Kurtuluşunuz yok, sizi ikna edinceye kadar “egzersiz-sağlık ilişkisi” üzerinde ısrarla durmaya devam edeceğim.
Çünkü -daha önce de defalarca yazdım- özellikle 50 yaş sonrası dönemde hayatı iyileştiren, sağlığı koruyup geliştiren vazgeçilmez ilaçların başında egzersiz var.
Düzenli olarak yürüyen biriyseniz size sadece bu bile yeterli olabiliyor.
Ama süreci biraz daha faydalı kılmak arzusundaysanız haftada 4-5 gün tempolu yürümek, bisiklete binmek, yüzmek veya benzeri bir aerobik aktiviteyi programınıza almanız gerekiyor.
Unutmayalım:
Yaş 40-50’yi geçince karnenizdeki “yaptıklarınız” notu “yiyip içtikleriniz” notundan daha önemli hale geliyor.
Ondan sonrasında yaşayacak kadar yemek ve form kazanacak kadar aktif bir hayat sürmek en akılcı seçimler olarak gösteriliyor.
Vegansanız B12 takviyesi almalısınız
1- TANSİYON İLAÇLARININ ETKİSİ ZAMANLA AZALIR MI?
Kullandığınız ilaç ya da ilaçlarla her şey yolunda giderken günün birinde kan basıncınız sürekli olarak yeniden yükselme eğilimine girerse lütfen hemen size yıllardır sadakatle hizmet eden ilaçlarınızı suçlamayınız. Biliniz ki başka bir neden, yeni ve farklı bir sorun var: Kilo mu aldınız? Tuzu mu abarttınız? Uykunuz mu bozuldu? Depresyonda olabilir misiniz? Ek bir sağlık sorunu, mesela bir böbrek problemi devreye girmiş olabilir mi? Tabii ki yanıtları ve çözümü yine doktorunuza bırakmalısınız.
2- TANSİYON HAPLARI İKTİDARSIZLIK YAPAR MI?
Erkekleri tansiyonu dengeleyen ilaçlardan uzak tutan en mühim sorulardan biridir bu. Yanıtım şu: Antihipertansif ilaçların bazılarında maalesef kısmi ya da tam, geçici ya da sürekli bir iktidarsızlık sorunu oluşabiliyor. İyi haberse şu: Sorun kesinlikle geri dönüşlü! Siz ilacı kestiğinizde problem kendiliğinden çözülüyor, iktidar (!) yeniden geri dönüyor.
3- EN GÜVENLİ TANSİYON ÖLÇÜMÜ NASIL YAPILIR?
Evde kullanılan tansiyon ölçer cihazların çoğu genelde güvenli. Yeter ki siz ölçümü uygun şartlarda yapın ve alet üreticisinin “kullanım talimatı”na riayet edin. Uygun ölçüm şartlarının ilk 10’u şunlar...
- Sabah uyandıktan hemen sonra yapılan ölçümler genelde biraz yüksek çıkabilir. Bir- iki saat sonraki ölçümler daha güvenlidir.
- İdrar kesesi dolu ve idrar boşaltma sıkıntısı içindeyken yapılan ölçümler yüksek çıkabilir.
Demir eksikliği
yaygın bir problem. Sadece yetişkinleri değil, çocukları da ilgilendiren mühim
bir sorun.
Demir noksanlığının sebep olduğu sağlık sorunları ise oldukça fazla.
Özellikle çocuklar yeterli miktarda demir kazanamadıklarında pek çok sistem olumsuz yönde etkileniyor.
Önce bir “demir eksikliği anemisi” ortaya çıkıyor, bu da bedensel gelişmeyi yavaşlatıyor.
Sorun sadece
Yanıtım “havet”! Yani hem hayır, hem evet.
Hayır, çünkü probiyotik kazanımının en uygun yolu onları doğal besinlerle bağırsaklara yerleştirmek, mayalı gıdalara, turşulara, ev yapımı yoğurtlara, kaliteli peynirlere, şalgama, bozaya biraz daha ağırlık vermek.
Evet, çünkü bu her zaman mümkün olabilen bir şey değil, böyle durumlarda da probiyotik takviyesi almaktan başka bir seçenek kalmıyor.
Ayrıca şunu da bilelim: Probiyotikleri sadece hastalık önleyici olarak düşünmememiz lazım. Bazı probiyotikler, bazı sağlık sorunlarında adeta ilaçlar kadar etkili olabiliyor.
Mühim bir ayrıntı da şu: Her probiyotik herkese uymuyor. Her probiyotik aynı sorunları çözmüyor. Bir sorun için işe yarayan herhangi bir probiyotik bir başka sorunda hiçbir fayda sağlayamayabiliyor.
Kısacası probiyotik desteği almak da biraz bilgilenmeyi gerektiriyor.
İsterseniz sözü daha fazla uzatmayalım ve şimdilik aşağıdaki sekiz maddelik probiyotik kullanma rehberini devreye sokalım.
Kısa bir probiyotik kullanma rehberi
Beslenmenin sağlığımızın en önemli belirleyicisi olduğu kesin. Bu özellikle “hayat maçı”nın ilk 50 yılında yani ilk yarısında böyle. İkinci yarıda ise aktivite ve aktif yaşam bir tık öne geçiyor.
Ama yine de yaşımız ne olursa olsun doğru beslenmenin bizi hastalıklardan koruyabileceği tartışılmaz.
Ayrıca şu da kesin: Bazı besinler bizi hasta da edebiliyor. Zaten bu nedenle sağlığını düşünen herkesin hangi gıdaları daha sık, hangilerini daha seyrek yiyip içeceğini öğrenmesi gerekiyor.
Öğrenilmesi gereken bir başka ayrıntı daha var:
Doğru beslenmenin sihirli ve herkese uygun bir formülü yok. Birine iyi gelen bir besin diğerinde alerji, birine şifa veren bir yiyecek veya içecek diğerinde hastalık nedeni olabiliyor.
Özeti şu:
Çocuk-genç, orta yaşlı veya yaşlı olmanız fark etmiyor, beslenme meselesi bugün de sağlığımızın “1 numaralı” karar vericisi olmaya devam ediyor.
Tansiyon ölçümleri hep gündüz saatlerinde yapılır, nedense özellikle de sabah ölçümleri tercih edilir.
Ne var ki sabahın erken saatlerinde ölçülen kan basıncı değerleri genelde olması gerekenden biraz fazla; neticede azıcık yanıltıcıdır. Kanaatimce gündüz ölçümlerini sabah 10’dan sonra yapmak en doğru olanıdır.
Bir de “gece hipertansiyonu” meselesi var, o da mühim bir ayrıntı. Geceleri yüksek seyreden kan basıncı probleminden çoğumuz bihaberiz. Oysa yüksek kan basıncının gece yaptığı hasarlar muhtemelen gündüz yaptıklarından daha önemli.
Hipertansiyonluların önemli bir bölümünde geceleri de kan basıncı çok yüksek. Bu durumda olanların ölüm riskleri, sadece gündüz hipertansiyonu olanlardan daha fazla. Normalde gece uykusundaki kan basıncı ortalamasının gündüz değerlerinden yaklaşık yüzde 20 daha düşük olması lazım.
Kısacası “geceleri kan basıncım ne durumda?” sorusuna hipertansiyonu olan herkesin, özellikle sabahları baş ağrısıyla uyananların yanıt aramasında fayda var. Çare mi? Şüphe durumunda 24 saatlik takip yapan cihazlardan istifade etmek!
SERBEST RADİKALLER NE YAPIYOR?
Eşleşmek için elektron arayan bu kararsız ve saldırgan moleküller, hücre zarındaki hücre içi yapıları veya hücre çekirdeğindeki elektronları avlayarak hücreyi yıpratan, yaşlandıran ve okside eden (paslandırıcı) süreçleri tetikliyor.
İşte o tavsiyeler
· Öğrenmeye ve eğlenmeye devam edeceğiz. İkisi de beynin yaşlanmasını geciktiren en önemli destekler.
· Hayattan zevk almaktan vazgeçmeyeceğiz. Keyif alacağımız her detayın tadını doya doya çıkaracağız.
· Neşeli ve keyifli insanlarla birlikte olmaya bakacağız. Mutsuz, endişeli, sürekli farklı sorunlar çıkaran, negatif yaklaşımları yoğun, kötümser kişilerden uzak duracağız.
· Boş vermeyi, hoş görmeyi, dalga geçmeyi bileceğiz. Ciddiye almamayı daha çok ve sık deneyeceğiz.
· Vicdanlı biri olacağız. Ama bunu yaparken de vicdan azabı meselesini aşırı ciddiye alıp azap çukuruna düşmeyeceğiz.
· Hayatımızı doğrudan etkilemeyen hiçbir şeyi çok da ciddiye almayacağız. Başkaları ne diyor diye düşünmeyecek, lüzumsuz konulara takılıp kalmayacağız.
Yanma, ekşime, kaynama, kazınma, göğsün tam ortasında tarifi zor bir ağrı, hatta kalp ağrılarını taklit edebilen bir spazm hali, ağızda metalik bir tat, ses kısıklığı ve/veya öksürük gibi sorunlarla kendini gösteren bir sorun bu. Kanaatimce reflü özofajitindeki hızlı artışta öncelikle iki faktör çok etkili: STRES ve OBEZİTE. Ve küçük bir not: Reflü patlamasını izleyen diğer “yıldızı yükselen sağlık sorunları”nın başında vertigo, uykusuzluk yakınmaları ile Haşimoto ve obezite hastalıkları izliyor. Devamı için buyurun...
FAZLA KİLO VE STRES NEDEN REFLÜ YAPIYOR?
Stres kortizol düzeyini arttırarak mide ile yemek borusu arasındaki kapağın yapısını bozuyor. Kapak bozulunca da asit mide muhtevası yemek borusuna geri kaçıyor. Obezite ise karın içi basıncını arttırarak mide sıvısını yemek borusuna doğru adeta itiyor. Küçük bir ayrıntı daha var: Obezlerde reflü sıklığının bir nedeni de karbonhidrat emilimindeki bozukluk. Zaten bu nedenle de obez reflülülerde beslenmede karbonhidrat tüketimi sınırlanınca (ekmek, makarna, pilav) reflü şikâyetleri de ciddi biçimde hafifliyor. Neti şu: Reflü sorununuz varsa karbonhidrat sınırlamasına gitmeniz ve fazla kilolarınızı hızla vermeniz şart.
HAŞİMOTO HASTALIĞI NEDEN VE NASIL PATLADI?
Yaşı otuzu geçen her 4-5 kadından birinde Haşimoto hastalığı var. 30-40 yıl önce tıbbiyede öğrenci iken rahmetli hocamız Prof. Dr. Selahaddin Koloğlu bizi eğitmek için adeta koğuş koğuş gezerek Haşimoto hastası arardı. Peki, şimdi ne oldu da adeta bir Haşimoto Patlaması devreye girdi? Ne oldu da özellikle kadınlarımız için “Bende de Haşimoto çıktı!” demek sıradan bir sağlıksızlık haberi oldu? Farklı sebepler olsa da bence ön planda stres, selenyum eksikliği sorunu ve bu sorunun yol açtığı glutation azlığı problemi ile kimyasal toksinlere aşırı maruziyetle oluşan bağışıklık hasarı var. Tabii ki genetik yatkınlık da mühim bir faktör. Ben de Haşimoto’yu tetikleyen kimyasal toksinlerin başında ağır metallerin, özellikle de cıva ve kurşunun olabileceği düşüncesindeyim.
BEL/BOY ORANINIZ NE DURUMDA?