Nihat Demirkol

“Bizim Evimiz Bornova”nın yükselen enerjisi

14 Ocak 2016
Aslında uzun zamandır, sadece “Bornova” üstüne bir yazı yazmak istiyordum.

 

Yaşadığım sokaklarda “gözlenen ve daha da önemlisi hissedilen değişim”i, “benim gözlüğümden” anlatmak...

Ama geçen akşam, MÖTBE’deki İdil Biret resitalinde, koltuklara bırakılan ve üzerinde “Bornova Bizim Evimiz” yazan çantadan çıkanlar, yazacaklarıma ait bütün niyet ve kurgumu değiştirdi.
“Tam olarak nasıl ifade etmeliyim?” dediğim şeylere, doğru birer vesile oldu.

Eski Bornova fotoğraflarının kullanıldığı, 12 tane, bildiğiniz “bardak altlığı” çıktı çantanın içinden; Bir deste de “kitap ayraç”ı...
Her birinde, önce “biliyor musunuz?” diye soruyor ve altında yanıtlıyor:

“Tarihçi Herodot, bundan 2500 yıl önce, Bornova Misket Üzümünden bahsetmiştir.

Yazının Devamını Oku

Henry Mancini ve Hikmet Şimşek buluşunca

10 Ocak 2016
ALBÜMÜN tanıtımı geçen Nisan ayında yapılmıştı...

 

Ve aslında, nir albüm kaydetme fikrinin de 23. Akbank Caz Festivali’nde verilen bir duo konser sonrasında oluştuğunu biliyoruz.
Mutfağın küçük püflerini Ece Göksu’dan dinleyelim:

“…Slow Hot Wind sadece jazz standartlarından oluşuyor ve Neşet Ruacan usta var. Neşet Ruacan da, Volkan Hürsever de, ben de bir araya ilk geldiğimizden itibaren ne çalacağımızı/söyleyeceğimizi çok iyi biliyorduk. Hepimizin bildiği, daha da önemlisi, sevdiği jazz standartlarını seçtik. Ve tabi ki gitar ve vokali öne çıkartacak, birlikteliği güçlendirecek şarkılar...

Slow, Hot Wind’i çalmak, Neşet Abi’nin fikriydi.
Ben o söyleyene kadar bu güzelim şarkının varlığını malesef unutmuştum.
Sayesinde yeniden hatırladığım için çok mutluyum.

Yazının Devamını Oku

Adnan Saygun, ENGELSİZMİR ve Çağrışımlar

7 Ocak 2016
SADECE tek bir okuyucudan, “yazıyı beğenmediğini söyleyen bir telefon” aldım; hattın öbür ucunda, Doç. Dr. Levent Köstem, “yaptığımız işi çok hafife almışsınız Nihat Bey. Ben bu kongrenin başkanıyım. Çok emek veriyoruz. ‘Meseleyi bir asansöre indirgediğiniz için’, arkadaşlarım da üzgün...” diyordu.

“Yazının muhatabının asla kendileri ve Kongre olmadığını, sadece, ‘Engelsiz Yaşamın Başkenti’ diye meydan okuyan ve ENGELSİZMİR projesini desteklemekle gurur duyan bir belediyenin, hayatı herkes için kolaylaştıracak basit ayrıntılara karşı, ısrarla ilgisiz kalmasına dikkat çekmek istediğimi” anlatmaya çalıştım. “Yazı sizin ayağınıza dolaşan ipleri çözmeye yönelikti oysa...” dedim. “Ayrıca projenizi, köşemde bütün gücümle desteklerim. Bence, siz yazıyı bir daha okuyun...” diye üsteledim. Değerli dost Köstem, “zaten birkaç kere okuduk. Buradaki herkes aynı kanaatte ve yazdıklarınızı benim gibi anlıyorlar...” diye yanıt verince, konuşma “soğukça bir sıradanlığa teslim olarak” sonlandı.

Sanki “ilgisiz” dediğimi, hattâ içimden “asıl araması gerekenler aramıyorlar da...” diye söylendiğimi duymuş gibi, ikinci telefon Büyükşehir Belediyesi Basın Müşaviri Reşat Yörük’ten geldi. Bu kez telefondaki ses, sağolsunlar, dersini çalışmış insanların huzur ve özgüveniyle, “Nihat Bey’ciğim, 9 asansörden 2’si arızalıymış. Onlar da servisi bekliyormuş; kısa zamanda halledilecek... Yazıdan, ‘sanki bütün asansörler yıllardır çalışmıyormuş’ gibi bir anlam çıkıyor; doğru bilgi verip yanlış anlaşılmayı düzeltmek istedim” diyordu. Bir “yanlış anlaşılma”dır gidiyordu... Dostluğumuza güvenerek takıldım kendisine; “Size bilgi verenler, herhalde otoparktaki 2 asansörle, kulisteki yük ve personel asansörlerini de dahil etmişler hesaba. Mesele, fuayeden birinci kata çıkabilmekte... Ayrıca sıkıntı en az 4-5 yıllık, ameliyatlı halimle o merdivenleri çıkmışlığım bile var...” Karşılıklı iyi dileklerle, küsmeden, darılmadan kapattık telefonu.

Son yazımı, “sitemkâr dostlarım” gibi “yanlış anlamayanlar”ın, mail ve sosyal medyada neler söylediklerine gelince... Yerim olduğu kadar ve “her türlüsünü sansürsüz” paylaşıyorum:

“...Damdan düşenin halinden damdan düşen anlar misali, engellilerin durumunu da engelli olan anlar ne yazık ki... Maalesef bazı insanlarımız çevresine bakmayı bilmiyor Nihat Bey... Zihninize kaleminize sağlık. Umarım bu yazıyı, birileri okur da özeleştiri yaparlar...” (Orçun Çiftçi) / “...Bağcıyı dövmeden üzüm yemek hassasiyeti hoş...” (Yeşim Levent) / “...Ellerinize sağlık. ‘Empati kelimesinin ne olduğunu anlatmak’ ve ‘.......mış gibi yapmak’tan vazgeçmelerini sağlamamız lâzım. (Erol Hülagü) / “...Geçen akşam ‘Notalarla Şiddete Hayır’ konserinde, asansörlerin yine hiçbiri çalışmıyordu. Ayakları çok ağrıyan annem merdivenlerden söylene söylene inip çıkarken, konseri izleyen Başkan’ın kulakları çınlamış olmalı!” (Dilek Gappi) / “...İzmir’in kaldırımlarında fiziksel engelsiz olarak yürüyebilmekte (daha doğrusu yürüyebilecek kaldırım bulmakta) had safhada zorlanıyorken; hangi “ENGELSİZMİR” Allah aşkına? Her gün, İzmir’de belediye olmadığı gerçeği ile yüz yüzeyiz...” (Salim Gencosman) / “...Sizi bu yazınız için tebrik ederim. Bize Adnan Saygun’un bilmediğimiz yönlerini gösterdiniz. Bir de biz biliyorduk, ama Büyükşehir Belediye Başkanımızın İzmir’e ne kadar yakışacak sanatsever başkan olduğunu gösterdiniz...” (Ayşe Nuray Karasan) / “...Şu kentin küstahlığına bakınız. Kaldırımları olmayan, olanların işgal edildiği, kullanılan malzeme yüzünden her an kayıp, “ENGELLİ” olabileceğiniz kaldırımlara sahip bir şehir, utanmadan ‘ENGELSİZMİR’ kongresi düzenliyor! Bu kalite meselesidir. Bu kadar basit, kalite!” (Romulus Britannia) / “Çok yönlü sanatçı kardeşim Nihat Demirkol, bugünkü kültür ve vefâ örneği yazın için seni kucaklayarak yeni yılını kutlamama vesile oldu. Parmakların klavyeden uzaklaşmasın...” (Şadan Gökovalı) / “Merhabalar Efendim... Yazınızı okuyunca, böyle büyük bir kurumla ilgili yaşadığım hadiseyi paylaşmak istedim. Konser bileti almak için, sabah AASSM’ne gitmiştim. Yerler izmarit doluydu. Kola veya kahve içilmiş, yerlere dökülmüş, leke içindeydi. ‘Pazartesi sendromudur, temizlerler’ diye düşündüm. Akşam konsere gittiğimde hiçbir temizlik yapılmadığını görünce çok üzüldüm. İzmir’e kazandırılmış böyle çok güzel bir kurum, pislik içinde olabilir mi? Dünya çapındaki bestecimiz Adnan Saygun’a ne büyük saygısızlık! Ertesi gün mail attım. Geri dönüş yapmadılar. Uyarınız ve duyarlılığınız için teşekkür ederim...” (Bir müziksever) / “...Demek ne imiş? Engelsizlik kelime oyunları ile olmuyormuş!” (İdris Ercan)

“Yazının muhatabını, anlayan anlamış; darısı diğerlerinin de başına” mı desem? Ne desem bilemedim?

Yazının Devamını Oku

Adnan Saygun ve ENGELSİZMİR

3 Ocak 2016
BEN kim, Adnan Saygun hakkında yazı yazmak kim? Olsa olsa, (o da uzun atlayarak) bir “derleme”nin altına imza atabilirim.

 

İzmir’in önemli din bilginleri yetiştirmiş köklü ailelerinden birine mensuptur. Şehrimizdeki Millî Kütüphane’nin de kurucuları arasında yer alan öğretmen Mahmut Celalettin Bey’in oğludur. 4 yaşındayken eski yazıyı yazar ve okurdu. Önce Karantina’daki yeni açılan ilk mektebe gitti. Bir yıl sonra şehrin merkezindeki İttihat ve Terakki Mektebi’ne geçti. Eski adı Hadika-i Maarif olan, ilk ve orta öğretim veren, Sultanî’ye eşdeğer bu okulda 13 yaşında iken İsmail Zühtü Bey ile nazariyat, Bay Rosati ve Tevfik Bey’le piyano çalıştı. 1922’de Macar Tevfik Bey’in öğrencisi oldu. 1925’te Fransız La Grande Encyclopedie’den müzikle ilgili makaleleri çevirerek birkaç ciltlik bir musiki lûgatı meydana getirdi.

Beyler Sokağı’nda bir kırtasiye dükkânı açıp nota satmayı da denemekle birlikte orta dereceli okullarda müzik öğretmenliği yapmak için açılan sınavı kazanarak 1926’dan itibaren bir süre İzmir Erkek Lisesi’nde müzik öğretmenliği yaptı. 1928’de hükümetin müziğe yetenekli gençler için açtığı sınavı tekrarlaması üzerine kaçırdığı fırsatı ikincisinde yakaladı ve devlet bursuyla Paris’e gönderildi. Vincent d’Indy ile kompozisyon, Eugene Borrel’le füg, Madame Borrel’le armoni, Paul le Flem’le kontrpuan, Amedee Gastoue ile Gregoryen ezgileri, Edouard Souberbielle’le org çalıştı. Paris’teyken bestelediği Opus 1 sıra numaralı Divertissement adlı orkestra eseri 1931’de Paris’teki bir beste yarışmasında ödül kazandı ve Gabriel Pierne yönetimindeki Colonne Orkestrası’nca önce Paris ve Varşova, daha sonra da Rusya ve Belçika’da seslendirildi. Böylece, Cemal Reşit Rey’in Paris’te seslendirilmiş bulunan 3 eserinden sonra yurtdışında icra edilen 4’üncü Türk orkestra eseri oldu.

Aynı yıl Türkiye’ye dönüp bir süre Musiki Muallim Mektebi’nde müzik öğretmenliği yaptı, müzik imlâsı ve kontrpuan dersleri verdi. Atatürk’ü İzmir’e girişinde 15 yaşında bir çocuk olarak kalabalıkların arasından görmüştü, 27 yaşında huzuruna bir eğitimci ve musiki adamı olarak çıktı. 1934’ün bahar aylarında Gazi’nin isteğiyle 6 hafta içinde İlk Türk operasını besteledi. Devlet sanatçısı ünvanını alan ilk kişidir.

Çoğunlukla röportaj önerilerini reddetti. Hayatını, eserlerini ayrıntılarıyla anlattığı 3 kapsamlı röportajdan en uzunu Sadun Tanju’yla 1989 baharından yazında birkaç buluşmayla yaptığı söyleşiydi. Ölümünden sonra Gösteri Dergisi’nde özeti yayımlanan bu konuşma daha sonra bestecinin biyografilerine kaynak oldu. Saygun’un ayrıntıyla hayatını anlattığı, zaferlerinden ve hayal kırıklıklarından söz ettiği konuşmanın tam metni 21 yıl sonra, 2012 yazında Pan Yayınları’nca, “Adnan Saygun’larda Çay Sohbetleri” adıyla kitaplaştırıldı. Müzik tarihimizde “Türk Beşleri” olarak anılan besteciler arasında yer aldı ve adı, her zaman, “bir köşe yazısı”na sığdırılamayacak kadar çok şeyi çağrıştırdı.

O kadar ki, ayakta alkışlanacak bir vefâ örneği olarak, “İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kente armağanı ve teknik ve akustik bakımından da Türkiye’nin en iyisi” olarak tasarlanan bir sanat merkezine “Ahmed Adnan Saygun” adı verildi, 27 Aralık 2008’de kapılarını sanatseverlere açtı.

Lâfı biraz uzatmış ve dolaştırmış olabilirim. Ama derdimi daha kısa ve etkili anlatmam mümkün değildi. O halde sıkı durun: İşte, hayatını yukarıdaki satırlarda üstün körü özetleyebildiğim “Usta”nın adını verdiğimiz sanat merkezinin asansörleri “Hizmete girmesinden 8 yıl sonra hâlâ çalışmıyor.”

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ilkini 2013’te uluslararası katılımla gerçekleştirdiği “ENGELSİZMİR Kongresi”nin ikincisi 2016’nın Kasım ayında düzenlenecekmiş ya, “Hani” diyorum, “önce konserlere gelen yaşlıları bir üst kata asansörle çıkartmayı başarsanız da, kongreye konuk çağıracak yüzünüz olsa...”

Yazının Devamını Oku

İlk yazı

31 Aralık 2015
YILIN “ilk yazısı”nı yazmak, hep ayrı bir özen ister.

 

Bu, sonrakilere yeterince itina göstermeyeceğiniz anlamına gelmese de,
“yeni bir sayfa açılıyor hissi”nin, tuhaf sorumluluğunu hissedersiniz.

İlk defa geçeceğiniz bir kapıdan içeriye süzülürken,
“bilinmeyene yelken açmanın tedirginliğini duymak” gibi bir duygudur bu…
Ya da, ilk hamleyi yapmadan evvel, GO oyuncusunun boş tahtaya bakıp da;
“Havuzdaki balık / habersiz yağmurdan / ilerliyor nilüfer çiçekleri arasından…” diyen

Yazının Devamını Oku

Son yazı

27 Aralık 2015
YILIN “son yazısı”nı yazmak hep ayrı bir özen ister.

Bu, öncekilere yeterince itina göstermediğiniz anlamına gelmese de, “bazı şeylere nokta konuluyor hissi”nin tuhaf sorumluluğunu hissedersiniz.

Bir daha dönemeyeceğiniz bir adresten ayrılırken “yanınıza almanız gereken her şeyi alıp almadığınızı son bir kez yoklamak” gibi bir duygudur bu...
Ya da kapıyı çekip kapatmadan evvel, “Ağırlık yapacak bir şey aldım mı fazladan? Şunları da boşu boşuna hiç taşımasam mı acaba?” dediğiniz, kuşkulu yüklere ait soruların sorulmasıdır gizliden gizliye...
Sorular bununla da bitmez.
Çünkü çok değil, sadece birkaç gün sonra yılın “ilk yazısı”nı yazarken paralel duygularla savrulacağınızı bilirsiniz.
“İlk defa kapılanacağınız bir adrese eli boş gelmemiş olmayı” dilersiniz.
Ya da kapıdan içeri girerken “taze yağmış kara basıyor olmanın seçeneksiz mahcubiyeti”ni yaşarsınız.

Yazının Devamını Oku

CHP’nin ‘Yedinci Ok’u...

24 Aralık 2015
Yılmaz Özdil, geçen hafta, “...Sene 1933” diye başlayan bir yazı yazdı.

 

CHP ambleminin pek çok kişi tarafından bilinmeyen öyküsünü taşıdı köşesine.
“Altı Ok”un perde arkasını ve Almanya’da grafik eğitimi almış bulunan, “eğitim bilimci ve Köy Enstitüleri’nin de mimarı ve uygulayıcısı” olan İsmail Hakkı Tonguç’un tasarımına yön veren, “çıkış noktası ve genel kabuller”i dillendirdi.
“-Ok’ların, ilerlemeyi, sürati, hedefe ulaşmayı simgelediklerini ve geçmişten geleceğe gittikleri için tercih edildiği”ni anlattı.
Ama nedense, ambleme zaman içinde yerleşen ve herkesin göremeyeceği şekilde araya sokuşturulan “Yedinci Ok”a hiç değinmedi...

Açıklanan programa uyulmayıp, ayın 20’sinde Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) tarafından sergilenen “Aziznâme” oyunu ile bitmesi gereken İzmir Mizah Festivali, uzayıp da, perde 21 Aralık saat 04.30’da kapandığına göre, o “ok”u da biz anlatalım bari.

Efendim, “Görünmeyen Yedinci Ok”, “yaratıcılığı temsil eder...” Görünmemesinin sebebine gelince... Bu “Yedinci Ok”, diğer oklardan birinin arkasına yerleştirilmiş olduğundan, onu sadece, “meseleleri çözmek yerine, sürekli etrafında dolaşanlar ve bu suretle amblemin arkasına geçip puan alanlar” görebilirler. Bu cümleden olmak üzere, CHP kongrelerinden sonra yapılan açıklamaların, (çağrışım ne kelime) ısrarla bu “Yedinci Ok”u işaret etmesini, işte bu sebeple hep sevmişimdir. Hani şu yaratıcılık, zekâ ve mizah kokan tekerlemeler var ya? İşte onları kastediyorum. İş bu gelenek, (itiş kakışın teferruatına girip vakit kaybetmeyelim...) CHP İzmir İl 35. Olağan Kongresi’nde de bozulmadı örneğin... Alaattin Yüksel, “bugüne kadar hiç kimsenin aklına gelmemiş, fevkalâde değişik, çarpıcı ve ses getirecek bir vecizeyi” seslendirip, “...yarışın kaybedeni kazananı yok” diyerek, sonucu medyaya omlet kıvamında sunarken; Nevzat Kavalar da “...yarışın kaybedeni kazananı yok” demek suretiyle, kendisine oy vermeyen delegenin bile, “acaba neler kaçırdık?” diye hayıflanmasına sebep olacak, bambaşka bir noktayı vurguladı.

Biz, bu “Yedinci Ok”un sebep olduğu “görünür görünmez kazalar”ı, Ekim 2011’de yazdığımız bir yazıda zaten anlatmıştık ama, “meraklısı” için biraz hatırlayalım.

Yazının Devamını Oku

İzmir Mizah Festivali ve Şeb’i Arus

20 Aralık 2015
İZMİR’e yakışan güzel bir iş yapıldı, “...Büyükşehir Belediyesi, Aziz Nesin’in 100’üncü doğum yıldönümü dolayısıyla, 18-20 Aralık tarihleri arasında bir Mizah Festivali düzenledi.”

 

Sayın Başkan’ın zarif davetine, sağlık sorunlarım sebebiyle katılamadım ama, “İzmir Mizah Festivali” kapsamında “farklı sanat dallarından mizah ustalarının mizah severlerle buluşturulması” fikrini ayakta alkışlıyorum.
Çok başarılı bulduğum festival programının (eksikli fakat) sıkı bir özetini yapmak gerekirse...
Festivalin ilk etkinliği “Marko Paşa’dan Aydınlar Dilekçesi’ne” başlığını taşıyordu...
Güçlü satırbaşlarından birinin, “Ömrüne Sığmayan Adam: Aziz Nesin” adlı sergi olduğundan bahsedip, “Yüzde 100 Aziz Nesin” isimli söyleşide iyice soluklanıp,
noktayı da Ankara Sanat Tiyatrosu’nca (AST) sergilenen “Aziznâme” oyunu ile koymak mümkün görünüyor.
Festival afişinde 2004’te yitirdiğimiz karikatür sanatçısı Necati Abacı’nın Aziz Nesin karikatürünü kullanmak ise iki sanatçıyı birlikte anmak adına bir vefâ duruşu olmuş sanki...

Yazının Devamını Oku