Nedim Şener

Bir Hilmi Özkök analizi: Gizli gizli namaz kılarmış!

17 Şubat 2020
24’üncü Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, önceki akşam CNN Türk’te yayınlanan, benim de konuk olduğum ‘CNN Türk Masası’ programına bağlanarak, “Burada ilk kez açıklıyorum” dediği bir sırrını Türkiye’ye duyurdu.

Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki FETÖ temizliğini konuşurken, Hilmi Özkök’ün 2002-2006 arasındaki Genelkurmay Başkanlığı döneminden başlayarak tek bir FETÖ mensubunun ihraç edilmediğini rakamlarla anlatıyordum. “Fetullahçılığın” ihraç gerekçesi olmaktan çıkarıldığı bu dönemde, “irtica” sebebiyle ihraçların hız kesmediğini örneklerle verdim. Bir süre sonra Hilmi Özkök programa telefonla katıldı. Görev döneminde “irtica” gerekçesiyle ihraç edilenlerin durumunu konuşurken, sözü kendisinin de “mütedeyyin” biri olduğuna getirdi.

İlk kez bir canlı yayına bağlandı ve konuşmasında şunları söyledi: “Burada ilk defa bir şeyi açıklıyorum, ben mütedeyyin bir insanım, generalliğime yakın namaz kılmaya başladım. Namaz kıldığımı hiç kimseden saklamadım. Orucumu devamlı tuttum. Ama hiçbir zaman odamda namaz kılmadım. Mesai saatlerinde namaz kılmadım. Akşamları evimde kıldım. Benim özelim, hesap vermem bunun için” dedi.

Oysa TBMM’de kurulan 15 Temmuz FETÖ Darbe Araştırma Komisyonu’na verdiği ifadede, “Harp Okulu’nda da namaz kıldıklarını” kendisi söylemişti.

Kimsenin namazı ya da ibadetini sorgulama hakkımız yok, ancak Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki tüm birliklerde cami, cami yoksa mescit bulunurken Hilmi Özkök’ün namazını neden evinde kıldığını anlamak gerçekten zor. Çünkü sanılanın aksine TSK içerisinde ibadetin yasak olmadığını askerlik yapan herkes bilir. Cuma namazları, bayram namazları da kılınır, yemek düzeni ramazan aylarında oruç tutanlara göre ayarlanır. Halk arasında adı “peygamber ocağı” olarak bilinen Türk Silahlı Kuvvetleri’nde ibadetin önünde hiçbir engel yokken neden bu gizlilik anlamış değilim. Her şey bir yana, her namazı evinizde kaza edebilirsiniz. Peki Özkök, cemaatle beraber olunması gereken cuma namazlarını nerede kıldı?

2004’TE ‘DEVLET İÇİNDE DEVLET’ DİYEN KENDİSİ

FETULLAHÇI Terör Örgütü’nün Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sızmaya başladığı ilk andan itibaren sınırlı da olsa mücadele başladı. 1982 yılında Kuleli Askeri Lisesi’nde 500’e yakın öğrencinin FETÖ ile ilişkisi tespit edilmiş, 90 öğrenci atılırken diğerleri yaşı küçük olduğu için kazanmak amacıyla okulda eğitime devam etmişti. 1986 yılında Maltepe Askeri Lisesi’ne çalıntı soruyla girenler tespit edildi, suçunu itiraf edenler affedildi. Bunlardan bazıları 15 Temmuz darbe girişiminde tuğgeneral ve tümgeneral olarak ihanetin içinde yer aldı. Buna karşın 1987 yılından itibaren TSK’da FETÖ ilişkisi tespit edilen 7 subay, 17 astsubay ihraç edildi. TSK’da “Fetullahçılık” gerekçesiyle ihraç edilenlerin sayısı 1987 ile 2003 arasında 400’ü buldu. Bunun 139’u subay, 261’i astsubaylardan oluştu.

Ancak Orgeneral

Yazının Devamını Oku

Eski MİT Müsteşarı Atasagun: ‘Gülen ABD’nin yeşil kuşak projesidir’

14 Şubat 2020
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun FETÖ’nün siyasi ayağı ile ilgili konuşmasını dinlerken, hafızam beni ‘Ergenekon Belgelerinde Fetullah Gülen ve Cemaat’ kitabını yazdığım 2009 yılına götürdü.

Kılıçdaroğlu konuşmasında şunu söyledi: “Bir MİT müsteşarının, Sayın Şenkal Atasagun’un bir gazeteciye 1 Ekim 1999’da yaptığı açıklamayı -FETÖ’yle ilgili olarak diyor ki- aynen okuyorum: ‘Milli Eğitim’le gençliği, İçişleri’yle devlet içinde kadrolaşmayı, Adalet’le kendilerine yönelik bir durum olursa bunu önlemeyi, Sanayi’de de parayı kontrol etmeyi hedefliyorlar.’ Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı’nın yaptığı açıklama. Bütün bunların sonunda devletin pek çok kademesinde yer almışlardır. Değerli arkadaşlarım, bu 1999’da yapılan açıklamadır.”


Şenkal Atasagun

BALBAY’IN GÜNLÜKLERİNDEN

Dinleyenler fark etmemiş olabilir; konuşmada atıf yapılan ama adı söylenmeyen gazeteci, eski CHP milletvekili Mustafa Balbay’dır. Ergenekon operasyonları sırasında bilgisayarından çıkan ve ‘Balbay’ın günlükleri’ diye bilinen notlarda birçok görüşmeye ilişkin anılar yer alıyordu. Bunlardan birisi de Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında bahsettiği 1 Ekim 1999 tarihinde yapılan görüşmeye ilişkin notlardır. Ben bu notlardan FETÖ örgütü ile ilgili olanları 2009 yılında yazdığım kitabıma almıştım. O yüzden Kılıçdaroğlu’nu dinlerken günlükten yapılan alıntının kısaltılmış olması dikkatimi çekti. Oysa Balbay’ın günlüğüne yazdığı notun tamamı, FETÖ’nün iktidar hedefini, yöntemini çok net anlatıyordu. En iyisi ben tamamını aktarayım.

Balbay görüşmeyi bilgisayarına “1 Ekim 1999 Cuma akşamı MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun ile akşam yemeği” olarak kayıt etmiş. Saat 19.20’de MİT Müsteşarı’nın konutuna giden Balbay, saat 21.00’e kadar Atasagun’la eşinin de bulunduğu ortamda sohbet etmiş. Ardından MİT Müsteşar Yardımcısı Miktad Alpay ve Toplum ve Halkla İlişkiler Müdürü ile yemek yemiş. Balbay, Atasagun ve diğer MİT yöneticileri ile görüşmeyi konulara göre kayıt etmiş. Balbay’ın “Fetullah Gülen-irtica” başlığı ile günlüğüne kaydettiği 1 Ekim 1999 tarihli görüşmesinde Atasagun, FETÖ ile ilgili şunları söylemiş:


Yazının Devamını Oku

FETÖ siyasi ayağı nasıl tanımlıyor?

12 Şubat 2020
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, dünkü grup toplantısında FETÖ’nün siyasi ayağı ile ilgili bir tanım yaptı.

FETÖ’nün siyasi ayağı için “Devletin en mahrem birimlerine FETÖ’nün elemanlarını yerleştirenlere, FETÖ’nün siyasi ayağı diyoruz” dedi. Tanımı böyle daraltırsanız, Kılıçdaroğlu’nun hesabına göre 2002-2013 arası Erdoğan, öncesi için Ecevit, ondan önce Çiller, ondan önce Demirel, daha öncesi için de Özal isimlerini sıralamak mümkün. Peki bu isimler FETÖ’cü mü, FETÖ’nün siyasi ayağı mı, gerçek böyle mi?

40 YILLIK KADROLAR

Oysa, FETÖ 40 yıldır devletin tüm kadrolarına yerleşti. MİT’e, TSK’ya Emniyet’e, bürokrasiye, Milli Eğitim’e, Dışişleri’ne ve diğer kurumlara bu tarihsel süreçte yerleşti. Örneğin 15 Temmuz darbe girişimini yapan yurtta sulh konseyi üyeleri, askeri okullara 1986 girişlidir. Bir kısmı daha o yıllarda FETÖ üyesi olarak tespit edilmiş ama haklarında hiçbir işlem yapılmamıştır. Bu FETÖ’cüler 1994 yılında harp okullarından mezun olup kıta görevlerine başlamıştır. Yıllar içinde rütbe olarak 15 Temmuz darbe girişiminde tuğgeneral ve tümgeneral olarak katılmışlardır.

CANLI ÖRGÜT FETÖ

Siyasi ayak tanımını böyle yapmak yanlış. Çünkü FETÖ siyasetle ilişkisini iktidarlar üzerinden yürüttüğü gibi, muhalefet alanını da boş bırakmamıştır. FETÖ her dönemde kullanacağı bir siyasi aktör bulmuştur. Halen yaşayan, yani “canlı” örgüt olmasını buna borçludur.

PKK-HDP ÖRNEĞİ

Bir başka örnek ise terör örgütü PKK’dır. PKK’nın siyasi ayağı tartışmasız biçimde HDP’dir. HDP iktidar değildir ama PKK’nın söylemlerini, taleplerini siyasi alanda canlı tutmaktadır.

Yazının Devamını Oku

CNN Türk baskınında söylediğimi tekrar edeyim: Burası bizim evimiz

10 Şubat 2020
15 Temmuz gecesi saat 21.00 civarında Fetullahçı Terör Örgütü üyeleri askeri darbe girişimine başladıktan bir süre sonra halkı karşılarında buldular. O gece herkesin merak ettiği Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nerede olduğu, yaşayıp yaşamadığıydı.

Hatta Amerikan medyası Erdoğan’ın yurtdışına kaçtığı yalanını yayarken, ‘gölge CIA’ denilen Stratfor isimli kuruluş uçuş haritasını yayınlıyordu. Firari FETÖ üyeleri yurtiçinden buldukları destekçileriyle bir yandan bu yalanları büyüterek yayarken, darbeye direnen halka “Sokağa çıkmayın” diyorlardı.

16 Temmuz sabaha karşı 03.00’de başlayacak olmasına karşın, planın sızdığını düşünüp 15 Temmuz akşamı saat 21.00’e çekilmesinden dolayı yaşanan karmaşa ve halkın direnişi karşısında irtibatı aksayan darbeciler gibi halk da Erdoğan’ın nerede olduğunu merak ediyordu. Darbeciler açısından girişimin başarısı, “Erdoğan’ın derdest edilmesi ya da öldürülmesine” bağlıydı.

Erdoğan’ın hayatta olup olmaması, sokakta darbeye direnen halk için de çok önemliydi.

Nihayet, Erdoğan 16 Temmuz gecesi saat 00.24’te bir gazetecinin elindeki telefondan görüntülü olarak Türkiye’ye hitap etti. Halka “Darbeye direnin” çağrısı yaptı. Darbe girişiminin başarısızlığa uğradığı an, o konuşma anıydı.

Darbeye direnişi halk açısından zafere dönüştüren o gazeteci, CNN Türk Ankara Temsilcisi Hande Fırat’tır. O görüntülerin yayınlandığı televizyon kanalı CNN Türk’tür. FETÖ’cü askerler CNN Türk ekranında Erdoğan’ın konuşmasını duyar duymaz içine asker doldurdukları helikopterleri Bağcılar’daki merkeze yolladılar.

CNN TÜRK’E FETÖ BASKINI

Amaçları kanalı basıp yayını kesmekti. Ve o gün o kanal daimi izleyicileri tarafından değil, CNN Türk izleyicisi olmayan hatta CNN Türk ve o günkü sahibinden nefret eden Bağcılar ve Gaziosmanpaşa civarında oturanlar tarafından kurtarıldı. O geceyi orada yaşamış ve bunları gözleriyle görmüş, kulaklarıyla duymuş birisi olarak söylüyorum. CNN Türk’ün o geceki yayını Türk demokrasi tarihindeki yerini aldı. Hatta CHP Genel Başkanı’nın darbe gecesini geçirdiği evde CNN Türk yayınını izlediği daha sonra basına yansıdı.

Yazının Devamını Oku

Siz tehlikenin farkında mısınız!

7 Şubat 2020
FETÖ ile mücadelede yan yana olacak kişi ve kurumlar bir kez daha karşı karşıya.

İktidar ve muhalefet işbirliği yapacağına, FETÖ üzerinden birbirlerini yıpratma peşinde. Çok şanslı bu FETÖ. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un açıklamaları “FETÖ’nün siyasi ayağı” tartışmasını bu kez ciddi olarak alevlendirdi. FETÖ’cüler köşeden olup biteni keyifle izliyor.

Böyle olacağı yıllar öncesinden belliydi.

Şimdi sizi üç yıl önceye, Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne götüreceğim. Tarih 25 Ekim 2016, saat 18.35...

Fetullahçı Terör Örgütü’nün 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ile ilgili kurulan Meclis araştırması komisyonu toplantı salonunda ifade veriyordum. Karşımda AKP, CHP, MHP ve HDP’li milletvekillerinden oluşan komisyon üyeleri vardı. Onlar beni dinliyordu ama ben onları gözlemliyor, sorularından ve yaklaşımlardan bugün yaşanan tartışmaların ipuçlarını görebiliyordum.

O yüzden konuşmamın bir yerinde, tüm parti temsilcilerine, TBMM komisyon tutanaklarına da geçen şu sözleri söyledim:

“Hani bir laf var ya, ‘Tehlikenin farkında mısınız?’ diye. Bence bütün partiler, burada CHP, HDP, AKP, hepsi... Kimi yakın olmuştur, ilişki kurmuştur, kimi televizyona çıkmıştır ya da onların atamasını yapmıştır, desteklemiştir, ne istediyse vermiştir. MHP dahil bu örgütten mağdur olmayan hiçbir parti yok. Toplum, bir koca toplum mağdur oldu. Ama bakın, en son anketlerde toplum yüzde 95 oranında FETÖ’yle mücadeleyi destekliyor.

Bunun lütfen kıymetini bilin. Ne iktidar muhalefeti suçlayıp kriminalize ederek bir yere varabilir ne de geçmişte yaşanan acılar tekrar tekrar hatırlatılarak. (...) Milletin, 15 Temmuz’da insanların böyle kahramanca o tankların önüne atlamış olmasından daha erdemli bir şey yok. Hepimiz buna, o insanlara adalet borçluyuz, o insanlara özgürlük borçluyuz, onların çocuklarına, hepimizin çocuklarına bir gelecek borçluyuz. Size yalvarıyorum, yalvarıyorum, yalvarıyorum. Diyorum ki: Siyasi tartışmaları bir tarafa bırakın, birlik olun. Karşınızda FETÖ diye bir örgüt var. İnanınız ki her an, her yerden hepimizin içine sızabilir.”

Yazının Devamını Oku

Ha Amerika ha Rusya ha PKK ha Esad

5 Şubat 2020
Türkiye ve Rusya, 17 Eylül 2018 tarihinde Soçi kentinde bir araya gelerek İdlib’de silahlardan arındırılmış bir bölge kurulması üzerinde anlaşmaya vardı. Türkiye, İdlib’de koordinasyon ve gerginliğin azaltılması için bulunacaktı.

Mutabakatla, İdlib’in etrafında Suriye ordusu ile silahlı grupları ayıran 15-20 kilometrelik silahsızlandırılmış bir bölge oluşturulacaktı.

10 Ekim 2018’e kadar tank, roketatar, top ve havan gibi ağır silahlar bu bölgeden çekilecek, 15 Ekim’e kadar tüm “radikal terörist gruplar” silahsızlandırılmış bölgeden uzaklaştırılacaktı. 2018’in sonuna kadar da M-4 (Halep-Lazkiye) ve M-5 (Halep-Hama) otoyollarının güvenliği sağlanıp trafiğe açılacaktı.

Ama her şey kâğıt üzerinde kaldı. İdlib, tüm vekâlet savaşlarının yürütüldüğü, istihbarat örgütlerinin cirit attığı Suriye meselesinin adeta çöplüğü haline dönüştü. Herkes hesap peşindeyken, Türkiye bölgede yalnızca barışçıl sebeplerle gözlem noktaları kurdu. Suriye, mutabakata imza atan Rusya’nın desteği ile anlaşmayı altüst etti. Elbette bölgedeki terör örgütlerinin tutumu bunda etkendi.

Bir süredir sivil alanları ateş altına alan ve yüz binlerce insanın evlerini terk etmesine neden olan Suriye’nin saldırısı sonucu biri sivil 7’si asker 8 insanımız şehit oldu. Yaşanan bu gelişme gösterdi ki, Rusya en az Amerika kadar güvenilmez bir ülkedir.

EYVAH, AMERİKA TAZİYEDE BULUNMUŞ!

Saldırı sonrası Amerika’nın tutumu oldukça düşündürücü. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Morgan Ortagus aracılığıyla yapılan açıklamada şu cümleler yer aldı: “ABD; Esad rejimi, Rusya, İran ve Hizbullah’ın İdlib halkına yönelik sürekli, yersiz ve acımasız saldırılarını kınıyor.”

Açıklamanın ikinci kısmı daha da ilginç, şöyle deniyor:

Yazının Devamını Oku

18 bin FETÖ’cü darbe yapabilir mi?

3 Şubat 2020
AMERİKAN Federal Hükümeti, Savunma Bakanlığı (Pentagon), ABD ordusu ve ABD Hava Kuvvetleri ile İç Güvenlik Bakanlığı’nın finanse ettiği “CIA’nın yan kuruluşu” olarak bilinen RAND Corporation, kısa süre önce “Türkiye’nin Milliyetçi Rotası: ABD-Türkiye Stratejik İlişkileri ve ABD Ordusu Açısından Sonuçları” başlığını taşıyan bir rapor yayınladı.

Basında çıkan haberlere göre rapor ABD ordusu için hazırlanmış ve finanse edilmiş.

Rapor, öncelikle ABD dostu bir muhalefet oluşturmaktan söz ederken şunları söylüyor: “Türkiye’de yaşayabilir bir muhalefet lideri ya da koalisyonunun ortaya çıkması durumunda Erdoğan ve AKP 2023’te iktidardan söküp atılabilir. Bu durumda Türkiye’den daha uzlaşmacı bir yaklaşım beklenebilir çünkü 2018’te parlamentoya seçilen üç muhalefet partisi de NATO ve AB ile ilişkilerin canlandırılmasına yönelik çağrılarda bulunuyorlar.”

Sadece muhalefet ile değil, kendince iktidar içi projeksiyon da yapıyor: “ABD ordusu ile TSK liderliği arasındaki diyalog, Türk Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın artan önemi dikkate alınarak derinleştirilmeli ve ABD ile Türkiye Üst Düzey Savunma Grubu yeniden canlandırılmalı.”

FETÖ’CÜ TASFİYESİNDEN RAHATSIZ

Bununla da yetinmiyor, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra kurulan Milli Savunma Üniversitesi’nin müfredatını hedef alıyor. TSK’daki üst düzey komutanlardan ve son dönemde TSK’daki tasfiyeden rahatsız olan orta kademe subayların darbe yapabileceğini söylüyor.

Bu kadar haddini aşan, hem de ABD resmi makamları tarafından finanse edilen bir rapor yazılamaz. ABD’nin yaptığı alenen yeni bir darbe tezgâhına destek olmaktır.

Peki bu mümkün mü?

Yazının Devamını Oku

Dosyamız 41 yıldır bulamaca döndü

1 Şubat 2020
Gazeteci Abdi İpekçi, 1 Şubat 1979 günü kurulan bir pusuyla evine yakın bir noktada öldürüldü. Tam 41 yıl geçti, katili zamanaşımından yararlandı, aramızda dolaşıyor. İpekçi cinayeti kapanmayan yaramız. Abdi Bey’in kızı Nükhet İpekçi ile bir ucu ülke içinde derin ilişkilere, bir ucu yurtdışındaki karanlık odaklara dayanan suikastın ayrıntılarını konuşmak yerine bu kez duygularına kulak vermek istedim. Sorularıma verdiği cevaplarda göreceksiniz, dosya 41 yılda kendi deyimiyle bulamaca dönerken hâlâ cevabı olmayan soru şu: Abdi İpekçi gibi birleştirici, makul birisi neden hedef alındı? Belki de cevap soruda gizli; makul ve birleştirici olduğu için. Şimdi söz Nükhet İpekçi’de...

Bu sene Abdi Bey’in katledilişinin 41’inci yıldönümü... Dostları, onu saygıyla anan gazeteciler için 41 kez tazelenmiş bir acı. Ama sizin için her gün yaşanan bir duygu. Babanızı, katledilişini düşündüğünüzde 41’inci yılında neler söylersiniz?

Birinci yılda söylediklerimi bir kere daha söylerim: Kim, niçin, nasıl? Bu sorular, suikastın araştırılmasında çok emek veren rahmetli Örsan Öymen’in ilk yıldaki bir yazısının da başlığı. Önce, ‘Kim onun canına kasteder ki?’ diyorsunuz. ‘Niçin bunu yaptılar ki?’ diyorsunuz. Sonra da ‘Nasıl?’ diye soruyorsunuz. Hangi destekler ve güdümlemelerle yaptılar? Onu yok edince hedeflerine eriştiler mi? Muratlarına erdiler mi? Hem onu sizden koparanlara, hayatınızı dağıtanlara karşı kişisel bir soru, hem de yurttaşlık bilinciyle sorulan bir soru. Sizi hep takip eden, hiçe sayıldığınızı her an hatırlatan bir soru.

Sonra, şu kırk yılın ortalarında, birdenbire, TBMM kürsüsünden ‘Devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir’ diye seslenen bir başbakanı duyuyorsunuz. O dönemdeki akıl almaz cinayetler dizisi karşısında sorularınız daha da artıyor, alanı genişliyor: Eğer bu cinayetler devlet adına işlendiyse acaba milletimizin bundan ne gibi bir çıkarı olmuştur? Tabii bu soruyu sorarken beklentili de oluyorsunuz: Her şeyin hep birlikte araştırılmasını bekliyorsunuz. Farklı suikastların ayrıştırılmadan, yarıştırılmadan, isimlerin yaygınlığına ya da dar etki alanına bakılmadan eşit olarak, hep birlikte araştırılmasını diliyorsunuz. Yıllar geçtikçe tuzakların izleri daha çok görünür oluyor. Geçen yılki anmada, 40 boyunca tepemizden aşağı boca edilen bir bulamaçtan söz etmiştim: Neden babamın ölüsünün tepesinden aşağıya, annemin, kardeşimin, eşimin, kızımın, benim tepemizden aşağıya ve kısmen sizlerin üzerinize bulamaç indirildi ve indirilmekte? Sorunuza tek cümleyle cevap vermek gerekirse: 41’inci yılda hayat bu bulamaçla devam etmekte.

Abdi İpekçi cinayetini en iyi Uğur Mumcu takip ediyordu. O da 1993’te katledilince dosya sanki sahipsiz kaldı. Hatta bir ilanınız vardı bu konuda... 

Uğur Mumcu bütün gücüyle araştırdı ve birçok gerçeği ortaya çıkardı. O sırada bazı gazeteciler ‘Nasıl bir babaydı, en çok hangi müzikleri dinlemekten hoşlanırdı’ gibi sorularla dokunaklı hatıralar yazmak üzere bizi ararlarken Uğur Mumcu, konunun özüne dalıp dosyaları inceliyor, müthiş bağlantılar kuruyor, çok önemli yazılar yazıyordu. Sonunda hepimizi aydınlatacak, birçok araştırmaya kaynak olacak çok değerli kitaplarını yazdı. Adeta aile adına müdahil olmuş gibiydi. Onun sayesinde yeniden dava açıldı. Kimsesizliğimizde, takip noksanlığımızda, donanımsızlığımızda onun varlığı çok güçlüydü. Katledildiği gün, artık her şey durur donakalır ya da yer gök yerinden oynar gibi bir duyguya kapılmıştım. Bu büyük boşluğa, hiçbir karanfil, hiçbir mum yetmez gibi gelmişti.

AKLIMA UĞUR MUMCU GELİRDİ

Yazının Devamını Oku