Yaşı 40’ı geçen her üç kadından biri cilt kuruluğundan yakınıyor. Sanılanın aksine kuruluğun nedeni sadece az su içmek değil.
Kansızlık, tiroid tembelliği, genetik nedenler, hormonal eksiklikler, metabolik sorunlar da cilt kuruluğu yapabiliyor.
Bu gibi durumlarda o hastalığı tedavi etmeden kuruluğu gidermek de mümkün olmuyor.
Peki başka bir şeyler yapılamaz mı? Tabii ki yapılabilir. Mesela bir evening primrose oil desteğinden faydalanmayı düşünebilirsiniz.
Bu destek, yapısındaki gamma linoleik asit sayesinde cilde nem pompalayabiliyor.
İlk 2 ay günde iki kez 500 mg, sonra yine 2 ay süre ile günde bir defa 500 mg’lık dozlar ihtiyacınızı karşılayabilir.
Hyalüronik asit hapları da aynı faydayı verebilir. Doğru seçilmiş “şekersiz” kolajen hidrozilatları ya da peptanlarla da iyi sonuçlar alabilirsiniz.
Sadece metabolik değil, fiziksel ve psikolojik sağlığımız için ikisi de önemli. Üstelik bahar geldi, yaz da kapıda. Yani işin bir de kozmetik boyutu var! İsterseniz gelin bu tatsız soruna ‘toplu bir giriş’ yapalım, ‘KİLO ANAYASASI’na şöyle bir bakalım. Buyurun...
SABAH GÜÇLÜ AKŞAM HAFİF- Metabolik, hormonal ya da ruhsal bir probleminiz varsa önce onu çözeceksiniz.
- Az yiyip çok aktif olacaksınız.
- Alkolden uzak duracaksınız.
- Ciddi bir hipogliseminiz yoksa sık sık atıştırmayıp üç hatta iki öğünle yetineceksiniz.
- Protein ve sebze ağırlıklı beslenip meyveyi sınırlayacaksınız.
- Yavaş yiyip her lokmayı en az yirmi kez çiğneyeceksiniz.
Kalbin yaptığı iş inanılmaz! Onun iş yükü olağanüstü bir güç, direnç ve çalışkanlık istiyor. Yetişkin birinin kalbi, 24 saatin her bir dakikasında 30 kiloluk bir ağırlığı 30 cm yukarı kaldırıp indirmeye eşdeğer akıl almaz bir işi başarıyor.
Unutmayın, kalbiniz son derece güçlü harika bir kas topudur. Ve her kas gibi o da “kullanılınca gelişir, kullanılmadığında kaybedilir” prensibiyle çalışır. Düzenli egzersiz bu gelişmenin anahtarıdır.
Yani kalp kaslarınız da egzersizle büyür, gelişir, daha da verimli hale gelir. Daha az oksijenle daha çok enerji üretir.
Özeti şudur: “Ayakta kal hayatta kal” mottomuz her yaşta geçerlidir. Kalbinize yardımcı olun.
Ferritinim neden düşük?
Ferritin bir protein, ona “demirin depo şekli” de denilebilir. Eksilen demirimizi yerine o koyar. Fazla demirimizi de o depolar. Kısacası demir dengesinden o sorumludur. Sistemde yöneticilik, kaptanlık yapar. Kanda demir azalınca o da azalmaya başlar.
Demir ölçümleri tek başına yapılmaz. Doktorunuz mutlaka ferritine de ihtiyaç duyar. İkisini birden düşük bulmuşsa eğer demir eksikliği teşhisi koyar.
1- Kuru erik 5500 (Her akşam 2 adet kuru erik tüketin.)
2- Kuru üzüm 2500
(Her sabah 5-6 adet çekirdekli siyah kuru üzüm yiyin.)
3- Yaban mersini 2400
(Biraz pahalı!)
4- Böğürtlen 2000
(Bizde zor bulunuyor.)
Kilo sorununuz olmasa bile yürümek sağlık ve sağlamlık için vazgeçilmezdir. Beden ve ruhunuz için de yerine getirilmesi zorunlu bir vazifedir.
Yürümeden olmaz! İnsan vücudu yürümek üzere tasarlanmış ve yaratılmış bir cihaz gibidir.
Bitmedi, hareketsizlik, tembellik, hatta gereğinden fazla dinlenmek bile beden ve ruha yapılabilecek en büyük işkencedir. Yürümenin sağlık yararlarını hatırlatmama gerek bile yok.
Daha güzel uykularınız olsun mu istiyorsunuz? Yürüyün! Kilo probleminiz olmasın mı arzu ediyorsunuz? Yürüyün! Sağlam kalp ve damarlara sahip olmayı mı hedefliyorsunuz? Yürüyün!
Arzunuz bağışıklığınızı güçlendirmek, enfeksiyonlardan, kanserlerden korunmak mı? Yürüyün! Belleğinizi sağlamlaştırmak, dengenizi korumak mı? Yürüyün!
Kabızlığın bile çaresi öncelikle her gün düzenli yürümekten geçmiyor mu? Daha da önemlisi şu sorulara verilecek yanıt da gizlidir: Siz hiç şişman çoban ya da postacı gördünüz mü?
Harekette bereket var!
Global bir omega-3 açlığı içinde olduğumuzdan hiç şüpheniz olmasın. Bu açlığın devam da edeceği kesin.
Çünkü yiyip içtiklerimizin içinde maalesef ihtiyacımızı karşılayacak miktarda omega-3 yok.
Ne kırmızı veya beyaz ette, ne balıkta, ne bunların süt ve süt ürünlerinde, ne de yumurtalarında kafi miktarda omega-3 yağını arayın ki bulasınız. Nedeni şu: Günümüzde hayvanlar doğal ortamlarında yaşayıp yetişip büyümüyor. Onların da hepsi omega-3 fakiri. Neticede bedenimize giren omega-3 miktarı azalıyor.
Çözüm, ne yapıp edip omega-3 zengini hayvansal ürünler bulup onları daha sık ve bol tüketmek. Olmadı mı? Takviyelerden faydalanmak ama ilki daha etkili ve garantili. Bu kesin.
Bugün özellikle şehirlerde yaşayan birinin “benim omega-3’üm yeterli” diyebilmesi mümkün değil. Böyle olduğu için de kanda ölçümler yapmaya hiç gerek yok. Bir de omega-3/omega-6 oranının bozulması meselesi var ki bu omega-3 indeksi testini iyice gereksiz hale getiriyor. Kısacası omega-3 indeksi testi bana göre gereksizdir, çünkü ayanı beyandan ibarettir.
İnternet doktoru olmayın!
“Google doktorluğu” ya da “internet hekimliği” meselesi önemli. İnternetin bilgi paylaşımında muazzam kolaylıklar sağladığı da kesin. Bilgi erişimini basitleştirdiği ise asla tartışılmaz. Kısaca o bir “bilgi otoyolu” vazifesi de görüyor. Bu sınırsız otoyolda ne bir trafik polisi, ne de güvenlik kontrolü yapan bir radar/kamera sistemi var. O muazzam bilgi otoyoluna isteyen istediği aracı (bilgiyi) koyabiliyor. Arzu ettiği hızda da kullanabiliyor. Araçlar (bilgiler) sağlam mı, değil mi, gerçek mi, manipülatif mi ayrımı yapılamıyor.
Hyalüronik asit, destek dokumuz ve cildimizin önemli maddelerinden biri. İsmi de Yunanca “cam” anlamına gelen hyalos sözcüğünden üretilmiş.
Sadece ciltte değil bağ dokusunun her yerinde özellikle de eklemlerde mühim görevler üstleniyor, eklemlere kayganlık yani hareket kolaylığı sağlıyor.
Bu nedenle de ilaç firmaları tarafından üretilen hyalüronik asit ürünleri romatizmalılarda eklem içine enjeksiyonla uygulanıyor.
Uygulamaların ağrıları azalttığı, kayganlığı artırıp eklem fonksiyonlarını iyileştirdiği kesin.
Hyalüronik asidin sık kullanıldığı alanlardan birisi de cilt sorunları.
Cildi koruyor. Nemlendirip kadifemsi bir kıvam veriyor.
Hatta biraz da sıkılaştırıyor.
Stresten bunalanların çoğu kilolu. Bilim insanları da ‘stres kilo ilişkisinin sırrını’ çözme gayretinde. Yakın zamana kadar genel kabul şuydu: Stresin arttırdığı kortizol salgısı insülin direnci üzerinden kilo almamızı kolaylaştırıp kilo kaybını zorlaştırır! Stanford Üniversitesi (ABD) tıp merkezinde yapılan yeni bir araştırma bu bilginin eksik olabileceğini gösterdi. O araştırma güvenilir tıp dergilerinden ‘Cell Metabolism’ dergisinde de yayınlandı. Araştırmada çok daha önemli bir sorunun varlığını teyit eden kanıtlara ulaşıldı. İşte o ‘kilo-stres’ sarmalındaki GİZLİ ŞİFRE! Buyurun...
SÜREKLİ STRES YAĞ HÜCRESİ Mİ ÜRETİYOR?
Sürekli ve net stres hali kanda kortizol seviyesini arttırıyor. Kortizol ise zannettiğimiz gibi sadece insülin direncini tetiklemiyor. Bazı hücrelerin yağ hücrelerine dönüşmesine, neticede de doğrudan yağlanmaya yol açıyor. Dolayısıyla stres sadece iştahı açtığı, fazla yedirdiği, insülin direncini tetiklediği için değil, oluşturduğu yeni yağ hücreleri nedeniyle de kilo aldırabiliyor. Araştırmadaki veriler kortizolün böyle bir etki gösterebilmesi için strese maruz kalma süresinin önemli olduğunun da altını çiziyor. Gün içindeki geçici streslerin değil de, kalıcı uzun süreli (mesela gün boyu devam eden) streslerin etkili olduğu anlaşılıyor. Araştırma laboratuvar ortamında fareler üzerinde yapılmış ama beklenti bu bulguların insanlar üzerinde de geçerli olabileceği yönünde.
UNUTMAYIN: UYKUSUZ OLMAZ
Dilimde tüy bitene kadar tekrarlayacak, “Tamam, derdimi anlattım” diyene kadar yazacağım. Uykusuzluk en az obezite kadar mühim bir sağlık sorunu. Kendisi başlı başına bir hastalık olabildiği gibi pek çok hastalığın da ya hazırlayıcısı, ya hızlandırıcısı. Uykusuzluğun kolaylaştırdığı sağlık sorunları arasında depresyon da var, hipertansiyon da. Kalp damar hastalığı da var, bellek bozukluğu da. Kanser de var, tükenmişlik sendromu da. Listeye fibromiyaljiyi, rahatsız ayak sendromunu da eklemeniz mümkün. Önemli ve yeni bilgi ise şu: Uykusuz geçen gecelerin size zarar verebilmesi için aylara, yıllara ihtiyaç yok. Sadece birkaç gece uykusuz kalmanız bile beyninize fiziksel ve yapısal zarar verebiliyor. Bu zarar da yeme davranışlarınızı bozuyor, iltihabi süreçleri tetikliyor, stresinizi arttırıyor, depresyona, unutkanlığa zemin hazırlıyor. Özeti şu: Uykusuzluk mühim bir mesele. Ciddiye almanızda fayda var.
OMEGA-3/OMEGA-6 ORANI DAHA ÖNEMLİOMEGA-3 ve omega-6 yağlarının ikisine de ihtiyacımız var. Ne var ki bunların belirli bir denge içinde alınması lazım. İkili arasındaki kazanım oranının da en kötü ihtimalle bire bir (1/1) civarında kalması şart. Oran büyüdüğünde, omega-6’nın omega-3’e oranı 4/1’i geçtiğinde bazı sağlık sorunları başlıyor. Omega-3 kazanımımız çok çok azaldı. Omega-6’ların kazanımı ise bitkisel yağların ve margarinlerin kullanımının yaygınlaşması nedeniyle iyice arttı. Neticede “4/1’i geçmesin” dediğimiz ‘omega oranı’ neredeyse 30/1’e ulaştı. Peki sonuç ne? Daha çok cilt hastalığı, daha sık alerji, daha yoğun kronik iltihabi problemler, romatizmal sorunlar, daha yaygın bellek bozukluğu, daha yüksek kalp damar hastalığı riski. Yani omega dengemiz çok bozuk ve durumumuz pek iç açıcı değil.