Nora Romi

Bizim de büyükanne-büyükbaba günümüz olsun!

16 Eylül 2006
Her şeye bir gün bulan, her güne bir anlam veren Amerikalıların eylülde kutladıkları bir gün var: Grandparents Day. Yani büyükanneler, büyükbabalar günü. Bana kalırsa bu günü bizim ülkemiz daha fazla hak ediyor. Çünkü orada millet 18 yaşına gelmeden evden ayrılıyor, 20’sinde ayrılmayanı anası babası atıyor! Ondan sonra belli bayramlarda görüşüyorlar ailecek.

Oysa bizde böyle mi? Evlendiğimiz günün ertesi sabahı bile ilk annemizi ararız. Kaynanamız da bizi arar! Ondan sonra da yakın ilişkilerimiz devam eder. Hele ki bebek sahibi olunca bu görüşmeler daha da artar. Bırakın görüşmeyi, kızı ya da gelini çalışmaya başladığı için torununa bakan anneanne ve babaannenin sayısı hiç de az değil.

Dolayısıyla bana kalırsa bir özel gün kutlanacaksa o yer burası olmalı. Hem artık büyükanne ve büyükbabalar da değişti. Çok daha modern ve enerji dolular. Torunlarına karşı çok daha anlayışlılar. O çocuk kitaplarındaki kambur, beyaz saçlarını topuz yapmış, çiçekli entarili anneanneler yok artık. Onlar nine. Bir üst kuşak yani!!!

Bu hafta, bu güzel insanlar için söylenmiş güzel sözlerden toparladım.

Dünyada herkes meşgul olsa bile, büyükannenizin size ayıracak zamanı vardır.

Her gün onu görmeye gidiyorum. Hep neşeli. Gülerken karnı jöle gibi hopluyor. Tatlı ve cömert. Büyükannemin fırınında hep bir elmalı tart hazır olur. Her zaman da bana verecek yeni bir şeyleri. Evi hep güzel kokar.

Paranın asla satın alamayacağı bazı şeyleri yalnızca büyükanneler verir. Süreklilik, güven, denge, sevgi, anlayış ve koşulsuz destek.

Büyükanneler masal ve şekerlemeler için uygundurlar.

Büyükannem pek tombul değil ama tatlı ve rahatlatıcı, sizi dizine oturttuğunda, büzülüp kendinizi güvende hissedebilirsiniz.

Büyükannemin evi tam bir hatıralar cenneti. Her duvarda bir yadigar. Ev kurabiyelerinin kokusu havayı sarar, sevgi ve huzur doldurur içimizi. Endişelerimiz, sıkıntı ve üzüntülerimiz dağılıverir. Büyükannenin evi kocaman bir kucak gibidir.

Yeni büyükanne olmuş biri beni hep güldürür. Bilirim ki aslında onyedisinde hissetmektedir kendini.

Sanırdım ki büyükannelik yaşlılığın huzur dolu günlerinde yaşanır. O halde benim bu kalede ne işim var. (Bir büyükbaba)

Büyükanneler, hayatın artık sona erdiğini iddia etmeye başladıktan hemen sonra yeniden başladığını keşfeden kişilerdir.

Annelerimiz zarafetin doruğuna büyükanne olduklarında ulaşırlar.

Büyükannemin yüzündeki kırışıklıkları çok seviyorum. Hepsi bir masal anlatıyor.

Büyükanneler patlama noktasına gelene dek çenelerini tutma yeteneğine sahiptir! O noktaya gelince de zaten yumuşak sesle konuşurlar.

Çocuk sahibi olmayın, torun sahibi olun!

Küçükler için kocaman bir şenlik

Dileriz havalar haftaya çok güzel olur çünkü önümüzdeki hafta sonu çocuklar için çok önemli. Hepsi, okulların yeni başladığı kış sezonuna iyi bir başlangıç yapmak ve moral kazanmak için 22-24 Eylül arasında yapılacak Minifest’i bekliyor. İstanbul Kültür Sanat Vakfı - İKSV tarafından Renault, Toys R Us ve İş Bankası’nın destekleriyle yapılan Minifest’in medya sponsorluğunu Jetix, Miço ve Parents Dergisi üstleniyor. İşte şenlikten sizin için seçtiklerimiz.

ATÖLYE ÇALIŞMALARI

 Ritim Atölyesi
: BT Müzik Evi, 7-12 yaş arası çocuklar için davullar, darbukalar ve tefler eşliğinde bir atölye çalışması yapacak.

 Cimcim Cimnastik: Jimnastik atölyesi 7 yaş ve üzeri için uygun. Gün boyu sürecek olan çalışmalarda çocuklar jimnastik sporunun keyfini tadacak. 

Merhaba Müzik Beden ve Müzik Atölyesi: Ünlü besteciler olağanüstü eserlerini nasıl yazar, nasıl besteler; hiç merak ettiniz mi? Hep birlikte bu şarkıları öğrenmeye ne dersiniz? Ekol Drama’dan, 7-9 yaş grubu için uygun.

 Dans Eden Parmaklar: Bakalım parmaklarınız müzik ve ritmi boyalar ve kalemlerle káğıda geçirme oyununda ne kadar başarılı! 4-6 yaş çocukları için.

 Cam Ocağı: Cam Ocağı bu yıl da çocukları camın renkli dünyasına konuk ediyor. Çocuklar, camın alev önünde nasıl şekillendiğini izleyebilir ve cam yapımına ilk adımları atabilir. (7-12 yaş grubu için)

 Uç Uç Uçurtma: Kim sevmez ki uçurma yapmayı, uçurtma uçurmayı? Lykia World’ün uçurtma atölyesinde istediğiniz kadar uçurtma yapabilir, dilediğiniz kadar uçurabilirsiniz. 

Hayal Evi: Ekol Drama Sanat Evi’nden el becerilerini geliştirmek isteyenler için eğlenceli bir çalışma. Gazete ve dergi sayfaları ve boyalarla çalışarak hem güzel, hem de yararlı aletler yapmak isteyen 6-12 yaş arası çocuklar için uygun.

 Resim Bahane: Portakal Ağacı’ndan 4-6 yaş grubu ve 7-9 yaş çocuklar için. Harikalar diyarının kapısı, bir káğıt, bir kalem ya da boyayla küçük konuklar için açılıyor.

 İçimizdeki Müzik: 7-9 yaş grubu içindeki müziği, yürüyerek, konuşarak keşfedecek. Bakalım sizin müziğiniz nasıl?

 Doğada Dans: Doğayı izleyerek ve dinleyerek algılamaya çalışacağız. Yaratıcılığımızı kullanarak hareketlerimizi geliştireceğiz. 

Çamurköy: Çamurköy’de her şey elinizdeki çamurlara ve hayal gücünüze bağlı. 6-8 yaş için uygun. 

Top Yapalım Atölye Çocuk Evi: 2-6 yaş arası konuklar için oyunlarla dolu, ilginç ve keyifli bir çalışma. Rengárenk balonlardan ve pirinçten toplar yapacağız. 

Ekle Çıkar: Önümüzde bir sürü farklı malzeme olacak. Hep beraber birini alıp, ötekine ekleyeceğiz. Hayal gücünüzle baş başa kalacağınız bir çalışmaya ne dersiniz? 

Mozaik Bahçesi: Bugün önemli müzelerde korunan olağanüstü eserlerin nasıl yapıldığını öğrenmek ister misiniz? 

Kabartma Sanatı: Tarihi ve süsleme sanatını seven küçük konukları çok zevkli bir çalışma bekliyor. 

Doğayı Keşfedelim: Haydi, doğaya kulak verelim! WWF Türkiye- Doğal Hayatı Koruma Vakfı gönüllüleri ile doğayı keşfe çıkıyoruz. Akvaryum ve susamuru oyunuyla doğayı ve deniz canlılarını tanıyacaksınız.

 Kazalım Bulalım: 7-14 yaş arası arkeologlar işbaşına! Bir dedektif gibi tarihin izini sürecek, kazı yapacak ve bulduğunuz ipuçlarından birçok şey öğreneceksiniz. 

Rahmi Koç Müzesi: Türkiye’nin ilk ve tek sanayi müzesi olan Rahmi M. Koç Müzesi, sergilediği objeleri ile minik konuklarına keyifli dakikalar yaşatacak. 

Deneme Bilim Merkezi: Gelecekte bilim adamı olmak isteyenler için. Üç rehber öğretmen çocukları aydınlatacak, deney ünitelerini gösterecek ve onlara deneylerinde yol gösterecek. 

İstanbul Oyuncak Müzesi: İstanbul Oyuncak Müzesi Minifest alanına taşındı.

SAKIN ŞAŞIRMAYIN!

CURCUNABAZLAR
: Bir köşeden karşınıza her an bir tahta bacak, jonglör veya dev kuklalar çıkabilir. Bir anda palyaçolar etrafınızı sarıp, sizi şaşırtabilir.

OYUN BAHÇESİ: Oyun Bahçesi’nde neler yok ki; bowling, tel cambazları, tek tekerlekli bisiklet, hulahop, yürüyen kutular ya da Palyaço Taksi ile ilginç bir gezinti...

DEV MİKADO ÇÖPLERİ VE SATRANÇ TAŞLARI: Satranç tahtasının üzerinde dolaşarak satranç veya mikado oynamak ister misiniz?

RENKLİ YÜZLER: Usta sanatçılar, havuz çevresinde yüzünüzü boyamak için sizi bekliyor.

DOĞADA BİR GÜN: Bayrak yarışları, odun istifleme, küp oyunu, denge oyunu, labirent, tek süt çiftliği, halat ile tırmanma, hedef atışı eğlenceli oyunların sadece birkaçı.

PARTY KIDS: Kocaman şişme oyuncaklar, zıpzıplar ve mini tren. Party Kids’in oyuncakları sizleri bekliyor. (Giriş ücretli)

BUZ PATENİ: Eğitimciler eşliğinde buz pateni yapmak isteyenler için havuzun yanında bir buz pateni pisti oluşturuldu. (Giriş ücretli)

MİNİFEST’TE ÇOCUK TİYATROSU

Müziğimi Kaybettim İlyada Palyaço Ağacı İstanbul Hatırası Cimcimler Cimnastik Gösterisi

ÖZEL ETKİNLİKLER

Renault, gerçek Formula 1 heyecanını Minifest’te taşıyor. Minifest konukları, Fernando Alonso’nun şampiyon olduğu Renault F1 aracıyla, F1 pilotu olmanın zevkini ve heyecanını yaşayacak. Gerçek boyutlardaki Renault F1 aracıyla tur atarken, aracın hızına, sesine ve yol tutuşuna inanamayacaksınız.

Toys "R" Us’ın kukla tiyatrosu, Minifest boyunca her gün çocukları eğlendirecek.

İş Bankası, satrançsever minikleri bekliyor. Milli Satranç Takımı’nın oyuncuları festival boyunca her gün 11.00-12.00 arasında İş Bankası köşesinde minik konuklara satranç eğitimi verecek.

Nasıl bilet alacaksınız? Minifest biletleri www.biletix.com ve Biletix çağrı merkezinden (0216 556 98 00) satın alınabilir. Ayrıca şenlik günlerinde Parkorman girişinden de temin edebilirsiniz. Fiyatlar: 3-12 yaş arası için 6 YTL. 12 yaş üstü ve ebeveynler için 7.5 YTL. 0-2 yaş arası için giriş ücretsiz. Şenlik boyunca tüm atölye çalışmaları ve gösteriler ücretsiz.

Nasıl gideceksiniz? Metro ile 4. Levent’e gelip, metro durağı ve Parkorman arasında işleyen servislere binebilirsiniz. Kendi otomobili ile gelenler için park yeri mevcut.

Ayrıntılı bilgiye 0212 334 07 93’ten ve www.iksv.org/minifest adresinden ulaşabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku

Çocuklarımız gemi azıya aldı

9 Eylül 2006
Önce epey korktum. Sadece benim çocuğum böyle sandım. Ama değil, bütün çocuklar çığırından çıkmış sanırım. Bütün anneler bağırıp çağırıyor, arayıp yakarıyorlar. Bu uzun yaz tatilleri; kendi başına iş görebilen yaşa gelemeyen çocukların anneleri için gerçekten çok zor bir dönem...

Terbiyesizlik, arsızlık, sivri ve uzun dil had safhada...

Sinan bir keresinde, "Anne senden nefret ediyorum" dedi. Duygusal zamanımda idim, biraz da şov yapmak istedim, ağlar gibi yaptım. İçeri gidip bir saat takıldım. O da odasından çıkmadı... Sonra şöyle bir tehdit başladı: "Senden nefret ediyorum dememi mi istiyorsun!!!"

Artık iyice tadını kaçırdığı için bu lafı duyunca ailecek gülmeye başlıyoruz. Cümle, bütün ciddiyetini yitirmiş durumda. Doğru mu yanlış mı bilmiyorum ama şakayla karışık bu cümleyi ekarte etmiş durumdayız.

Önemli değil, yenileri çıkıyor. Babaya ayrı bağırıyor, bana ayrı... Cümlelerin sonuna "be", "yahu" "lan" gibi ekstra kelimeler de eklendi!

Bazen son derece olgun davranan ben, bazen de kopuyorum tabii. Bağırıp çağırıyorum. O esnada kullandığım kelimelere dikkat etmeme rağmen, bazen ağzımdan oğlumun kullanmasını istemediğim kelimeler de çıkabiliyor.

Sonra yine kendime kızıyorum.

Birkaç kere inanılmaz kavga ettik. Gerçekten inanılmazdı. Bana düşmanıymışım gibi davranıyor, hatta vuruyordu. Benim o kadar gözüm dönmez ya! Hatta ben kavga bile etmem ya! Kime çekti ki benim oğlum...

Sonra sonra, diğer annelerle konuşunca pek çok çocuğun benzer tavırlar içinde olduğunu duydum da nispeten rahatladım. Neyse şimdi size verecek birkaç haberim daha var:

BİR ŞEY DEĞİŞİR HER ŞEY DEĞİŞİR

Toçev ve NTV Radyo’nun ortak bir amacı var: Elimizden geldiğince çok çocuğa ulaşıp, onların okullarında mutlu, kendine güveni olan, geleceğe umutla bakan bireyler olarak büyümesini sağlamak istiyorlar. Hedefleri, eğitim olanakları maddi açıdan kısıtlı olan ilköğretim çağındaki çocuklara hazırladıkları çantaları ulaştırmak.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın desteğiyle TOÇEV tarafından belirlenen 13 ilde en çok ihtiyacı olan okullardaki öğrencilere ulaştıracağımız eğitim çantaları, bir ilköğretim öğrencisinin bir yıllık kırtasiye ihtiyacı düşünerek hazırlandı. İçinde pergel, cetvel seti, silgi, 12 kurşunkalem, 5 kırmızı kalem, kalemtıraş, 12’li sulu ve kuru boya, resim defteri, 8 defter, kalem kutusu ve sırt çantası var. Bir çanta 22 YTL karşılığı destek demek. Bu ufacık destek, bir çocuğun dünyasında tam da okula başlayacağı gün tahmin edebileceğinizden çok daha büyük bir değişiklik yapacak. Zaman çok değil, çantaların dağıtımına 18’inde başlanacak. O yüzden hemen hareket etmenizde fayda var:

www.ntvmsnbc.com veya www.tocev.org.tr

Çocuğunuz okula hazır mı?

Çocukların mutlu, dengeli, özgüveni yüksek ve üretken bireyler olarak yetişmelerinde okul yaşantılarının etkisi çok önemli. Çocuğun, hayatının ilk beş yılında güven ve sevgi duyduğu bir ev ortamında bulunması, merak ettiği şeyleri öğrenebilmesi için olanaklar sunulması, gelişimini olumlu yönde destekler. Okul hayatında mutlu, başarılı ve uyumlu olmalarında önemli rol oynayan özellikler beş başlıkta incelenebilir. Bunların neler olduğunu Uzman Psikolog Suna Polat’a sorduk.

1) FİZİKSEL SAĞLIK VE MOTOR GELİŞİM

İnce-motor gelişim olarak adlandırılan baş ve işaret parmağının etkin kullanımı ile kaba-motor gelişim olarak adlandırılan, yürüme, tırmanma, top oynama gibi beceriler bu alanda yer alırlar. Okula başlayan çocukların, yazı yazmayı öğrenmelerinde ince-motor gelişimin çok önemli bir rolü var. İnce-motor gelişimi, yaşından beklenen düzeyin altında olan çocuklar, özellikle yazı yazarken, resim çizerken, makas kullanırken, takma, çıkartma, çekme ve yapıştırma gibi aktiviteleri yaparken zorluk çekebilir ve desteğe ihtiyaç duyabilirler.

İnce motor gelişimi açısından okula hazır olan çocuk:

Tek başına giyinebilir, soyunabilir ve temizliğini yapabilir; düğme ilikleyebilir, fermuar çekebilir.

Dökmeden, çatal-bıçak kullanarak yemeğinin tamamını kendi başına yiyebilir.

İnsan resmini eksiksiz çizebilir, ismini yazabilir, bazı şekilleri ve harfleri kopyalayabilir, sayıları yazabilir.

Makasla bir şekli kesip çıkarabilir.

Kaba motor gelişimi açısından okula hazır olan çocuk ise:

Dengeli bir biçimde yön değiştirerek. koşabilir, tırmanıp atlayabilir.

Topu yerde zıplatabilir, ayakları ile sürebilir, tek elle topu ileri doğru atabilir.

Tek ayak üzerinde birkaç kez sıçrayabilir.

İki ve üç tekerlekli bisiklete binebilir.

2) SOSYAL VE DUYGUSAL GELİŞİM

Sosyal ve duygusal gelişim, çocuğun okuldaki uyumunu, mutluluğunu, başarısını etkileyen önemli bir faktör. Çocuğunuzun duygusal ve sosyal gelişimini desteklemek için beklentilerinizi çocuğunuzun özelliklerine göre belirlemelisiniz. Unutmayın ki; çocuğunuzdan yapabileceğinden daha fazla ya da az şey beklerseniz, onun kendine olan güvenini kaybetmesine neden olabilirsiniz. İyi yapabildiği şeyleri ödüllendirin, yapamadığını fark ettiğiniz konularda yol gösterin ve teşvik edin. Yaşına uygun sorumluluklar verin. Sorumlulukları yerine getirmediğinde, öncelikle bu sorumluluğun yaşına ve özelliklerine uygun olup olmadığından bir kez daha emin olun.

Sosyal ve duygusal açıdan okula hazır olan çocuklar:

Okula istekli gelirler, ana-babaya aşırı bağlı olmazlar.

Arkadaşları ile yaşadıkları sorunlarla baş edebilirler.

Empati kurabilirler.

Akranları ile pozitif ilişki içinde olurlar.

Sınıf içinde yalnız kalmazlar, oyun arkadaşı olarak tercih edilen çocuklardır ve arkadaşları tarafından kabul görürler.

Sorumluluk alabilirler.

Kendilerini uygun bir biçimde koruyabilirler.

Kızgınlık, üzüntü gibi duygularını diğerlerine zarar vermeden ifade edebilirler.

Sınıf içi tartışmalara katılabilir, fikirlerini aktarabilirler.

Okuldaki kuralların ve sınırların farkındadırlar ve uyum gösterirler.

3) DİL GELİŞİMİ

Dil gelişimi yaşına uygun olan çocuklar, okul hayatında daha başarılı olurlar. Ayrıca dil gelişim düzeyi kadar, dilin akran ilişkilerinde ne kadar etkin kullanıldığı da önemli bir faktör. Çocuğunuzun dil gelişimini desteklemek için onunla bol bol konuşmalı, "Henüz erken! Nasıl olsa beni anlamaz" dememelisiniz. Onunla konuşurken benzer ve zıt kavramları, sayısal kavramları bol bol kullanın. Çocuğunuzun dil gelişimi açısından okula hazır olduğunu bunlarla anlayabilirsiniz:

Bir hikaye ya da masalı baştan sona anlatabilirler.

Karşılıklı sohbet edebilirler.

Benzer ve zıt kavramları kullanırlar.

Soru sorarlar. Duygu ve düşüncelerini anlaşılır ve akıcı bir biçimde aktarabilirler.

4) ÖĞRENMEYE KARŞI TUTUM

Her çocuğun öğrenmeye karşı olan tutumu, öğrenme merakı ve öğrenme tarzı bir diğerinden farklı. Okula başlayan çocuk,

Öğrenmeye meraklı olur,

Yeni şeyler öğrenmekten keyif alır,

Öğrendiklerini başkaları ile paylaşmaktan hoşlanır,

Çevresinde gördükleri şeyler ile ilgili soru sorar ve fikir yürütür,

Öğrenmek için çaba gösterir.

5) BİLİŞSEL GELİŞİM VE DİKKAT

Bilişsel gelişim ve dikkat, çocuğun akademik başarısını etkileyen faktörler. Bilişsel gelişimi yaşına uygun olan çocuklar, öğrenmeye açık ve meraklı olurlar. Akademik çalışmalara daha kolay ve çabuk uyum gösterirler.

Bilişsel gelişimi okula hazır olan çocuklar,

En az 1’den 20’ye kadar ezbere sayabilirler,

İstenen sayıdaki nesneyi verirler, bir kümedeki nesneleri dokunarak sayarlar,

Basit toplama ve çıkartma işlemleri yaparlar,

Sırası karışık resimleri bir hikaye oluşturacak şekilde sıraya dizerler,

Dün/bugün/yarın kavramlarını doğru kullanırlar,

Modele bakarak üçgen, daire ve kare çizerler,

Bir resimde gördükleri en az dört nesneyi hatırlar, zıt ve benzer kavramları doğru ve yerinde kullanırlar,

Bir hikayeyi başından sonuna dinler ve ilgili soruları cevaplayabilirler.



ÖĞRENME VE DİKKAT SORUNU OLAN ÇOCUKLARI NASIL TANIRSINIZ?

Kapasitelerine göre düşük okul başarısı gösterirler Arkadaş ilişkilerinde sorun yaşayabilirler Arkadaşları tarafından dışlanabilirler Kurallara uymada zorluk çekerler Sürekli olarak eşyalarını unutabilir, kaybedebilirler Ev ödevi gibi sorumlulukları yerine getirmede zorlanabilirler İlgilerini çeken bir faaliyette (TV, bilgisayar gibi) dikkatlerini sürdürebilirken, akademik faaliyetlerde dikkat problemi yaşarlar Başladıkları işi bitiremezler Dinleme becerileri zayıftır, bu nedenle öğretmenin verdiği yönergeleri takip edemezler Diğer çocuklar kadar hızlı ve kolay öğrenemezler Sağ/sol, yukarı/aşağı gibi kavramları karıştırabilirler

ANNEMİN KÖŞESİ

Siz kaç yıllık evlisiniz?

Bülent ve Rahşan Ecevit geçenlerde evliliklerinin 60. senesini kutlamışlar. Bu pırlanta yıl oluyor. Benimkiler ise yakutu kutladılar: 40. yıllarını yani... Onlara sürpriz bir parti vererek, karı koca dağılmalarına neden olduk.

Bu vesile ile kaçıncı evlilik yılının ne yılı olduğunu toparladım. Buyrun...

1: Kağıt, 2: Pamuk, 3: Deri, 4: Meyve ya da Çiçek, 5: Ahşap, 6: Demir, 7: Bakır, 8: Bronz, 9: Çömlek, 10: Teneke, 15: Kristal, 20: Çin (Çin porselenini kastediyorlar belki de), 25: Gümüş, 30: İnci, 35: Mercan, 40: Yakut, 45: Safir, 50: Altın, 55: Zümrüt, 60: Pırlanta.
Yazının Devamını Oku

Sinan’ın ilk yaz aşkı

2 Eylül 2006
Biz kaçtık... Bir haftalığına Akçay’a geldik. Kendimizi tuzlu denize attık, Havran pazarına gidip kışlık salçalarımızı aldık. (Yok, henüz yapma aşamasına geçemedim!) Ve oğlum ilk yaz aşkını yaşadı...

Kızımız, oğlumdan iki yaş büyük. Birbirlerini tanıyorlardı. Ama çok nadir görüşüyorlardı. Nihayet buluştular. Gündüz bol bol koşturarak, denize girip çıkarak geçti. Akşamüstü giyindiler ve kumsalda oynamaya devam ettiler. Güneş batmaya başlamıştı. Taşlı kumsalın arasından uzayan tahta iskelenin ucunda oyun oynuyorlardı. İki uçtan birbirlerine koşup, burun buruna kalıyorlardı. Nasıl yaşadıklarını bilemem ama dışarıdan son derece romantik bir günbatımı yaşamışlar gibi görünüyordu.

Kızımızın müthiş bir hayal gücü olduğunu duymuştum. Zaten anne ve babasını da tanıdığım için bunun son derece normal olduğunu da biliyordum. Kızın oyunlar icat ettiğini ve bize bulaşmadan saatlerce oyalandıklarını görmek de ayrıca hoştu, itiraf edeyim.

Bir ara o kadar yakınlaştılar ki, neredeyse denizin içinde yemek yiyen bizler, "Ne oluyor oralarda" diye ayaklandık. Sonra baktık ki normal olmayan bir şeyler yok. Biz de keyiflerini bozmayalım dedik. Bir ara, iskeleye yan yana oturup ayaklarını sallandırdılar. Sonra yanımıza gelip, kumlarda yuvarlandılar. Çok mutlu görünüyorlardı. Bunun üzerine herkes şehre dönmeden önce bir kez daha görüşmeye karar verdik.

FİLM GİBİLER

Ertesi gün tekrar buluşma programı yaptık. Deniz kenarında yine buluştular. Bol bol denize girdiler. İskele yüksek olduğu için ilk gün denize atlamaktan çekinen Sinan, tabii ki karizmayı çizdirmemek için atlamaya başladı. Hem de ne atlamalar... Her birine ayrı bir senaryo yazılarak suya dalmaya başladı bizim çılgınlar.

Çocukları izlerken gerçekten çok keyif aldığımız anlar da oldu, müdahale etmemiz gerekir mi diye endişelendiğimiz anlar da. İnsan bilemiyor... Tabii ki kendi çocukluklarımızla kıyaslamıyoruz. Çünkü onlara, bize davranılandan çok daha açık ve toleranslı davranıyoruz. Mesela hep beraber yemek yerken, Sinan ya da arkadaşı "Kavun alabilir miyim?" diye sordu. Hemen verdik tabii. Anneannem şaşırdı; "Bize ne verilirse onu yerdik" diye anlatmaya başladı. Yadırgamadı ama onun gördüğü bu değildi. Benimki de değildi. Ben muhtemelen annemin kulağına uzanıp, "Anne kavun istiyorum" derdim. O da uygunsa verirdi.

Bizim çocuklar istediklerini söyleyebilirler. İstediklerini yiyebilirler. Onların özgürlüklerine bayılıyorum. Onları seyretmeye de bayılıyorum. Karışmadan duramıyorum ama olsun. En bol Oscar’lı filmden daha zevkli çocukları izlemek.

Savaş ve çocuklar

Savaşta ne kazananlar vardır ne de kaybedenler; sadece kurbanlar. Bu gerçeği en iyi algılayanlar da, dünyaya korkarak bakan çocuklar. Çocuk ve savaş yan yana gelemeyecek iki kelime gibi görünse de, son yıllarda, özellikle son aylarda en sık duyulan kelime ikilisi haline geldi. Uluslararası hukukun güvenilirliğini ve geçerliliğini kaybettiği son on yılda, çocuk haklarının en önemli maddesi de göz göre göre çiğneniyor: "Çocuklar savaşta taraf değildir, her türlü çatışmada çocukların olayın dışında tutulması gerekir." Peki ne yapmalıyız? Onları televizyonlardan uzak mı tutmalıyız? Yaşadıkları huzursuzluğu nasıl giderebiliriz? Kendilerini yeniden güvende hissetmelerini nasıl sağlayabiliriz? Bu durumlarda çocuklarımıza ne söyleyeceğiz, onlarla nasıl konuşacağız? Bunları bilmek, dünyanın güvenli bir yer olmadığını sarsıcı bir şekilde keşfeden küçük zihin ve bedenlerin sağlığını korumamıza yardımcı olur. Davranış Bilimleri Enstitüsü Psikologlarından Filiz Kaya, Parents dergisindeki yazısında çocukların savaş ve terör soruları karşısında nasıl davranmamız gerektiğini yazdı.

KENDİNİ GÜVENDE HİSSETSİN: Çocuklar, ölümle ve ölümün ne olabileceği ile karşılaştıklarında endişelenir, çocukların da ölebileceğini öğrendiklerinde sarsılırlar. Bilmesi gereken en önemli şey, güvende olduğu ve sizin onunla ilgilenecek, yanında olacağınız olmalı.

KENDİYLE ÖZDEŞLEŞTİRİR: Televizyonda kendi yaşlarında bir çocuğun bir kazada öldüğünü duyan bir çocuk, sonraki günlerde herhangi bir araca binmek istemeyebilir. Veya savaşta çocukların öldüğünü duyan bir çocuk, savaşta öleceğine inanabilir.

ONU GÖZLEMLEYİN: Çocuklar büyük korkularını uzun süre paylaşmazlar. Bu yüzden onu iyi gözlemlemeniz gerek. İzlediği haberlerden, duyduklarından ya da gördüklerinden tedirgin olduğunu fark ettiğinizde, daha fazla birlikte zaman geçirin. Ailenin birlikte keyifli vakit geçirmesi, gördükleri ile kendi yaşadıklarının ayırdına varmasını kolaylaştırır.

TELEVİZYONU SINIRLAYIN: Çocuğunuzun televizyondaki korkunç savaş sahnelerini görmesini önleyin ve yanında yaptığınız konuşmalarda dikkatli olun. Tedirgin olduğunu fark ettiğinizde onu rahatlatın ve konuşmaya teşvik edin.

GÜVENLİ BİR ORTAM SUNUN: Çocukların önemli bir bölümü tıpkı yetişkinler gibi, söz konusu travmatik deneyimler bile olsa son derece dayanıklı. İçlerindeki şüpheden ve korkudan bir süre sonra kendiliğinden çıkar ve çocuk olmaya devam ederler. Ancak her koşulda güven içinde konuşabileceği, kendini ifade edebileceği ve güvende hissedebileceği bir ortam yaratarak, yaşamı boyunca üzücü olaylarla başa çıkmasını sağlayabilecek beceriler edindirebilir ve duygusal güçlükler yaşama ihtimalini en aza indirebilirsiniz.

NASIL KONUŞACAKSINIZ?

Televizyonlar ve gazeteler ölen çocuklarla ilgili haberlerle doluyken, çocuğunuzla ilgili bilmeniz gereken en önemli şey, onun konuyla ilgili neler bildiği. Çok küçük çocukları karşınıza alıp dünyanın acı gerçeklerini önceden anlatmak gerekmese de, büyükler için yapmanız gerek. Bunu açık bir şekilde sormanız, bu konu hakkında konuşabileceği inancını kazandırır. Böylelikle kafasındaki soru işaretlerini tek başına yanıtlaması gerekmez. Savaş, terör ve tehlike konusunda çocuklarla konuşmak hiç kolay değil. Aşağıdaki öneriler bu konuda size yardımcı olacaktır...

1. Çocuğunuzun rahat bir şekilde konuşmaya başlamasını sağlayabilecek, kendini güvende hissedebileceği ortamlar yaratın. Konuşmak istemiyorsa, hazır olana kadar bekleyin ve zorlamayın.

2. Dürüst yanıtlar ve doğru bilgi verin. Gerçek olmayan bilgiler verdiğinizi mutlaka öğrenirler. Bu da size olan güvenlerinin sarsılmasına ve sizinle konuşmamayı tercih etmelerine neden olabilir.

3. Yaşına ve dil gelişimine göre, anlayabileceği kelimeleri ve kavramları kullanın.

4. Verdiğiniz bilgiyi defalarca tekrarlamaya hazırlanın. Bazı şeylerin onun için anlaşılması ya da kabul edilmesi zor olabilir.

5. Bildiklerini, düşündüklerini ve hissettiklerini anlamaya çalışın. Sorularının ve düşündüklerinin sizin için önemli olduğunu hissettiğinden emin olun.

6. Gerçekçi olmayan vaatlerde bulunmayın. "Asla savaş çıkmayacak" ya da "Bizim tanıdığımız kimsenin başına bir şey gelmeyecek" demeniz gerçekçi olmaz.

7. Çocuğunuzun sözel olmayan yollarla da kendini ifade etmesini sağlayın. Bazı çocuklar düşüncelerini, duygularını ve korkularını resim yaparken ya da oyuncakları ile oynarken daha iyi ifade edebilirler.

8. Çocuklar, özellikle dünya olaylarına verdikleri tepkilerde, ebeveynlerinin ve öğretmenlerinin tepkilerini son derece dikkatle izler ve referans noktası olarak alırlar. Diğer yetişkinlerle yaptığınız sohbetler ve haberlere verdiğiniz tepkiler konusunda dikkatli olun.

9. Çocuğunuzun, sizin neler hissettiğinizi bilmesini sağlayın. Gergin, endişeli ya da üzgün olduğunuzu bilmesinde bir sakınca yok. Boşlukları kendi başlarına doldurma konusunda son derece başarılı olan çocuğunuz, hislerinizi bambaşka şekilde yorumlayabilir.

10. Savaş görüntülerini izlemesini önleyin. Yerel televizyonları, gazete ve dergileri travmatik görüntüleri yayınlamama konusunda uyarmaktan çekinmeyin.

11. Travmatik deneyimlere sahip çocuklar, duydukları haberlerden etkilenme konusunda diğer çocuklara göre daha hassaslar. Böyle bir durumda, fazladan ilgi ve destek gerekebilir.

12. Baş ve karın ağrıları gibi fiziksel belirtileri gözlemleyin. Çocukların büyük bir bölümü, duydukları endişeyi fiziksel ağrılarla dışa vurur.

PROFESYONEL DESTEK GEREKEBİLİR

Savaş, bombalar, teröristler vb. konularla fazla ilgili olan ve devamlı bu konuları düşünen çocukların çocuk psikologlarına yönlendirilmesi gerekir. Profesyonel yardıma ihtiyaç duyulan durumlara dair diğer belirtiler uyku sorunları; ses, ışık vb. olaylardan irkilme, bambaşka bir şeyle ilgilenirken bir anda bu konu ile ilgili konuşması, endişe hali, ölüm korkusu ile ilgili tekrarlanan düşünceler, bir anda ebeveynden ayrılmak ya da okula gitmek istememe davranışıdır. Bunların devam etmesi durumunda, çocuk psikologlarına ve pedagoglara başvurmanız gerekir.
Yazının Devamını Oku

Sinan yine yaz okulunda!

26 Ağustos 2006
Beş haftalık büyük yaz okulu programımız bittikten sonra Sinan’ın biraz evde takılmasına karar vermiştim. Yaz tatilinde sabahın 07.15’inde kalkmasına içim parçalanıyordu. Bari biraz dinlensin, tembellik yapsın diye düşündüm. Bir-iki gün evde kalır, arada benimle işe gelir, bir gün de anneannesiyle geçirir diye hesap yaptım.

Bir hafta güzel geçti. Hatta ofiste bir prens gibiydi. Bir sene önce ona hediye gelen ama uzun zamandır oynamadığı Nintendo’yu ortaya çıkardığı için onunla da oyalanıyordu ki, hiç karşı çıkmıyordum. Ofiste bazen Deniz onu himayesine alıyor, bilgisayarında oyalıyordu.

Ne var ki geçen cuma günü ipler koptu...

Yine işyerindeyiz. Serin serin kahvaltımızı ettik. Başta gayet makul davranan oğlum kısa sürede coştu ve kendini kaybetti. Sebebi de oyun oynama adabının olmaması... Oyunun bir aşamasında takıldığı anda bağırıyor, çağırıyor, kıyamet kopartıyor. Biraz uğraşıp becerince sakinleşiyor. Sonra yeni bir seviyede takıldığında yine aynı senaryo...

İki günü ofiste çok iyi geçirince hep öyle olacak sandım. Ne var ki birden öyle bir kıyamet koptu ki, ofisteki herkes yanımıza koştu. Oğlanın bağırtı ve ağlamasından benim Sinan’ı paraladığımı sanmışlar. Oysa ben; bütün sükunetimle ona oyunların böyle olduğunu anlatmaya çalışıyordum.

O kadar bağırdı ve beni o kadar bezdirdi ki, annemi arayarak, "Çabuk gel al torununu" dedim. 10 dakikada imdadıma yetişti.

ŞEYTAN AZAPTA GEREK

Sakinleşmek için Ayşe’nin çikolatalarına saldırdım. Zeynep, çocuk sahibi olmama kararı verdiğini söyledi.

Ve ben ne yaptım? Hemen yeni bir yaz okulu ayarladım Sinan için...

Şimdi Şişli Deneme Bilim Merkezi’nde deneyler yapıyor hatta yaptığı bazı düzenekleri eve bile getiriyor. Arada bir gezilere de gidiyorlar. Ama en çok merkezdeki bilimle ilgili detayları bana anlatmaya bayılıyor. "Anne, kara deliği biliyor musun?", "Anne, sarkaçtan sarkıttığın toplardan birini sallarsan öbür taraftan da bir tane, iki tanesini sallarsan, öbür taraftan da iki tane sallanır, nedenini biliyor musun?.."

Ben ise sakin sakin işime gidiyorum. Beş haftalık spor ağırlıklı yaz okulundan sonra, çok erken kalkmayacağı, bu sıcakta fiziksel olarak yorulmayacağı, biraz kafa çalıştırmayı öğreneceği kısa bir kursun onun için uygun olacağını düşündüm. Sanırım doğru düşünmüşüm ki, geçen akşam ona bir şaka yapan babasına döndü ve son sözünü söyledi: "Ben on yaşına gelene kadar, bazı hareketlerini düzeltmezsen bu evden gitmek durumunda kalacağım!!!"

Yaaaa...Bakar mısınız... Beyefendi babasının değişmesini istiyormuş. Eşim çok yakın bir arkadaşı ile konuşurken bu lafları anlatmış. O da Sinan’la aynı yaştaki oğlunun dediklerini anlatmış ona: "Şu anda mecbur olduğum için sizin yanınızdayım. İleride büyüyeceğim. Ama başka yere gitmeyeceğim. Evlenmeyeceğim de, çalışmayacağım da. Bana hayatınız boyunca siz bakacaksınız!!!"

Bir an önce okulların açılması lazım. Yoksa bizimkileri kontrol altında tutamayacağız.

PLAYBARN NİŞANTAŞI’NDA

Yahu ben doğurduğumda, mahallemde çocuklar için bir oyun deliği bile yoktu. Sonra ufak ufak annelerin işine yarayacak yerler açılmaya başladı. Şimdi de Valikonağı Caddesi’ndeki Playbarn açıldı. İki çocuk annesi Evren’in marifeti bu. Kendisine bir sürü teşekkürlerimi ilettim. Şehir içinde ikamet eden anneleri düşünmek lazım...

Bebeğinizin zekasını geliştirin

Evet, genetik söz konusu tabii... Ama aile, çevre ve eğitimin zekaya katkılarını kimse inkar edemez. Uzmanlar, bebeklerin yaşamlarının ilk yılının öğrenme becerisi için çok önemli bir dönem olduğunu belirtiyor. Üstelik onun en iyi öğrenme aracı da sizsiniz. Onunla konuşarak, şarkılar söyleyerek, bir şeyler okuyarak, onu güldürerek bebeğinizin zeka gelişimine katkıda bulunabilirsiniz. İşte size öneriler.

GÖZ KONTAĞI KURUN: Yeni doğan bebeğinizin gözlerinin tamamen açık olduğu o kısa sürelerin avantajından yararlanın ve gözlerinin içine bakın. Size her baktığında, belleğini biraz daha oluşturur.

SÜREKLİ KONUŞUN: Alabileceğiniz tek karşılık, boş bir bakış olacak ama çocuğunuz konuşmaya istekli gibi göründüğü zamanlarda konuşmanıza kısa aralıklar vermeyi unutmayın. Kısa bir süre sonra, diyalogların ritmini ve boşlukları anlamaya başlayacak.

ONA DİL ÇIKARIN: Araştırmalar, yeni doğan bebeklerin daha iki günlükken bile basit yüz hareketlerini taklit edebildiklerini gösteriyor.

YANSIMASINI İZLEMESİNİ SAĞLAYIN: Bebeğinizin aynada kendisine bakmasını sağlayın. İlk başta, yalnızca tatlı bir başka bebeğe baktığını düşünebilir ama "diğer" bebeğin kollarını hareket ettirmeye ve gülümsetmeye bayılacaktır.

AYAKLARINI GIDIKLAYIN: Aslında, her yerini gıdıklayın. Espri anlayışı geliştirmenin ilk adımı gülmektir. Ayak parmaklarından çenesine kadar "Geliyor geliyor..." ya da "Seni yakalayacağım" oyunları oynayın

MANZARAYI PAYLAŞIN: Bebeğinizi pusetine ya da ana kucağına koyun ve birlikte yürüyüşlere çıkın. Yürürken ona etrafta olup biteni anlatmayı unutmayın. Çocuğunuza böylelikle sonsuz bir kelime hazinesi kazandırmış olursunuz.

COŞUN: Bebeğiniz, sizin değişen tonlarda sesler çıkararak yaptığınız sevimli bebek konuşmalarından büyük keyif alır.

ŞARKI SÖYLEYİN: Öğrenebileceğiniz kadar fazla melodi öğrenin ve onlara bebeğinizle yaşadığınız günlük hayatınızdan sözler uydurun.

VAKİT KIYMETLİDİR: Mesela bez değiştirme süresini en iyi şekilde kullanın. Bebeğinizin altını yavaşça değiştirin. Rutininizi anlayabilmesi ve yeni kelimelere aşina olabilmesi için o sırada neler yaptığınızı bebeğinize de anlatın.

ALIŞVERİŞE GİDİN: Marketteki yüzler, sesler ve renkler bebeğinizin çok iyi vakit geçirmesini sağlayacak.

ONA İPUÇLARI VERİN: "Şimdi kapıyı açacağım" diyerek, ona neden-sonuç ilişkisini öğretmiş olursunuz.

BEBEĞİNİZİ ŞAŞIRTIN: Her fırsat bulduğunuzda, hafifçe bebeğinizin yüzüne, koluna ya da göbeğine üfleyerek, onu sevindirin. Nefes verişinizi örnek olarak gösterin ve tepkisini, taklit etme çabasını izleyin.

KİTAP OKUYUN: Araştırmalar, sekiz aydan itibaren bebeklerin bir hikayeyi iki ya da üç kez dinledikten sonra, içindeki kelimeleri öğrenmeye başladıklarını gösteriyor.

CEE-EEE OYNAYIN: Saklanma ve bulunma maskaralıklarınız bebeğinize birkaç gülücükten daha fazlasını katar. Bebeğiniz böylelikle objelerin kaybolabileceğini ama sonra yine geri gelebileceğini öğrenir.

YEMEĞİYLE OYNAMASINA İZİN VERİN: Hazır olduğunda, farklı yiyeceklerin tadına bir de parmaklarının bakmasına izin verin. Yaratıcılığı gelişir.

YERDEKİLERİ TOPLAYIN: Bebeğiniz durmaksızın mama sandalyesinden aşağı bir şeyler atıyor ve siz de artık deliye dönmeye başladıysanız unutmayın, yalnızca yerçekimi kanununu öğreniyor.

ENGELLİ BİR YOL HAZIRLAYIN: Koltuk minderlerini, yastıkları, oyuncakları yere serpiştirin ve bebeğinize bunların nasıl üstünden ya da altından emekleyerek geçebileceğini gösterin. Böylelikle motor becerilerinin gelişmesine katkı sağlamış olursunuz.

"BENİ YAKALAYAMAZSIN" OYNAYIN: Bazen hızlanıp bazen yavaşlayarak evin içinde dizlerinizin üstünde gezinin ve sizi takip etmesini sağlayın.

ONU TAKLİT EDİN: Bebeğiniz büyüdükçe, yaptığı her şeyi sizin de tekrarlayıp tekrarlayamadığınızı görmek için garip sesler çıkarmak, geriye doğru emeklemek ya da gülmek gibi aktivitelerle tüm yaratıcılığını sergileyecek. Komik suratlar da yapın.

PATRON OLMASINA İZİN VERİN: Çocuğunuza iki seçenek arasında seçim yapma olanağı tanıyarak güven duygusunu artırın.

HER ŞEYİ SAYIN: Yüksek sesle saymayı alışkanlık haline getirirseniz, kısa süre sonra o da size eşlik etmeye başlayacaktır.

TELEVİZYONU KAPATIN: Televizyonun ne kadar eğitici ya da beynini uyarıcı olabileceği önemli değil; bebeğinizin her şeyden çok birebir etkileşime ihtiyacı var.

HAFIZA OYUNLARI OYNAYIN: Bebeğinizin hayatında önemli olan insanların fotoğraflarını çekin ve her birinden iki kopya çıkartın. Elinizde birbirine eşlenebilir bir dizi oyun kağıdınız olmuş olacak. Hepsini açık biçimde yere yerleştirin ve birbiriyle aynı olanları eşleştirmesine yardımcı olun. Bebeğiniz büyüdükçe, oyunu fotoğrafları ters biçimde yere koyarak geliştirebilirsiniz.

ŞAKALAR YAPIN: Onu güldürün...

FARKLI ŞEYLER GİYİN: Yazın ortasında bere, atkı ya da eldiven takın. Kendinizi "miş" gibi durumlarda düşünün ve yaratıcılığının sizi alıp götürmesine izin vererek bebeğinizin tepkilerini ölçün.

ONA GÖREV VERİN: Küçük çocuklar, çamaşır makinesine konacak siyahları ve beyazları ayırmak gibi küçük işleri kolaylıkla yapabilirler.

HARFLERE YOĞUNLAŞIN: Öğretici olmaya çalışmaksızın, belli bir süre bir harfi vurgulayacak şekilde konuşmaya çalışın. Örneğin; bir hafta süreyle, kahramanının adının A harfi ile başladığı kitaplar seçin. Ya da masadaki yiyeceklerden bahsederken aynı harflerle başlayanları arka arkaya söyleyin.

AYNI OYUNCAKLARLA OYNAMASINI SAĞLAYIN: Bir kutunun içine bebeğinizin artık yüzüne bakmamaya başladığı, oynamaktan sıkıldığı oyuncakları yerleştirin. Bir süre sonra onlarla nasıl daha başka oyunlar oynadıklarını görmek sizi de onu da şaşırtacaktır.

DUYGULARINIZDAN BAHSEDİN: Uyku vakti geldiğinde, çocuğunuza bugün onu neyin üzdüğünü ve neyin mutlu ettiğini sorun.

ANNEMİN KÖŞESİ

Alışveriş adabı

Geçen gün annemle çok güzel gece kıyafetleri satan ve o anda yüzde 50 indirimde olan bir mağazaya girdik. Özel bir gece için olmasa da abiye kıyafete ihtiyacım var, çünkü hiç yok. Anneme de bir düğün için kıyafet lazımdı.

Dolaşıp elbise seçmeye başladık. Deneyeceğiz ve birini seçeceğiz.

Sinir oldum... Annem ne denediyse güzel durdu, ben ne denediysem yakışmadı. Üstelik yanımdaki kabine 20’lerinde ve 2 beden bir kız da geldi mi... Cehenneme döndü soyunma kabinim!

O gün annemden bir şey daha öğrendim: Özellikle, şık bir kıyafet alacaksanız -normal alışveriş için de geçerli- mutlaka bakımlı ve özenli olun. Saçınız derli toplu, makyajınız hafif ama güzel olsun. Mümkünse topuklu ayakkabı giyin. Kendinizi benim gibi, kabin köşelerinde eğrilmiş hissetmeyin...
Yazının Devamını Oku

Arkadaşlarım çocuklarına okul araştırırken okullara yardım gönüllüsü olup çıktılar

19 Ağustos 2006
Birgün Sinan’ın okul arkadaşlarından birinin annesi beni aradı. Nora, senin fikrine ihtiyacım var, dedi. Oğlu Şubat 2001 doğumluydu ve kendisi 2000’lilerle birlikte, ilkokula seneye başlamasını düşünüyordu. Küçük yaştan beri yuvaya gittiği için artık evde sıkılacaktı. Uzmanlara oğlunu göstermiş, akademik olarak ilkokula hazır olduğunun garantisini almıştı. Ne var ki çocuğunun hangi okula gideceği konusunda kararsızdı. Bir taraftan çocuğunu, mahalle okuluna göndermeyi istiyor, bir taraftan da iki senedir gittiği için alıştığı okula devam etmenin doğru olabileceğini düşünüyordu.

Ben bir güzel telefonda bağırıp çağırdım ona... "Yahu ne güzel alışmış çocuk bu okula, arkadaşları var, niye alıp başka bir yere taşıyacaksın? Hem de erken yaşta okula başladığı halde!"

Sonuçta zeki bir çocuk olduğundan eğitimle ilgili bir sorunu olmayacağından emindim. Ama bir yaş bile, o yaştaki çocukların ilişkileri ve sosyalleşmeleri arasında öyle bir fark yaratıyor ki, çocuğun diğerleriyle başa çıkıp çıkamayacağından emin olamıyor insan.

Nihayetinde annesi mevcut okula devam kararı aldı ama yerinde duramadı ve mahalle okullarımız için araştırmalara başladı.

DESTEK BEKLİYORLAR

Bu araştırmaları sonucunda, hemen yanı başlarındaki Vişnezade İlköğretim Okulu’nu ziyaret ettiğinde gördüğü eksikler üzerine mayıs ayında bir kampanya başlattı. Amacı, mahalle okullarının eksiklerinin giderilmesi ve tüm çocukların yanı başlarındaki okullara devam edebilmesi. Dünyasını çocuklar üzerine kuran yakın bir arkadaşına bu konudan bahsettiğinde, o da tüm işi gücü arasında, "Haydi yola çıkalım ama mezun olduğumuz liseyi de (Beşiktaş Atatürk Lisesi) projeye katalım" dedi.

Böylece iki arkadaş, iki anne, çalışmaya başlayıp Milli Eğitim Beşiktaş İlçe Müdürlüğü’ne gittiler. Listeye Ortaköy’deki Kılıç Ali İlköğretim Okulu da eklendi.

Şimdilik projenin sadece Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi ayağı yürüyor. Nuray ve Cemile o kadar işlerinin arasında bir de bununla uğraşıyorlar. Eğer kaynak bulunabilirse diğer iki okul için hedefledikleri projelere de başlanabilecek.

B.A.A.L.’de şu an ne yapılıyor derseniz; kütüphanedeki binlerce kitap DEWEY sistemine göre bilgisayara aktarılıyor. Böylece öğrenciler yeni öğretim yılında kütüphaneyi kullanabilecek. Kapalı spor salonu ve okul yemekhanesinin 18 Eylül’de açılabilmesi için okul mezunlar derneği ve Okul Aile Birliği ile bir ekip olarak canla başla çalışıyor.

Üç haftada bir toplanıp gelişmeleri raporluyorlar.

Nuray ve Cemile bir hatırlatma da yapmak istiyorlar. Milli Eğitim’e Yüzde 100 Katkı Kampanyası çerçevesinde yapılacak yardımlar vergiden düşülüyor ve okul için satın alınacak bilgisayar ve yazılımlar KDV’den muaf tutuluyor.

Nuray Saatçioğlu Uygur ve Cemile Şenulubaş Tankurt desteklerinizi bekliyor. nuraysaatcioglu@superonline.com, tankurt@tnn.net

Çocuğunuzun fotoğrafını nasıl çekeceksiniz

Bebeğinizi büyük bir heyecanla dokuz ay beklediniz. Sonunda dünyalar güzeli bir çocuğunuz oldu! Ama doğduğu andan itibaren yüzü sanki an be an değişiyor. Anneye mi, babaya mı yoksa daha çok halaya ya da amcaya mı benziyor? Bebeğinizin her geçen gün değişen yüz ifadelerini ve gülücüklerini sonsuza kadar saklamak geliyor içinizden, değil mi? Hewlett Packard Görüntüleme ve Baskı Grubu Pazarlama Müdürü Gökhan Erdoğan bebeğinizin en güzel fotoğraflarını nasıl çekebileceğinizi anlattı.

ALTI KURU, KARNI TOK OLSUN

Siz her dakika şen şakrak, mutlu mutlu gülümseyen, dertten tasadan uzak biri misiniz? Değilsiniz tabii. Bebeğiniz de öyle. Fotoğraf çekmeye başlayacağınız zaman altının kuru, karnının tok, uykusunu almış olmasına dikkat edin.

KÜÇÜK SAĞLAM VE DİJİTAL OLSUN

Kamera kaydı da yapabilen dijital fotoğraf makineleri, bebeğinizin her anını ölümsüzleştirmenizde size en büyük yardımcı. Kullanımı kolay ve pratik bir makineyle günden güne gelişimini, giderek belirginleşen yüz ifadesini ve göz rengini yakalayabilirsiniz. Dolayısıyla, ilk önerimiz hálá edinmediyseniz bir dijital makine edinmeniz ve hafıza kartını büyütmeniz. Bebeğiniz dünyaya gözünü açtığı saniyeden itibaren hayatında sayısız ilk yaşayacak. Siz de tabii! Dolayısıyla ne kadar sık fotoğraf çekerseniz sizin için o kadar iyi. Küçük ve hafif bir makine, her zaman yanınızda taşımanız için kolay olur. Ama sağlam bir model seçmeniz de önemli. Çünkü bu makinelerin yere düşme ihtimali yüksek. Ayrıca bebeğiniz büyüdükçe, makinenize ilgi duymaya başlayacak ve elinizden almak için çırpınacak.

Fotoğrafçı babalar ne diyor?

Üç çocuk babası olan fotoğraf sanatçısı Koray Erkaya öncelikle sabırlı olmanız gerektiğini söylüyor. Portre çekimleri, ifade yakalamak adına çok zor. Yeni doğan ve küçük bebekler flaştan rahatsız olacağı için çekim yapılacak yerin aydınlık olması çok önemli. İkiz babası Tamer Yılmaz, doğal ışığın bebek ve çocuk fotoğrafları çekerken çok önemli olduğunu ve mutlaka değerlendirilmesi gerektiğini anlatıyor. Sabah erken saatlerde ve akşamüstü güneşin aşağıya indiği zamanlar, sokakta çekim yapmak için en güzel zamanlar.

ÇOK FOTOĞRAF ÇEKİN

Mükemmel fotoğrafı çekmenin ilkelerinden biri de çok fotoğraf çekmek. Bellek kartınız dolacak diye endişelenmeyin. Her mama yiyişini çekin demiyoruz tabii ama çekimlerin arasını uzatmayın. O kadar çabuk büyüyorlar ki, "Aa, bizimki emekliyor!" derken bebeğiniz kalkıp yürümeye başlamış bile. Dijital fotoğraf makinelerinin en iyi yanlarından biri, beğenmediklerinizi anında silebilmeniz. Eninde sonunda bebeğinizin mutlu göründüğü, size baktığı ve gülücükler saçtığı birkaç fotoğrafı çekeceksiniz.

IŞIĞI DOĞRU SEÇİN

Fotoğraf için en güzel ışık, güneş doğduktan hemen sonraki saatlerde ve güneş batmadan önce. Güneşin tepeye çıktığı öğle saatlerinde keskin gölgeler nedeniyle bebeğiniz asık suratlı çıkabilir. Bu saatlerde fotoğraf çekmekte inat ediyorsanız, çocuğunuzu korumak için gölgelik bir yer bulun. Flaş kullanarak ışık ve gölge arasındaki keskinliği yumuşatmanız mümkün. Flaş kullanacaksanız bebeğinizden en az 1.5 metre uzakta durmayı unutmayın.

ARKA PLANA DİKKAT

Bebeğinizin arkasındaki görüntü ne kadar sade olursa, çekeceğiniz fotoğraflar da o kadar başarılı olur. Tek renkli bir battaniye ya da yastık kullanarak başlayabilirsiniz işe. Işığı yansıtan ya da dağıtan arka plan objelerini çerçevenin dışına taşıyın. Yakın plan çekimler her zaman daha başarılı sonuçlar verir. Makinenizin zoom özelliğini kullanın. Bütün çerçeveyi bebeğiniz doldursun. Yukarıdan çekmek yerine bebeğinizin seviyesine gelecek şekilde oturun ya da diz çökün. Farklı açılardan çekim yapın.

EŞİ-DOSTU-AİLEYİ UNUTMAYIN

Bebeğinizi dedesiyle, ninesiyle, amcası ya da teyzesiyle birlikte görüntülerseniz çok hoş sonuçlar elde edebilirsiniz. Hem aile albümünüz için çok güzel fotoğraflar çekmiş olursunuz hem de bunları bastırarak manevi değeri yüksek bir hediye verebilirsiniz.

GELİŞİMİNİ TAKİP EDİN

Fotoğraflarınızı çeşitlendirmenin bir başka yolu da bebeğinizi periyodik olarak aynı eşya ile, örneğin aynı oyuncağı ile çekmek. Büyümesini ay ay göreceksiniz.

MAKİNEYE YAPIŞIK YAŞAYIN

Tamam biraz abarttık ama her an fotoğraf çekmeniz gerekecekmiş gibi hareket ederseniz, herkesi kıskandıracak sonuçlar elde edebilirsiniz. Sürekli kıpırdanıp duran bebekleri hareketsiz çekmek çok zor. Bunun için birçok dijital makinede bulunan "Action" modunu öneririz.

SIRA GELDİ PAYLAŞMAYA

O kadar çok fotoğraf çektikten sonra onları bilgisayarın ve kütüphanenin bir köşesinde unutmayacaksınız değil mi? Bebek fotoğraflarının en güzel yanı, onları dostlarınızla paylaşmak. Dijital fotoğraflarınızı e-posta ile gönderebilir, internet ortamında yayınlayabilirsiniz. Ayrıca bir fotoğraf yazıcısı sayesinde evde son derece başarılı baskılar yapabilrsiniz. Bazı yazıcı modelleri için bilgisayara bile ihtiyacınız yok.
Yazının Devamını Oku

Pasaport peşinde

12 Ağustos 2006
Bu işler çok karışık. Her kafadan da bir ses çıkıyor. Onun için biraz toparlamak istiyorum. Neyi mi? çocukla ilgili pasaport ve seyahat prosedürlerini...

Bir zamanlar seyahat büyük bir lükstü. Hele hele yurt dışına çıkmak! Ama artık öyle değil. Turlar ve kampanyalarla yurt dışına çıkmak cazip ve ulaşılabilir bir hal aldı. Bu durumda çocuklarımız için de yolculuk söz konusu.

Çocuğunuza pasaport çıkartmak için iki yolunuz var: Birincisi ona ayrı pasaport çıkartmak, ikincisi de kendi pasaportunuza (annenin) işlemek. Eğer ayrı pasaport çıkarırsanız, çocuğunuzun pasaportunun süresi dolduğunda, uzatmalar için harç ödeyeceksiniz. Ama anneye eklediğiniz zaman, çocuğun pasaport süresini uzatmak için harç ödemiyorsunuz. Harç önemli, çünkü hiç de az değil. Şu anda 5 senesi 433 YTL. Ne var ki annenin pasaportuna kayıtlı çocuk annenin dışında kimse ile seyahat edemiyor. Babayla bile!

Turist pasaportu olarak da bilinen lacivert pasaport için neler lazım: İl emniyet müdürlüklerinden temin edilecek pasaport talep formu (orada veya internetten doldurabiliyorsunuz, 15 YKr form kağıdı ücreti de var), nüfus cüzdanı aslı ve ön-arka fotokopisi (uzatmada sadece ön-arka fotokopi), dört tane 4,5 x 6 cm. ebadında vesikalık fotoğraf (uzatmalarda 3 tane), maliye bakanlığınca her yıl belirlenen "pasaport cüzdan bedeli" (uzatmalarda yok) ve talep edilen sürelere göre belirlenmiş pasaport harcı. Ayrıca hem anneden hem de babadan muvaffakatname. Onu da noterden temin ediyorsunuz. Bu belgenin de "aslı" olmasına dikkat edin. Üzerinde "örnektir" yazan kopyası geçerli değil. Mesela ben, birinin üzerinde örnektir yazdığı için başvurumu birkaç gün daha ertelemek zorunda kaldım.

Sonra da size en yakın ilçe emniyet müdürlüğüne çocuğunuzla birlikte başvuracaksınız. Yeni pasaport da olsa, uzatma da olsa başvuru sırasında çocuğunuzu görmek istiyorlar. Ama pasaportu teslim alırken yanınızda olmasına gerek yok.

Sonra vize alma işlemleri söz konusu tabii. Burada da muvaffakatname gerekiyor. Ama vize alındıktan sonra anne ya da baba çocuğuyla yalnız seyahate çıkabiliyor. Havaalanında da bir şey sorulmuyor. Çünkü vize almak için zaten muvaffakatnameyi veriyorsunuz. Bütün evraklarınız ve üzerindeki yazılar teker teker kontrol edildikten sonra size bir gün söyleyip bir kağıt veriyorlar. O gün gidip pasaportu alabilirsiniz.

Ya inanın, çok karışık işler bunlar. Mümkün olduğunca size açıklamak istedim. Farklı tecrübeleri olan aileler de olabiliyor ama karşılaştığım memurlara sorarak doğruladıklarım ve yaşadıklarım bunları gösteriyor. İstisna durumlar için bir parantez bırakalım.

BRONZ HATIRALAR

Bu gerçekten çok eğlenceli bir durum. Murat Dinç ve Özgen Özeren adlı iki kişi tarafından kurulan Bronz Hatıralar, bebeğinizin patiğini, emziğini, biberonunu, ayakkabısını ya da ne bileyim, istediğiniz başka bir objeyi bronzla kaplıyor.

İşte tam biz analara göre bir şey! Biz, kestiğimiz ilk saç tellerini bile çekmecede saklayan anneler olarak, bebeğimizin ayakkabısını ölümsüzleştirerek saklamak pek eğlenceli bir fikir doğrusu.

Çok da kolay bir iş değil esasında. Dört haftalık bir süre gerekiyor gönderdiğiniz eşyanın bronz haline kavuşmak için. Ayrıca isterseniz bronz hale gelen objeyi ahşap ya da granit tablalar üzerine de monte edebiliyorlar. Böylece evinizde ya da iş yerinizde de biblo gibi kullanabiliyorsunuz.

Hayal gücünüzü çalıştırmak sizden... Bilgi için www.bronzhatiralar.com veya 0312 428 17 76 .

O benim dostum!

Arkadaşlık kavramını nedense küçük çocuklarımızla pek bir araya getirmeyiz. Sanki arkadaşlığın büyüdükten sonra daha önemli olduğunu sanırız. Oysa bir yaşındaki birbebeğin sosyal gelişimi için bile arkadaşlık önem taşır. Uzman Psikolojik Danışman Z. Elvan Ucur bebeklikten itibaren arkadaşlığın önemini anlattı.

YÜKSEK İLETİŞİM BECERİLERİNE SAHİPLER

Bebekler tahminimizden çok daha yüksek iletişim becerilerine sahipler. Bir yaşına girmek üzere olan bir bebeğin, yüz ifadelerini ve ses tonlarını bilinçli olarak kullanabildiğini; öfke, korku, mutluluk gibi duygusal tepkileri gösterebildiklerini herkes fark edebilir. Duygusal tepkilerin zenginleşmesi, sosyal deneyimleri de beraberinde getirir. Gülümseme, ses çıkarma, dokunma, bakma, ağlama, diğerlerinin davranışlarını taklit etme gibi hareketler yaşın ilerlemesi ile çeşitlilik kazanır.

0-2 ARASI ANNEYE ÖZEL BAĞLILIK

Çocuklar, bebeklik dönemi olarak adlandırdığımız 0-2 yaş arasında çoğunlukla anneye özel bir bağımlılık geliştirir. Annesi yanından ayrıldığı zaman huzursuz olabilen, tanımadığı ortamlarda anneye sığınan çocuk, bu dönemin sonlarına doğru baba, kardeş, büyükanne, büyükbaba, bakıcı gibi kişilere de bağlılık geliştirir. Erken çocukluk döneminde ise (2-6 yaş arası) bağımsız olmaya başlar. Beden ve dil gelişimi, bu isteğini artırır. Kıyafetlerini belirlemek, karar vermek, arkadaşlarını seçmek gibi. Bu dönemde bağlanma davranışları azalır ve kendini güvende hissettiği ortamlarda bağlılık geliştirdiği kişiye -ki bu kişi çoğunlukla annedir- ihtiyacı yokmuş gibi davranabilir. Ancak tanımadığı bir ortama girdiğinde, kendini güvende hissedinceye kadar yine annesinden yardım ister.

YAŞITLARLA SOSYAL İLİŞKİ GELİŞİYOR

Yavaş yavaş büyüyen çocuğumuz, akranlarıyla arkadaşlık etmeye başlar. Oyun davranışları sosyal gelişimlerinin bir parçası olur. Bu şekilde ailesi dışındaki kişilerle, özellikle de yaşıtlarıyla nasıl ilişki kuracağını öğrenmeye başlar. Okul öncesi eğitim kurumları, sosyal ilişki kurma becerilerini geliştirmesinde gerçekten de önemli bir yere sahip. Okul öncesi eğitim kurumlarına devam eden çocuklar birçok farklı arkadaşla bir arada olma, farklı etkinliklere katılma ve paylaşmayı öğrenme açısından faydalı olacak sosyal etkileşim içerisine girebilirler. Bu arada oyun davranışları ve arkadaş ilişkileri yaşlara göre farklılaşır.

İLK DÖNEM ARKADAŞLIKLARI GEÇİCİ

Bebelik döneminden itibaren ele aldığımızda, oyunun öncelikle bir keşif niteliği taşıdığını görürüz. Çocukların zevk almaları ve hoşnut olmaları nedeniyle tekrarladıkları oyuncakları çekme, itme, çarpma, döndürme gibi davranışlar hayatlarının ilk yılının oyunlarını oluşturur. İlk yılın sonunda daha bilinçli tepkiler vermeye başlarlar. Birbirlerini incelerler, oyuncak paylaşımı yaparlar. Hoşnutsuz olunan bir durumda tepki verebildiklerini ya da mutluluk belirtileri gösterebildiklerini net görebiliriz. Ancak bu dönemde kurulan ilişkiler kısa sürelidir. Çabuk arkadaş değiştirir ve çoğu zaman cinsiyet ayrımı yapmazlar.

İKİ YAŞ ANLAŞMAZLIK DÖNEMİ

İki yaş itibariyle deneyimlerini aktarmaya başladıkları ve içinde yaşadıkları ortamı yansıttıkları oyunlara yönelen çocuklarda taklitlerin ortaya çıktığı görülür. Oyunlarda anne, baba, öğretmen gibi rol dağılımları olur. Bu dönemde arkadaş ilişkilerinde çatışmalar yaşadığını veya anlaşmazlıklar çıktığını görebilirsiniz. Zaman zaman itişebilir, hatta dövüşür gibi oyunlar oynayabilirler. 2-3 yaşlarındaki çocuklar oyun arkadaşlarını hızla değiştirebilir, kendilerine özgü yöntemlerle olumsuz davranışlar sergileyebilirler. Bu dönem, bağımsızlık arayışı içerisine giren, benmerkezci davranışların sergilendiği, arkadaş ve aile ortamında da çatışmaların yaşanabildiği yaşlar.

İNAT BİTİNCE, CİNSİYET SEÇİMİ BAŞLIYOR

Dört yaş itibariyle çocuğunuzun arkadaş ilişkilerinde olumlu gelişmeler fark edeceksiniz. Bu arada arkadaş sayısı artar, daha paylaşımcı olurlar. Cinsiyet ayrımı gözetmeden kurallı oyunlar oynamaya başlayabilirler. 5-6 yaşlarında ise grup oyunlarında artış yaşanır. Benmerkezcilik azalır, daha az saldırgan olur ve inatlaşmazlar. Ama bu yaşlarda da oyun arkadaşlarının seçiminde cinsiyet ayrımı ortaya çıkar. Kurallar önem kazanır. Her çocuk kendi kuralını koymaya kalkar. Bazen bu yüzden, "Ama o kuralı bozdu" diye çocuklar arasında hır çıkabilir.

OKULA BAŞLAMAK YEPYENİ BİR DÖNEM

Okula başlamak apayrı bir dönem başlatır. Arkadaş ilişkileri ve oyun davranışları farklılaşır; karşısındakilerin duygularını anlamaya başlarlar. Arkadaş seçimleri kalıcı olur. Bir yandan da, bir gruba dahil olma isteği ve ait olma duygusu ön plana çıkmaya başlar. Yaşları ilerledikçe arkadaşlarının kişilik özellikleri de önem kazanmaya başlar. Arkadaşsız oyun, önemini kaybeder. Sadece okul yaşantısında başarılı olmak, okuldan eve mutlu gelmesi için yeterli olmamaya başlar. Sosyal ilişkiler ve paylaşmak gittikçe önem kazanır.

İletişim becerilerinin yaşın ilerlemesiyle ve çocuğun aile ortamında kazandığı deneyimlerle arttığı düşünüldüğünde; sosyal bir ortam ve arkadaş edinme ihtiyacı; kabul görme ve paylaşabilme olanağını sağlama açısından önemli. Çocuğun duygularını kontrol etmesi, empati kurması, bireysel farklılıkları görmesi ve kendini ifade etmesi sosyal gelişiminin önemli parçaları.

ANNEMİN KÖŞESİ

Her şeyin suçlusu annem!

Sanırım ilk defa annem oğlum ve ben sinemaya gittik. Ne var ki korku filmi seçmişiz: "Canavar Ev!" Çizgi olmasına rağmen tam bir korku filmi konusuna ve detaylarına sahip. Bu kadar olduğunu bilmiyorduk tabii. Filmde 7 yaş sınırı var ama bence daha yüksek olabilirmiş. Fakat gerçekten de ilginç ve güzel olduğu için filmi bırakıp çıkamıyorsunuz. Oğlum büyük bir cesaretle tınmadan seyretti. Annem daha çok korktu sanırım. Ben, bir korku filmi fanatiği olarak hayatımdan memnundum. Ne var ki gece yatağına yatan oğlum bir süre sonra ağlayarak geldi. Filmin acısı çıkmaya başlamıştı. O gece beraber yattık. Şimdi bu konunun annemin köşesiyle ne alakası var diyebilirsiniz, söyleyeyim. Bütün her şeyin suçlusu annem! Zorla götürdü bizi filme. Oysa biz hiç istememiştik!!!
Yazının Devamını Oku

Yaz okullarının faydaları

5 Ağustos 2006
Bir zamanlar aynı sokakta yan yana iki okul vardı. İkisi de birbirine çok benzerdi. Hem yapı olarak hem de tedrisat ve eğitime bakış açısı olarak. Orada okuyanlar, işlerine geldiği zaman öbür okuldakileri arkadaş, işlerine gelmediği zaman da rakip olarak görürlerdi. Onlardan birinde ben okudum. Aradan yıllar geçti, o okullar daha da büyüdü, başka başka yerlere taşındı.

Şehirde kalan, kurtarıcım oldu ve yıllar sonra oğlumu oraya yazdırdım. Ama kendi okuluma veremediğim için de içimde hafif bir burukluk vardı.

Ne var ki yaz okulu fırsatı bana eski okulumla irtibat şansı tanımış oldu. Sinan’ı beş hafta boyunca okulumun yaz okuluna gönderdim.

Sadece Sinan’ı değil, okulundan beş arkadaşını da taktırdım peşine. Böylece aynı okuldan beş kafadar, beş haftayı daha beraber geçirdiler...

Ben yaz okullarını hiçbir zaman annelerin normal yaşantısını sürdürmek için çocukları hapsettiği bir yer olarak görmedim. Kimileri bütün kış okula giden bu çocukların, yazın da aynı şekilde sürünmesine karşı. Ama ben en azından bir süre farklı konseptlerdeki okullara gitmeleri gerektiğine inanıyorum.

Öbür türlü ne olacak? Sabah 11.00’e kadar uyuyacak, gece de o saatte yatacak. Bütün gün ekran karşısında olacak. Sıcakta boğulacak... Oysa orada spor yapıyorlar, oynuyorlar, azıyorlar.

YÜZME TAMAM, SIRA BİSİKLETTE

Yine de çocuktan çocuğa fark var. Sinan’a sorduğumda "Az spor yapıyoruz" diyor, arkadaşı Derin fazla spordan şikayetçi. Hepsi sabah erken kalkmaktan mutsuzdu. Hoş, dönem bitti, şimdi alıştılar, yine erken kalkıyorlar.

Ne olursa olsun, benim için çok önemli bir şeyi hallettiler: Yüzme işini...

Sinan artık kolluksuz yüzebiliyor. Daha da önemlisi Sinan da, arkadaşı Derin de, daha önce yüzlerini suya değdirmemek için ellerinden gelen çabayı gösterirken, artık cumburlop suya atlayabiliyorlar. Kafalar sürekli suyun içinde. Ben de, yüzme öğretme gerginliğini yaşamamış bir anne olarak mutlu mutlu dolanıyorum.

Son gün yüzme gösterisi yaptılar ve madalya aldılar. Yahu 11 senemi verdim bu okula, bir madalyam olmadı... Oğlan beş hafta gitti, altın madalya ile döndü! Şimdi geriye bisiklete binme işi kaldı. Bunu öğretme işi de bende olamayacak çünkü ben bisiklete binmesini bilmiyorum! Bu vesileyle, bunu da babaya pas ediyorum.

Evet, şimdi birkaç haftalık yaz okulları araştırması içindeyim. Bu sefer çok erken kalkmadan ve çok yorulmadan birkaç hafta geçirelim diyorum. Neyse, ben işteyim, oğlan tepemde. Derdi benim bilgisayarımda oyun oynamak. İzninizle yazımı burada kesiyorum.

Ege suda doğdu

Oğlu Osman Nejat’ı suda doğurmak üzere doğumhaneye giren Nurgül Yeşilçay sonunda doğum masasına yattı ama bir anne adayının yolunu açmış oldu. Sanatçının bir röportajında nerede suda doğum yapabileceğini öğrenenve suda doğun yapan Gülistan Artır anlattı./images/100/0x0/55eb05aff018fbb8f8a5e743

Suda doğurma kararını nasıl verdiniz?

- Hamileliğimin ilk aylarında internette yaptığım araştırmalar sırasında suda doğumla tanışıp böyle doğurma kararı aldım. Bu öyle bir histi ki, sanki doğurmamın başka yolu yokmuş gibi gelmişti bana o zaman. Tabii suyla aramın çok iyi olması da bu yöntemi bana daha da benimsetmiş olabilir. Tüm bunlar bir yana, bebeğimin dünyaya sağlıklı gelmesi doğum şeklinden çok daha önemliydi. Suda doğum yapabileceğim bir hastane arayışına girdim ama maalesef İstanbul’da bulamadım. Zaten o zamanki doktorum da bulamayacağımı söylemişti ve evde suda doğuma ikna edebileceğim kimse yoktu. Ta ki Nurgül Yeşilçay’ın röportajını okuyana kadar. Çünkü o da suda doğurmayı planlıyordu. Hemen yazıda ismi geçen Johns Hopkins Anadolu Sağlık Merkezi doktoru İbrahim Sözen ile görüştüm.

Doktorunuz ve aileniz bu kararınızı nasıl karşıladı?

- İlk doktorum desteklemedi. Ama başta eşim olmak üzere ailem bana bu tür konularda güvenir. Başta garipsediler ama bu karar çok kişiseldi, dolayısıyla kimsenin olaya ne gözle baktığı önemli değildi benim için.

Suda doğum öncesi özel bir hazırlık yapmak gerekiyor mu?

- Hayır. Sadece vücudumu hazırlamak için yüzmeye gittim ve çok yürüyüş yaptım. Doğum, Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nde gerçekleşti. Evde doğum yapmama yardımcı bir doktor ya da ebebulabilseydim evde de doğurabilirdim.

Doğum öncesini anlatır mısınız?

- Sabaha karşı doğumun başladığını gösteren işaret gelince çok heyecanlandım. Arkasından suyum geldi. Ama doğuma daha saatler olduğunu bildiğim için hiç panik yapmadım. Doktorumu arayıp durumu bildirdim. Ağrı o evrede çok hafifti. Bu şekilde saatler geçti. Hastaneye eşim ve annemlerle birlikte vardığımızda saat 16.00 civarıydı ve rahim ağzında dört santimlik açılma olmuştu bile. Ama suya girmek için 5-6 santim olmasını beklemek gerekiyor, zira su fazla rahatlatarak doğumu yavaşlatabiliyor. Ayakta geçirdiğim iki saatlik sürede oldukça hızlı sayılabilecek şekilde 2.5 santim daha açılma gerçekleşti ve eşimle beraber havuza girdik. Bu sırada bebeğimizin kalp atışları benim düzenli olarak monitöre bağlanmamla kontrol ediliyordu.

SUYA DOĞAN BEBEK AĞLAMIYOR

Ve doğum anı?

- Rahim ağzı açıklığı saat 20.00’ye doğru 10 cm. olmuştu. Bu gerçekten hızlı. Ikınma devresi çok kısa sürdü. Beş-on dakika içinde oğlum suyun içine doğdu. Doktorum oğlumu sudan çıkarıp göğsüme koydu. Suda doğan bebeklere özgü olarak ağlamıyordu. Lacivert gözlerini açmış, beni inceliyordu. Bakışları kesinlikle bilinçliydi ve sanki beni hemen tanımıştı. Bense şaşkınlıktan kalakalmıştım, eşim ve annemlerse sevinçten ağlıyorlardı. Bu, hastanede bir ilk olduğu için doğum odası epey kalabalıktı.

Ağrılarınız nasıldı? Çünkü suyun ağrı kesici olduğunu söylüyorlar.

- Ağrı suda da çok yoğundu, en şiddetli olduğu süreyi suda geçirdim. Ama su gerçekten ağrıyı hafifletiyor, dışarı çıkmak istemiyorsunuz. Sudan çıkıp monitöre bağlandığım anlar işkence gibi gelmişti. Su, kasları gevşetiyor, ağrıyı hafifletiyor ve yerçekimini azaltarak hareket özgürlüğü sağlıyor. Kullanılan suyun hiçbir özelliği yok, yıkandığımız su. İçine mikrop kırıcı herhangi bir şey konmuyor. Ama havuz kesinlikle steril oluyor.

Tekrar doğuracak olsanız?..

- Yine suda doğururum ama bu defa bir arkadaşımın da yaptığı gibi, evde ve ebeyle yapmayı tercih ederim. Bunun için deneyimli bir ebeyi ve havuzu yurtdışından getirtmeyi düşünüyorum, maliyeti neredeyse hastaneyle aynı.

NASIL GERÇEKLEŞİYOR?

Normal doğuma alternatif olan suda doğum, 37-38 derecedeki suyla dolu bir havuz veya küvette, uzman doktorlar eşliğinde gerçekleştiriliyor. Doğum başladıktan sonra, bebeğin aktivite ve annenin tansiyon ölçümleri yapılıyor. Hiçbir ilaç ve suni ağrı kesici kullanılmadan gerçekleşen doğumun ardından anne, kanama kontrolü yapmak için sudan çıkarılarak doğum masasına alınıyor.

AVANTAJLARI

Ilık su, vücudu rahatlatan endorfin hormonunun salgılanmasını kolaylaştırdığı için doğum gerilimi azalıyor. Su anneye daha rahat hareket etme imkanı sağlıyor. Anne rahmi ile su arasında fazla ortam farkı olmadığı için bebek şoka uğramıyor ve hayata daha yumuşak bir geçiş yapmış oluyor. Doğum kanalı yaralanmalarının ve doğum sonrası kanamanın az olması, doğum ağrılarının anne tarafından daha az hissedilmesi nedeniyle ağrı kesici ilaç kullanılmaması da anne için avantaj.

DEZAVANTAJLARI

Az da olsa, bebeğin boğulması söz konusu olabilir. Bebeği dışarı çıkartırken göbek kordonunda hızlı veya fazla çekilmeye bağlı olarak kopmalar görülebilir. Bebeğin su yutması durumunda kandaki tuz oranı düşebilir ve beyin fonksiyonlarında bozulmaya neden olabilir. Bu nedenle suya tuz eklenmesi öneriliyor. Ayrıca, havuzda uzun süre kalma sonucunda annenin ateşi yükselebilir. Bu artış, cilde olan kan akışının artmasına ve rahme giden kanın azalmasına neden olabilir. Annenin vücut ısısındaki artışla birlikte bebek kalp atışlarında ve metabolizmasında da artış olur. Bu durum bebekte oksijenlenmenin bozulmasına neden olabilir ve bunun uzaması, beyin fonksiyonlarını bozabilir.

Dr. İbrahim Sözen

AMAÇ, SAĞLIKLI DOĞUM

Kişisel olarak tercihim ağrısız, epidural anesteziyle normal doğumu teşvik etmek. Sezaryeni ise gerekli durumlarda yapmak. Suda doğumu normal doğumu teşvik eden anlayışın bir parçası olarak görmek mümkün. Suda doğumun en çok desteklenebilecek yönü, doğumun 1. evresi dediğimiz, rahim ağzı açıklığının sıfır santimden tam açıklık olarak kabul edilen 10 cm.’ye geldiği ve doğum sancılarının yoğun olarak yaşandığı dönemde ağrıları azaltabilecek bir etkiye sahip olabilmesi. Sıcak suyun bu etkisi, bilinen ve bilimsel olarak da açıklanabilen bir olgu. Ancak 2. evre dediğimiz ve bebeğin ıkınarak doğum kanalından çıkartılması olarak özetlenebilecek devrede bu ağrı azaltıcı etkinin olup olmayacağı tartışmalı. Suda doğmanın bebekte yaratabileceği olumlu etki konusunda ise sadece kişisel gözlemler var. Bu nedenlerle suda doğum deyince, doğum sancılarını ve rahmin açılma bölümünü suyun içinde geçirmeyi doğru buluyorum. Doğumun 2. evresini suda geçirmeyi tıbben önermek yerine, bunu anne ve babanın kişisel kararı olması gerektiğini düşünüyorum. Suda doğumun tam teşekküllü hastanelerde, sürekli doktor gözetiminde yapılması gerekiyor. Bebeğin kalp atışlarının monitörle izlenmesi vazgeçilmez bir koşul. Nihayetinde amaç, suda bebek doğurmak değil, sağlıklı bir bebek doğurmak.
Yazının Devamını Oku

Ben arınırken...

29 Temmuz 2006
Uzun zamandır oğlandan ayrı bir program yapmamıştım. Geçen haftasonu için bir değişiklik yapmaya karar verdim, arınmaya gittim. Aydın’ın Davutlar köyünde Natur-Med diye bir yer burası. Doğal tedavi ve kaplıca kür oteli. Bir sürü farklı rahatsızlık burada tedavi edilebiliyor ya da dinlenmeye, sağlıklı birkaç gün geçirmeye, az ve sağlıklı beslenip vücudunuzu korumaya da gidebiliyorsunuz. Burası, insana kendi kendinin doktoru olmayı öğretmek isteyen bir yer.

Son zamanlarda hemen her yere Sinan’la gitmiştim. Ama burada kendime biraz zaman ayırmak, 41 derecelik silisyumoksitli suya girmek, sabahın altısında dağda yürüyüş veya nefis bir masaj için, Sinan’ı birilerine satmak durumundaydım. Tabii ki bu görev babaya ve anneanneye kaldı. Daha çok babaya. Ben de bu durumdan ekstradan mutluyum tabii. Çünkü böylece baba-oğul daha çok şey paylaşacak. (Açıklaması: Oğlan bana yaptıklarının bir kısmını babaya da yaparsa, baba gün boyunca benim ne çektiğimi belki anlar biraz. Bana sürekli "Oğlumu ağlatıyorsun" demeyi bırakır...)

Uçaktan inip oraya ulaşmak üzere arabaya bindiğimde, yolda kendimi çok yalnız hissettim. Pencereyi açıp rüzgarın yüzüme vurmasının keyfini çıkarmak yerine "oğlum" krizine girdim. Bunu daha önce de dedim, bakın yine diyorum. Bir anne olarak, çocuklarımızı ne kadar çok seversek sevelim, biraz ayrı durmamız gerekiyor. Orada Madlen adında bir arkadaşım oldu. Çocuk değil ama köpek sahibi biriydi. Bana eşiyle beraber köpeğe çok fazla sevgi verdiklerini, bu yüzden köpeklerinin başka köpeklere yanaşmayan, sokağa çıkmayan; üç gün aç kalsa bile, bildiği iki yerden (ev ve ofisleri) başka bir yerde yemek yemeyen bir hayvan olduğunu anlattı. Ve çocuklar için de bu durumun çok geçerli olduğunu konuştuk. Evet, onlara sevgi vermek ve bunu göstermek çok önemli ama çocukları geleceğe hazırlamak için bizsiz kısa zamanları da bilmeleri gerek.

Biz anneler için de öyle. Ben yokken oğlumun göz döndürme tikleri yine başlamıştı. Ben ise orada bir şeylerle ilgilendiğim, konferansları dinlediğim, oradakilerle sohbet ettiğim, boş durmadığım sürece iyi idare ettim ama kendi kendime kaldığımda küçük krizlere girdim.

İkinci günün akşamında eve geldim. Bütün gün tembellik yapan ve film seyreden baba-oğul beni karşıladı. Onlar iki gün boyunca hiç kavga etmemişler. Hiç tartışmamışlar. Hiç fikir ayrılığı yaşamamışlar. Baba "hadi yatalım" dediği anda oğlan "tamam" demiş.

Peki neden beni geldiğim gece tam bir saat yatmak için uğraştırdı.

Üstelik bunu yaparken gülüyordu!!!

Sünneti doğar doğmaz mı yaptırmalı, yoksa çocuğun büyümesi mi beklenmeli

Türk toplumunda bir erkeğin en değerli iki anısıdır sünnet ve askerlik. Bu nedenle dost sohbetlerinin en derin noktasında, söz mutlaka döner dolaşır, bir sünnet muhabbetine gelip dayanır. Genellikle ilk saat ya da ilk bisiklet sünnet hediyesi olarak alınmıştır çünkü... Sünnet gelenekler açısından önemli olduğu kadar, sağlık açısından da faydalı bir girişim. Son yıllarda doğar doğmaz sünnet yaptırmaya başlandı. Ama bebekken olmayanlar için de yaz ayları en çok sünnet yapılan zaman. Peki, toplumumuzda genel olarak ilkokul çağında yaptırılan sünnet için en doğru yaş hangisi? Doğar doğmaz mı yaptırılmalı, yoksa çocuğun biraz daha büyümesi beklenmeli mi? Anadolu Sağlık Merkezi’nden Üroloji Uzmanı Dr. Abdurrahman Özgür anlatıyor.

EN UYGUN DÖNEM BİR İKİ GÜNLÜKKEN

Sünnet penis ucunu örten derinin cerrahi olarak alınmasıyla penis ucunun açığa çıkarılması işlemi. Türkiye’de sünnet zamanını belirlerken daha çok örf ve adetlerin dikkate alındığını ifade eden Dr. Abdurrahman Özgür, en uygun zamanın yenidoğan dönemi olduğunu söylüyor.

"Yenidoğan döneminde sünnet derisinin uç kısmı daralarak, bebeğin idrar yapmasını güçleştirebilir. Buna bağlı olarak yenidoğan döneminde görülen idrar yolları iltihabı ortaya çıkabilir. O nedenle bebek henüz 1-2 günlükken yapılan sünnet, yaşanabilecek enfeksiyon riskini azaltır."

Özgür’ün önerisi, çocuk doğduktan sonraki 24-48 saat arasındaki zaman diliminde sünnetin yapılması. Çünkü çocuk herhangi bir anestezi almıyor. Bölgesel uyuşturmayla ameliyat yapılıyor ve 20 dakikada her şey olup bitiyor. Doğumdan kısa süre sonra olduğu için yaranın iyileşmesi çok daha hızlı oluyor. Bebek 3. günden itibaren yıkanabiliyor ve bir hafta içinde her şey tamamlanıyor.

Özgür, herhangi bir sağlık problemi (tekrarlayan idrar yolu iltihapları, idrar yapma zorluğu gibi) olmayan çocuklarda sünnet zamanının ailenin isteğine göre belirlenebileceğini ekliyor. Ancak altı aya kadar lokal anesteziyle yapılan sünnet, altı aydan sonra genel anestezi altında yapılmalı, diyor. Çünkü genel anestezi, hem ameliyatın güvenliği açısından, hem de çocuğun sağlığı açısından daha fazla tercih ediliyor.

YA 2 YAŞINA KADAR YA 6 YAŞINDAN SONRA

Dr. Özgür’ün bir de uyarısı var: Sünneti iki yaşından önce veya altı yaşından sonra yaptırmalı. Çünkü 2-6 yaşları arasında yapılan sünnet çocuğu psikolojik açıdan olumsuz yönde etkileyebiliyor. Çocukta "kastrasyon fobisi" gelişebiliyor. Çocuk sünneti penisin kesilmesi gibi düşünüp, bunu da baba tarafından cezalandırılma olarak algılayabiliyor. Ailelere, eğer iki yaşına kadar yaptırmamışlarsa, altı yaşından sonra yaptırmaları söyleniyor.

Sünneti yenidoğan döneminde yaptırmayı düşünüyorsanız, bunu doğum yaptığınız hastaneyle önceden konuşabiliyorsunuz. Böylece bebek doğduktan sonra normal tarama ve testlerin dışında sünnet için gerekli testler de yapılabiliyor.

Olabilecek riskler ailelere anlatılıyor; ufak tefek kanamalar, penis uç kısmında sünnet derisininsıyrıldığı bölgelerde kanama ve bunun bir sonucu olarak ilerleyen yıllarda idrar çıkış deliğinin uç tarafında daralma olabileceği söyleniyor. Bu riskler sadece yenidoğan bebeklerde değil, erişkin yaşlarda da söz konusu olabilen riskler.

HANGİ DURUMLARDA ERKEN YAPILMAMALI

Prematüre (erken doğum) doğanlara, dış idrar deliği penis ucuna değil de daha geriye açılmış olanlara, inmemiş testisi olanlara, yüksek ateş ile seyreden hastalığı olanlara, ailesinde hemofili olarak belirtilen kan hastalığı olanlara, erken dönemde sünnet önerilmiyor.

KOMPLİKASYONLARDAN  KORUNMAK İÇİN

Oluşabilecek komplikasyonlardan korunmak için sünnet mutlaka, sünnet konusunda tecrübesi olan doktorlar tarafından gerçekleştirilmeli. Sünnet bir ameliyat gibi kabul edilip hazırlıklar bu yönde yapılmalı. Aksi takdirde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilir: Kanama, kesi bölgesinde iltihaplanma, peniste yaralanma, dış idrar kanalında daralma, deride yapışıklıklar olabilir. Sünnet toplumda basitmiş gibi algılanıyor, ancak unutulmamalı ki, yanlış sünnetten dolayı penisin taç kısmının tamamen koptuğu vakalarla da karşılaşılıyor.

SONRASINDA DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER

Sünnet sonrası kanamanın devam etmesi, sünnetten 6-8 saat sonra çocuğun çişini yapmaması, glans (penis uç bölgesi) çevresindeki kızarıklık ve şişliğin 3. ve 5. günlerden sonra azalmaması, sarı renkte akıntı veya zar tabakasının varlığının devam etmesi durumunda bir sorun var demektir. Bu durumda hemen doktora başvurmak gerekir.

ANNEMİN KÖŞESİ

Uzun zamandır ihmal ettim yine annemi. Annem bu arada tam gaz divalığa devam ediyor. Geçen sabah bana mail attı. Evvelsi gece gittiği konserde ünlü mezzosoprano Cecilia Bartoli’yle kıyafetlerinin birbirlerine çok benzediğini söyledi. Bundan dolayı çok mutluydu. Kendisinin de Maria Callas’a ne kadar benzediğini hatırlattı bana. Kadının içinde ağır şarkıcı olmak varmış sanırım. Aynı gecede bu kadar benzer kıyafeti giymiş olmaları hoş bir tesadüf tabii. Annemin içindeki doğal "diva"lığın göstergesi. Hiç unutmam, ben de yıllar önce Pulp Fiction filmi çıktığında, afişinde Uma Thurman’ın taktığı kolyenin aynısına sahiptim. Ondan önce almıştım. "Vaaay" demiştim kendi kendime, "Aynıyız!" O gün bu gündür hep severim o kadını...
Yazının Devamını Oku