İzmir için çılgın projemi açıklıyorum: HABEMUS İZUP
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Malûm, papa öldüğünde kardinaller, Vatikan’daki Sistine Şapeli’ne kapanır, yenisi seçilinceye kadar oylama yaparlar.
Katolikler, dışarıda heyecanla yeni ruhani liderlerini beklerken, eğer kazanan yoksa, oy pusulaları her sayımdan sonra siyah renk veren bir kimyasal eklenerek yakılır. Bacadan süzülen siyah beyaz duman, meraklı kalabalığa papanın henüz seçilemediğini anlatır. Kazanan belli olduğunda ise, sadece oy pusulaları yakılır. Beyaz duman Hristiyan âlemine yeni papanın seçildiğini müjdeler. Kazanan aday kararı kabul ederse, anılmak istediği ismi seçer ve Vatikan’ın en yaşlı kardinali, St. Peter Meydanı’na bakan balkona çıkarak, “Habemus papam” (Papamız var) diyerek yeni papayı halka takdim eder. Şimdi bu olayı, İzmir için modelleyelim; bu da benim “çılgın proje”m olsun: Bugüne kadar İzmir’in ayağını bağlayan uyuşmazlıklara, öyle ya da böyle taraf olmuş herkesi (-İZUP- İZmir için Uzlaş Platformu- çatısı altında) toplayalım. Çakmur, Özfatura, Demirtaş, Kocaoğlu... Genci yaşlısı, eskisi yenisi, hukukçusu, bürokratı, mühendisi, mimarı, doktoru... “Ben İzmir için iyi olanı istiyorum, çözümden yanayım; samimiyim...” diyen herkes gelsin. Tam yetkili olsunlar, müzakereye, pazarlığa, uzlaşmaya, imzaya... Fedakârlık, geri çekilme, vazgeçme, ödün verme, kazan-kazan, kazan-kaybet İzmir için yapılabilecek ne varsa... Finansman, proje, yargı; ne konuşulması, hangi kararın alınması, hangi adımın atılması ve hangi düzenlemenin yapılması gerekiyorsa... İlk toplantıda, İzmir’in önünü tıkayan bütün uyuşmazlıkları öncelik sırasına dizelim. Her madde için, sadece çözüm adına orada bulunması gerekenleri belirleyelim. Sonra da ilk maddeden başlayalım. Çözüm üretilene kadar, “beyaz duman çıkana kadar odadan çıkmayalım...” Bir madde bitince 24 saat ara, ardından sıradaki maddeye geçelim. Kaç gün, kaç hafta, kaç ay sürerse sürsün. Büyükşehir Belediyesi, EBSO, İzmir Ticaret Odası, meslek odaları, hatta üniversiteler... Aralarında küslükler var. Husumet, kırgınlık, en hafif tabiriyle soğukluk var. Tavır almalar, tavır koymalar, dudak bükmeler, ego tatmini için sürdürülen inatlar, tadı kaçmış boş işler var. İzmir’in İzmir’le, İzmirli’nin İzmirli’yle, İzmir’in İzmirli’yle ve İzmirli’nin İzmir’le kavgası var; hoş değil, yeter artık! Ankara’dan İstanbul’dan bir şey beklemekten vazgeçin. Sadece küçük uzlaşmalarla sıçrar bu şehir; kimse tutamaz. Bir “orta oyuncu” lâzımsa, ombudsman sıfatıyla, ben bu projenin moderatörlüğünü de üstlenirim. Liman’ı konuşalım, Bayraklı’yı, seyir teraslarını... Kemeraltı esnafının halini, turist otobüslerini, İnciraltı’nı, metroyu, Basmane Meydanı’ndaki Dünya Ticaret Merkezi’ni, nâm-ı diğer yüz karası çukurumuzu konuşalım. Altay’ı, Göztepe’yi, Karşıyaka’yı ve diğerlerini, EXPO’yu, Sakin Şehrimiz Seferihisar’ı, dalyanları ve daha aklıma gelmeyen onlarca sıkıntılı, topa basıp tuttuğumuz kırık dökük işimizi... Çok ciddiyim, şaka yapmıyorum. Eğer İzmir, iddia edildiği gibi, çağdaşlığın, uzlaşının, uyumun, özgürlüğün, hoşgörünün, tahammül ve toleransın kentiyse, bu “çılgın öneri”nin, daha bir “akıllısı”nı elbet birileri gündeme getirecektir. Ben ortalığı karıştırmış olayım. Destekleyenler mail atsın, ıslık çalsın, parmağını kaldırsın, yapsın bir şeyler... Haydi bakalım, gösterin farkınızı, meydan bu meydan... “Mangala yakın oturanlar, sesim geliyor mu?”