Paylaş
Ve bazıları vardır ki sevdiğim şiirler arasında, durup durup mırıldanmaktan, dönüp dönüp yazıp paylaşmaktan alamamışımdır kendimi. İşte bunlardan biridir Melih Cevdet’in “Defne Ormanı”. Etrafıma bakıp da ihtiyaç olduğunu hissettiğim her devirde, bir daha bir daha yayınlayacağım köşemde... Güncel kalması şiirin gücünden midir, yoksa Likya’nın bahtsızlığından mıdır, orasına karar veremedim? Ama “sahipler”i ve “köleler”i yaşatan düzenler varoldukça eskimeyeceğe benzer bu yaman dizeler...
***
Köle sahipleri,
ekmek kaygusu çekmedikleri
için felsefe yapıyorlardı,
çünkü ekmeklerini köleler veriyordu onlara;
Köleler ekmek kaygusu çekmedikleri için
Felsefe yapmıyorlardı, çünkü ekmeklerini
Köle sahipleri veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.
***
Köleler,
felsefe kaygusu çekmedikleri
İçin ekmek yapıyorlardı, çünkü
Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara;
Felsefe sahipleri köle kaygusu çekmedikleri
İçin ekmek yapmıyorlardı, çünkü kölelerini
Felsefe veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.
***
Felsefenin ekmeği yoktu,
ekmeğin Felsefesi.
Ve sahipsiz felsefenin ekmeğini,
sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi.
Ekmeğin sahipsiz felsefesini
Felsefenin sahipsiz ekmeği.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Hala yeşil bir defne ormanı altında...
***
Belleğimdeki bir başka “şâheser”in altındaki imza ise Nâzım Hikmet’e ait. “Memleketimden İnsan Manzaraları”nın 2. cildinin hemen başından... Kendince bir bahar tasviri çizmiş Usta. Kışa girerken iyi gider diye düşündüm. Ekmek yukarıdaki şiirde var, barbunya vs. de aşağıda... Gönlünüze göre bir Ege sofrası kurmak sizin niyet ve becerinize kalmış artık.
***
Gülden güzel kokan Arnavutköy çileği
Ve asma yaprağına sarılı barbunya ızgarasıyla gelir
Haydarpaşa Garı’nın büfesinde bahar...
Buna rağmen Hasan Şevket,
Rakıyı bir tek dilim beyaz peynirle içiyordu.
Ve saat onsekizi otuzsekiz geçiyordu.
Paylaş