Paylaş
“Memleketi sadece siyasetçiler kurtarabilir kuruntusu”na biraz yüz verince, kalemini kolayca bir kenara bırakabiliyor insan. Bu “etik bir sorumluluktu benim için”; bıraktım. Allah “yürü ya kulum” deyince, insanın arabasını satması gibi bir şey!
Köşe yazısı yazmıyorum diye, kalem ve kâğıttan “köşe bucak” kaçmadım tabii... Onun yerine “düşünmek ve konuşmak üstüne kurgulanmış mesleği”me daha çok zaman ayırmaya başladım. Köşemden başımı biraz dışarı uzatınca, “git” halinin fırsatlarıyla yüzleştim birer birer. Köşenin hemen ardında edindiğim bu deneyimden, elde var bir “anılar kitabı” ki, Mısır’ın “ölüler kitabı” gibi birşey; yakın zamanda paylaşacağız...
Aslına bakarsanız, bu “medcezir”in bilindik döngüsü beni değerli okuyucu ile bir şekilde buluşturacaktı. Bu köşenin isim babası olan sevgili Deniz Sipahi’nin “gel” daveti ile tekrar “köşeme çekiliyorum...”
Kızımın dediği gibi, bakalım, “babasının yuvarlak gözlüklerine, bu sefer hayatın hangi köşeleri çarpacak?”
Bir Sosyal Sorumluluk Projesi
Geçtiğimiz yıl ilki gerçekleştirilen “güzel bir iş”, galiba geleneksel olmaya aday. Ege-Koop (Danışma Kurulu) ve (son dakikada desteğini geri çeken Ekonomi Üniversitesi yüzünden –sadece-) Ege Üniversitesi işbirliği ile hayata geçirilen proje, 2010–2011 döneminde de üniversite gençliğine yönelik “Anayasal haklarımız ve kurumlarımız” isimli temaya sadık kalarak, bir dizi seminer gündemiyle başladı. Hafta başında, topa ilk kez birlikte dokunduk, Prof. Dr. Ergün Aybars hocamla. Gençlere, 2 saat boyunca, “Anayasa’da değişmez maddeler nelerdir ve niçin konulmuştur?” başlığını anlattık. Proje mart ayı sonuna kadar farklı konu ve konuşmacılarla devam edecek.
Konuştuklarımızın tamamını burada tekrarlayacak değilim. Ama gençlerin “kebîkeç” sembolizmasından etkilendiklerini söylemek isterim. “Antivirüs programı kullanıyor musunuz?” diye sordum ve devam ettim. “Kebîkeç, eski zamanlarda kitapları güveden koruyan meleğin, cinin ya da şeytanın adı; İbranice’den geliyor... Köşesine ‘yâ kebîkeç ihfazu’l-varak’ yazıyorsun, kitaba böcek filan yaklaşamıyor. Lime lime olmuş kitap eline tutuşturulunca, köpürmüş şeyhi dervişe: ‘Bunun kenarına ya kebîkeç yazmadınız mı?’ ‘Yazdık amma, böcekler önce kebîkeç yazısını yemişler, kitap savunmasız kalınca arkası gelmiş...’ yanıtı, ‘değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez’ maddelerin halini çağrıştırıyor”.
Ortayaş Mızırtıları
İzmirli şairlerin “imge sofrası”na, Prof. Dr. Murat Tuncay da katıldı. Kendi cümlesiyle “boğaz tokluğuna, plakete, çiçeğe konferans” veren sevgili dostumuzun, “Ortayaş Mızırtıları” adlı şiir kitabı yayınlandı geçenlerde. “Aynanın Kısmetlisi” adlı şiirinde, bakın neler söylemiş: “Şu kız güzelinin / Çantasındaki de Ayna / Benim traş tasının yanındaki de... / Bir onun işine bak; Bir benimkisine / İster inan ister inanma / Aynanın bile kısmetlisi var felekte”.
İzmir’den bir selam
Herkes birbirine soruyor, “Bu tutuklamaların sonu nereye varacak?” diye. Bana da sordular... Olan bitenin çağrıştırdıklarıyla şunları anlattım: “90’lı yılların ortalarında, eşimle birlikte rahmetli Bedri Noyan Dedebaba’yı ziyaret etmiştik; 2. Kordon’daki evinde. Lâf lâfı açtıkça, Kırım’daki bir caminin kitabesinden söz etti. İzin isteyerek not almıştım. Yıllar sonra lâzım olacakmış.” Bu vesileyle, İzmir’den bir selam gönderelim gazeteci arkadaşlarımıza: “Zulm evi berbâd olur ger Kâbetullah olsa da / Kan içen zâtın içerler kânın, ger Allah olsa da...”
Paylaş