Dünya olağanüstü günler yaşıyor, toplumsal hayat durdu.
Hastalığın tedavisinin bulunamamış olması, hastalığın boyutlarının ne olacağı, çizilen karanlık senaryolar insanlarda kaosa, paniğe yol açıyor.
Türkiye, önlemlerini iki ay öncesinden aldığı için salgından aynı derecede etkilenmedi. Umarım, toplumun duyarlılığı ile vaka sayısı artmadan hastalığın etkisinden kurtuluruz.
Türkiye’de ilk vakanın açıklanmasından sonra yaşanan kısa süreli panik, yerini yavaş yavaş sağduyulu tutuma bırakıyor.
Ancak dünyada yaygın olan toplumsal paniğin Türkiye’de de belirtilerinin yaşanması bir başka virüsü tekrar canlandırdı. Adı: FETÖVİRÜS.
FETÖ’NÜN KAMPANYASI
Ne demek istediğim anlaşıldı sanıyorum, Fetullahçı Terör Örgütü’nün sosyal medya üzerinden yaratmaya çalıştığı kaos ortamından söz ediyorum.
Sağlık Bakanlığı çalışanları, hekimlerden ambulans görevlilerine kadar herkes emek harcadı, bilim adamları kafa yordu.
Dünya hastalıktan yıkılırken onlar gece-gündüz çalıştılar ve üç ay hastalığın bulaşmasını geciktirmeyi başardılar ama küresel boyut kazanmış COVID-19’un girişi önlenemedi. Sonunda iş, okulların, üniversitelerin kapatılmasından 19 ülkeden girişlerin durdurulmasına varan bir dizi olağanüstü önlemlerin alınmasına kadar vardı.
Önce İtalya’dan gelen bir Türk vatandaşı ile 4 yakınında hastalık tespit edildi.
Önceki gün de Suudi Arabistan’a umre için giden bir yurttaşımızın testleri pozitif çıktı. Umre için bu ülkede 21 bin yurttaşımız bulunuyordu. Büyük bölümü yurda döndü, bir kısmı da dönüş yolunda.
Bu kez de öyle oldu; asıl adıyla Michel de Nostredame olan Fransız hekim, eczacı, kâhin ve astrolog ile 1911 yılında Makedonya’da doğan ve 16 yaşındayken üzerine düşen bir yıldırımla görme yetisini kaybeden Baba Vanga “Ne demiş?” diye arşive bakıldı.
Hatta Baba Vanga’nın, büyük ve güçlü bir ejderhanın insanlığın tepesine çökeceği, üç devin birleşerek dünyayı yöneteceği, bu süreçte ellerinde kırmızı paralar olan insanlar olacağı ve bol sıfırlı sayıların da insanlığa hükmedeceği kehaneti, simgesi ‘ejderha’ olan Çin’in koronavirüsü dünyaya yayarak küresel çöküşe sebep olacağı, sonra da dünyaya hükmedeceği şeklinde yorumlandı.
29 YIL ÖNCEKİ KİTAP
Kehanet ve komplo teorileri meraklıları için bir başka kaynak, ABD’li yazar Dean Koontz’un 1981 yılında yazdığı ‘Karanlığın Gözleri’ (The Eyes of Darkness) kitabı oldu.
Romanda, Çin’in biyolojik silah olarak ürettiği virüsün adının, hastalığın çıktığı şehrin adı yani, Wuhan-400 olması şaşırtıcı bir benzerlikti.
Ben bu tür kehanetlere ve kurgulara fazla ilgi duymuyorum.
Ama dün bir kitapta gördüğüm satırlara şaşırmadım desem yalan olur.
Gaz bombası, sis bombası attı.
Plastik mermi ile ateş etti, yaraladı.
Kimyasal tazyikli su ile müdahale etti.
Sınırına jiletli tel çekerek geçişleri engellemeye çalıştı, geçenleri yaraladı.
Sığınmacıları gerçek kurşunla ateş altına alarak ölümlere sebep oldu.
Sınırı geçmeyi başaranların paralarına, eşyalarına el koyup çırılçıplak soyarak yollara bıraktı.
Coplarla, tahtalarla, tekme tokatla sırtlarından kan gelinceye kadar dövdü.
25 Mart 2009’da içinde bulunduğu helikopterin şüpheli biçimde düşmesi üzerine beraberindeki 5 kişi ile hayatını kaybeden BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu dosyasında FETÖ parmağı somut delillerle iyice belirginleşmeye başladı. Özellikle, FETÖ’nün Elazığ avukatlar yapılanması yöneticisi Abdullah Önder’in itirafları ve adını verdiği FETÖ yöneticilerinin ByLock yazışmaları ile soruşturma bu yönde genişletildi. Önder, FETÖ’nün Elazığ il imamı Mehmet Durakoğlu’nun Türkiye imamlarından Barbaros Kocakurt üzerinden dosyayı karartma girişimini, isim, yer ve tarih vererek ayrıntılı biçimde anlatmıştı. Barbaros Kocakurt’un FETÖ elebaşı ile görüşmesi, Mehmet Durakoğlu’nun ByLock yazışmalarına da yansımıştı. Halen FETÖ’den tutuklu olan Durakoğlu’nun bir başka FETÖ üyesiyle yazışmalarında, FETÖ elebaşı Gülen’in dosyaya müdahil olduğu, “Büyüğümüzle (Gülen) görüştük, Yazıcıoğlu hadisesini hallettik” dediği ortaya çıkmıştı.
FETÖ’CÜ DARBECİLER
İtirafçı Abdullah Önder de ifadesinde, Gülen’in düşen helikopterden elektronik parçaları söken FETÖ’cü astsubay Aydın Özsıcak ve binbaşı Davut Uçum’un avukatlığını örgüt üyesi Mustafa Atalar’ın yapmasını, “bomba” olarak nitelendirdiği, “Ortaya çıkarsa altından kalkamayız” dediğini anlatmıştı. Özsıcak ve Uçum, 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Marmaris’te bulunan Erdoğan’a yönelik suikast timi içinde de yer almıştı.
Olayı 26 ve 27 Şubat günü bu köşemde tüm bu ayrıntıları aktarmıştım. Yazılarım üzerine
New York ve Washington’da basın kulübü, üniversiteler, STK’lar, Amerikan Kongresi üyeleri ve ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ile görüştük. FETÖ’nün içyüzünü ve 15 Temmuz darbe girişimini konuştuk.
ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan üst düzey bir bürokratla görüşmeye gittiğimizde, bakanlığın girişinde bizi uzun boylu, mavi gözlü ve çok iyi Türkçe konuşan Albay Richard Outzen karşıladı.
Kendisini “Merhaba, ben enişte” diyerek tanıttı. Meğer eşi bir Türk, kayınpederi de emekli bir astsubaymış.
Richard Outzen Türkiye’de görev yaparken eşiyle tanışmış, o günden beri de mutlu evliliğini sürdürüyor.
Albay Outzen çok açık konuşan, içi dışı bir dediğimiz insanlardan birisi. Dört yıl önce, yani 2016’da Washington’da görüştüğümüzde, Türkiye hakkında konuşurken 15 Temmuz darbe girişimi kadar Türkiye’deki hukuk ve ifade özgürlüğü konusu da açıldı. Ben, Outzen’e “Türkiye’de bu konular yeni değil, 2013’ten önce de Türkiye’de bu sorunlar vardı, Erdoğan da aynıydı ama o dönemde Amerika bunları hiç dile getirmedi, 2013’ten sonra ne oldu da Amerikan yönetimi Erdoğan’a bu kadar cephe aldı ve Türkiye’nin demokrasi, hukuk gibi sorunlarını keşfetti?” diye sordum.
OBAMA’NIN AÇIKLAMASI
Richard Outzen, lafı hiç dolandırmadan “Gezi olayları ve Türkiye’nin Suriye politikasındaki farklılık” demişti.
BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin özel elçisiydi ve o tarihte Suriye’den gelenlerin sayısı 10 binlerle ifade ediliyordu. Ünlü sinema oyuncusu, 13 Eylül 2012’de de Gaziantep’e geldi ve Öncüpınar’daki konteyner kenti ziyaret etti. “Şimdi on kat daha fazla sığınmacı var. Türk hükümeti büyük cömertlik göstererek bu olağanüstü kampı kurmuş. Gerçekten çok etkileyici. Hiçbir yerde bunun gibi bir kamp görmedim” dedi ve gitti.
Jolie’nin ikinci kez geldiği tarihte, sığınmacı sayısı 220 bine çıkmıştı. Türkiye’ye gelmesi de övmesi de benim için şaşırtıcıydı.
Jolie üçüncü kez 2015’te, Mardin’deki kampları görmek için geldi. Bu kez sığınmacı sayısı 2 milyona yaklaşmıştı. Ünlü yıldız, yine destek çağrısı yaptı ve Türkiye’ye teşekkür ederek ülkesine döndü. 2015 sonunda Suriyeli sığınmacı sayısı 2.5 milyona, 2016’da 2.8 milyona, 2018’de 3.6 milyona çıktı. Batı, Türkiye’ye verdiği hiçbir sözü tutmadı. Suriye rejiminin İdlib saldırısı sonucu 34 askerimizin şehit olmasıyla birlikte, 27 Şubat 2020’den itibaren Türkiye, sığınmacıların Batı’ya geçmesine engel olmaktan vazgeçti. Yüz binden fazla insan sınırı geçti, yüz binlerce kişi de Yunanistan ve Bulgaristan’a girmeye çalışıyor. Ama medeni Avrupa, sığınmacıları silah, gaz, sis ve ses bombalarıyla karşılıyor. Hatta silahla vurup öldürüyor. İşte medeni Avrupa’nın geldiği son durum!
Ben de merak ediyorum, Angelina Jolie durumdan haberdar mı, neden bu olaya el koymuyor, Avrupa ülkelerine kapılarını açmalarını söylemiyor, Türkiye’nin misafirperverliğini örnek göstermiyor...
AVRUPA 6 MİLYAR EURO’YU YUNANİSTAN’A VERSİN
2011
Şehitlerimizin mekânı cennet olsun, ailelerinin ve milletimizin başı sağ olsun. Duyduğum ilk andan itibaren hep aynı şeyi söylüyorum: “Söz de mutabakat da bitti...”
Çünkü 34 askerimizin hain bir şekilde şehit edilmesi söz değil, eylem gerektiyordu. Nitekim Suriye rejim unsurlarına karşı gerçekleştirilen askeri harekâtta 2’si general olmak üzere yüzlerce rejim unsuru imha edildi.
Oysa Türk askeri orada Suriye’nin toprak bütünlüğünü de kapsayan, sivilleri korumak ve göç dalgalarını önlemek gibi barışçıl amaçlar için bulunuyordu. Rusya ve İran ile Türkiye’nin imzaladığı mutabakat da buna dayanıyordu.
Çatışmasızlık bölgesi ilan edilen İdlib’de Türkiye 12, Rusya 10, İran 7 gözlem noktası kurdu. Ama Rusya ve İran’ın desteğini alan Esad yönetimi, yalnızca Türkiye’nin gözlem noktalarına saldırılar düzenledi. Sonunda işi, başta da söylediğim gibi 34 askerimizin şehit olmasına yol açan “alçakça” bir saldırıya kadar vardırdı.