Expolulaştıramadıklarımızdan mısınız?

Rivayet muhtelif! Herkesi dinliyorum. EXPO 2020 adaylığımızı hakkındaki görüşleri 3 ana grupta toplamak mümkün.

Haberin Devamı

Birinci grup; kronik kötümserler. Onlar bildiğiniz gibi: “Kardeşim, bırakın Çin’i ziyaret eden insan sayısını bir tarafa. Ortalama 10 milyon turist geldiğini düşün. Nerede yatıracaksın? Bunlar hangi havalimanına inecek? İzmir Limanı desen evlere şenlik; yanaşılacak hali mi var? O kadar adamın çöpünü bile toplayamayız biz. Sonra, tanıtım, kulis, lobicilik filan bunları beceremiyoruz. Gezip gezip geliyorlar işte. Nerdeeee? Son ikiye bile kalamayız”.

İkinci grup; kronik iyimserler ve mangalda kül bırakmıyorlar: “Rakipsiziz arkadaş. Tecrübemiz var. Denizi güzel, kızı güzel... Alayı gelsin. Hepsinin sırtını yere getiririz. Ayutthaya da neresi? Sao Paulo desen, dünyanın suç cenneti zaten. Yekaterinburg’un adını duyan var mı? Sivrihisar’dan az hallice bir kasaba nihayet. Eh, Dubai iddialı deniyor ama para ile imanın kimde olduğu belli olmaz!”

Haberin Devamı

Son sohbetlerde keskinleşen -daha dar ama- üçüncü bir grup ise şöyle diyor: “Expo’ya hakettiğinden fazla önem vermeyin. Yeni bir Eurovision sendromu çıkartmayın başımıza. Özünde bu kadar da önemli bir organizasyon olmadığı gibi, bir ölüm kalım meselesi hiç değil. Expo aracılığı ile yapılması öngörülen yatırım, İzmir’in üç vakte kadar kendi kendine yaratacağı katma değerin yüzde üçünü geçmez. Alırsak alırız; alamazsak biz kendi göbeğimizi keseriz. Bu kent artık zincirlerinden boşaldı; önümüz açık...”

Bu görüşlerin tümü aynı anda doğru olmaz. O halde analizlerden en az ikisi yanlış. Ben ise farklı tehlikeler barındıran bir İzmir klâsiğinden korkarak, eli böğründe ve ihtiyatla bekleyen dördüncü bir gruba dahilim. Nedir o İzmir klâsiği? Menüde neler var? Öncelikle her tür yorumun nesnellikten uzak, uçarı bir Akdenizli gevşekliği içinde yapılmasından bıkmış durumdayım. İşin ucundan tutması gerekenler sanki tutuyorlar gibi de herkes tuttuğu ucu başka bir tarafa çektiği için, elimizde kaldı kalacak... Expo geleneği, yönetim piramidinin katmanlarında seçilmişlere bile iyi gözle bakmıyor. Onlar “sivil inisiyatif”i makbul sayarken, biz en tepeye İzmir Valisi’ni oturtuyoruz. Ticaret Odası’nın manidar bir manevrayla uzaklaşmasını da doğru okumak lâzım; sanki, “olmayacak duaya amin” dememek için, hazır vakit varken hadiseye mesafeleniyorlar gibi. Öncesinde birleşmemek, anlaşamamak, uzlaşmamak, sonrasında ise uyuşamamak, bölüşememek ve paylaşamamak hastalığımız nüksedecek diye korkuyorum.

Haberin Devamı

Hepsinin ötesinde, asıl “sokaktaki adam”ın sahiplenmesi gereken bir projeden bahsediyoruz. O ise, bir bardak suda kopartılan fırtınaya uzaktan bakıyor şaşkın gözlerle. Bilgi üretimini yetersiz buluyorum. Kentli olma bilincini yelpazelemeye yönelik hiçbir davet yok ortada. Organizasyonun (varsa) büyüsü çoktan kenti sarmalamış olmalıydı. Bence bu iş Paris’te sonlanacak zannedenler yanılıyorlar. Bence (başlayabilirse, başlatılabilirse) İzmir’de başlayacak. Sonu getirilebilirse, sonunu görebilirsek de İzmir’de göreceğiz. Kazanırsak İzmir’de ve İzmirliler sayesinde, kaybedersek İzmir’de ve İzmirliler yüzünden olacak; Paris’te yapılacak olan sadece oylamadır. Şimdi söyleyin bakalım, yoksa siz de benim gibi Expolulaştıramadıklarımızdan mısınız?

Yazarın Tüm Yazıları