Örgütün Elazığ il avukatlar sorumlusu olarak görev yapan Abdullah Önder’in Kahramanmaraş Cumhuriyet Savcılığı’na verdiği ifade, soruşturmanın bu yönde derinleştirilmesini sağladı.
8 Mayıs 2018’de savcılığa giden itirafçı Abdullah Önder, cinayetteki FETÖ parmağı hakkında isim isim, yer yer, tarih tarih itiraflarda bulundu.
Önder’in itiraflarına delil olarak gösterdiği ByLock yazışmaları ve HTS kayıtları da suikastta FETÖ parmağını teyit ediyor.
Dünkü yazımda Abdullah Önder’in aktardığım itiraflarını kısaca hatırlatayım...
*
ERDOĞAN’A SUİKAST EKİBİ
İtirafçı Abdullah Önder, 15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a suikast timinde yer alan FETÖ’cü eski astsubay Aydın Özsıcak ve binbaşı Davut Uçum’un avukatlığını FETÖ üyesi Mustafa Atalar’ın aldığının ortaya çıkmasının örgütte büyük bir paniğe yol açtığını anlattı.
FETÖ’cü Aydın Özsıcak ve Davut Uçum, kaza olur olmaz enkaza ulaşan, Muhsin Yazıcoğlu’nu en son sağ olarak gören ve kamera kaydı alıp, “helikopterin beyni” diye adlandırılan tüm elektrik cihazları söken ekibin içinde yer alıyordu.
1995 yılında Çukurova Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra çeşitli okullarda öğretmen olarak görev yapan Abdullah Önder, 2004 yılında Elazığ’da görev yaparken FETÖ’ye girdiğini itiraf etti.
Önder, 2010-2015 arasında FETÖ’nün Elazığ imamlığını yapan Mehmet Durakoğlu’nun kendisiyle yakından ilgilendiğini ve 2014’te Elazığ’daki avukatların sorumluluğuna getirdiğini söyledi.
2014’ten, teslim olduğu 2 Mayıs 2017 tarihine kadar FETÖ’nün Elazığ avukatlar sorumlusu olduğunu anlattı.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra firari yaşadığını ve örgüt üyesi avukatlarla görüşmeye devam ettiğini anlatan Önder, eşinin de FETÖ’den tutuklanmasıyla 2 Mayıs 2017 günü Elazığ Cumhuriyet Savcılığı’na teslim olduğunu, 37 gün hapis yattıktan sonra tahliye edildiğini, halen FETÖ davasından yargılandığını anlattı.
PANİĞİ ANLATTI
Abdullah Önder, Muhsin Yazıcıoğlu’nun hayatını kaybetmesiyle ilgili soruşturmalarda sanıklar hakkında takipsizlik kararının kalkmasından sonra Kahramanmaraş Emniyeti’ne 8 Mayıs 2018 tarihinde tanık olarak ifade vermek için başvurdu.
Emniyet tarafından savcılığa sevk edilen Abdullah Önder, 2014 yılında Yazıcıoğlu dosyasından gizlilik kararının kalkmasından sonra örgütün yaşadığı paniği ayrıntılı biçimde anlattı.
Durumu tek başına o dönemde TBMM’ye sunulan yeni yasa tasarısıyla izah etmek yeterli değildi. Çünkü eleştiriler yasa tasarısının içeriğiyle sınırlı kalmıyordu. Öyle ki internet sitelerinde haberler, sosyal medyada trol gruplarının yazdıkları bekçileri hedef gösteriyordu. Birileri bekçileri yasadışı hareket eden kişiler olarak göstermeye uğraşıyordu. Oysa bekçi Türkiye’de sokaklarda güvenin simgesi sayılır.
Polis gibi yetkileri olmasa da elindeki düdükle sokak aralarında kötü niyetlileri korkutur, hırsızın uğursuzun evlere dadanmasına mani olur. Evinize hırsız girdiğinde, polisi arayıp işlemleri yapmasını, hırsızı yakalamasını beklersiniz ama bekçiler bu tür olaylar olmadan, sokak aralarındaki varlığı ile önleyici hizmet yaparlar. Tüm bunlar ortadayken bir anda “bekçi düşmanlığı” fırtınası esti ve geçti. O fırtınada en saçma sözü HDP Eşbaşkanı Sezai Temelli söyledi. “Elindeki şiddet mekanizmaları yetmemiş gibi şimdi koruculuğu modernize ediyor, kentlere taşıyor, bekçiliği getiriyor. Bekçilerin beline silah takacak, mahallelerde terör estirecekler. Terörü kentlere, mahallelere, sokaklara taşıyacaklar. Bu zorba sistemi, sözde kolluk gücü, özde paramiliter güçlerle ayakta tutmaya çalışacak” dedi. Saçmaydı, çünkü korucular terör estirmiyor, onun terörist diyemediği PKK’lılara karşı mücadele ediyordu. Ayrıca bekçiler söz konusu yasa ile değil, 1966 yılından beri yasa gereği silah taşıyordu.
ALGI KAMPANYASI
Bekçilerle ilgili algı kampanyası için “Geçti” dememin nedeni, hâlâ görevlerinin başında olmalarına rağmen algı kampanyasından eser kalmamasıydı. Ancak Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı CIA’in yan kuruluşu Rand Corporation tarafından hazırlanan 14 Ocak 2020 tarihli şu meşhur raporda ne yazsa beğenirsiniz? Bu algı kampanyasından 15 gün önce yayınlanan, Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğine ilişkin birçok senaryoya yer verilen raporda, “bekçilere” özel bir bölüm ayrılmış; 'Polis, Bekçi ve Özel Güvenlik Şirketleri’ başlığı altında şu satırlara yer verilmişti:
“(...) PKK’nın yeniden eylemlere başladığı dönemde Güneydoğu Anadolu illerinde 2 bin 300 bekçi göreve başladı, darbe teşebbüsünden sonra da batı illerinde bekçiler görülmeye başladı.
Ekim 2016’da yayınlanan KHK ile bekçilerin yetkileri arttırıldı ve silah edinmelerine izin verildi.
2017 Mart ayına kadar 20 büyük ilde 5 bin 400 bekçi istihdam edilirken, İçişleri Bakanı açıklamasında ‘sadece İstanbul’da 2017 yılında 12 bin 500 bekçi sayısına ulaşmayı hedeflediklerini’ beyan etti.”
Bu raporda yer alan satırlarla yaratılan algı kampanyası arasında bir bağlantı yoksa, çok ama çok büyük bir tesadüf ile karşı karşıyayız demektir.
O yüzden, siyasi gelişmeleri takip edenler için gelecek 10 yılda ABD’nin Türkiye hakkında yazdığı senaryoları, kesilerek saklanması, yani başımıza gelecekleri takip açısından köşeme taşıyorum. ‘Türkiye’nin Milliyetçi Rotası: ABD-Türkiye Stratejik Ortaklığı ve ABD Ordusu İçin Çıkarımlar’ isimli rapordaki dört senaryo şunlar:
1. SENARYO
Zor ortak: Türkiye zorluk çıkarmaya devam eden ve ara sıra bocalayan, ancak NATO üyesi olarak ortak harekâta ve güvenlik konularına destek vermeye devam eden bir ülke olacaktır. AB ve ABD ile ilişkilerde etkileşim devam edecek, ancak ilişkilerdeki sorunlar çok fazla gerilime mahal vermeden çözüme kavuşturulacaktır.
2. SENARYO
Yeniden dirilen demokrasi: Muhalif bir politik lider veya muhalefet ortaklığı 2023 seçimlerinde mevcut iktidara üstünlük sağlayarak 2017 yılında gerçekleşen anayasa değişikliklerini iptal edecek ve daha Batılı dış ilişki ve güvenlik politikası edinecektir. Bu durum ABD ve Avrupa’nın politika ve güvenlik anlayışında Türkiye ile ilişkilerini geliştirmesine öncülük edecek, Türkiye ile Arap dünyası, İsrail ilişkileri gelişecek, Kürt ve Kıbrıs sorunlarında yol kat edilecektir.
3. SENARYO
Stratejik dengeci: Türkiye, NATO müttefikleri ve Avrasya bloğunda yeni oluşan ortaklıkları (Rusya, İran ve Çin) arasındaki dengeyi daha açık şekilde sağlayacaktır. Bazen Batıyı destekleyecek ancak çoğunlukla değişken koalisyonların parçası olacaktır. Bu strateji, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2018 seçim manifestosunda yer almaktadır ve AKP ile MHP’li politikacıların dünya görüşünü yansıtmaktadır. Uzun vadede Türkiye için risk taşımaktadır ve bu risk ABD’nin Rusya, İran ve Çin’e karşı caydırıcılık ve savunma gayretlerini zorlaştıracaktır. Bu varsayımsal gelecek AB ve ABD ile süregelen problemlerin çözüme kavuşturulmaması durumunda daha olasıdır.
4. SENARYO
Nitekim Sözcü gazetesine bu konuda yaptığı açıklamada “Fetullahçılık suç olmadığı için ihraç etmedik” dedi. Hilmi Özkök’ün bu açıklamasından sonra CNN Türk televizyonunda bu sözlerini eleştirdiğimde kendisi programa bağlandı. “Fetullahçılık” konusunda yargı kararı olmadığını iddia ederken, “irtica” başlığı altında ihraçlarını yaptıklarını söyledi.
Oysa “Nurculuk/Fetullahçılık faaliyetleri” konusunda mahkeme kararları vardı, göreve geldiği 2003 yılında da FETÖ elebaşı Gülen hakkında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 4616 sayılı kanun çerçevesinde ertelenmiş bir mahkûmiyet kararı da çıkmıştı. Ayrıca 2004 yılının Haziran’ındaki MGK toplantısında bizzat kendisi Fetullahçıların “devlet içinde devlet olduğu, Emniyet, Milli Eğitim, Dışişleri ve TSK’ya sızdığına dair” rapor sunmuştu. Ayrıca kendisinin suç saymadığı “Fetullahçılık”, “irtica” başlığı altında nasıl ihraç sebebi olabildi belli değil. Öte yandan Özkök’ün Genelkurmay Başkanlığı ile TSK’dan “Fetullahçılık” gerekçesiyle ihraçlar durmuş, kendisinden sonraki Genelkurmay başkanları da aynı yolu izlemişti. Ancak kendisinden önceki Genelkurmay başkanları “Fetullahçılık” gerekçesiyle subay ve astsubay ihraçlarına imza atmıştı. Eğer Özkök’ün deyimiyle “Fetullahçılık” suç değilse, kendisinden önceki Genelkurmay başkanları yaptıkları ihraçlarla suç işlemişlerdi, öyle mi!
AMERİKALILAR TSK’DA FETÖ TEMİZLİĞİNİ HAZMEDEMEMİŞ!
AMERİKALILAR, Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki FETÖ temizliğini içlerine sindiremedi... Hatırlayacaksınız, ABD Ulusal İstihbarat Direktörü James Clapper, “Darbe girişimi ve geri tepmesi, Türkiye’deki ulusal güvenlik aygıtının tamamını etkiledi. Bizim bazı muhataplarımız ya tasfiye edildi ya da tutuklandılar. Şüphesiz ki bu durum ABD’nin Ortadoğu stratejisini daha güç hale getirecek” dedi.
Ardından, Suriye’de PKK’lılarla işbirliği yapan ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı General Joseph Votel, “darbe girişiminin ardından ABD ordusunun Türk ordusundaki birçok yakın müttefikinin hapse konduğunu” söyledi. Daha sonra ise ABD Avrupa Kuvvetleri ve NATO Müttefik Kuvvetler Yüksek Komutanı Orgeneral Curtis M. Scaparrotti şu açıklamayı yaptı: “Bu subaylar NATO’ya önemli hizmetler verdi. Burada yetenekli ve yetkin insanlarla birlikte çalışıyordum ve şu anda ekibimde yetenek, uzmanlık ve üretilen iş anlamında bir zayıflama görüyorum.”
Amerikan güvenlik yetkililerinin “bu subaylar”, “muhataplarımız”, “müttefiklerimiz” dedikleri, 15 Temmuz darbe ihaneti girişiminde bulunan FETÖ mensubu teröristler!
TSK’daki FETÖ temizliğini içine sindiremediklerini nereden anlıyoruz? CIA’in yan kuruluşu olarak bilinen Rand Corporation’ın şu meşhur son raporundan.
Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki FETÖ temizliğini konuşurken, Hilmi Özkök’ün 2002-2006 arasındaki Genelkurmay Başkanlığı döneminden başlayarak tek bir FETÖ mensubunun ihraç edilmediğini rakamlarla anlatıyordum. “Fetullahçılığın” ihraç gerekçesi olmaktan çıkarıldığı bu dönemde, “irtica” sebebiyle ihraçların hız kesmediğini örneklerle verdim. Bir süre sonra Hilmi Özkök programa telefonla katıldı. Görev döneminde “irtica” gerekçesiyle ihraç edilenlerin durumunu konuşurken, sözü kendisinin de “mütedeyyin” biri olduğuna getirdi.
İlk kez bir canlı yayına bağlandı ve konuşmasında şunları söyledi: “Burada ilk defa bir şeyi açıklıyorum, ben mütedeyyin bir insanım, generalliğime yakın namaz kılmaya başladım. Namaz kıldığımı hiç kimseden saklamadım. Orucumu devamlı tuttum. Ama hiçbir zaman odamda namaz kılmadım. Mesai saatlerinde namaz kılmadım. Akşamları evimde kıldım. Benim özelim, hesap vermem bunun için” dedi.
Oysa TBMM’de kurulan 15 Temmuz FETÖ Darbe Araştırma Komisyonu’na verdiği ifadede, “Harp Okulu’nda da namaz kıldıklarını” kendisi söylemişti.
Kimsenin namazı ya da ibadetini sorgulama hakkımız yok, ancak Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki tüm birliklerde cami, cami yoksa mescit bulunurken Hilmi Özkök’ün namazını neden evinde kıldığını anlamak gerçekten zor. Çünkü sanılanın aksine TSK içerisinde ibadetin yasak olmadığını askerlik yapan herkes bilir. Cuma namazları, bayram namazları da kılınır, yemek düzeni ramazan aylarında oruç tutanlara göre ayarlanır. Halk arasında adı “peygamber ocağı” olarak bilinen Türk Silahlı Kuvvetleri’nde ibadetin önünde hiçbir engel yokken neden bu gizlilik anlamış değilim. Her şey bir yana, her namazı evinizde kaza edebilirsiniz. Peki Özkök, cemaatle beraber olunması gereken cuma namazlarını nerede kıldı?
2004’TE ‘DEVLET İÇİNDE DEVLET’ DİYEN KENDİSİ
FETULLAHÇI Terör Örgütü’nün Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sızmaya başladığı ilk andan itibaren sınırlı da olsa mücadele başladı. 1982 yılında Kuleli Askeri Lisesi’nde 500’e yakın öğrencinin FETÖ ile ilişkisi tespit edilmiş, 90 öğrenci atılırken diğerleri yaşı küçük olduğu için kazanmak amacıyla okulda eğitime devam etmişti. 1986 yılında Maltepe Askeri Lisesi’ne çalıntı soruyla girenler tespit edildi, suçunu itiraf edenler affedildi. Bunlardan bazıları 15 Temmuz darbe girişiminde tuğgeneral ve tümgeneral olarak ihanetin içinde yer aldı. Buna karşın 1987 yılından itibaren TSK’da FETÖ ilişkisi tespit edilen 7 subay, 17 astsubay ihraç edildi. TSK’da “Fetullahçılık” gerekçesiyle ihraç edilenlerin sayısı 1987 ile 2003 arasında 400’ü buldu. Bunun 139’u subay, 261’i astsubaylardan oluştu.
Ancak Orgeneral
Kılıçdaroğlu konuşmasında şunu söyledi: “Bir MİT müsteşarının, Sayın Şenkal Atasagun’un bir gazeteciye 1 Ekim 1999’da yaptığı açıklamayı -FETÖ’yle ilgili olarak diyor ki- aynen okuyorum: ‘Milli Eğitim’le gençliği, İçişleri’yle devlet içinde kadrolaşmayı, Adalet’le kendilerine yönelik bir durum olursa bunu önlemeyi, Sanayi’de de parayı kontrol etmeyi hedefliyorlar.’ Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı’nın yaptığı açıklama. Bütün bunların sonunda devletin pek çok kademesinde yer almışlardır. Değerli arkadaşlarım, bu 1999’da yapılan açıklamadır.”
Şenkal Atasagun
BALBAY’IN GÜNLÜKLERİNDEN
Dinleyenler fark etmemiş olabilir; konuşmada atıf yapılan ama adı söylenmeyen gazeteci, eski CHP milletvekili Mustafa Balbay’dır. Ergenekon operasyonları sırasında bilgisayarından çıkan ve ‘Balbay’ın günlükleri’ diye bilinen notlarda birçok görüşmeye ilişkin anılar yer alıyordu. Bunlardan birisi de Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında bahsettiği 1 Ekim 1999 tarihinde yapılan görüşmeye ilişkin notlardır. Ben bu notlardan FETÖ örgütü ile ilgili olanları 2009 yılında yazdığım kitabıma almıştım. O yüzden Kılıçdaroğlu’nu dinlerken günlükten yapılan alıntının kısaltılmış olması dikkatimi çekti. Oysa Balbay’ın günlüğüne yazdığı notun tamamı, FETÖ’nün iktidar hedefini, yöntemini çok net anlatıyordu. En iyisi ben tamamını aktarayım.
Balbay görüşmeyi bilgisayarına “1 Ekim 1999 Cuma akşamı MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun ile akşam yemeği” olarak kayıt etmiş. Saat 19.20’de MİT Müsteşarı’nın konutuna giden Balbay, saat 21.00’e kadar Atasagun’la eşinin de bulunduğu ortamda sohbet etmiş. Ardından MİT Müsteşar Yardımcısı Miktad Alpay ve Toplum ve Halkla İlişkiler Müdürü ile yemek yemiş. Balbay, Atasagun ve diğer MİT yöneticileri ile görüşmeyi konulara göre kayıt etmiş. Balbay’ın “Fetullah Gülen-irtica” başlığı ile günlüğüne kaydettiği 1 Ekim 1999 tarihli görüşmesinde Atasagun, FETÖ ile ilgili şunları söylemiş:
FETÖ’nün siyasi ayağı için “Devletin en mahrem birimlerine FETÖ’nün elemanlarını yerleştirenlere, FETÖ’nün siyasi ayağı diyoruz” dedi. Tanımı böyle daraltırsanız, Kılıçdaroğlu’nun hesabına göre 2002-2013 arası Erdoğan, öncesi için Ecevit, ondan önce Çiller, ondan önce Demirel, daha öncesi için de Özal isimlerini sıralamak mümkün. Peki bu isimler FETÖ’cü mü, FETÖ’nün siyasi ayağı mı, gerçek böyle mi?
40 YILLIK KADROLAR
Oysa, FETÖ 40 yıldır devletin tüm kadrolarına yerleşti. MİT’e, TSK’ya Emniyet’e, bürokrasiye, Milli Eğitim’e, Dışişleri’ne ve diğer kurumlara bu tarihsel süreçte yerleşti. Örneğin 15 Temmuz darbe girişimini yapan yurtta sulh konseyi üyeleri, askeri okullara 1986 girişlidir. Bir kısmı daha o yıllarda FETÖ üyesi olarak tespit edilmiş ama haklarında hiçbir işlem yapılmamıştır. Bu FETÖ’cüler 1994 yılında harp okullarından mezun olup kıta görevlerine başlamıştır. Yıllar içinde rütbe olarak 15 Temmuz darbe girişiminde tuğgeneral ve tümgeneral olarak katılmışlardır.
CANLI ÖRGÜT FETÖ
Siyasi ayak tanımını böyle yapmak yanlış. Çünkü FETÖ siyasetle ilişkisini iktidarlar üzerinden yürüttüğü gibi, muhalefet alanını da boş bırakmamıştır. FETÖ her dönemde kullanacağı bir siyasi aktör bulmuştur. Halen yaşayan, yani “canlı” örgüt olmasını buna borçludur.
PKK-HDP ÖRNEĞİ
Bir başka örnek ise terör örgütü PKK’dır. PKK’nın siyasi ayağı tartışmasız biçimde HDP’dir. HDP iktidar değildir ama PKK’nın söylemlerini, taleplerini siyasi alanda canlı tutmaktadır.