalarına daha az maruz kalmaları ve daha az trafik kazası yapmaları da bir avantaj.◊ Kadınlar daha sık doktora gidiyorlar. Erkekler hastalıklarını ya gizliyor ya da reddediyorlar. Kadınlar sağlık sorunlarını sadece doktorlarla değil birbirleriyle de paylaşıyorlar. Bu da onlara daha iyi bir doktora ya da hastaneye ulaşma fırsatı veriyor.◊ Kadınlar stresle baş etme konusunda erkeklerden daha becerikliler. ◊ Kadınlarda bağışıklık sistemi erkeklerden daha güçlü. Kronik inflamasyon olarak bilinen “paslanma ve iltihaplanma” süreçleri erkeklerden daha hafif ve yavaş ilerliyor. Östrojen hormonunun iltihaplanmayı kolaylaştıran bazı süreçleri baskıladığını düşündüren kanıtlar var. Bizi enfeksiyonlardan koruyan T lenfositleri de kadınlarda daha güçlü, daha fazla, dirençli ve çalışkan.◊ Kadınların “periyodik hormonal değişimleri”nin ve doğurganlıklarının da bir avantaj olabileceği düşünülüyor.◊ Erkeklerde telomer kısalması ve bozulmasının daha hızlı olduğunu düşündüren bazı kanıtlar elde edildi. Bu da erkeklerin daha hızlı yaşlanmasına sebep olabilir. ◊ Kadınlarda iki adet X kromozomunun olması, genetik hataların örtbas edilmesi fırsatı yaratıyor olabilir diye düşünenler de var.
OT SEVERLER DAHA MI ŞANSLI?
Gam “tasa, kaygı, üzüntü”, kasvet ise “bezginlik, ruha çöken sıkıntı” anlamına geliyor ve de gamsız insanların daha uzun ömürlü oldukları biliniyor.
Kısacası gam ve kasvetin ömür törpüsü duygular olduğu kesin. İkisinde de stres ve depresyona yatkınlık var.
Tersi de doğru:
Gamsız biriyseniz içiniz daha rahattır. Kolay kolay gerilmez, sinirlenip öfkelenmez, öfke ataklarına yüz vermezsiniz.
Gamsız biri, dertsiz tasasızdır. Ufak tefek şeylere takılıp kalmaz. Olur olmaz şeylere canını sıkmaz. Her şeyi kafasına takmaz. Gelecek kaygısı taşımaz. Geçmişe takılıp kalmaz.
Anı yaşamaya, “o anda ve o yerde” olmaya bakar. Surat asmaz, küsmez, darılmaz. Güler, gülümser. Etrafına neşe saçar.
Gamsızlar aşırı yük de almaz. Azla yetinmeyi, “bu da geçer yahu!” demeyi iyi bilir.
HAYAT ASLINDA İKİLİ BİR ZAR OYUNU MU?
O iki zardan ilki genetik zar. Siz doğarken elinize tutuşturulan genetik miras. O zarın iyi ya da kötü olması önemli. Önemli ama etkisi sınırlı. % 10’la başlıyor ve hiçbir hesaplamada % 30’ları geçmiyor, geçemiyor. İkinci zar ise hayat tarzı seçimleriniz. O zarı siz atıyor, zardaki sayıyı siz belirliyorsunuz. Sigara, alkol kullanmak, tembel hareketsiz bir hayat sürmek, uykusu bozuk ve kalitesiz olmak, stres denizinde boğulup nefessiz kalmak, ne varsa şuursuzca tıkınmak... Bunların her biri birer günah. Her biri o zardan bir puan götürüyor. Tersi de geçerli. Bu durumda zarınızda “yek” –yani bir- değil de “şeş” –yani altı- yazıyor. Kısacası genetik mirasınız kötü, ilk zarınız berbat da olsa ikinci zarınız yani kararı sizin verdiğiniz, yaşam tarzınız ile belirlediğiniz zardaki rakam yüksekse “iyi hayat” şansınız da daha yüksek oluyor.
BAKIN TEK YUMURTA İKİZLERİ NE DİYOR?
Bu ikili zar meselesini bilimsel olarak araştırmanın bir yolu yok mu? Var! Bu zarlardan hangisinin daha etkili, hangisinin sonuç belirleyici olduğunu anlamanın yolu, birbirinin tıpatıp aynısı genlere sahip olan (ilk zar) ama farklı hayat tarzlarını seçip sürdüren (ikinci zar) tek yumurta ikizi iki ikiz kardeşi tetkik etmekten biyolojik yaşlarını belirlemekten geçiyor. Bilim insanları da böyle yapmış. Peki hangi sonuçlara ulaşmışlar?
MAÇIN SONUCUNU 2. ZAR BELİRLİYOR
Genetik yapıları birbirinin tıpatıp aynı da olsa yaşam tarzları farklı olanlar, farklı hızda ve şekilde yaşlanıyor. Kötü yaşam alışkanlıkları olanlar daha çok ve erken hastalanıp daha erken ve kötü yaşlanıyor. Nedeni kötü yaşam tarzının genlerde oluşturduğu hasarlar. Hücre, doku ve organlarda gelişen tahribatlar. Yaşam tarzı seçimleri deyince aklınıza sadece kötü veya iyi besinler, az ya da çok egzersiz, sigara, alkol kullanımı gelmesin. Kötü duygusal yükler, ruh-beden kopuşları, depresyon dalgaları, stres tünellerine girişler de ruhsal yaşlanmayı hızlandıran yani kötü yaşlandıran yanlışlar. Kısacası maçın sonucunu genler değil, seçimler belirliyor.
İLK 10
YAŞAM TARZI SEÇİMLERİNDE...
Probiyotik zengini içeceklere ilgi bu yıl çok fazla. Bu grupta turşu suları, kefir de var ama en çok tercih edilenler şalgam ve boza.
Şalgamın kalorisi bozadan daha az, antioksidan gücü ise daha fazla. Buna karşılık bozanın probiyotik gücü şalgamdan daha fazla.
Tercihinizi buna göre yapmalı, “daha çok probiyotik” diyorsanız bozaya, “bana probiyotikle birlikte antioksidan da lazım” diyorsanız şalgama öncelik vermelisiniz.
Bir küçük not daha:
Şalgamda bozadan daha az kalori olduğunu da bir kenara özenle not edin.
Kabak çekirdeği mi ay çekirdeği mi?
Boza mı, şalgam mı sorusunun hemen ardından “Kabak çekirdeği mi, ay çekirdeği mi?” sorusunu görünce emin olun pek sevindim. Çünkü bu gibi sorular beslenme konusunda oldukça önemli mesafeler aldığımızın kanıtı.
İşim gereği ofisimde çok sayıda “kilo sorunlu” insanla sohbet etme fırsatı bulurum. Neticede de çok farklı kilo hikâyesi dinlemişliğim var. İşte onlardan biriyle; fazla kilolu ve de orta yaşlı bir hanımefendiyle konuşurken dinlediğim bazı cümleler çok dikkatimi çekti. Hanımefendi ısrarla “Hocam yıllardır 1 gram bile şeker tüketmiyorum. Çayıma, kahveme şeker eklemem. İki yıldır çikolata sevgime bile ihanet ediyor, bir tablet bitter dışında çikolata da yemiyorum. Bala, pekmeze veda edeli ise yıllar geçti” demişti. Peki haklı mıydı? Hayır! Bakın o hanımefendiye neler anlattım...
Sorun besinlerdeki ‘gizli şeker’lerde
Zannediyoruz ki sadece çay-kahveye koyduğumuz, yediğimiz tatlılarla kazandığımız, içtiğimiz meyveli, kolalı, gazlı meşrubatlardaki şekeri ve de balı, reçeli, pekmezi kesince şeker sorunu çözülecek.
Bilmiyoruz ki yediğimiz, içtiğimiz ve “masum”, hatta “sağlıklı” zannettiğimiz gıdaların da çoğu aslında şeker kaynıyor.
Ketçabın, kahvaltı gevreğinin, çikolatalı fındıklı ezmenin, “fit” olalım diye tercih ettiğimiz kahvaltılık ürünlerin, aromalı ya da meyveli yoğurtların, bazı salçalar ve konserve gıdaların, kısacası “içinde gram şeker yok!” diye rahatlıkla bahse bile girebileceğimiz pek çok hazır besinde de aslında gizlenmiş şeker var!
Evimizde ellerimizle hazırlayıp şifa niyetine içtiğimiz meyve suları da gırtlağına kadar şeker (früktoz) yüklü! Tam emin değilim ama bir araştırmada “farkında olmadan kazanılan” şeker miktarının günde 40 gram civarında olabileceği hesaplanmış. Yuvarlayıp da “50 gram” yapsak, ayda 1.5, yılda 18 kilo şeker bedenimize sadece bu şekilde giriyor.
Gerisini (yani doğrudan kazanımla bedene yüklenen miktarı) siz tahmin edin! Şimdi anladınız mı “obezite savaşının” zorluğunu ve bu savaşı niçin öyle kolayca kazanamayacağımızı?
Etiketleri dikkatle okuyun
Sağlıklı ve uzun ömürlü yaşlıların sayıca daha fazla olduğu bazı “uzun ömür ve sağlıklı yaşam beldeleri” var. Japonya’da Okinawa Adası, İtalya’da Sardunya Adası, Pakistan’da Hunza Vadisi bunların iyi bilinen örnekleri.
Bunlara bir yenisi daha eklendi: Pioppi.
Pioppi küçük, sakin, keyifli, genetiği ile oynanmamış tarihi bir İtalyan kasabası. Yeşil ile mavinin dans ettiği harika tertemiz bir yerleşim birimi. Yerellik, yerel ve geleneksel yaşama saygı ve bu hayata uygun yeme içme alışkanlıkları ile Akdeniz usulü dostluk, arkadaşlık, komşuluk ilişkilerinin yoğun olduğu son derece keyifli, huzurlu bir Akdeniz beldesi.
Bu hoş beldede yaşayan şanslıların yaşam süreleri ise dikkat çekecek kadar uzun.
Üstelik yaşlı Pioppililerde yaşlanmaya bağlı sağlık sorunları da (bunama, felç, kalp krizi, romatizma) pek görülmüyor.
Peki hemen her Pioppili uzun ve sağlıklı yaşam şansı buluyor?
Pioppi’de neler oluyor diye küçük bir araştırma yapınca mesele kolayca anlaşılıyor.