İpeksi bir yumuşaklığa sahip, nemli, pürüzsüz, ışıl ışıl bir cilde sahip olmayı kim istemez?
Ne var ki bu 60’ından sonra da gerçekleştirilebilecek bir hedef olarak görülmüyor. Cildimiz de zamanın yıpratıcı etkisinden nasibini alıp yaşımız ilerledikçe pörsümeye, kırışmaya, sarkmaya mahkûm bir doku haline geliyor.
Peki, hiç olmazsa bu kötü gidişi yavaşlatmak mümkün mü? Muhtemelen evet.
Özellikle güneşin yıpratıcı etkilerinden, sigaranın toksik zararlarından, kalitesiz kremlerin zehirleyici temaslarından yeterince koruyabildiğiniz, vitaminlerle (bilhassa E ve C vitamini), minerallerle (özellikle çinko), antioksidanlarla (öncelikle alfa lipoik asit, CoQ10, likopen ve kateşinler) akıllıca beslediğiniz takdirde cildiniz uzun süre (gençlikteki kadar olmasa bile) sağlıklı kalabiliyor.
Peki ya her gün düzenli su içmek, hatta biraz fazla su içerek cildi nemli ve genç tutmak mümkün mü?
Genel kanaat düzenli su içmenin cildi nemlendirdiği ve desteklediği yönünde olsa da farklı sonuçlar da var.
Mesela İsrail’de yapılan bir çalışmada (Hebrew Üniversitesi) uzun süre su tüketmenin derinin nem tutma oranını azalttığını gösteren bulgulara ulaşılmış.
Beyinlerine ulaşan kan pıhtıları nedeniyle hem kendilerini, hem de biz sevenlerini üzdüler.
Neyse ki ikisinin de sorunu ciddi ve kalıcı bir problem olmadan çözümlendi…
Peki bu “atakları” önlemek mümkün müydü?
Evet, önlemek mümkündü. Hayat tarzı değişimleri ve belki de ilaçlar ile…
Erken teşhis mümkün müydü?
Evet, erken teşhis de mümkündü.
Hem de kolay, ucuz, ağrısız, sızısız bir yolla:
Kronik yani süreğen hastalıklardan birine paçanızı kaptırdıysanız işiniz çok zordur. Çünkü konu kronik hastalıklar yani obezite, diyabet, Alzheimer, kanser, artrit, fibromiyalji, haşimato vs. olduğunda “Nerede o eski güzel günler” diyeceğimiz günler yakındır.
“İnsanlığa maddi ve manevi anlamda diz çöktürmek üzere olan diyabet, kanser, Alzheimer, obezite, Parkinson, kalp damar hastalıkları gibi hastalıkları ne yazık ki ‘verem’i ya da ‘zatürree’yi ışınlayıp gönderdiğimiz gibi gönderemiyoruz. Çünkü bu hastalıklarda tek bir ‘suçlu’ yok. Çok ama çok daha ‘organize bir suç örgütü’ ile karşı karşıyayız. Bu ‘kronik kompleks hastalıklar’ o eski bilinen ‘akut hastalıklar’la aynı şeyler değil. Bunlar farklı bir şeyler” diyen Dr. Mustafa Atasoy sonuna kadar haklıdır.
Bu cümlelerin altına ben de imzamı atarım. Çünkü bu yeni bin yılın hastalıkları eskilerden çok farklı. Onlar tek tek ve mertçe (!) ortaya çıkan suçlular değil. Onlar sinsi ve organize bir örgüt.
Marketten aldığınız gofretteki früktoz da, keyifle içtiğiniz hazır kahvelerin içindeki kimyasal da, yediğiniz ete karışan büyüme hormonları veya masum balıkların bedenlerinde bilmeden taşıdıkları cıva da o organize örgütün üyeleri...
Bu hastalıklarla mücadele işte bu nedenle sadece hapla, ilaçla, otla, çöple olmaz.
Bunlarla mücadele ciddi bir “toplumsal farkındalık”, yetenekli bir “yaşam tarzı değişimi” ustalığı, uzun süreli ve fedakâr bir “doktor-hasta işbirliği”, ilgili bir hasta ve bilgili bir sağlık timi ile toplumsal bir işbirliğinin varlığını gerektiriyor.
HbA1c testi neden önemli?
Şekerle birleşip yapısı farklılaşmış hemoglobin miktarını ölçen bir test HbA1c. Üzerine “karamelize” olmuş şeker moleküllerinin yapıştığı, bu nedenle de yapısı bozularak oksijen taşıma kapasitesini kaybeden hemoglobin molekülünün miktarını yansıtan bir test.
Bizi yalnız trans yağ, nişasta bazlı früktoz veya AGE’ler gibi kimyasal pislikler değil, endişe, korku, kıskançlık, pişmanlık ve benzeri ruhsal toksinler de zehirliyor, şişmanlatıyor.
Psikolojimizi bozan ruhsal yüklerimizin artması da en az bedensel toksinler kadar mühim birer sağlık problemi. Depresyon, panik atak, fibromiyalji, kronik yorgunluk, uykusuzluk ve benzeri pek çok sağlık sorununun arkasında -bu sorunları yandaki kutuda özetledim- işte bu toksinlere bağlı ruhsal obezite meselesi var.
Ve hepimizin, yani sadece biz hekimlerin değil, herkesin bu mühim meseleyi de gündeme getirmesinin zamanı geldi.
Ruhsal şişmanlığın yol açtığı sağlık sorunları
Eğer aşağıdaki sorunlardan herhangi biri, hele hele birden fazlası sizde de varsa ruhsal şişmanlık meselesine birazcık daha kafa patlatın ve her şeyden önce bir psikiyatri uzmanı (ruh sağlığı hekimi) ile sorunlarınızı paylaşın. Not: Ruhsal obezite kavramını önümüzdeki dönemde daha sık gündeme getireceğim.
◊ Kronik yorgunluk sendromu
◊ Fibromiyalji
Peki midedeki her sorunda karalar bağlayıp paniğe mi kapılmalı? Tabii ki hayır.
Telaşlanmaya, aceleye getirip konu komşu tavsiyesi ile hemen bir “antiasit” hap veya “proton pompası baskılayıcı” tablet yutmaya hiç gerek yok.
Çözümü o “sorunlu” hapları yutmak yerine bazı basit sorulara yanıt arayarak anlamaya bakın.
Bu sorulara yanıt bulamadığınız ve ağrılarınız tekrarlama eğiliminde olduğunda ise aile hekimine başvurun.
Türkiye sadece MR veya koroner anjiyo tetkiklerinin en sık ve çok yapıldığı -abartıldığı- ülke değil. Endoskopik incelemeler yani gastroskopik tetkiklerin sıklığı bakımından da dünya şampiyonu olma yolundayız.
Ve işte o sorulardan bazıları...
◊ Çok mu yedim?
Yorgunluk yaşlılığın vazgeçilmez sorunlarından ve sonuçlarından biri. Kendine ne kadar iyi bakarsa baksın yaşı ilerleyen herkes az ya da çok ama mutlaka yorgundur. Peki neden?
Yaşlılık yorgunluğunun bir değil, birçok nedeni var. Kalp, akciğer, karaciğer ve böbreklerin eski kapasitelerini kaybetmeleri, uykunun kalitesinin bozulması, metabolizmanın yaşlılığa yenik düşmesi, tiroit bezinin tembelleşmesi akla gelen ilk sebepler. Ama nedense gözden kaçan çok önemli bir sebep daha var: Kas erimesi!
Daha önce de açıkladım, bir kez daha hatırlatayım: 40’lı yaşlardan sonra dikkat etmeyen herkes kas kaybına uğruyor. Bu kayıp 70’li yaşlara varıldığında yüzde 30’ları bulabiliyor. Bu da ciddi ölçüde “mitokondri” kaybı anlamına geliyor.
Mitokondri kaybı ise enerji üretiminin yetersizliği ile eş anlamlı bir durum. Toparlamak gerekirse yaşlılığa bağlı yorgunluğun esas nedeni kaslarımızı ve onlarla birlikte mitokondrilerimizi kaybetmemizdir. “Peki bu kaybı önlemek mümkün mü?” diyorsanız cevabımız hazır: YÜRÜYÜN!
Hem de her gün, bıkmadan, usanmadan yürüyün. Yürümekle de yetinmeyin, yüzün, golf, tenis oynayın, kayak yapın. Özellikle tempolu yürüme alışkanlığını her yaşta ısrarla sürdürmek, yaşlılık yorgunluğunu önlemenin en etkili ilacıdır.
Tansiyonum neden yükseldi?
Kan basıncımızın normal sınırlar içinde kalması mühim bir sağlık parametresidir. Prensip olarak yaşımız ne olursa olsun büyük tansiyonumuzun 13’ten, küçük tansiyonumuzun 8’den yüksek olması asla arzu edilmez. Rakamlar 14/9’un üzerine çıktığında ise hemen herkeste hafif bir panikleme hali başlar. Değerler daha da yükselmişse eğer telaşlar iyice büyür. Peki böyle bir durumda izlenmesi gereken en doğru yol nedir? Hipertansiyonlu biri olun ya da olmayın fark etmiyor. Kan basıncınızın olması gerekenin çok üzerinde olduğunu gördüğünüzde önce “telaşlanmamanız”, paniğe kapılmamanız gerekiyor. Hemen bir “dilaltı hapı”, hemen bir doz daha “tansiyon ilacı” yanlışlarına düşmemek de önemli bir ayrıntı. Doğru olanı önce aşağıdaki sorulara yanıt vermeniz ve bu sorulara ilişkin problemleri ya da yanlışları çözmenizdir. O sorular şunlar olmalı...- Kilo mu aldım?- Tuzlu mu yedim?- Uykum mu kötü?- Stres yüküm mü arttı?- Sigarayı, alkolü mü abarttım?- Hareketim mi azaldı?
Vertigo diye derdine çare arayan, migren diye avuç dolusu ilaç yutan, yorgunluk sorununu detoks merkezlerinde çözmeye çalışan pek çok insanda arka planda gözden kaçmış bir hipoglisemi sorunu olabiliyor.
Biz bazı depresyonlar ve bellek sorunlarında da yine bu sorunun araştırılmasını tavsiye ediyoruz.
Kısacası problem basit ama önemli.
Biraz da bu nedenle “hipoglisemi işaretleri” kabul edilen belirtileri toplu halde yeniden bir hatırlatalım istedik, buyurun...
Hipogliseminin 12 işareti
◊ Çarpıntı◊ Terleme◊ Solukluk◊ Titreme◊ Açlık hissi◊ Baş dönmesi◊ Baş ağrısı◊ Sinirlilik◊ Yorgunluk◊ İç çekilmesi◊ Göz kararması◊ Tatlı isteği
OTURMANIN 5 ZARARI
1- BEDENİ YAĞLANDIRIYOR
Oturma eyleminin 30. dakikasından sonra metabolizmada neredeyse yüzde 50’yi bulan bir düşme başlıyor. Bu da başlangıçta ‘yorgunluk hissi’, zamanla da ‘yağlanma’ anlamına geliyor. Oturan birine göre ayakta duran 2-3, yürüyen ise 5-10 kat fazla enerji yakıyor. Kısacası uzun süreli oturmak yoruyor, tembelleştiriyor, yağlandırıyor.
2- KALBİ HASTA EDİYOR
Oturma eylemi gereğinden çok uzatıldığında iyi kolesterol HDL azalıyor. Trigliserid, insülin ve şeker seviyeleri yükselişe geçiyor. Sadece bu bilgiler bile oturma alışkanlığında ısrar edenlerin kalp damar hastalıkları risklerinin neden yüzde 50-80 oranında arttığını açıklamaya yetiyor.
3- KANSERE DAVETİYE
Oturma eylemini abartanlarda