Karşı olanları siyaseten anlamak kolay. Ama asıl ona oy verenlerde yaşanan bir hayal kırıklığı göze çarpıyor. Ne hata yaparsa yapsın toplamaya çalışan yandaş kalemlerin yazdıkları, bu insanları ikna etmekten uzak. Hayal kırıklığı yaşayan insanların sorunu, hayallerle gerçekler arasındaki fark. İnsanlar, İmamoğlu’nda Türkiye’yi yönetecek bir lider görmek istediler. Peki o böyle bir şey talep etti mi? Aday olduğunda tanıyanların oranı yüzde 10’lardaydı. Kılıçdaroğlu onu İBB başkan adayı yapmasa aklında böyle bir hedef yoktu. Kitleler daha birkaç ay önce İmamoğlu’nun değil, Muharrem İnce’nin peşindeydi. Cumhurbaşkanı adayı yapılan İnce, İBB Başkanlığı için de aday yapılsaydı kenti o yönetiyor olacaktı. İnsanlar tanımadıkları bir adaya oy verdi. Oy verdikleri insanın hangi yönü güçlü, hangi yönü zayıf bilmiyorlar. İBB seçiminden sonra insanlar İmamoğlu ve onun yaşam tercihleriyle tanıştı. Yani oy verdikleri insanı yeni yeni tanıyorlar. O yüzden Elazığ’da deprem bölgesine uğradıktan sonra Erzurum’da kayak tesisine gitmesi ile ilgili eleştirilere, “Benim tarzım bu, toplum buna alışacak” diye cevap verdi. İmamoğlu İBB başkanı oldu diye tüm yaşamını değiştirecek değil ya... Beylikdüzü Belediye Başkanı iken ne ise bugün de o. Dolayısıyla sorun İmamoğlu’nda değil sizde, alışacaksınız! Ya da Kılıçdaroğlu, “Türkiye liderliği” için aklındaki bir başka ismi ortaya atana kadar bekleyeceksiniz.
İSRAİL VE AMERİKA ‘KIRMIZI KİTAP’LIK
HER ne kadar NATO üyesi olsa da terör örgütü PKK/YPG’ye silah ve maddi destekte bulunan, 15 Temmuz darbe girişiminin faili FETÖ elebaşı ve üyelerini topraklarında barındıran ve koruyan ABD, Türkiye için güvenlik riskidir. Bunu, “ABD gibi müttefikin varsa düşmana ihtiyaç yoktur” diye daha önce de yazmıştım. İsrail de Türkiye açısından giderek büyüyen bir tehdide dönüşüyor. Geçen yıl ocak ayında, MOSSAD Başkanı Yossi Cohen, bir toplantıda “Bölgede asıl tehdit Türkiye” yorumunu yapmıştı. Şimdi de İsrail Askeri İstihbaratı (AMAN) Türkiye’yi hedef aldı. Times of Israel internet sitesinin haberine göre, İsrail Askeri İstihbaratı (AMAN) 2020 tahminleri raporu tehdit değerlendirmesinde, bölgede artan gücünü saldırganlık olarak değerlendirdiği Türkiye’yi tehdit listesine aldı. Bunlar da yetmedi, İsrail Başbakanı’na yakın bir gazetede çıkan yazıda, ocak ayı başında Irak’ta düzenlenen ABD saldırısında öldürülen İran Devrim Muhafızları Ordusu’na bağlı Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani ve MİT Başkanı Hakan Fidan’ın “birbirine çok benzediği ve her ikisinin de Irak ile Suriye’de ülkeleri adına vekâlet savaşları yürüttüğü” iddiasında bulunuldu. Raporda ayrıca şu skandal ifadelere yer verildi: “Şimdi Kasım Süleymani yerin üç arşın altında yattığına göre, onun ikizi olan Türk İstihbarat Servisi (MİT) Başkanı Hakan Fidan’ın komplolarına odaklanma zamanı geldi.” Şimdi merak ediyorum, İsrail, Türkiye’yi tehdit olarak görüyorsa, MİT Başkanı’na suikastı dillendiriyorsa Türkiye açısından tehdit mi, değil mi? Terör örgütü PKK ve FETÖ’yü destekleyen ABD tehdit mi, değil mi? Bu iki ülke tam ‘Kırmızı Kitap’lık oldu bence...
‘DEMOKRASİ’ DİYE ÖLÜM! ‘ÖZGÜRLÜK’ DİYE PARÇALAMA! ‘BARIŞ’ DİYE SAVAŞ!
AMERİKA Birleşik Devletleri, “Demokrasi götürüyorum” diye sahte gerekçelerle Irak’ı işgal ederek 1 milyona yakın insanın ölümüne yol açtı.
“Özgürlük”
Toplumdaki fay hatlarını sürekli derinleştiren ve gerginlik üreten merkezler her fırsatta ortaya çıkıyor. Bazen deprem gibi çok önemli bir olay olması gerekmiyor, 7 gün 24 saat yalan üreten merkezler, bu fay hatlarını tetikleyerek bir felaket yaratmak için uğraşıyor.
Kimi zaten var olan, kimi zorla yaratılan bu fay hattının adı bazen “Aleviler”, bazen “İslam”, bazen “Atatürk”, bazen yapay bir “Türk-Kürt gerilimi” olabiliyor.
Elazığ depreminde tamamen gerçek dışı olduğu halde Malatya’daki Alevi köylerine yardım gitmediği yalanı ortaya atıldı.
Kimileri, “Kürtlere” ayrımcılık yapıldığı yalanını devreye soktu. Sosyal medya bunun için en elverişli alan oldu. Deprem gibi bir felaketin yaşanması gerekmiyor, hep aynı fay hatları üzerinde oyun oynanıyor.
Gerilimi arttırmak için öyle yalanlar ortaya atıldı ki, teröre karşı hayatını kaybeden askerimiz Alevi olduğu için cemevindeki cenazesine devlet erkânının katılmadığı bile söylendi.
Provokatörlerin, Alevilerin evlerinin kapısına işaret koymasını toplumsal çatışmaya çevirmek isteyenler de çıktı.
Bunu 17 Ağustos 1999 Gölcük depreminde de yaşamıştık, etrafındakilerin gürültüsü enkazın altında olanların yaşama umuduyla çıkardıkları sesleri duyulmaz hale getirirdi.
Hassas dinleme yapan arama-kurtarma ekipleri, çöken binanın altındaki sesleri duymak için çevreye hep aynı işareti yapardı. Diğer depremlerde olduğu gibi Elazığ depreminde aynı kareyi gördük.
O fotoğrafa bakarken benim aklıma yalnız Gölcük’te yaşananlar değil, o gün hayatımızda olmayan ama bugün bir felakete dönüşmüş sosyal medyada depremle ilgili yazılanlar geldi.
Çoğunluk ne yapabiliriz diye uğraşırken, “azınlık” diyebileceğimiz bir kesim yalan ve algı operasyonuna girişti.
Sahte hesaplar üzerinden yapılanlara hiç girmiyorum.
Ama insanlar henüz enkaz altında kendilerine uzanacak bir el beklerken, bir anne sarıldığı bebeği donmasın diye nefesiyle ısıtmaya çalışırken, kimi aileler beton yığını altında kalmış canlarına ulaşmak için çırpınırken acıları fırsata çeviren, siyasetçisinden oyuncusuna, gazetecisinden kendine “muhalif” diyen ünlü ünsüz kişilerin sosyal medyada yaptıkları, yazdıkları insanları yaraladı. Adlarını ve yaptıklarını burada yazıp o isimleri hatırlatmak istemiyorum.
ELEŞTİRİYE ‘EVET’ YALANA ‘HAYIR’
Gerçek bir yurtsever olan Uğur Mumcu, birçok konuda olduğu gibi Türkiye’nin düşmanı ve emperyalistlerin maşası olan PKK ile ilgili en gerçekçi ve cesur tahlillerde bulunmuştu.
Öldürülmeden önce terör örgütü PKK’nın Amerikan istihbarat örgütü CIA ve İsrail gizli servisi MOSSAD tarafından nasıl kullanıldığını belgeliyordu.
Yazdıklarının hepsi gerçekti ve bugün de geçerliliğini koruyor. Çünkü zamanın yıpratamadığı şey gerçeklerdir.
Biliyorum, PKK’ya ağzını açıp “terörist” diyemeyen, cinayetlerini kınayamayan ne kadar bilgisiz, hafızasız, kötü niyetli manipülatör varsa yine Uğur Mumcu’nun adını ağzına dolayacak.
Peki Uğur Mumcu’nun katledilmesi süreci nasıl, bunu biliyorlar mı?
Eşi Güldal Mumcu, cinayetten tam 20 yıl sonra 2013’te bunu ‘İçimden Geçen Zaman’ (UMAG Yayınları) kitabında anlattı.
PKK’NIN GAZETESİ ‘ÖZGÜR GÜNDEM’ HEDEF GÖSTERDİ
“Nasıl yani? Hakkında her gün haber okuyoruz, övgü dolu yazılar çıkıyor” diye soracaksınız.
Cevap işte tam bu soruda gizli. Mesele övgü dolu işler yapmasıymış, işte tam bu nedenlerden dolayı da hakkında soruşturma ve inceleme açılmış.
Cihat Yaycı’yı tanımayanlar için biraz geriye gideyim.
15 Temmuz sonrası 70 ana, 280 alt kriterden oluşan ve TSK’ya sızmış FETÖ mensuplarını ortaya çıkaran FETÖMETRE isimli çalışmayı gerçekleştirdi. Bu kriterleri görev yaptığı Deniz Kuvvetleri’nde etkili bir şekilde uyguladı.
Kara ve Hava Kuvvetleri komutanlıkları da zaman zaman FETÖMETRE’den yararlandı.
Cihat Yaycı, bu çalışmasını TSK’nın değişik birimlerinde, okullarda hatta sivil bürokraside, yargıda toplantılarla anlattı. En çok da FETÖ üyesi eski TSK mensuplarının hedefi haline geldi. Çünkü yaptığı çalışmanın ne kadar etkili olduğunu en iyi onlar biliyordu. O yüzden kendisi ve ailesi sürekli tehdit aldı, hedef gösterildi. Tümamiral Cihat Yaycı, en son Libya ile deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmasının mimarı, “mavi vatan” kavramının da fikir babasıydı. Bunun için makaleler, kitaplar yazdı.
Yaptıkları ve yazdıkları başta ABD’yi rahatsız etti, çünkü ABD Dışişleri Bakanlığı, Libya anlaşmasından rahatsız olduklarını açıkladı. Elbette Türkiye’nin Libya ile anlaşmasından rahatsız olan Avrupa Birliği ülkeleri, Kıbrıs Rum kesimi, Yunanistan, İsrail ve uzantıları diğerleriydi.
Oysa Fetullahçı Terör Örgütü’nün istihbaratçı polisleri, savcıları, gazetecileri, Taraf isimli paçavra gazetesi, 19 Ocak 2007 günü öldürülen “Hrant Dink’in katili Ergenekon Terör Örgütü” dediklerinde çok mutluydular.
Zaman gösterdi ki FETÖ’nün polis, savcı ve gazetecileri, aynı yıl başlayacak “Ergenekon Terör Örgütü” operasyonları için Dink’in öldürülmesine göz yummuş, kendi sorumluluğunu gösteren delilleri yok etmişti.
O SORULARI SORMADILAR
Yani, “Dink’in katili Ergenekon” diyen FETÖ’cüler bu cinayetin tam göbeğindeydi. Kendi örgütsel amaçları için Dink’in cinayetine göz yummuşlar, tüm çevresini de kullanmışlardı. O çevre, “Derin devletle hesaplaşılıyor” gerekçesiyle, “Dink’in katili Ergenekon örgütü” ile FETÖ’nin yazdığı senaryoya sonsuz destek vermişlerdi. Hiç kimse, “Madem Dink’in katili Ergenekon, neden Ergenekon iddianamesinde tıpkı öldürülen Danıştay hâkimi gibi ‘maktul’ bölümünde Dink’in adı yok, neden Dink cinayetiyle Ergenekon davası birleştirilmedi?” sorusunu sormadı. Oysa bu sorular onları gerçeğe götürecekti. Ama amaçları gerçek değil, algıydı, operasyonun parçası olmaktı.
“Sen sorsaydın” diyecekler vardır.
Bunlardan birisi de 15 Temmuz’un mahrem imamlarından Adil Öksüz’ün darbe girişiminden 6 ay önce grup üyelerine attığı “Hocaefendi (FETÖ elebaşı) imtihanın zorlaşacağını söylemiş ve şöyle bir müjde vermiş. Bu yıl süfyaniyetin yıkılış yılı” mesajı oldu.
Bu mesajın içinde geçen ‘imtihan’, ‘süfyaniyet’ kelimeleri FETÖ için önemli anlamlar taşıyor. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı ‘FETÖ/PDY Sözlüğü’ne göre ‘imtihan’ şöyle tarif ediliyor: “Örgüt mensuplarının yaşadığı sıkıntılar, çektiği acılar, dava için katlanılması gereken zorluklar, aşılması gereken engellerdir. FETÖ, örgüt üyelerinin imtihanlara direnç gösterdikleri ölçüde günahlarından arınacağı ve cenneti kazanacağı fikrini çocukluk döneminden itibaren empoze etmiştir.”
Mesaja göre FETÖ elebaşı 2016’yı “süfyaniyetin yıkılış yılı” ilan etmiş. Mesajı atan kişinin Adil Öksüz olması önemli. Çünkü bu mesajı atmadan bir ay önce 27 Aralık 2015 günü Ankara Ümitköy’de 15 Temmuz darbe girişiminde başı çekecek FETÖ üyesi generallerin de bulunduğu subaylarla ilk toplantısını yapmıştı. 27 Aralık 2015 toplantısından üç gün sonra da ABD’de firari olarak yaşayan FETÖ elebaşı Gülen ile görüşmeye gitti. Aynı ekiple 9 Ocak ve 26 Ocak da dahil 12 kez bir araya geldi. MİT ve Emniyet Müdürlüğü tarafından, 10 Ağustos 2014’ten 2 Şubat 2016’ya kadar aktif ByLock kullanıcısı olduğu belirlenen Adil Öksüz, 15 Temmuz darbe girişiminden 6 ay önce 29 Ocak 2016 tarihinde irtibatta olduğu grup üyelerine şu mesajı attı: “Hocaefendi (FETÖ elebaşı) imtihanın zorlaşacağını söylemiş ve şöyle bir müjde vermiş. Bu yıl süfyaniyetin yıkılış yılı, Allahın izniyle yıkılacaklar.”
Dikkat ederseniz, mesaj iki kısımdan oluşuyor. Birincisi, 17/25 Aralık sonrası ‘Paralel Devlet Yapılanması’ ilan edilen FETÖ’nün devlete açtığı savaşın zorlayacağı ve örgüt üyelerinin bununla “imtihan olacağı” mesajını veriyor. Asıl önemlisi, “Bu yıl süfyaniyetin yıkılış yılı” cümlesi.
Selahattin Demirtaş’ın yazdığı oyun ile ilgili tartışmalar, tiyatro sanatçılarının performansıyla değil, izleyici koltuklarında ön sırada oturanlarla ilgiliydi. Çünkü asıl oyun, tiyatro orada oynanıyordu.
Salonda ön sırada CHP İstanbul İl Başkanı Kaftancıoğlu, CHP Başkanı’nın eşi Selvi Kılıçdaroğlu, Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş, İBB Başkanı’nın eşi Dilek İmamoğlu, sinema sanatçısı Kadir İnanır, HDP Eşbaşkanı Pervin Buldan ve HDP’li Sırrı Süreyya Önder yan yana sıralanmıştı.
Ardından Demirtaş’ın kitaplarının İBB tarafından satışa konması, salondan medyaya fotoğrafı tamamlayan bir gelişmeydi. Bu ikisini birleştirip tek bir cümlede şunu yazdım: “İBB Demirtaş’ın kitaplarını da satmaya başlamış!! Yavaş yavaş, alıştıra alıştıra, tiyatro ile kitap ile şiir ile türkü ile yavaş yavaş alışacaksınız. Bir gün şehitleri hatırlayıp ‘Ben neyi alkışlıyorum’ dediğinizde kızarmış avuçlarınızla yüzünüzü kapatacaksınız ama geç olacak...”
Kıyamet koptu; hakaret, küfür, tehdit birbirine karıştı...
Bir yandan da kitapların toplatılması, yasaklanması gibi saçma bir tartışma
başladı. Şiddeti, terörü övüp teşvik etmeyen her kitap