Organik ve senfonik...

BOSTANLI’da gece yarısından sonraki saatler...

Haberin Devamı

Hatta daha kesin bir zaman bile verebilirim, 03.30 civarı. Soğuğa rağmen, taze bir soluk için hafif aralık bırakılmış pencereden, sokakların sessizliğinden başka hiçbir şey sızmıyor içeri; belki biraz gecenin belli belirsiz dumanlanmış kokusu. Birden oralarda yalnız olmadığımızı anlıyorum. Bir saka kuşu (zannederim), kendi partisyonunu söylemeye başlıyor. Sakin, telaşsız, endişeden uzak. Karışanı görüşeni de yok anlaşılan. Önce kısa ve kesik kesik nefes açma egzersizleri... Ardından en dik perdelerde, notaların hakkını vererek tek tek dolaşmaya başlıyor. Peşinden de iddialı bir kreşendoya yelteniyor. Gösteriyi bırakıp yatamıyorum.
Pencereyi biraz daha aralıyorum. Sesin kaynağını göremiyorum. Ama belli ki çok yakınız... Ezgiler, sokaktaki binalara çarpa çarpa büyüyerek önce yankılanıyor, sonra uzaklaşıyor. Küçük bir soluklanma için duruyor saka... İşte tam o anda, karanlığa gizlenmiş başka bir müzisyen daha olduğunu anlıyorum. Biraz daha hırçın, biraz daha gırtlaktan, esrarengiz ve buğulu ama öfke dolu değil... Kedi de kendi partisyonunu seslendirmeye niyetli. Birkaç dakika içinde karşılıklı atışmaya başlıyorlar. Sakanın makaraladığı notalara, kedi daha uzun seslerle cevap veriyor. Müzik cümleleri dinleyeni şaşırtacak kadar anlamlı ve birbirini tamamlayacak kadar uyumlu. Bir nefes alımlık kaçamak, ayaküstü bir düetin büyüsüyle kanatlanıyor.
Azcık üşüdüğümü hissediyorum. Birkaç kez, pencereyi kapatıp içeriye girmeye niyetlensem de sokakların bu hem organik hem senfonik çağrısı peşimi bırakmıyor; iyi de ediyor. Meğer gecenin sürprizleri daha bitmemiş. Karanlıkta, üçüncü sesin sahibini de göremiyorum. Ama saka kuşu ile sokak kedisi arasındaki müzikal söyleşinin, baslarda kısmen zayıf kaldığını fark eden bir karga, bu eksiği gidermeye talip oluyor. Nefesliler ve yaylılardan sonra kontrbasların eşliği de tamam; yat yatabilirsen şimdi...
Kendi ellerimizle eziyet haline getirdiğimiz kent yaşamı içinde, olmayacak bir öyküye karışıyorum. Gürültü kirliliğinin “sanatın ilahî intikamı”na teslim olduğu saatlerde, tesadüfen bir “trio”nun sahne alışına tanık oluyorum. Dakikalarca devam eden bu doğaçlama gösteriyi, neden kaydetmediğimi soruyor içimden bir ses. Başka bir ses, “uyku sersemi halinle, nereden akıl edecektin?” diye beni rahatlatmaya çalışıyor.
Doğanın kendi sesleriyle hazırladığı bu armağan, “yerden mi göklere yükseldi o gece, yoksa gökten mi yere inmekteydi?” orasını tam bilemiyorum. Konser biterken, sanatçıların sanal selamı ulaşıyor pencereme. Ben ise onlara gerçek alkışlarla yanıt veriyorum.

Yazarın Tüm Yazıları