Osman Müftüoğlu

Sabah baş ağrılarının 10 nedeni

29 Mart 2018
Baş ağrısının her türlüsü tatsızdır, tedirgin edicidir. Dahası keyif kaçırıcıdır. Ama en berbatı hemen her sabaha baş ağrılarıyla başlamaktır. Sabah baş ağrıları deyip geçmeyin, emin olun ki çoğunun arkasında bir sağlık sorunu vardır. Neler mi? Merak ediyorsanız buyurun ilk 10 nedene...

◊ DEPRESYON: Gizli, gözden kaçmış, sessiz ve derinden giden bir depresyon, başlangıçta sadece kendisini sabah baş ağrılarıyla ifade edebiliyor.
◊ UYKU APNESİ: Uyku apnelerinin de en mühim belirtilerinden biri gözünüzü açar açmaz beyninize saplanan baş ağrıları olabiliyor. Bu ağrıların yorgunluk ve isteksizlikle birlikte olması çok tipik. Zaten bu nedenle de çoğu zaman “depresyon mu, uyku apnesi mi?” karar verilemiyor.
◊ HİPERTANSİYON: Gece hipertansiyonlarının da ilk işareti sabah kalkınca ensede ve alın çevresinde çember şeklinde hissedilen baş ağrılarıdır.
◊ HİPOGLİSEMİ: Gece boyunca şeker ihtiyacını yeterince karşılayamayan beynin size gönderdiği ilk mesaj başınızı ağrıtmak olabiliyor. Bir başka deyişle beyniniz size “şu hipoglisemi meselesini artık bir çöz” mesajı veriyor.
◊ ALKOL: Akşamdan kalmalığın daha doğrusu alkolün sağlığa zarar vermeye başladığının ilk ve mühim işaretlerinden biri, ertesi sabah güne baş ağrılarıyla başlamaktır. Ve bu ciddi bir alkol intoleransı belirtisidir.
◊ UYKUSUZLUK: Hangi nedenle olursa olsun uykusuzluk mühim bir baş ağrıtıcısı olabiliyor. Gece boyunca dinlenemeyen, eksiğini gediğini tamamlayıp kendini yenileyemeyen beyin sorunlarını baş ağrısıyla ifade etmeye çalışıyor.
◊ ELEKTROMANYETİK

Yazının Devamını Oku

Sükûnet huzurun kalkanıdır

28 Mart 2018
Beyin hassas bir organ. En çok da kötü duygulardan, korku, keder, kaygı, pişmanlıklardan etkileniyor. Bu nedenle ona diğer organlara göre biraz daha fazla itina göstermek, iltifat etmek lazım. Bunun yolu da her şeyden önce ona “sükûnet zamanları” tanımaktan geçiyor.

Beyin müthiş bir organ. Son derece kompleks bir yapısı var. Altından kalktığı işlerin ağırlığı ise hiçbir ölçüye sığmaz. Belki de bu nedenle aynı zamanda müthiş bir enerji ve oksijen tüketicisidir. Vücut ağırlığının en fazla yüzde 2’si kadar olmasına rağmen kanımızdaki şekerin yüzde 25’ini, oksijenin ise yüzde 20’sini tek başına o tüketir.
Haklı mıdır? Bence hem haklıdır, hem de hakkıdır. Çünkü o “7/24 sistemi” ile çalışır. Yani bir saniye bile dinlenmez. İçinizden birilerinin “ya uyku hocam, uykuda da mı dinlenmiyor?” diye soracağına eminim. Yanıtım hazır ve tek sözcükten ibaret: Hayır, dinlenmiyor! Beyin uykuda bile çalışıyor. Sadece rüya görmüyor, hem de kan ter içinde kalarak çalışıyor. Gündüzden kalan paslarını, islerini temizliyor, yırtığını söküğünü dikip onarım işlerini yapıyor. Kısacası fiziksel olarak son derece aktif bir yapısı var beynimizin.
Duygusal/psikolojik yanı ise daha da karmaşık. Bir kere çok hassas bir organ! En çok da kötü duygulardan, korku, keder, kaygı, pişmanlıklardan etkileniyor.
Kısacası sadece yapısı değil, kurgusu da son derece naif. Bu nedenle ona diğer organlara göre biraz daha fazla itina göstermek, iltifat etmek lazım. Bunun yolu da her şeyden önce ona “sükûnet zamanları” tanımaktan geçiyor. Çünkü beynin en çok ihtiyacı olan besin huzur ve huzuru korumak için de sükûnet kalkanına ihtiyacımız var.
Özeti şudur efendim: Eğer bir tatlı huzur almak istiyorsanız hayattan, bırakın Nepal’e, Hindistan’a gitmeleri falan, hatta Kalamış’a bile gitmeniz gerekmez. Vitesi biraz küçültmeniz ve sükûnet sözcüğünün anlamına biraz daha kafa patlatmanız yeterli olacaktır.

Badem, fındık, ceviz nasıl yenmeli?

Önce şu iyi bilinmeli: Badem, fındık, ceviz fark etmiyor. Hepsi sağlık, şifa veriyor. Daha geçen hafta yayınlanan yeni bir araştırmaya bakılırsa sadece kalbi, beyni korumanın değil, kanseri önlemenin yolu da bu “fındık, fıstık takımı”ndan geçiyor. Ama onları da tüketmenin bir adabı var. İşte en önemli noktalar...- Günlük tüketimleri 30 gramı geçmemeli, fazlası kilo yapıyor.- Kabuklu haliyle satılanı evde kabuğu kırıldıktan sonra tüketileni, kabuksuzundan,- Tam ve bütün olanı, parçalanmış, kırıklı olanından,- Kavrulup tuzlanmamış olanı, kavrulup tuzlananından,- Havasız bir cam kapta saklananı, kese kâğıdında saklananından,- Rutubet ve güneşten uzak tutulanı, tutulmayanından daha faydalı ve güvenlidir.

Yazının Devamını Oku

Biyoritim tansiyonu etkiliyor

27 Mart 2018
Bedenimizin biyoritmi, pek çok fonksiyonumuz gibi kan basıncımızı da etkiliyor. Tansiyonumuz geceleri daha düşük, gündüzleri daha yüksek oluyor.

Biyoritim, bedenimizin “zaman saati” ve çok da önemli bir konu. Her bedenin kendine göre ufak tefek bazı biyoritmik farklılıkları var. Olmalı da.
Ama genelde hepimiz ortak bir “biyoritme” de sahibiz. Bu doğal ritim pek çok fonksiyonumuz gibi kan basıncımızı da etkiliyor.
Neticede tansiyonlarımız geceleri daha düşük, gündüzleri daha yüksek oluyor. Bu durumda “iyi uyku” başlı başına bir “antihipertansif ilaç” görevi de üstleniyor.
Ama ne kadar güzel uyursak uyuyalım, kan basıncımız özellikle sabahın ilk saatlerinde (yataktan kalkar kalkmaz) beklenenden azıcık daha yüksek oluyor. Bu durum öğleye kadar da devam ediyor. Bir gece evvel uykusuz kalmışsak eğer bu yükselme daha ciddi olabiliyor.
Normalde tansiyonumuz öğle saatlerinden sonra yavaş yavaş düşmeye başlıyor, düşük değerler akşam saatlerinde de sürüyor.
Tansiyon ayarına yönelik biyoritim bu şekilde çalışıyor ve bundan çıkarılacak sonuç da şu:
Tansiyonu sabah kalkar kalkmaz ölçmemekte fayda var, yanıltıcı olabiliyor.

Yazının Devamını Oku

Vücuttaki otoyol: Açlık sinyallerinin sırrı çözüldü mü?

26 Mart 2018
Emory Üniversitesi’nde (ABD) yapılan yeni bir çalışma kilo sorunu olanları umutlandırdı. Uzmanlar o araştırmada açlık sinyallerini beyne taşıyan ‘vagus’ adlı siniri özel bir yöntemle dondurarak açlık hissini azaltmışlardı.

Bu sürpriz bir sonuç da değildi. Fizyolojik süreçler açlık sinyallerini mideden beyne zaten bedenimizin bu en uzun ve en marifetli siniri VAGUS ile taşıyor, beyin de mideden gelen açlık komutlarını alır almaz bize “Hemen git de bir şeyler ye, karnını doyur” emrini veriyordu. Peki araştırmanın enteresan ya da sevindirici tarafı ne idi? Açlığın sırrı çözülmüş, kilo sorununa etkin bir çözüm bulunmuş muydu? Bu ve benzeri soruların yanıtlarını yandaki kutularda özetlemeye çalışacağım.

İYİ BİLGİ: VAGUS BAKIN NELER YAPIYOR...

Bağırsaklarımız beynimizle sürekli temas halinde. Onunla gün boyu konuşuyor. Tersi de doğru. Beyin de çoğu görevini bağırsaklarla işbirliği yaparak yerine getiriyor. Bu süreçte beynin kendi doğal yapılanması kadar bağırsağın içindeki ekosistemin (mikrobiyota olarak da biliniyor) ikili arasındaki moleküler alışveriş ve de sinyalizasyon ilişkisini yürüten vagus sinirinin büyük payı var ve zaten bu nedenle de ruhsal değişimlerden bağırsaklarımız, bağırsaklardaki biyolojik dengesizliklerden de beynimiz anında etkileniyor. Diyelim ki kontrolsüz bir stres tepkisi verdiniz; ‘bağırsak beyin kırmızı telefon hattı’ hemen devreye giriyor, bağırsaklarınız kasılıp kalıyor. Bu tatsız durum ‘sinirsel kolit’ ya da ‘hassas bağırsak sendromu’ olarak tanımlanıyor. Neticede de karnınız ağrımaya, gazla dolup şişmeye başlıyor. Sistem tersine de işleyebiliyor. Bağırsak içi biyolojik denge bozulursa (dysbiosis) beyne yine vagus siniri ile olumsuz sinyaller gitmeye başlıyor. Bu sinyaller nedeniyle de beyin bizi yapmamamız gereken bazı davranışlara, vermememiz gereken tepkilere, anlamsız huysuzluklara, açlık krizlerine, öfke ataklarına ya da depresyon gibi psikolojik değişikliklere yöneltiyor. İşte bütün bu süreçlerde beyin bağırsak haberleşme sistemini o upuzun sinir yani VAGUS SİNİRİ sağlıyor.

ÖNEMLİ: PEKİ ÇÖZÜM NE?

Mühim bir ayrıntı da şu: Bağırsaklarla beyin arasındaki trafik İstanbul trafiğinden çoook daha karmaşık. İki taraf arasında karşılıklı bir bilgi akışı var ama bu ikili arasında bilgi akışını sağlayan otoyola (vagus sinirine) bırakılan bilgilerin (yani sinyallerin) sayısı olması gerekenden çok daha fazla. Ayrıca vagus bağırsaktaki sorunları beyne aktarmada önemli ama beynin

ve bağırsağın iç biyolojik dengeleri de mühim birer belirleyici. Şimdilik şu kadarıyla yetinelim. Beyindeki değişimler sindirim sistemimizi, sindirim sistemimizdeki değişimler beynimizi doğrudan etkiliyor. İki sistem arasındaki haberleşmede ise

Yazının Devamını Oku

Neden kansızım?

24 Mart 2018
Kansızlık yaygın bir sorun. Özellikle 15-45 yaş aralığındaki kadınların mühim, can sıkıcı ve tekrarlayan problemlerinden biri.

15-45 yaş aralığında her ay periyotlarla kaybedilen kanla birlikte önemli miktarda demir de vücudu terk ediyor. Eğer kaybedilen demir beslenmeyle yerine konmazsa çok değil, 3-4 ay içinde demir eksikliği tablosu ortaya çıkıyor.
Bu tuzağa en çok da kırmızı etten uzak duran, vejetaryen beslenen kadınlar düşüyor. Hele bir de araya düzensiz adetler, aşırı kanama dönemleri de girmiş ya da üst üste hamilelikler eklenmişse demir eksikliği kaçınılmaz oluyor.
Kan kaybı ve buna bağlı demir eksikliği başka nedenlerle de oluşabilen bir problem. Erkek-kadın fark etmeden gizli bir mide ülseri kanaması, sinsi bir bağırsak damarı çatlaması, kronik bir hemoroid/basur tekrarlaması durumlarında da demir eksikliği devreye giriveriyor.
Mühim bir bilgi de şu:
Demir eksikliğine bağlı kanamalar maalesef bazen gözden kaçmış bir kalınbağırsak kanserinin de ilk belirtisi olabiliyor.
Tabii ki “hammadde eksikliğine bağlı kansızlığın” tek nedeni demir eksikliği değil. B12 vitamini, folik asit eksikliğinde de “madde eksikliğine bağlı kansızlık” ortaya çıkabiliyor.
İsterseniz onları da aşağıdaki kutuda anlatalım...

En tehlikeli anemi hangisi?

Yazının Devamını Oku

Erkeklerin işi zorlaşıyor

23 Mart 2018
Genci yaşlısı fark etmiyor, şaka filan da değil, erkeklerin başı belada! Bugün size iki ciddi sorundan bahsedeceğim.

O sorunlardan birincisi, genç erkeklerde görülen sperm düşüklüğü problemi.
Şu veya bu nedenle ama muhtemelen en çok da toksik kimyasallar sebebiyle erkeklerin ortalama sperm sayılarında ciddi bir azalma var.
Sorun sadece sayısal azalmayla kalsa neyse. Spermlerin kalitesi de hızla bozuluyor. Hareket kabiliyetleri azalıyor, yapıları deforme oluyor.
Kısacası genç erkeklerin sperm azlığı problemi hızla büyüyor.
Bunun en net göstergesi ise kısırlık probleminin erkeklerde de hızla yaygınlaşması oluyor.
Orta ve ileri yaş erkeklerine yani ikinci soruna gelince; onu da aşağıdaki kutuda özetlemeye çalıştım.

Ne oldu bu testosterona?

Orta yaşlı erkeklere gelince... Onlarda da ciddi bir testosteron azlığı sorunu var. Tamam her erkeğin yaşlandıkça testosteronu yavaş yavaş azalır. Ama 50 yaşındaki bir erkeğin testosteronunun dibe vurması pek de normal değil.

Yazının Devamını Oku

Yoğurt neden bir süper besindir?

22 Mart 2018
Konu beslenme olduğunda tavrım ve tavsiyem hiç değişmez: Bana göre yoğurt, süt ürünlerinin kraliçesidir ve en sağlıklı besinlerden biridir.

Yoğurt, bu güzel övgüyü sadece kaliteli proteinleri, dengeli yağ yapısı ve mükemmel karbonhidrat gücü ile hak etmez, onun mükemmel bir “prebiyotik ve probiyotik karışımı” olduğu da bilinmelidir.
Kısacası “geleneksel Türk yoğurdu” sıradan bir gıda değil, bir “süper besin”dir.
Market ve bakkallarda satılan “homojenize endüstriyel yoğurtlar” ise maalesef bu övgüyü tam olarak hak etmiyor. Çünkü onların “probiyotik güçleri” çok düşük. İçlerindeki sağlığa faydalı bakterilerin miktarı minimumda, yani yok denecek kadar az. Ama yine de onlar da protein, kalsiyum ve diğer besin unsurlarından oldukça zengin gıdalar.
Özeti şudur:
Şekerli olanları ile meyve konsantresi eklenenleri hariç yoğurtların hepsi faydalıdır. Evde yapılanın faydası ise bir tık daha fazladır.

Ev yapımı bir yoğurt mucizesi: Dörtlü karışım!

Bir kâse yoğurdun içerisine birer çay kaşığı kadar taze öğütülmüş keten tohumu, üzüm çekirdeği, ısırgan otu tohumu ve 1 tatlı kaşığı kadar zerdeçal ekleyin.İsterseniz ek olarak bir çay kaşığı tarçın ile iki çay kaşığı kadar da sızma zeytinyağı ve çay kaşığının ucu kadar karabiber de ilave edebilirsiniz.Bu mükemmel karışımı her gün ya da gün aşırı tüketebilirsiniz. Elimizdeki bu “ev yapımı ilaç” harika bir iltihap giderici, mükemmel bir antialerjik, çok güçlü bir antikanser kalkandır.

Yazının Devamını Oku

Mutluluk karnemiz ne durumda

21 Mart 2018
Dışarıdan bakanlara sorulursa öyle zannettiğimiz kadar mutlu bir toplum değiliz. Mesela bu ay yayınlanan Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Ağı raporuna göre mutluluk sıralamasında 156 ülke arasında 74’üncü sırada yer bulabilmişiz.

Pek iyi bir rakam değil bu. Peki bizim milli kuruluşumuz Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) bu konuda ne diyor? TÜİK’e göre ne durumda mutluluk rakamlarımız? Buyurun...

Çok mu pesimistiz?

Mutluluk oranı nasıl hesaplanıyor bilmiyorum ama ben kendi gözlemlerime dayanarak şunu söyleyebilirim: Biz aslında kolay mutlu olabilen yani mutlu olmaya hazır bir milletiz. Ufak tefek güzelliklerle bile anında mutluluk perisi oluveririz. Ama mühim hem de çok mühim bir kusurumuz var: Çabuk pes ederiz! Biz en ufak bir terslikte “ben yokum arkadaş” diyebilen “pesimist” yani “kötümser” bir toplumsal psikoloji içindeyiz. “Bu da geçer” felsefesini icat eden millet biz olsak da uygulamasını pek bilmeyiz. TÜİK yani Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre de (2017) “Yaşam Memnuniyeti Araştırması”na göre yüzde 58’lik bir “mutluluk oranı” ile sınıfta kalmış vaziyetteyiz.

Bizi neler mutlu ediyor?

TÜİK’in verilerine bakılırsa “sağlık” ve “evlilik” konuları bizim için mühim birer mutluluk parametresi. Sağlıklı ve evli Türkler kendini daha mutlu hissediyor. Yine TÜİK rakamlarına bakılırsa evlilik, kadınlar için daha mühim bir mutluluk faktörü. Bir başka enteresan veri de şu: Halkımızın sadece yüzde 16.6’sı sevginin mutluluk getireceğine inanıyor. Başarı ile mutlu olabileceğini düşünenlerin oranı ise yüzde 9’a çıkmış. TÜİK verilerine bakılırsa halkımız 21’inci yüzyılda da “paranın saadet getirmeyeceği” inancına sarılmış görünüyor. “Para ile saadet olmaz” diyenlerin oranı da yüzde 3.9’a çıkmış.

Yazının Devamını Oku