Eski FBI ajanı Edward Snowden’ın ABD’nin Ulusal Güvenlik Ajansı NSA’nin kirli çamaşırlarını ortaya döktüğünden beri dinleme faaliyetiyle ilgili sular durulmuyor. Snowden’ın sızdırdığı başta Guardian, New York Times, Spiegel, Le Monde gibi yayın kurumlarının okuyucuya aktardığı belgeler, dijital casusluğun ne kadar ciddi bir tehdit olduğunu dünyaya gösterdi.
*
HAZİRAN ayından beri sızdırılan belgelerde neler vardı? Her şeyden önce ABD, ülkeye giren ve çıkan bütün haberleşmeyi takip etme gücüne sahipti.
Ayrıca aralarında Almanya Başbakanı Merkel’in de bulunduğu en az 35 dünya liderinin telefonu dinleniyordu.
NSA’nın herhangi bir ülkenin haberleşmesini olduğu gibi takip etme olanağı bulunuyordu. İhtiyaç olursa bir ay kadar öncesine geri dönüp herhangi bir telefon görüşmesine ulaşmak mümkündü.
Marina adlı bir databankasında 122 dünya lideri hakkında alfabetik bir sırada normalde bulunması zor veriler fişlenip saklanıyordu.
*
ŞİMDİ
Aklı-selim ve sağduyu; iktidar hırsı ve öfkeye yenik düşmüş.
Bir zamanlar beraber yürüyenler şimdi birbirine düşman kesilmiş.
Ve maalesef dünya Kırım kriziyle hop oturup hop kalkarken Türkiye ne yapıyor?
Birbiri yemekten bu dış tehdide yeterince dikkat kesilemiyor.
Oysa dünyanın gözleri Ukrayna’dan ayrılıp Rusya’ya bağlanmak için dün referandum yapan Kırım Özerk Bölgesi’nde.
Ukrayna’da Rusya yanlısı Viktor Yanukoviç iktidarını deviren Maidan isyanına misilleme olarak gelişen Kırım krizinde sonunda bir çözüm formülü bulunabilecek mi, yoksa uluslararası ilişkilerde güçlünün kuralları tayin ettiği bir hukuksuzluk dönemine mi girilecek. Dünya siyasetinde tartışma bu.
Ukrayna’ya bağlı Karadeniz kıyısındaki Kırım Özerk Bölgesi kaderini tayin etmek için 16 Mart’ta yani haftaya pazar günü referanduma gidecek.
İbre büyük ölçüde Rusya’ya bağlı özerk bir yapıdan yana.
İyi de bir anda 2 milyon nüfuslu stratejik bir bölgeyi, bir ülkeden alıp başka bir ülkeye bağlamaya yönelik bu tedirgin edici adım uluslararası toplum tarafından nasıl karşılanacak? Büyük merak konusu…
*
KIRIM Yarımadası’nda nüfusun yüzde 58.5’i Rus, yüzde 24’ü Ukraynalı, yüzde 12’si ise Türk boylarından olan Tatarlar oluşturuyor.
Her ne kadar ABD başta olmak üzere Batılı müttefikler, Rusya ile yeni bir çatışma istemese de durum tehlikeli bir şekilde tırmanmaya devam ediyor. Hem de Türkiye için çok hassas bir öneme sahip olan yanı başımızdaki Kırım Özerk Bölgesi’nde...
*
KIRIM. Karadeniz’in kuzeyinde denize uzanan tarihi yarımada. İstanbul’dan uçakla sadece 1 saat 10 dakika uzakta. Tarihi açıdan da Kırım, Türklere yakın bir coğrafya. Türk boylarından olan Tatarlar, 8’inci yüzyıldan itibaren buraya yerleşmeye başlamış. Ancak yüzyıllar boyunca burayı kontrol edenin, Karadeniz’e, Boğazlar’ın girişine ve Akdeniz’e geçişe de hâkim olacağı varsayıldığından pek çok savaşlar verilmiş uğruna.
1774 tarihli Küçük Kaynarca Anlaşması’yla Osmanlı himayesinden çıkan Kırım Hanlığı, 1783 yılında Rusya tarafından ilhak edildi. Yarımada, yakın tarihte iki dramatik olaya sahne oldu. İngiltere, Fransa ve Osmanlı’nın Rusların sıcak sulara inmesini engellemek için yürüttüğü 1853-56 Kırım Savaşı... Diğeri de İkinci Dünya Savaşı sırasında işgalci Alman Nazilerle işbirliği yaptıkları gerekçesiyle yaklaşık 193 bin Tatar’ın Stalin tarafından başta Özbekistan ve Kazakistan’a sürgün edilmesi. Ve bu zorlu yolculukta maalesef binlerce soydaşımızın can vermesi...
*
HER ne kadar SSCB’nin son lideri Gorbaçov dönemindeki “Perestroika” (Yeniden Yapılanma) politikası çerçevesinde Tatarlar, memleketlerine dönmeye başlasa da sorunlar sürdü.
Çünkü ata yadigârı toprakların büyük bir kısmı, Sovyet Yönetimi’nin başka cumhuriyetlerden getirdiği Ruslar tarafından işgal edilmişti. Tatarlar, Rus ve Ukraynalı komşularla iyi ilişkiler kurdular ama, tarihte yaşadıkları mezalimi de unutmadılar. Bu nedenle 1991 yılında Ukrayna’da SSCB’den bağımsızlık için referandum yapıldığında, büyük ölçüde destek verdiler.
Ya diğer rauntlar?
Maidan ayaklanması, sonunda 45 milyon nüfuslu Ukrayna’yı devlerin elinde piyon olmaktan kurtarabilecek mi? Yoksa ülke daha büyük krizlere mi gebe? İşte asıl mesele de bu.
*
HER ne kadar görünüş itibariyle Maidan ayaklanması Türkiye’deki Gezi eylemlerine benzetilse de dinamikleri farklıydı. Türkiye’deki baskıcı ve anti-demokratik iç politikalara yönelik bir başkaldırıydı.
Kiev’deki isyan ise daha uluslararası konjonktürle de ilgili, ülkenin geleceğinin nereye yöneleceğine dair jeostratejik uzantıları da olan bir kalkışmaydı.
*
1991 yılında Sovyetler Birliği’nden bağımsızlığını kazanan Ukrayna, geçen yıllara rağmen Moskova’nın yörüngesinden çıkamadı. 2005 tarihli Turuncu Devrim ile bu denenmiş olsa da ülke Moskova’nın etkisi altında kaldı.
Söz ettiğim yer, yeni yeni kapsama alanımıza giren Orta Afrika Cumhuriyeti. Avrupa Birliği’nin Türkiye’den asker istediği haberleriyle de gündeme gelen o ülke.
*
ORTA Afrika Cumhuriyeti... Adından da anlaşıldığı gibi kara kıtanın tam göbeğinde. 1960 yılına kadar Fransa’nın sömürgesi olmuş. İşgalcilerin gitmesinin üzerinden yarım asır geçmiş ama ülke huzura erememiş.
Altın, elmas açısından zengin, ancak yaşam standartları açısından yoksulluğun dibe vurduğu bir yer burası. Bunun nedeni de iktidarı ele geçirenlerin bir türlü ülkede istikrarı sağlayamadığı gibi, rantları da yandaşlar arasında paylaşması olmuş. Sonuçta bağımsızlıktan bu yana 8 darbe görmüş Orta Afrika.
*
SON gerginlik ise geçen mart ayında Michel Djotodia’nın Müslüman Seleka milislerinin desteğinde darbe yapmasıyla alevlendi. Hıristiyanlar nüfusun yüzde 50’sini, Müslümanlar ise yüzde 15’ini oluşturuyor. Geri kalanlar yerel dinlere mensup. François Bozize’yi deviren Djotodia, ülkenin ilk Müslüman Devlet Başkanı oldu.
Başlangıçta bu darbede dini bir vurgu yoktu. Ancak Djotodia, ülkenin kuzeybatısından başkent Bangui’ye inen Seleka (İttifak) milislerini kontrol edemedi. Selekalar, Hıristiyanlara yönelik cinayet ve şiddet eylemlerine başvurdu.
*
Bugün size adada adil ve kalıcı bir çözüm sağlanması halinde kimin, neden, nasıl kazanabileceğini anlatacağım.
*
TIME dergisinde enteresan bir yazı vardı. Makalede ABD’nin şeyl enerjisine yönelmesinin İran’ı nasıl müzakere masasına çektiği anlatılıyordu.
Buna göre, ABD’nin kayadan elde edilen petrol ve doğalgaz bolluğu sayesinde yurtdışı enerji piyasalarına bağımlılığı azaldı. Sonuçta İran gibi enerji devi bir ülkeye bile ekonomik yaptırımları daha kolay uygulayabildi. Ekonomik baskı altında ezilen İran, Hasan Ruhani gibi daha ılımlı bir ismi cumhurbaşkanı olarak seçerken şüpheli nükleer programı da müzakereye açıldı.
*
ŞİMDİ Kıbrıs’ta olan biten de tıpatıp olmasa da benzer bir durum. Enerji hesapları, Doğu Akdeniz’de de çözüm dayatıyor. 2010 yılının Aralık ayında İsrail’in Hayfa kenti açıklarında büyük bir doğalgaz rezervi keşfedildi. Buraya Leviathan adı verildi. Bu keşfin en büyük ortağı ise Amerikan Noble Enerji şirketiydi. Leviathan’ın Kıbrıs’ın güneydoğusuna doğru giden uzantısında da enerji yatakları olabilirdi.
*
TÜRKİYE
İşte bu nedenle bugün başka bir coğrafyaya gideceğiz. Almanya’ya. Yazının kahramanı Almanya Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcılığı’na getirilen Sawsan Chebli. Chebli’nin bu göreve atanması önemli. Çünkü Almanya’nın göç tarihinde bir ilke imza atıyor. Bu ülkenin ilk Müslüman kökenli kadın sözcüsü oluyor.
*
SAWSAN Chebli (35), aynı zamanda roman gibi bir hikâyenin başkahramanı.
Filistin kökenli anne ve babası, 1948 İsrail savaşı sırasında yerinden yurdundan sökülen mülteci çocukları. Anne ve baba, Lübnan’daki bir Filistin mülteci kampında tanışıp evlenir.
Ama yokluk ve sefalet içinde zordur hayat.
1970’lerin başında baba bir şekilde kapağı o zamanlar Doğu Almanya toprakları sayılan Doğu Berlin’e atar. Sonra ailesini yanına alır. Sawsan dahil, iki küçük çocuk Almanya’da dünyaya gelir.
Sawsan, Arapça’da ‘vadi zambağı’ anlamına geliyor. İşte bu vadi zambağı, 12 kardeşi ile birlikte Almanya toprağında tutunma mücadelesi verir. Kolay olmaz elbette.
*