Paylaş
Ama bizim “iki kişiden birini lüzumsuz ilân etme” gerekçemiz çok başka olduğu için, kendimi bu lâfı biraz kurcalamak zorunda hissediyorum. Güzel ülkemde ve (hayretle görüyorum ki hiç çaktırmadan) yaşadığım kentte yürütülen “tek tipleştirme” projesi, farklı siyasi tercihlerden birine, mutlak şekilde teslim olmayı öngörüyor. Aksi halde “hain” muamelesi görüyorsunuz. Herkes, aynı şeye inanacak, aynı şeyi düşünecek, aynı şeyi konuşacak... Aynı tepkiyi vereceksiniz, aynı şeyi beğeneceksiniz. Yetmez, “sürü”den ayrılanın “bertaraf” olacağı ile tehdit edileceksiniz. Güzelimiz çirkinimiz ortak olacak, doğrumuz, eğrimiz, telimiz, yelimiz bir olacak... Yeter ki, birilerinin sizin adınıza düşünmesi ve karar vermesi kalpazanlığı bozulmasın. Başbakan, “diğer yüzde 50’nin bize niye oy vermediğini anlamak için çaba sarfediyoruz” derken, aynı yüzde 50 için Kılıçdaroğlu da, “kendisine eziyet edeni sevmek” diye bilinen “Stockholm sendromu”na gönderme yapmış. Siz dua edin, bu memlekette siyaset, hâlâ “gereksiz olduğunu anlamayan sıradanlar” üzerinden yapılıyor.
Mea culpa
Roma’dan, hatta daha bile eskilerden kalma lâtince bir deyiş, özür dilemeyi zayıflık sanma kültürünü yerle bir etmektedir: “Mea Culpa...” Kısaca, “benim hatamdı, benim yüzümden, özür dilerim” anlamına gelen bu iki kelimelik cümlenin ardında, büyük fırsatlar gizlidir. Eleştirmeyi seven insanlar olarak biz, bir teşekkür etmekte zorlanıyoruz, bir de özür dilerken... Oysa özür dilemek, kendiyle barışık olmanın kapı tokmağı gibidir. Tıpkı, yeni bir sayfa açmak gibi... Yeniden başlayabilmek için, ilgili bütün taraflara fırsatlar sunar. Özür dilemeye bir kayıp gözüyle bakmayın.
“Yapamazsınız” çığlıkları
Günlerden bir gün, kurbağalar arasında bir yarış düzenlenmiş.
Hedef yüksek bir dağın tepesiymiş...
Kalabalık onları görmek ve alkışlamak için toplanmış.
Yarış başlamış ama, aslında kimse onların zirveye varacaklarına inanmıyormuş...
Ve şöyle konuşuyorlarmış aralarında:
“Boşuna uğraşıyorlar, nasıl olsa başaramayacaklar...”
Kurbağalar yavaş yavaş cesaretlerini kaybetmeye başlamışlar.
Yalnız içlerinden biri, bütün gücüyle tırmanmaya devam ediyormuş...
İnsanlar da konuşmaya devam ediyorlarmış:
“Hakikaten yazık! Nasıl olsa tepeye varamayacaklar...”
Ve (sıradan )kurbağalar, yenilgiyi kabullenmek zorunda kalmışlar...
Bir tanesi hariç! O, bütün bağırış çağırışa rağmen tırmanıyormuş.
Sonuçta, o bir tanesi hariç, (zaten gereksiz olduklarından) hepsi yarışı terk etmişler...
O ise dağın tepesine tek başına çıkabilmiş.
Herkes şaşkınlık içinde, bu yarışı nasıl tamamladığını sormuş...
Anlaşılmış ki, yola devam eden kurbağa, kulaklarını pamukla tıkamış!
Negatif insanları dinlemeyin... Çünkü onlar sizin yüreğinizde taşıdığınız umutları yok ederler. Onlar “felaket tellâlı”dır. Duyduğunuz veya okuduğunuz sözlerin sizi “tek tipleştimek” için kullanıldığını unutmayın. Bu ülkede ve bu kentte, daha yapacağımız çok şey var. “Yapamazsın” diyen “sıradanlar”a kulaklarınızı tıkayın; onlar lüzumsuz kurbağalardır.
Paylaş