Nihat Demirkol

El Hamra’da, “Amadeus ne isterdi ?” Sorusu…

26 Şubat 2018
Ben bir sanat eleştirmeni değilim ! Hele bir opera temsilini kritik edecek teknik altyapıya, hiç sahip değilim. O zaman diyeceksiniz ki, “bırak da işten anlayanlar yazsın…”

 

Fuzulî’nin, “söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil” lâfzıyla başımıza sardığı lirik melankolisi olmasa, aslında en akıllıcası o ama; “güzel şeyler”den bahsettiğimde yükselen alkış dürtüyor herhalde. Ya da, biraz dokundurduklarımın, “zaten bu işten anlamaz sokağı”na çıkmasına alışmış olmanın pişkinliği…

 

Kılavuzu “Melih Cevdet” olanlar, biraz daha şanslı. Bırakın sanatı, Şair’in,  “…Ben güzel günlerin şairiyim /Saadetten alıyorum ilhamımı / Kızlara çeyizlerinden bahsediyorum / Mahpuslara affı umumiden... / Çocuklara müjdeler veriyorum /Babası cephede kalan çocuklara... / Fakat güç oluyor bu işler / Güç oluyor yalan söylemek...” dizeleri sayesinde, “pembe basının gündemi”ne ayak uydurmak bile mümkün olabiliyor.

 

Böyle durumlarda, “…bir sanat izleyicisinin, heveskâr kalemiyle buluşmuş gözlemleri”nden ibaret olan çıkarımlarımı, “Usta”ların “el ense çekilmiş” satırlarıyla destekliyorum.

 

Meselâ, Prof. Dr. Murat Tuncay’ın, benim bir tiyatro oyunumun eleştirisi için kullandığı, “…ortaya çıkan metin, yer yer dramatik estetiğin bazı temel noktalarını zorlasa da, günümüz sahne estetiğinin sınırlarını zorlamayan, keyifli bir akış içinde ilerliyor… Çok daha evrensel, çok daha modern bir yaklaşım içinde. Ama bu yaklaşım oyuna çevrilebildiği takdirde, evrensel uluslararası bir boyut da getiriyor. Bu olanağı çok da ihmal etmemek gerekir…” yollu

Yazının Devamını Oku

‘Yalnız Ada’dan huzur fotoğrafları

23 Şubat 2018
GÖRMEDİĞİM için, ben ‘anlatanların yalancısı’yım;


“...Lipsi, Ege kıyılarımıza çok yakın, Didim açıklarında bir Yunan adası(ymış). 12 adadan en küçük olanı. Sadece 685 kişi yaşıyor... ‘Sakin Şehir’ fikrine de çok uygun bir resim veriyor. Yerleşimi antik çağlara dayalı adanın denizi muhteşem ve yüzmeye elverişli plajları son derece temiz. Kıyı uzunluğu sadece 35 km.
Adanın merkezindeki tek fırın hemen herkese yetebildiği gibi, yine yerli yabancı herkesin buluşma noktası...
Yine merkezde ‘tek’ olan bir başka yer ‘market’i. Yapılaşmanın, asla beton aşırılığına varmadığı Lipsi’de,
pek çok konaklama tesisi ile akşamları deniz ürünlerini tadabileceğiniz, son derece ekonomik tavernalar mevcut. Adanın bağlarında yetişen üzümden şarap üretilen tek bir imalathanesi var. Küçücük adadan dış pazarlara uzanan bir markalaşma...
Lipsi’nin Belediye Başkanı Fotis Maggos genç, enerjik, sporcu ve sanatçı... Ortada öyle makam aracı filan yok! Dolayısıyla makam şoförü, koruma görevlileri de yok. Başkan Fotis, ikinci el motosikletiyle her yere kısa sürede ulaşabiliyor... Hatta, gazeteci dostları rica edince, nazlanmadan kalkıp, ışığı yanan evinden,
beş dakikada elinde gitarıyla geri dönüyor(muş) sofraya...”

Yazının Devamını Oku

1993’ten 25 yıl sonra, “göz ucuyla”…

19 Şubat 2018
Aslına bakarsanız, “hiçbir yıl”, bir diğerine göre daha masum, daha sevimli ya da daha az “hatırlanası” değildir.

 

Hattâ, o yıllarda yaşayanlar, “o yılları yaratanlar” olduklarını unutmuş görünürler de, hatırlamak istediklerini hatırlar, hatırlamak istemediklerini de halının altına süpürürler… İşte arşivler, tarihe düşülen notları “gözümüze soktuğu” için değerlidir. Bütün bunların yanında, elbette “gözden kaçanlar” da olur; geçmiş yıllara ilişkin. Bugünden bakınca, 25 yıl öncesine tarihlenen pek çok olayın, “çeyrek yüzyıl” öncesinin insanlık suçları ile memleket  hallerinin, bugün yaşadığımız dünyanın yapıtaşı ve soluduğumuz resmin “renk paleti” olduğunu görmek olasıdır. Bu yazı, “unutulanlar”a, bir “göz atış”tan ibarettir…

 

1993’te…

Çekoslovakya, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olmak üzere ikiye ayrıldı.

Maastricht Antlaşması yürürlüğe girdi; Avrupa Birliği resmen kurulmuş oldu.

İsrail ve Vatikan karşılıklı olarak birbirlerini tanıma kararı aldılar.

Nobel Barış Ödülü, Afrika Ulusal Kongresi başkanı Nelson Mandela'ya verildi.

Yazının Devamını Oku

Utancımız ne âlemde?

16 Şubat 2018
SANAT üstüne yazdığım yazılara, “Memleket harbe girmiş, şimdi sırası mı?” diyenler olduğunu biliyorum.


Ben de onlara, atalarımın “Kırım’dan, Abhazya’dan getirdiği sert rüzgâra rağmen”,
Ve sanki içime bir “Molokan” ruhu kaçmış gibi, “savaş karşıtı olmaktan utanç duymadığımı” söylüyorum.
Hızımı alamıyorum, karşılık olarak, onları, “sanattan uzak düşme halinin”, “bir utanç vesilesi” sayılıp sayılamayacağını sorgulamaya davet ediyorum.
Yetmiyor, yazar bir dostun, “Unutmayalım, Marx, ‘utancın devrimci bir duygu olduğu’nu söyler... ‘Toplum utancını yitirdiğinde sürüleşir’.
Sanat yapamaz, yaratamaz!” çıkarımını ekliyorum.
“Utancımız ne âlemde?” diye soruyor ve bu “soru işareti” ile öyküye ara veriyorum.

Yazının Devamını Oku

Ege çıkarımları için, “Geri Bildirimler...”

12 Şubat 2018
SON iki yazımda, Hürriyet yazarlarının köşe yazılarından alıntılar yapmış ve “incelmenin itibarsızlaştırıldığı” fikrini baş köşeye oturtmuştum. Yazdıklarım, değerli okuyucunun içini burkmuş bile olsa, hoşuna da gitmiş olmalı ki, beni mesajla ve mail ortamında ödüllendirdiler. Birkaç satırı, paylaşıyorum:

 

 

“... İnsanlar kalınlaştığı için mi toplum kalınlaşıyor?
Yoksa toplum kalınlaştığı için mi insan ruhları, davranışları kalınlaşıyor?
Bu tomruklarla ne yapacağız biz?”

“... 1970’li yılların ortalarında, Ankara’da hava kirliliği ölümcül boyutlara çıkmaya başladığında kenti terk eden çok sayıda bilim ve sanat insanından büyükçe bir bölümü de İzmir’e gelmişti. Türkiye’nin ilk Güzel Sanatlar Fakültesi’nin YÖK yasasıyla orada burada mantar gibi bitivermeye başlayan mini Güzel Sanatlar Fakülteleri salgınından altı yıl önce İzmir de kurulması bir raslantı değildi...
1981’den bu yana mezun olan ve olmakta olan genç sanatçıların ne kadarını tutabildi kent?

Yazının Devamını Oku

Hürriyet Yazarları’ndan Ege Çıkarımları (2)

10 Şubat 2018
3 Şubat Yazısında, bu kez, Doğan Hızlan Usta’mız soruyor:  

 

“…Jön Türkler hakkında konuştuğu için Neyzen Tevfik’i ihbar ederler. Hapishaneye düştüğünde öğrenir ki bu konuda 35 kere jurnallenmiştir.  Mimlendiği için arkadaşlarından uzak durur. Eleştiriye devam ettiği için sık sık gözaltına alınır. Hiciv edebiyatımızın bugünü nasıl? Kimlik ve üslup mu değiştirdi? Eski sertliği yok mu? Hiciv yazan, yani heccav, eskiden günün siyasal durumunu en iyi özetleyen kişiydi.

Neyzen Tevfik, çok iyi bir neyzen ve çok iyi bir heccav. Bütün siyasetçileri en sert biçimde eleştirmiş, bu yüzden de başına birçok şey gelmiştir. Bir siyasetçiyle kavga ediyor, tutuklanıyor, bir başka siyasetçi de onu kurtarıyor…/ …Onun gibi hiçbir dünyevi nimete yüz vermemiş birine halk sevgisini şöyle göstermiş: Cenaze namazı Beşiktaş’ta Sinan Paşa Camisi’nde kılınır. Caminin avlusundan taşan kalabalık ana caddeleri, kahveleri, yolun karşısındaki Barbaros Bulvarı’nı doldurur. Memurların profesörlerin, ileri gelenlerin yanısıra kılıklarına çeki düzen vermeye çalışan sarhoşlar, sokak serserileri ve binbir çeşit insan, onu bir arada uğurlar…”

 

“…Hiciv edebiyatımızın bugünü nasıl?  Kimlik ve üslup mu değiştirdi?  Eski sertliği yok mu?” sorularının yanıtı, yine aynı yazının içine gizlenmiş: “…Dünya üzerinde, hiciv ustaları tarafından eleştirilmiş hiçbir siyasetçinin cenazesi, böyle kaldırılmamıştır…” deniyor kısık sesle. Ben de “güncel”i ekleyiveriyorum ucuna: “O kalabalıklar” diyorum; artık sadece kurultaylara gidiyor... E o buluşmalar da bir nev’i cenaze töreni sayılır bazı partiler için…”

 

Ve  18 Ağustos 1997 tarihli “Bir virtüözü dinlerken” başlıklı yazısını hatırlamayanlar için ise, (Yorgo Bacanos’u anarken) “…’Geleneksel değerlerimize sahip çıkalım diyen, muhafazakarlık iddiasında bulunan iktidarlarımızın yapması gerekeni Kalan Müzik yapıyor’. Bu CD'de Yorgo Bacanos'un taksimlerinin yanısıra, Türk musikisinin büyük saz üstadlarından Sadi Işılay (keman), Haluk Recai (kemençe), Fikret Kutluğ (kanun), Ercüment Batanay (tanbur), Fahire Fersan (kemençe), Şükrü Tunar (klarnet), Fevzi Aslangil (piyano)'in de katıldıkları olağanüstü güzellikte saz eserleri dinleyebilirsiniz…” paragrafınını ben alıntılamış olayım. Hattâ, sözün, Tanburî Cemil Bey’i andığı bir başka yazısındaki , “…Müzik tarihimizi, ses belleğimizi bilmeden, yaşadığımız ülkenin estetik tarihini anladığımızı söyleyemeyiz...” yollu zirvesini de, sokuşturuvereyim araya…

 

Yazının Devamını Oku

Hürriyet Yazarları ve İzmir İçin Çıkarımlar (1)

5 Şubat 2018
“3 Şubat Yazısı”nda, Ahmet Hakan soruyor: “…’Baskı dönemlerinde neler ortaya çıkar ?’ Müzik patlar...

 

Acayip şarkılar çıkar ortaya... Sinemada devrim olur... Yılmaz Güney’ler falan çıkar ortaya... Roman alır başını gider... Oğuz Atay’lar, Tanpınar’lar falan çıkar ortaya... Şarkılar uçar... ‘Acılara Tutunmak’ falan tarzı şarkılar çıkar ortaya. Tiyatro canlanır... ‘Ankara Sanat Tiyatrosu’ falan her oyunuyla olay olup çıkar ortaya... Hiçbirinin, ama hiçbirinin olmaması... Neye delâlettir ? Sadece soruyorum...”

 

Oysa bu sorunun yanıtını, “23 Temmuz 2012 tarihli” yazısında,  kendisi veriyordu: “…’Hep Necip Fazıl okudular, Yahya Kemal okumadılar’. Necip Fazıl okudukça da... Tumturaklı laflar etmeye bayılır oldular. Sakarya Türküsü’nü ezberlediler.  Sert oldular, sekter oldular. İnce şeylerle ilgilenmediler… Gündelik politikalara fazla angaje oldular. Kültür adamı olmak yerine aksiyon adamı oldular. Keşke biraz da Yahya Kemal okusalardı. Hiç değilse...  Özlem duydukları, özendikleri, nostaljiyle andıkları medeniyetin inşasındaki inceliklerden, ruhtan, özden de haberdar olurlardı… / …Necip Fazıl daha çok geçmişin siyasal ihtişamına meyletmişti. Yeniden fetih arzuları, yeniden üç kıtada at koşturma hayalleri, yeniden Batı’ya boyun eğdirme hırsları, yeniden hükmetme rüyaları falan... /…Yahya Kemal ise geçmişin zarafetinin peşindeydi. Geçmişteki ihtişamın sükûnet ve incelikten kaynaklandığını, sükûnet ve inceliğin bir tarafa bırakılması durumunda ihtişamın da söz konusu olamayacağını düşünüyordu…”

 

Bu “unutulmuş yanıtı” yeniden gündeme taşıyarak; ben de  sadece, “neye delâlettir ?” kısmını, “cevaplayacağım”.  Kanaatimce, artık, (evet artık) “hiçbirinin ama hiçbirinin olmaması”, ancak, tam adı Ebû Ali el-Hüseyin ibni Abdullah “İbn-i Sinâ” el-Belhî olan, (ve Batı’da Avicenna adıyla tanınan),  ”El-Kanun fit-Tıb” adlı eseri ile Avrupa üniversitelerinde 17. yüzyılın ortalarına kadar temel eser sayılan büyük İslam âlimi, yazar, filozof, bilim adamı “Bilge”nin, daha 900’lü yılların sonlarında söyledikleriyle (rahatlıkla) açıklanabilir. Şöyle diyor, “İbn-i Sinâ” ;  “…Avam, gördüğüne duyduğuna, havas her şeye inanır. HassüI havas ise inandıklarını yaşar. ‘Bilim ve sanat, takdir edilmediği yerden göç eder’. Hayatın genişliği, uzunluğundan daha önemlidir…”

 

Yani bu suskunluk,

Yazının Devamını Oku

İzmir’i (torunlarımız için) yeniden yaratmak !

2 Şubat 2018
Sosyal medya’da dolaşan bir belgesel’de şunlar anlatılıyor:

 

“…1995’te,on dört kurt Yellowstone Millî Park’ına salındı.

Kurtların neden olacağı değişimden herkes habersizdi.

Kurtların varlığı, geyiklerin kolay lokma olabilecekleri bölgelerde dolaşmamalarını sağladı.

Geyiklerin bu bölgelerde olmaması, daha fazla bitkinin yetişmesi anlamına geliyordu.

Toz ve söğüt ağaçları, hızla büyümeye başladı.

İşte o zaman mucizelerin arkası kesilmedi.

Ağaçlar meyve vermeye ve bölgede arılar dolaşmaya başladı.

Yazının Devamını Oku