ADAÇAYI VE EKİNEZYA ÇAYI
Antiseptik etkisi var
Akdenizli olan adaçayı pek çok iltihaplı hastalığın tedavisinde kullanılmaktadır. Çalışmalarda yutak ağrısının giderilmesine yardımcı olduğu birçok kez gösterilmiş. Adaçayı ve ekinezya ikilisinden hazırlanan karışımının boğaz ağrısını geçirmede kullanılan lokal antiseptik ilaçlardan daha etkili olduğu da kanıtlanmış. Bu çayları ayrı ayrı da deneyebilirsiniz. İkisinin de ciddi bir yan etkisi yoktur.
PAPATYA ÇAYI
Rahat bir uyku vaat ediyor
Papatya çayının Orta Çağ’dan beri tıbbi amaçla kullanıldığı bilinmektedir. Huzurlu bir uyku veren papatya çayının çalışmalarda enfeksiyonla savaştığı ve ağrıyı azalttığı bulunmuştur. Hoş, hafif bir aroması ve tadı vardır. Kafein içermez. Boğaz ağrısı nedeniyle uyumakta zorlanıyorsanız yatmadan önce içebilirsiniz.
NANE ÇAYI
Ferahlık veriyor
Gülse Birsel ve Cem Yılmaz da sorumlu!
Ha, bir de sinema meselesi var. Bence burada Gülse Birsel ve Cem Yılmaz’ın katkıları çok mühim.
Filmleri ile insanları sinema salonlarına doldurarak onlar da bulaşmayı yaygınlaştırdılar.
Ve maalesef şimdi de “Deliha 2” sırada. Yani “grip sabotajcıları” listesine Gupse Özay da katılıyor.
Şaka bir yana, biz kendi işimize bakalım, nezleye, gribe “evde üretilebilecek çözümler” neler, gelin onlara kafa patlatalım. Buyurun...
ÇÖZÜM 1
Tuzlu su gargarası
Tuzlu su ile gargara, boğaz iltihabından kurtulmanın muhtemelen en etkili ve de en ucuz çaresidir. Tuz çözeltisi hem ağız ve boğazdaki şişliğin giderilmesine hem de istenmeyen mikropları ortadan kaldırmaya yardım eder. İşlem gayet basit: Bir bardak ılık suyun içerisinde 1 dolu çay kaşığı tuzu çözündürün. Bu çözeltinin bir ağız dolusu miktarı ile 30 saniye süreyle gargara yapın ve uygulamayı 1-2 saatte bir tekrarlayın.
Aspirinden uzak durun
Ateş, kırıklık, kas-eklem ağrısı gibi sorunlar nezlenin de gribin de ayrılmaz parçaları. Bu sorunlarla karşılaşan herkesin de aklına nedense önce bir aspirin yutmak geliyor. Oysa N-Asetil Sisteinin bu gibi durumlarda nadir de olsa görülebilen “reye sendromu”na yol açma ihtimali var. Bu sendrom ağır karaciğer hasarıyla karakterli. Bu nedenle özellikle çocuk ve gençlerde nezle grip durumunda aspirin kullanımı tavsiye edilmiyor.
C vitamini takviyesi işe yarar
Nezle grip desteği denince aklımıza nedense ve anında C vitamini takviyeleri geliyor. Günde 1-2 gram kadar C vitamini takviyesinin iyileşmeyi hızlandırabileceği inancı bende de var. Takdir edersiniz ki bu miktarı C vitamini zengini meyveler (portakal, mandalina, greyfurt, limon) ile karşılamanız da öyle pek kolay bir iş değil.
Böyle olunca da devreye doğal olarak takviye C vitamini hapları giriyor.
İmkânı olanların bu haplardan faydalanmaları da mümkün. 4-5 gün süreyle, günde 1-2 gram C vitamini desteği işe yarayabiliyor.
Nezle, grip uykusuzluk yapar mı
Son yıllarda ciddi bir grip veya nezle problemi yaşamadım ama bu iki problemle karşılaştığım dönemlerde uyku kalitemin ciddi ölçüde bozulduğunu hatırlıyorum.
Çoğumuz tempolu yürümeyi doğru dürüst bilmiyoruz. Ayıp da değil. Ben de bilmiyormuşum. Öğrendim, uyguladım, çok da iyi neticeler aldım. Bilmediğimi ise bir egzersiz uzmanı ile sohbetimde fark ettim. O uzmanın söylediklerini uygulayınca anladım ki bilinçli bir “tempolu yürüyüş” o bildik yürüyüşlerden farklı bir şey. Kurallarına yeterince uyulduğunda “basit yürüyüş”e göre sadece “kilo yönetimi” için değil, genel sağlık için de daha etkili ve faydalı. Netice şu: “Yürümek” doğal, sıradan, bildik aktivite olsa da konu “tempolu yürümek” olunca birazcık detaya girmek, azıcık bilgi edinmek lazım. Böyle yapılırsa eğer daha iyi sonuçlar çantada keklik haline geliveriyor. Peki ne mi yapacağız? Buyurun...
Hem poğaça hem 15 bin adım olmaz
Ahmet Hakan geçtiğimiz günlerde köşesinde “pastanelerde yapılan anne poğaçaları”na fazlaca takıldığını ve bu arada da “günde 15 bin adımı geçmek” hedefine odaklandığını yazdı.
O notları görünce ben de bu uyarıyı yapmam gerektiğine karar verdim. Nedeni şu: Poğaçanın lezzetli bir atıştırmalık olduğu kesin. Ne var ki o da pek çok lezzetli atıştırmalık gibi sadece damak çatlatan değil, aynı zamanda damar patlatan bir gıda.
Çünkü “beyaz un ve margarin” karışımı, sağlığa zararlı “trans yağ yüklü” atıştırmalıkların bilinen en mühim örneklerinden biri. Bu nedenle de poğaçanın günahlarını değil günde 15 bin adım, günde 25 bin adım da atsanız ödeyemezsiniz.
Özeti şudur: Yaşınız 40’ı geçtikten sonra poğaçayla aranıza mesafe koyun ama günde 15 bin adımı geçme hedefinden asla vazgeçmeyin.
Nasıl yürümeliyiz?
Ara verinBende konsantrasyon problemi yok diyen birinin bile konsantrasyonda üst sınırı 90 dakikayı asla geçmiyor. Yani konsantrasyon şampiyonlarının bile her 90 dakikada bir en az 15 dakikalık molalar vermeleri gerekiyor. Daha kolayı ve etkilisi ise şu: İşi uzatmadan konsantrasyon gücünü devam ettirmek için o sürece ani aralar vermek gerekiyor. Böyle yapıldığında birkaç milisaniyelik “bırakmalar” bile yeterli olabiliyor. Mesela okuduğunuz veya yaptığınız şeye ara verip pencereden dışarıya birkaç saniye bakın. Bu bile yeterli.
Eğlenceli hale getirinKonsantrasyonu güçlendirmenin bir yolu da aşırı ciddiyetten uzaklaşıp yapılan işe, yürütülen sürece birazcık eğlence katmak. Zaten bu nedenle de işyerlerinde daha keyifli, neşeli, eğlendirici, hatta şakacı ortamları teşvik eden kurumlar var. Mesela Google bunlardan biri ve işyerinde eğlence kültürü yaratma konusunda son derece usta bir yapılanma.
Karmaşa yaratınDaha çok konsantre olmanın bir yolu da daha çok karmaşa yaratmak. “Olur, mu hocam” demeyin, olur! Aslında siz de haklısınız, iyi bir konsantrasyon için dikkati dağıtacak ögeleri sınırlamak doğru bir yaklaşım. Ne var ki bunun da bir sınırı olmalı. Uzmanlar dağınık ve karmaşık ortamlarda çalışmanın, sessiz, düzenli ve tertipli mekanlarda çalışmadan daha fazla konsantrasyon gücü sağladığını göstermiş. Şaşırtıcı ama denemeye değer.
Çıkıp biraz dolaşınKonsantrasyon sorununu çözümlerken “bırakıp ara vermeler” de yeterli olmayabilir. Çıkıp biraz dolaşmak, bu mümkün olmasa bile sandalyenizden kalkıp odanızda küçük bazı fiziksel egzersizler yapmak işte bu durumlarda müthiş işe yarayabiliyor. Kısa süreli de olsa fiziksel egzersizlerin odaklanmayı güçlendirdiği ise kesin.
Bırakın dağınık kalsınKonsantre olduğunuz daha doğrusu olmaya çalıştığınız şeyi bırakıp zihninizi başka şeylere yönlendirmeniz yani bir tür zihinsel dağınıklık hali yaratmanız da önemli bir yardımcı. Konsantrasyon sorununuz olduğunda ısrarcı olmayıp uğraştığınız işi bırakın ve ilgisiz konuları düşünün. Başka sorunları aklınıza getirip onları çözmeye çalışın. Daha sonra da yeniden işinize dönün.
Özellikle kemik bütünlüğü ve osteoporozu yani “kırılgan kemik sorunu” söz konusu olduğunda “bol süt içerek kemikleri koruma”nın ne ölçüde doğru olduğunu oturup ciddi bir şekilde tartışmak lazım.
Çünkü araştırmalar da, bizim gözlemlerimiz de net ve açık olarak gösteriyor ki kırılgan kemik hastalığı yani osteoporoz sorununu önlemek için sadece daha fazla süt içmeniz yeterli olmuyor.
Diğer taraftan süt veya süt ürünlerini azaltıp bitkisel gıdalara ağırlık vererek de vücudun kalsiyum ihtiyacının karşılanabileceği anlaşılıyor.
Çünkü karnabahar, lahana ve kalın yapraklı sebzeler, fasulye, mercimek, bezelye gibi bakliyat grubu besinler, badem gibi yiyeceklerle de yeteri kadar kalsiyum kazanmanız mümkün.
D vitamini mi kalsiyum mu?
Bir başka bilgi de şu: Osteoporoza yakalanma riski, doğrudan ne kadar kalsiyum kazandığınıza bağlı değil. O riski etkileyen başka mühim faktörler de var. Mesela D vitamini bunlardan biri. Hatta bazı uzmanlara göre osteoporoza bağlı kemik kırılmalarını azaltmanın yolu ilave kalsiyum almaktan değil, D vitamini eksikliği sorununu çözmekten geçiyor. Bilindiği gibi D vitamini, kalsiyumun incebağırsaktan vücuda kazanımını artırıyor. Bir başka detay daha: Kemik kırılganlığını azaltmanın en etkin yollarından birinin de egzersiz olduğu kesin ve net olarak gösterildi. Yani osteoporoz sorununun çözümünde de ne yiyip içtiğiniz kadar ne yaptığınız da önemli bir ayrıntı.Kısacası sütün ve süt ürünlerinin bol miktarda kalsiyum içerdikleri kesin ama kemikleri sütsüz de korumak mümkün.Daha sonra şu soruyu da gündeme getireceğim: Yerine koymamız gereken kalsiyum mu yoksa magnezyum mu? Bekleyin...
Az ve öz yiyenlerin, özellikle ellili yaşlardan sonra gıda tüketimini azaltanların sadece ömürleri uzamıyor, onlar aynı zamanda ileri yaşlarda beklenenden daha sağlıklı bir ömür sürebilme şansını da yakalıyor. “Kalori sınırlaması” olarak tanımlanan bu basit beslenme yaklaşımı pek çok merkezde birçok kez denendi, incelendi, hep aynı olumlu sonuçları verdi. Bir Japon bilim adamı da (Prof. Dr. Yoshinori Ohsumi) böyle bir çalışma ile Nobel Tıp Ödülü’ne layık görüldü. Tavsiye edilen şey şu: Yaşınız ilerledikçe porsiyonlarınızı küçültün. Yüksek kalorili besinlerden uzaklaşın. Şekeri ve unu olabildiğince azaltın. Hayvansal besinler yerine bitkisel besinleri (sebze, meyve, bakliyat ve tam tahıl) tercih edin. Daha uzun, yavaş ve iyi çiğneyin. Daha yavaş yiyin. Öğün aralarınızı açın, çok sık yemeyin. Mümkünse de günde iki öğünle yetinin. Peki bu yaklaşımın bir sağlık sakıncası olabilir mi? Özel bazı sağlık sorunları dışında ciddi bir sakıncası yok. Bilinen en mühim uzun vadeli sorun kemiklerin güçsüz kalması ki o da ek kalsiyum tabletleri ve yoğurt-peynir ağırlıklı bir beslenmeyle rahatlıkla çözümlenebiliyor.
SORU ŞU: ARALIKLI AÇLIK KÜRLERİ ÖMRÜ NASIL UZATIYOR?
Araştırmalar hep aynı sonucu veriyor, yolu yarıladıktan, yani ellili yaşları tamamladıktan sonra çok yiyen değil az yiyen kazanıyor, hatta zaman zaman yapacağınız kısa süreli açlık kürleri sizi şampiyon bile yapabiliyor. Bunun nedeni olarak da farklı fikirler ileri sürülüyor. Aç kalmanın bağışıklığı güçlendirdiği ve savunma mekanizmalarını takviye ettiğini düşünenler çoğunlukta. Ayrıca daha az gıda tüketiminin daha az atık madde, daha az serbest radikal üretimi anlamına da geldiği biliniyor. Başka mekanizmalar da var devreye giren. Onlardan biri bence çok önemli. Nedenini yandaki kutuda açıklamaya çalıştım.
HÜCREDE NE OLUYOR?
‘KENDİN PİŞİR KENDİN YE’ SÜRECİ BAŞLIYOR
Bedene daha az gıda yüklediğinizde hücreler kendilerini tamir etme fırsatı buluyor, çöplerini daha kolay toplama, daha da önemlisi onlardan daha kolay kurtulma imkânı yakalıyor. Hücreler çöplerinden “yeniden sindirim yoluyla” (otofaji) onları başka atıklara dönüştürerek enerji kaynağı olarak faydalanmaya başlıyor. Böylece hem oluşabilecek toksik zararlar azalıyor hem de yeni ve fazladan enerji üretiliyor. Kısa süreli açlık kürleri, yani normal beslenmenin arasına sıkıştırılan kısa süreli oruç fazları vücudu strese sokarak bir tür çöp imha faaliyeti başlatıyor. Bu çöplerden üretilen enerji de adeta bedavaya geliyor. Kısacası bu 1-2 günlük kısa süreli açlık kürlerinde aç kalan hücre enerji ihtiyaçlarını kendi imkânlarıyla karşılama yoluna gidiyor.
UNUTMAYIN!
Gerçek yaşınızdan daha genç ya da yaşlı biri olabilirsiniz. Kısacası biyolojik yaş önemli bir ayrıntı.
Eğer biyolojik yaşınızı merak ediyorsanız yapabileceğiniz kolay ve güvenli değerlendirmelerden biri “DENGE TESTİ”dir.
Bu test için neler yapmanız gerektiğine gelince...
Özeti şu:
Çıplak ayakla düz bir yüzeyde ayaklarınızı birleştirerek ayakta durun ve gözlerinizi kapatın. Sadece sağ ayağınızı 15 cm kadar yukarı kaldırın.
(Not: Eğer solaksanız sol ayağınızı tercih edin.)
Gözlerinizi açmadan ve ayağınızı yere koymadan dengenizi ne kadar koruyabildiğinizi “saniye” olarak belirleyin.