Kalp ve beyin kader ortağıdır! İkisi de tehditleri ve riskleri aynı olan, kader ortağı kadar yakın sayılabilecek iki organdır.
Nedeni şu: İkisi de damardan çok zengindir. İkisi de çok ama çok çalışkandır. Damarları rahatsız eden her türlü musibetten de önce bu iki ortak etkilenir.
İkisi arasındaki sıralamadaysa kalp “bir tık önde” gider.
Damar düşmanı faktörler devreye girince en hızlı sertleşip yaşlanan en erken “pıhtı/plak” yapan damarlar da bu iki çalışkan organın damarları olur.
Kolesterol döngünüz kötü, trigliseridiniz çok mu yüksek? Ayarsız bir hipertansiyon probleminiz, dengesiz bir kan şekeri yüksekliğiniz mi var? Fazla kilolu, sigara kullanan, stresli biri misiniz? İnsülin direnciniz, gizli şekeriniz, hiperürisemi meseleniz mi söz konusu?
Plaklar/pıhtılar önce koroner arterleriniz ve/veya karotis damarlarınızda uç vermeye başlar.
İşte bu nedenle biz sizi “Kalbiniz için iyi ya da kötü olan her şey beyniniz için de iyi ya da kötüdür” diye uyarıp duruyoruz.
Ölümlerin neredeyse üçte ikisi de damarlarla ilgili problemlerin neticesidir. Ellili yaşlar sonrasında karşılaştığımız sağlık problemlerinin çoğunun arkasında da yine aynı problem var. Sertleşen damarlarda gelişen aterosklerotik plaklar ve o plaklardan kopan pıhtılar bazen kalp damarlarını tıkayıp kalp krizleri, aritmiler, kalp yetmezlikleri ve ani ölümlere; bazen beyin damarlarını etkileyip felçler ve bellek sorunlarına; bazen de böbrek damarlarını bozup hipertansiyona, ayak damarlarını tıkayıp dolaşım bozukluğu veya kangrenlere yol açabiliyor. Kısacası ateroskleroz da (damar sertliği), yol açtığı plaklar ve bunlardan kopan pıhtılar da ciddi sağlık tehditleri. Bu tatsız ama önemli girişten sonra gelin şimdi de ‘plak oluşumunun nasıl engelleneceği‘ veya mevcut ‘plakları stabilize ederek ani pıhtı kopmalarının nasıl önlenebileceğini‘ anlamaya çalışalım.
ÖNEMLİ SORU
STABİLİZASYON NASIL YAPILIYOR?
Damarlarda ateroskleroza bağlı her plak risklidir ama ‘yumuşak’ ya da ‘kararsız’ plak olarak bilinenleri çok daha tehlikelidir. Bu nedenle özellikle yumuşak/kararsız plak tespit edilenlerde yapılacak ilk iş tam anlamıyla bir ‘sıkıyönetim’ değilse bile ‘olağanüstü hâl’ durumu ilan etmektir. Beslenmeyi iyileştirmek, fazla kiloları vermek, egzersiz yapma alışkanlığı edinmek, ruhsal yaşamı düzenlemek; kandaki şeker, tansiyon, kolesterol, ürik asit, trigliserid yüksekliği gibi sorunlara müdahale etmek ve tabii ki eğer içiliyorsa sigarayı hemen o anda terk etmek ilk tedbirlerdir. Diğer taraftan bu plakları stabilize etmek, yani yırtılmalarını, kopmalarını önleyerek kopan yumuşak pıhtı parçalarının bir yerleri tıkamasını engellemek daha detaylı düşünmeyi, deneyim ve hasta-hekim iş birliğini gerektiriyor. Plak stabilizasyonu adı da verilen bu süreçlerde tabii ki kolesterol düşürücü statinlerden, kanı incelten asetil salisilik asit ve klopidogrelden, fibratlar ve kalbi sakinleştiren beta blokerlerden de faydalanmak gerekebiliyor.
ÖNEMLİ
TRİGLİSERİDİM YÜKSEK DİYORSANIZ
Özellikle kararsız yani kopma veya parçalanma riski yüksek bir yumuşak plak tespit edilen birinde eğer aynı zamanda trigliserid ve kolesterol yüksekliği de varsa sadece beslenme ve aktivite gibi önlemlerle yetinmemek, kolesterol dengesini sağlayacak statin grubu ilaçlardan da istifade etmek gerekebiliyor. Şimdi hemen aklınıza, “Bu ilaçların yan etkileri ne olacak hocam?” sorusunun geleceğini biliyorum. Haklısınız ama burada da bir ‘maliyet analizi’ yapmak, ilaçların sağlayacağı yararlarla oluşturabileceği yan etkileri kıyaslamak zorundasınız. Bu ilaçların ciddi bazı yan etkilerinin olduğu doğrudur. Ama bu yan etkilerin çoğunun ilacın bırakılması ile birlikte ortadan kalktığı da bilinmektedir. Özeti şudur: Benim tavsiyem eğer yumuşak ve kararsız plaklarınız var ve aynı zamanda kan yağlarınız da yüksekse, siz de statinlerin herhangi birini kullanmak zorunda kalabilirsiniz. Böyle bir durumda doktorunuza itiraz etmemenizdir.
ORGANİZE SUÇ ÖRGÜTÜ
North Carolina Üniversitesi (ABD) bilim insanlarının yaptığı ciddi bir çalışma, elektronik sigaraların en az sigara bağımlılığı kadar mühim bir sağlık tehdidi olduğunu gösterdi.
Elektronik sigaraların sadece akciğer kanseri değil, astım da dahil olmak üzere pek çok sağlık sorununu tetikleyebileceğini gösteren bu ciddi çalışma ekibinin başında bir Türk bilim insanı da var: Doçent Dr. Mehmet Kesimer.
Dr. Kesimer ve arkadaşlarının çalışması, elektronik sigaraların lupus hastalığı, sedef hastalığı ve farklı iltihaplı damar hastalıklarını (vaskolitis) tetikleyebileceğini gösterdi.
Aman dikkat! Yağmurdan kaçayım derken doluya yakalanmayın, elektronik sigaraların zararsız olduğu palavralarına sakın inanmayın.
N-Asetil Sistein gribe de etkili
N-Asetil Sistein, kronik tıkayıcı hava yolu hastalıklarında (KOAH) mukus üretimini azaltıp mukusun kıvamını yumuşattığı için yıllardır güvenle kullanılan bir doğal ilaç. Bu bileşiğin glutatyon üretimini desteklediği, bu yolla antioksidan kapasiteyi güçlendirdiği de biliniyor.
Aynı maddenin etkili bir bağışıklık takviyesi olduğunu gösteren bulgulara ise her yıl yenileri ekleniyor. Bu verilerden birini de Avusturya’da Liege Üniversitesi araştırmacıları yayınladılar.
Bazı bitkilerin içinde sağlığa faydalı olabilecek özel bileşenlerin bulunduğunu biliyoruz.
Zerdeçaldaki kurkumoidler, domatesteki likopen, çaydaki kateşinler bu bileşenlerin iyi bilinen örnekleridir.
Ayrıca bu bileşenlerden bazılarının ilaç haline getirilerek yani güvenlik sınırları net ve açık olarak tanımlanarak hastalıkların tedavisinde kullanılabilecekleri de doğrudur.
Bununla birlikte her hastalıkta kullanılabilecek bir bitkisel doğal destek bulabilmek ne yazık ki her zaman mümkün olmuyor.
Bu durumda onlardan “tedavi aracı bir ilaç” gibi değil de “tedaviye destek bitkisel bir takviye” şeklinde faydalanmak gerekiyor.
Ama ne var ki bu bilgiden hareket eden bazı şarlatanlar her hastalığı otla çöple tedavi edebilecekleri iddiasından da vazgeçmiyor. Ot-çöp tüccarlarının en iddialı oldukları alanlardan biri de şeker hastalığı.
Oysa bugüne kadar şeker hastalığının tedavisinde işe yarayabileceği net ve açık olarak gösterilmiş herhangi bir bitkisel ürün, ilaç olmadı.
Herkesin bir “fabrika ayarı” var. Ve siz o “ayar”da yani “kullanım kılavuzunda” ne yazıyorsa o yakıtı kullanmak zorundasınız.
Yanlış yakıt en iyi araçta bile arıza çıkartıyor. Eğer “aşırı kalori tüketmiyor, beslenmeme dikkat ediyor hatta az bile yiyor ama yine de kilo veremiyor, üstelik bir de kilo alıyorum!” diyorsanız dikkat edin, sizin de sorununuz “yanlış yakıt almak”la ilgili olabilir.
Özeti şudur: Sadece “ne kadar yediğinize” değil, “ne yediğinize” de dikkat edin.
Bedeninize uygun olmayan yakıtlardan uzak durun. Bunların kimi kilo aldırır, kimi gaz, şişkinlik yapar. Kimi gastriti, koliti, reflüyü azdırırken kimi de ödem, eklem, baş ve kas ağrılarını davet eder.
Kısacası doğru yakıt almak önemli bir beslenme ayrıntısıdır.
Omega-3 herkese her yaşta lazım!
Doğal yolla kazanılan omega-3 yağ asitlerine hepimizin, istisnasız hepimizin çok ama çok ihtiyacı var. Anne karnındaki bebek, o bebeği doğuma hazırlayan hamile anne, yenidoğan bebek, okula giden ergen, hamileliğe hazırlanan anne adayı, yaşlılık turnikesine girmiş büyükanne ve dedeler de omega-3’süz yapamaz. Hepsinin beyin, göz, damar, sinir sistemi sağlığı için yeteri kadar omega-3 yağ asidini düzenli olarak kazanmaları lazım. İşte bazı örnekler...- Yetersiz omega-3 (özellikle DHA azlığı) hamilelik ve doğum sonrasında depresyonu kolaylaştırıyor.- Dikkat dağınıklığı olan çocuklarda, öğrenme güçlüğü yaşayan öğrencilerde omega-3 zengini besinler ciddi faydalar sağlıyor.- Hamilelikle yetersiz omega-3 kazanımı doğacak bebekte öğrenme güçlüğü sebebi olabiliyor. - Yeterli miktarda omega-3 kazanımı yetişkinlerde de depresyonla mücadeleyi kolaylaştırıyor.
Önce şunu itiraf edelim: Sadece biz değil, hangi coğrafyada yaşarsa yaşasın, yaşı, işi, mesleği, ekonomik gücü ne olursa olsun beyaz un ve şekerden hoşlanmayanların sayısı son derece sınırlı.
Fırın, pastane ürünü beyaz un bombalarını da, vıcık vıcık şeker kaynayan tatlıları da hepimiz seviyoruz.
Ne var ki son yıllarda ardı ardına yayınlanan bilimsel çalışmalar her iki besinin de sağlığımız için son derece ciddi tehditler olduğunu gösteren kanıtlarla dolu.
Kısacası şekerden de, beyaz undan da uzak durmamızda fayda var. Dahası bu işe çocukluk çağlarında başlamak ve ölene kadar sürdürmek zorundayız.
Peki süreci bugünden başlatırsak, ikisinden birden değil de önce birinden vazgeçmeye karar verirsek önceliği hangisine verelim? Hangisi daha zararlı? Ekmek mi, şeker mi?
Soru güzel ama yanıt pek iç açıcı değil.
Toz şekerin de, beyaz ekmeğin de kan şekerini yükseltme ve insülin patlamalarına yol açma potansiyelleri, yani bilimsel adıyla glisemik indeksleri aşağı yukarı aynı.
ÖNEMLİ
DÜŞME İLE İLGİLİ RAKAMLAR
Önce şunu bilelim: Eğer genç değil de yaşlı biriyseniz düşünce sadece gururunuz incinmez, muhtemelen bedeninizde de ciddi incinmeler oluşur. Bu incinmeler bazen kırıklarla bile neticelenebilir. Araştırmalara göre şu anda 65 yaşında olan her üç kişiden en az biri önümüzdeki bir yıl içinde muhtemelen bir ‘düşme travması‘ yaşayacak. 80 yaş ve üzerindekilerin ise muhtemelen yarısı ‘düşme sorunu‘ ile karşılaşacak. Şu veya bu nedenle düşenlerin ise en az %10’unun kalça, ayak veya el bileği gibi iri kemiklerinde kırıklar oluşacak. Konunun ehemmiyeti de zaten bu bilgilerden kaynaklanıyor.
BİR UYARI
ALLAH KİMSEYİ ELDEN AYAKTAN KESMESİN
Anadolu’da yaşlananlar için kullanılan pek hoş bir deyim var: Allah kimseyi elden ayaktan kesmesin, yatağa düşürmesin! Düşmenin önemi tam da bu ‘yatağa bağımlı kalma‘ noktasında başlıyor. Düşüp kalçasını, dizini, el veya ayak bileğini kıranların önemli bir bölümü uzun süre hastanede yatmak zorunda kalıyor. Elden ayaktan kesilip yatağa bağımlı hale geliyor, başkalarının yardımına ihtiyaç duyuyor. Bunların önemli bir bölümü de yaklaşık 1-2 yıl iyileşemiyor. İçlerinden bazıları da şu veya bu nedenle (mesela emboliler, enfeksiyonlar) hayata veda ediyor. Şimdi aklınıza hemen şu sorunun geleceğine de eminim, “Peki düşmemek için ne yapmalıyız?” Düşmeleri önlemenin yolu öncelikle dengenizi korumaktan geçiyor. Dolayısıyla aklımıza ilk gelen sorunun da, ‘Dengede miyim, dengem sağlam mı?’ olması gerekiyor. Peki dengemizi nasıl test edeceğiz? Buyurun denge testlerine...
BİR TAVSİYE
Serbest radikal saldırılarının sonuçları sadece “erken ve kötü yaşlanma” ile sınırlı değil, onlar bazı kronik hastalıklar, hatta kanserlerin de oluşumunu hızlandırabiliyor.
Peki nedir, nasıl bir şeydir bu “serbest radikal” adını verdiğimiz atipik yapılar?
Bunların kimini biz kendimiz, metabolik faaliyetlerimiz ile atık madde olarak üretiyoruz. Kimini de dışarıdan yiyecek içecekler, sigara, kozmetik maddeler vs ile “toksik maddeler” olarak bedenimize davet ediyoruz.
Serbest radikaller elektron açlığı içinde kıvranan, eksik elektronlarını hücrelerimizden, hücrelerin zarları, organelleri veya çekirdeklerinden karşılamaya çalışan oluşumlar.
Eşleşebilecekleri elektronu buldukları her yere yapışıyor, yapıştıkları yerlerin de yapılarını bozup erken ve hızlı yaşlanmanın zeminini hazırlıyorlar.
Peki bedenimiz bu amansız zararlılara karşı herhangi bir savunma sistemine sahip mi? Evet! Çok güçlü bir antioksidan savunma ordumuz var. Bu sayfada sık sık dile getirdiğim glutation, katalaz ve benzeri yapılar bunların en önemlileri.
“Peki bu savunma sistemi nasıl çalışıyor?” diyorsanız aşağıdaki kutuya göz atmanızda fayda var.