Paylaş
“Vallahi” dedim içimden, “üçe beşe bakmayıp, bunu da yaptılar herhalde sonunda.” Çok sevindim; “proje fakiri kentime hangi akıllı çocuk bu ‘banknot matbaası’yla eşdeğer fikri armağan etmiş olabilir?” diye düşünmeye bile başladım samimiyetle. Pierre Culliford’un 1958’de oluşturduğu çizgi roman ve animasyon dizisinin kahramanlarını aradı gözlerim “Şirinler İstasyonu”nda. Gargamel de Azman da yoktu görünürlerdeb İnsanların yüzlerindeki hakim renk mavi değildi bir kere. Ne Şirin vardı ortada, ne de Şirine Kırmızı şapkası ve pant olonuyla Şirin Baba’yı da göremedim. Tabii, diğerleri de yoklardı:
Gözlüklü Şirin, Usta Şirin, Hayalci Şirin, Aşçı Şirin Hiçbiri yoktu, hiçbiri.
Soldan sağa say, gezinenlerin hepsi bildiğin “yurdum insanı.” Bozuldum biraz. Hayal kırıklığımın yarısı, saflığımın mahcubiyetinden geliyordu zaten.
***
İZBAN Vagonun hoparlöründen gelen ses, zaten bir süredir kulaklarımı tırmalıyordu. Hele o “Koşu”, hele o “Koşu” Yetmedi, “Şirinyer”in, ağızda yuvarlanışı ve bilmeyenin anlaması mümkün olmayan uyduruk bir istasyon adı: “Şirinler” Tonlaması özensiz bir Türkçe söyleyiş ve ardından amatör bir İngilizceyle geçiştirilen devamı. (Aslında telaffuz, diyecektim ama sonra lâf söz oluyor diye “söyleyiş”i seçtim; söyleniş veya seslenim de diyebilirsiniz.)
***
Özellikle havaalanı güzergâhını keyifle kullanıyorum; sağolsunlar. Ama estetik kaygımızı ve anadil bilincimizi bu kadar hoyratça ıskalamamalıyız diye düşünüyorum. Seslendirmeyi yapan kardeşimizle bir alıp veremediğim yok; olamaz da Fakat nasıl olur da sözcüklerin keyifle algılanmasını engelleyen bu “müzikal defo”yu hiç kimse fark etmez? Kamuya seslenmenin sorumluluğu, ne söylendiği kadar, nasıl söylendiğini de kapsar.
***
Bakarsınız yazdıklarımı, bu sefer olsun bir “ciddiye alan” çıkar da anonsun kaydını üç vakte kadar değiştirirler. İş işten geçmeden, bir havaalanı yapıp geliverin. Torunlarınıza anlatacak matrak bir öykü fırsatı işte. Olur da benim göremediğim mavi insancıklara rastlarsanız, bana da bir SMS olsun atmayı ihmal etmeyin bari. Bazılarını duyar gibiyim: “Adamın taktığı şeye bak” diyecekler. Olsun efendim. Benim gibiler de lâzım bu kente, bu topluma. Hiç kusurumuza bakmayacaksınız. Bu yaştan sonra değişecek halimiz yok. Bu modeller böyle !
Mayakovski ve Kılıçdaroğlu
“Yemin krizi” hakkında, her kafadan bir ses çıkıyor. Taraflar anlamaya yanaşmıyor birbirini. Tartışmaları uzaktan izlerken, aklıma bir vakitler bende iz bırakmış bazı dizeler geldi. Hafızam beni yanıltmıyorsa, çevirinin de Ataol Behranoğlu’na ait olması lâzım. “Farklı zevkler üstüne şiirler”de diyor ki Mayakovski:
Süzüp devenin her yanını,
şöyle konuştu at:
“Bu babası belirsiz at azmanını,
kim getirmiş buraya ?”
Deve geviş getire getire,
bakıp gariban ata,
Dedi: “Olsa olsa bu cüce kalmış bir deve”
“Farklı zevkler üstüne yeminler”de acaba şöyle kaleme alınabilir miydi?
Süzüp rakibin her yanını,
Şöyle konuştu pehlivan:
“Arkasını düşünmem ben elense çekerken
minderi boş bulunca,
besmelesiz çift dalarım”.
Ve sonra yorgun argın,
bakıp gariban haline
Dedi: “Gelmeyin üstüme, tükürdüğümü yalarım”
Paylaş