UYKU VE ÖMÜR Çok net ve açık. Uyku sorunları olanların ömürleri azalıyor. Kötü uyku ömrü kısaltıyor. Kısa ve kalitesiz bir uyku yaşamın süresini de kalitesini de altüst ediyor. Uykumuz törpülenip parçalandıkça, bölünüp hırpalandıkça yaşam süremiz kısalıyor. Bu çok net ve açık bir bilgi. Günde 7-9 saat süreli bir uyku ise en ideali.
UYKU VE KAZA Uyku süre ve kalitesinde ufak bir değişiklik iş, ev ve trafik kazalarını tetikliyor. Neticede sadece “uykusuz kalan kişi”nin kendi zarar görmüyor, çevresindekilere de zarar veriyor. Trafik kazalarında en çok kayıp uykusuzluk neticesinde gelişen kazalarda yaşanıyor. Her yıl yüzlerce insanımız uyku sorunlarının yol açtığı trafik kazaları ile sakatlanıyor veya yaşamını yitiriyor. Keşke alkol kontrolü yapan alkolmetreler gibi uyku düzeyini ölçen “uykumetreler” de olsa!
UYKU VE KANSER Uyku sorunlularının herhangi bir kansere yakalanma riskleri mışıl mışıl uyuyanlara oranla çok daha yüksek. Nedeni net: Uykusuzluk kanserle mücadelede önemli görevler üstlenen “doğal katil hücreleri”nin sayısını da iş yapma yeteneklerini de azaltıyor. Sorun açık: Uyku problemi olan kadınlarda meme, erkeklerde prostat kanserinin daha sık olduğu anlaşılıyor.
UYKU VE DAMAR Uyku sorununuz varsa kalp-damar hastası olma ihtimaliniz hatta inme-felç geçirme ya da koroner ve serebral arterlerinizi pıhtı ve plaklarla tıkayıp kalp ve beyin krizi geçirme şanssızlığınız çok yüksek bir olasılık. Bu kötü neticelerin en önemli nedenleri ise uykusuzların hipertansiyon, diyabet, obezite ve damar hasarına daha kolay paçalarını kaptırmaları.
UYKU VE DİYABET Eğer yeterli ve kaliteli bir uykunuz yoksa tip 2 diyabete yakalanma olasılığınız daha yüksek. Uykusuzların insülin direnci, reaktif hipoglisemi gibi problemlere daha sık yakalandıkları kesin. Uyku sorunlarının mevcut bir diyabetin ayarını da güçlendirdiği biliniyor. Kısacası uyku kaybı hipertansiyon için değil, Tip 2 diyabet hastalığı için de önemli provokatör.
UYKU VE KİLO Uykusuzların metabolik yapılanları da altüst oluyor. Açlık atakları, gece yemeleri, kortizol, adrenalin, noradrenalin banyoları insülin patlamaları ile sonuçlanıyor, neticede de kilo sorunu ve obezite kapı komşunuz olabiliyor. Uyku kaybı kilo yaparken, gelişen obezitede uyku apnesi ve horlama nedeniyle uyku kalitesi iyice bozuluyor.
Arginin son yılların popüler moleküllerinden biri. Kalp damar sağlığından cinsel performansa, kan şekeri ayarından insülin direncine, bellek sağlamlığından iltihabi süreçleri baskılamaya kadar pek çok alanda anahtar görevler üstlenen önemli bir madde.
Badem, arginin zenginliği bakımından yerfıstığından sonra ikinci sırada.
Bademin mineral gücü de çok fazla. Demiri, magnezyumu, kalsiyumu bol. Vitamin yapısı da önemsenecek düzeyde.
Bademin dışını saran ince kahverengi kırmızımsı zar ise resveratrol zengini. Yani “ömür uzatan” resveratrol sadece siyah üzümün çekirdek ve kabuğunda bulunmuyor, bademde de var.
Badem, biotin (saçlara ve tırnaklara bayram yaptırır), riboflavin ve E vitamininden oldukça zengin.
Önemli bir özelliği de şu: Mükemmel bir bitkisel protein kaynağı. Ağırlığının yüzde 20’si protein. Bu, dörtte bir su bardağı bademde 7-8 gram kadar bitkisel proteinin varlığı anlamına geliyor.
Bir yumurtada 6 gram hayvansal protein olduğu düşünülürse, bademin protein değeri daha bir öne çıkıyor.
Son bir faydasını daha hatırlatalım: Bademin kabuğu (badem içini kaplayan kahverengi ince zar) polifenollerden, özellikle de resveratrolden zengin mi zengin. Bilindiği gibi resveratrol ve diğer polifenoller yaşlandırıcı/paslandırıcı serbest radikalleri yok edebilen en önemli doğal savaşçılar.
Denge söz konusu olduğunda, ruhla bedenin dengesi, ruh ve bedenin kendi içindeki dengeli ilişkisi, doğa, toplum ve sosyal yapılarla kurulan “dengeye dayalı” yapılanmaların her biri ciddi şekilde irdelenmeli. Daha da önemlisi “bedenin ayakta kalabilmesi” yani “düşmemesi”, düşüp de bir yerlerini incitmemesi için de “dengemizi korumamız” lazım. Kısacası, denge bozukluğu çoook mühim bir sorun. Denge kaybı en mühim meselelerden biri. “Nasıl ayakta kalırım, yıkılmadan nasıl dik dururum?” diyorsanız buyurun...
Dengemiz bozulunca ne olur?
Denge bozuklukları bazen beyin, beyincik veya omurilik sorunları bazen de iç kulaktaki problemlerle ilişkilidir. Tabii başka nedenleri de olabiliyor. Sadece “depresif ruh hali”yle de kendini “dengesiz” hissedenler var. Sorun, en çok da yaşlı insanları tehdit ediyor.
Uzmanlara göre yaşı 60’ı geçen her üç kişiden biri önündeki ilk bir yıl içinde “düşme sorunu” yaşamaya aday. Bu olasılık 80 yaş sonrasında yüzde 50’ye kadar yükselebiliyor.
Düşmelerin en az yüzde 10’u ciddi sakatlıklar, kırıklar, doku travmalarıyla sonuçlanıyor. Özellikle kalça, kol ve ayak bileği kırıkları çok önemli sağlık sorunları yaratıyor. Bu nedenle denge bozukluklarına karşı dikkatli olmalıyız.
Önce şunu iyice kafamıza yerleştirelim. 50 yaş sonrasında ne kadar düzenli egzersiz yaparsak, düşme riskimiz o oranda azalıyor. Alkol, ilaçlar (yatıştırıcılar, uyku hapları, antidepresanlar), bazı hastalıklar (Parkinson, hipotansiyon, felçler) düşme riskimizi artırabiliyor. Kulak ve göz sorunları da dengemizi bozabiliyor. Yerdeki kablolar, kayan halılar, ıslak zeminler, kötü kaldırımlar, kaygan zeminler de bizi düşürebiliyor.
Peki denge sorununuz olup olmadığını nasıl anlarsınız? O sorunun yanıtı da diğer kutuda. Testi siz de deneyin derim...
Dengem sağlam mı?
Adına isterseniz “yaşlanma” isterseniz “yaş alma!” deyin netice fark etmiyor, “yaşlılık” kavramına herkes farklı bir açıdan bakıyor. Zaten bu nedenle “Ne zaman yaşlıyız?” sorusunun farklı yanıtları var.
Bir konuyu daha gündeme getirelim: Kimse alınmasın, ne Ertuğrul Özkök ne de ben orta yaşın üst çizgisini 80’den aşağıya indirmek niyetindeyiz. Bize göre yaşlılık çizgisi 80’li yaşlarda başlıyor. Sonrasını da biraz “kişisel bakım”, biraz genetik, biraz şans ve kader çizgisi belirliyor. Peki 80’li yaşlara doğru bize varlığını hissettiren yaşlılığın ilk işaretleri neler? Bu konuda da net ve açık bir yanıt yok. Fikirler de gözlemler de farklı. Farklı bakışlardan birini alttaki kutuda bulacaksınız...
Andre Maurois bakın neler yazmış?
100 yıl kadar önce ünlü Fransız yazar Andre Maurois yaşlanma ile ilgili düşüncelerini kaleme alırken, “İlkbaharın yaza, yazın sonbahara geçişi o kadar ağır olur ki, olup bitenler çoğu kez fark edilmez.
Sonra soğuk bir sabah karlarla, fırtınalarla kış gelir” notunu düşmüş (iyi yaşama sanatı).
Kışın işareti olan o ilk fırtına, bazen bir “grip-nezle-soğuk algınlığı”, bazen bir ishal ya da idrar yolu enfeksiyonudur. Ve ondan sonrası bundan sonra yaşayacağınız sürenin yeni ve farklı bir dönem, bir “yaşlılık dönemi” olduğunun da ilk habercisidir.
Kısacası, bedeniniz ilkbaharı çoktan bitirmiş, yazın keyfini çıkarıp gününü gün etmiş, tam da sakin bir sonbaharın huzurlu sessizliği içindeyken o fırtına kışı tetiklemiştir.
Ailesinde erken yaşlarda diyabet ortaya çıkanlarda, 40 yaş öncesinde hipertansiyon, 60 yaş öncesinde felç, 50 yaş öncesinde meme, kalınbağırsak, prostat kanseri gibi kanserlerden bazıları belirlenenlerde bu hastalıkların genetik geçişi yükseliyor.
Annesinde, kız kardeşinde ya da teyzesinde meme kanseri olanlarda, meme kanseri riski daha yüksek olabiliyor.
Aynı şekilde anne, kız kardeş ya da teyzesinde veya bunların birkaçında Haşimoto hastalığı olan bireyseniz, bu hastalığın sizde de ortaya çıkma olasılığı artıyor.
Bu listeyi daha da genişletmek mümkün.
Örneğin bazı kalınbağırsak poliplerinin zamanla kalınbağırsak kanserine dönüştüğü biliniyor.
“Familyal poliposis” adı verilen hastalıkta hem genetik geçiş çok sık, hem de bu poliplerin kolon kanserine dönüşme olasılığı çok yüksek.
Ayrıca bazı kan hastalıklarında da genetik miras önemli bir belirleyici. Örneğin hemofilide bu durum çok açık ve net.
Ayrıca talasemi adıyla tanınan bir kan hastalığında da genetik geçiş söz konusu olabiliyor.
Sihirli ve çok özel bir duygu durumu. Öyle ki daha zihnimizden geçme anında bizi rahatlatıp dinlendiriyor. Ruhumuza dinginlik, tavrımıza neşe, hayatımıza keyif ve coşku ekliyor. Batılı uzmanların üzerinde önemle durdukları “mindfullness”, yani “farkındalık” ve “anı yaşamak” meselesinin şifresi de “huzur”da gizli. Ne var ki her güzel ve faydalı şey gibi onu elde etmek, hakkıyla yaşamak, yürekten hissedip tadını çıkarmak da kolay değil, emek ve sabır istiyor. ABD’nin en önemli ruh sağlığı uzmanlarından biri sayılan Dr. Toksöz Karasu hocamız da aynı fikirde. O da huzuru “iyi hayatın vazgeçilmezi” olarak görüyor ve bakın ‘Huzurlu Yaşama Sanatı’ kitabında ne diyor: “Huzuru yakalamanın kolay ve kestirme bir yolu yoktur, ona doğru giden yavaş ve çetin bir yol vardır. Bu yolun bir sonu ve varış çizgisi de yoktur, yalnızca başlama noktası vardır. Keyifli huzuru ararken başlayabileceğiniz tek bir nokta yoktur. Şu anda bulunduğunuz nokta, başlamak için en ideal yerdir.” Gelin bu “yaz sonu haftası”na “huzura giden yol”u özetlemeye çalıştığım “eski notlar” ile başlayalım. Çünkü huzur “elde var bir” ise gerisi kendiliğinden gelecektir. İsterseniz gelin o çetin ama bir o kadar da güzel yolculuğun köşe taşlarını yeniden bir hatırlayalım. Buyrun...
VARAN 1
- KABULLENİN: Kabullenmekle “boyun eğmek” farklı şeylerdir. Değiştiremeyeceğiniz şeylerden vazgeçmek ve sahip olduklarınız için şükredebilmek huzur yolculuğunun ilk adımıdır.
- AİLENİZE SAHİP ÇIKIN: Aile huzur dünyasının merkezi, çekirdeğidir; en güçlü korunağı, en güvenli siperidir. Aile şifadır. Sakinliğe davettir. Aidiyettir. Siz farkında olmadan içinizi ısıtıp ruhunuzu rahatlatan bir “huzur hapı” gibidir.
- ‘BU DA GEÇER’ DEYİN: Varlık gibi yokluk da, çokluk gibi azlık da, şifa gibi hastalık da, kısacası her şey bizim içindir ve geçicidir. Zorluklar, üzüntü ve endişe verici olaylar ve kayıplarla karşılaştığınızda “Bu da geçer” demeyi bilin.
- GÜCE ÇOK YASLANMAYIN: Gücün ve varlığın da geçiciliği ve bir “son kullanım tarihi” olduğu kesindir. Güce çok yaslanmayın.
-
Bana göre “zarafetle ve bilgece” yaşlanmak da yaşlanma yolculuğunun en az “uzun bir ömür beklentisi” kadar önemli ama hep göz ardı edilen iki önemli ayrıntısı. Amerikalı ünlü anti-aging uzmanı Dr. A. Weil, “zarafetle yaşlanma” yaklaşımını daha sık kullanıyor ve onu “Mümkün olduğunca uzun ve olabildiğince iyi yaşayarak, hayatın sonunda çok süratli bir düşüşe geçmek” diye tarif ediyor. “Yapabileceğimiz en iyi şey, yaşlanmanın kaçınılmazlığını, önlenmezliğini, tersine çevrilmezliğini kabul edip ona uyum sağlamaya çalışmaktır” diyor ve ekliyor: “Yapabileceğimiz en iyi diğer şey de her yaş için en iyi sağlığa sahip olmaktır.”
İyi yaşlanmak bir ayrıcalıktır
Eğer bilgece ve zarafetle yaşlanan, kendiyle barışık, çevresinde sevilen biri olmayı arzu ediyorsanız, işe yaşlanmanın neden ortaya çıktığını doğru anlamakla ve insan olmanın değerini kavramakla başlamalısınız.
Yaşlanmayı yozlaşmak, çürümek ya da ihtiyarlamak değil, olgunlaşmak ve bilgeleşmek gibi algılamalısınız.
Özetle doğadaki her şeyin yaşlandıkça değer, anlam ve güç kazandığını unutmamalısınız. Peki ama nasıl?
Doğru bir yol haritası
Yaşlandıkça hayatınıza zenginlik katmaya, iç dünyanıza yeni güçler kazandırmaya, önleyemeyeceğiniz bedensel çöküşleri kazanacağınız ruhsal güçlenmelerle tamamlamaya, hayatta kalmanın güçlü yanlarını kavramaya çalışın.
Önleyici sağlık tedbirlerini unutmamalı, hastalıkları önlemenin onları tedavi etmekten çok daha kolay ve ucuz olduğunu hatırlamalısınız.
Problemin farklı nedenleri var. Beyin için elzem olan ve beyin ağırlığının beşte birini oluşturan bir omega-3 yağ asidi olan DHA’nın noksanlığı, beynimizi sisler, puslar içinde bırakan, yorgun ve bitkin düşüren sebeplerin en önde geleni.
Bildiğiniz gibi DHA (dokosaheksaenoik asit) çok önemli iki omega-3 yağından biri. Beyin hücrelerinin (nöronlar) duvar yapılanması, duvar elastikiyeti ve sinyalizasyon fonksiyonlarının vazgeçilmezi.
İkinci soruna gelince... Onun da temel nedeni beslenme hatalarımız.
B12 vitamini noksan olunca kafalar karışıyor. Vitamin olarak B6 ve folik asit (B9) eksikliği de beyni yorgun, belleği bitkin düşürüp konsantrasyonu zayıflatıyor ama B12 noksanlığı çok daha yaygın bir problem.
Bu üçlü, metil vericisi yani metilasyon destekleyicisi olarak işlev görüyor. Eksik (yetersiz) metilasyon bilindiği gibi beyni en çok etkileyen sorunlardan biri.
Peki üçüncü sırada ne var? Tahmininizde yanılmadınız: D vitamini! Onun eksikliği de yorgun beyin sorununun mühim bir tetikleyicisi.
10 büyük beslenme günahı
İLK 5