Paylaş
Sonra bir-iki istenç dışı tur atar bardağın içinde... Kısa bir süre sonra suyun yüzüne çıkar ve oraya yerleşir. Köpürmeye, fışkırmaya devam eder. Bir bardak suda fırtınalar kopmaktadır. Gözünüzü kulağınızı meşgul eder. Sıçrayan kabarcıklar masanın üstünü de batırır. Tablet suda erirken giderek küçülür. Vakti geldiğinde zaten bardaktaki su durulmuş, ortada bakacak bir şey de kalmamıştır. Önemli olan sizin bir süre meşgul edilmenizdir. Tam kendinize gelmek üzereyken, başka bir bardağa başka bir tablet atılır. Bazen birkaç bardağa aynı anda birer tablet atıldığı da olur; farklı farklı renklerde... “Şifa niyetine” diye yutturulmaya çalışılsa da, siz siz olun, parmakla işaret edilen yere bakmakla yetinmeyin. Asıl, elin sahibini görmeye çalışın...
İade-i itibar
Gün geçmiyor ki, gazetelerde “iade-i itibar” üstüne bir manşet atılmamış olsun. İtibarın da borsası var mübarek...
“İade edildi” diye pazarlıyorlar ama, sebep-sonu ilişkisi kuran yok.
İtibar ne birisinin elinden alınabilir, ne de iadesi mümkündür!
Kimseye böyle bir hak düşmez.
“Düşer” demek, “ben bunu iade edecek kadar egemenim, farklı ve üstünüm” demektir.
“İade ediyorum” demek, “isteseydim etmeyebilirdim” demektir.
Oysa...
İtibar denilen şeyin varlığına “gönül gözü” karar verir.
İtibar bir histir, bir rüzgârdır, bir duruş, “gözde olma” halidir.
Ayağa kalkma mecburiyetidir.
Önünü ilikleme tercihidir.
İtibar, kamu vicdanıdır.
Siz alamazsanız; iş oraya varacaksa “İtibar ancak kaybedilir...”
Alınabileceğine inanmadığım bir şeyi, kime iade ederseniz edin, benim gibi düşünenler için bir hükmü olmayacak!
İzmir için ne isterdim?
Bazen, sağda solda sorarlar: “elinde imkân olsa, İzmir için neler yapardın? Ne isterdin İzmir için?” Eskiden heyecanlanırdım. Hemen başlardım yapılabilecekleri sıralamaya. Kafamda çizdiğim projeleri ciddi ciddi ve hatta saf saf paylaşırdım... Sonra baktım ki, soranların bir bölümü, söylediklerimi magazin niyetine dinliyor. Ben de sorunun “İzmir’den değil, İzmirli’den kaynaklandığı anlatabilmek” için, artık sadece sandıktan çıkarttığım bir eski zaman anektodunu dillendirmekle yetiniyorum:
Polonya tarihte en çok işgal edilen topraklar üstünde kuruludur. Dahası, Rusya’nın da reytingi epeyce yüksektir büyük resme bakınca. Bu talihsiz yazgıyı (?!) hayli içselleştirmiş bir Polonyalı’ya sormuşlar: “Üç hakkın var; Polonya için ne istersin?” Yanıtlamış: “Kızıl Çin Polonya’yı istila etsin isterim...” Soranlar şaşkın ama sabırlı. “İkinci olarak ne istersin?” Polonyalı keyiflenirken aynı yanıtı vermiş: “Kızıl Çin Polonya’yı istila etsin isterim...” Herkes birbirine soran gözlerle bakarken, “ya son isteğin?” diye üstelemişler. Yine aynı yanıtı vermiş Polonyalı: “Kızıl Çin Polonya’yı istila etsin isterim...” Hayret ve merakın tavan yaptığı noktada, “Anladık” demişler, “ama neden?” Polonyalı gözleri parlayarak yükseltmiş sesini: “Neden olacak” demiş, “Kızıl Çin Polonya’yı işgal ederken, gidiş-geliş hesabı 3 kere Rusya’nın üstünden geçecek de ondan...”
Anlayan için çok lâf ettik! Haydi bir Chopin CD’si koyup dinleyin şimdi. Arkasından da mutlaka “İzmir’in Kavakları...”
Paylaş