HER ne kadar gıda mühendisliği okusa da üniversite son sınıfta bu işi yapmayacağına karar verir. 2001’de mezun olur ve çalışmak için İstanbul’a gider. Çeşitli sektörlerde çalışır ve İstanbul’da yapamayacağını anlayınca 2004’te İzmir’in yolunu tutar. ‘Ne iş yaparım’ diye düşünürken kendini espresso çekirdekleri ve profesyonel kahve makinelerinin içinde bulur. 2008’de ise kendi kahve üretim tesisini kurar ve birçok franchise kahve firmasının fason üreticisi olur. Bir süre sonra müşterisine rakip olmadan ‘nasıl mağazalaşırız’ fikri ortaya çıkar. Ve mevcut yapının aksine küçük boyutlu bir konsepte sahip olan, 13-24 yaş grubunu hedef alan ‘Sokak Kahvecisi’ ortaya çıkar. İzmirli girişimci Burcu Avlar, hem iş hem de hayat ortağı olan Mehmet Ali Avlar ile kurdukları ‘Sokak Kahvecisi’nin sayısını kısa sürede 3’e çıkarmayı başardı. Yılsonuna kadar mağaza sayısı 6’ya çıkacak. 2015 hedefi ise 20.
17 yaşında çalışmaya başladı
Telve Gıda’nın ortaklarından gıda mühendisi Burcu Avlar ile hem girişimcilik öyküsünü, hem de Sokak Kahvecisi’nin ortaya çıkış sürecini ve gelecek hedeflerini konuştuk. Girişimci bir baba ve memur bir annenin kızı olan Burcu Avlar, 17 yaşında kendi parasını kazanma yoluna gitmiş. İlk iş olarak havalimanında çalışmaya başlayan Burcu Avlar, o dönemi şöyle anlattı:
“Tevfik Fikret Lisesi’nde okuduğum için Fransızca biliyordum. Ona güvenerek, havalimanında konuk karşılama işiyle çalışma hayatına adım attım. Buna dört yaz devam ettim ve en sonunda bütün karşılama organizasyonunu yönetir konuma geldim. Kuşadası’nda yazlığımız vardı, ama ben çalışmayı tercih ettim. Ege Üniversitesi Gıda Mühendisliği mezunuyum. Üniversite dönemimde de çalıştım. Son sınıfta iken de bu işi yapmayacağıma karar verdim. Annem de, bunu son sınıfta fark etmiş olmamın bile önemli olduğunu, ancak ‘okulu bitirmem gerektiğini’ söyledi. Mezun olunca da İstanbul’a gittim. Orada da işletme üzerine master yapmaya başladım. Bir yandan da catering şirketinde çalıştım. Tabii bu 6 ay sürdü. Daha sonra bir şarap firmasında degüstasyon ve halkla ilişkiler alanında çalıştım. İstanbul’da yapamayacağıma karar verip İzmir’e döndüm.”
Numuneyle başladı işi oldu
O da babası gibi kimya eğitimi aldı. Boğaziçi Üniversitesi Kimya Bölümü’nden mezun oldu. Çeşitli holdinglerde profesyonel olarak dış ticaret alanında çalıştı. Bu süreçte zeytin ve zeytinyağıyla tanıştı. 1994’te de kendi işini yapmaya karar verdi ve Rast Gıda’yı kurdu. Zeytinyağı ihracat rekorları kırdı. Zeytin ve Zeytinyağı Tanıtım Komitesi Başkanı’yken de radikal bir karar alarak, bileşim işine girmeye karar verdi. Dünün zeytinyağı ihracatçısı, bugünün bilişimcisi Metin Ölken, 2006’da kurduğu Pupa ile Türkiye’nin en büyük ‘Apple Yetkili Satış Noktası’ unvanına ulaştı. 8 kentte 5’ini bu yıl açtığı 12 mağazayla yoluna devam eden Metin Ölken, bu yıl 120 milyon TL ciro hedefliyor.
Pupa’nın ortağı ve yönetim kurulu üyesi Metin Ölken’le zeytinyağı ihracatından, bilişime uzanan girişimcilik öyküsünü konuştuk. Kamuoyu onu Zeytin Dostu Derneği ve Ege İhracatçı Birlikleri Zeytin ve Zeytinyağı Komitesi başkanlıkları döneminden tanıyor. Ve, zaman zaman sektörle ilgili yaptığı açıklamalarla gündemi sarsmasıyla.
Son sınıfta başladı
Kendi ifadesiyle ‘Karşıyakalı’ girişimci Metin Ölken, Boğaziçi Üniversitesi Kimya Bölümü son sınıfta çalışma hayatına adım attığını anlatıyor:
“1985’te mezun oldum. Ama son sınıfta az dersim olduğu için çalışmaya başladım. Babam, kimya yüksek mühendisiydi. Dolayısıyla girişimcilikten ziyade profesyonel yönetici olarak kariyerime yön vermek adına böyle bir adım attım. Alemdar Holding’de çalışmaya başladım. Dış ticaret müdürlüğüne kadar yükseldim. Burada ayrılıp başka bir yere geçtim. 1994’te ise kendi işimi kurmaya karar verdim. Yakın arkadaşım Kerim Mümtazoğlu ile Rast Gıda’yı kurduk. Bu şirketin bir de İtalyan ortağı vardı. Önemli başarılara imza attık, ihracatta rekorlara imza attık.”
Baba bu işi bırakalım
Metin Ölken ihracatta ve sektörde yoğun mesai harcarken oğulları da çalışma hayatına adım atar. Genç kuşaktan, baba mesleği zeytinyağını bırakıp yeni bir konuya girme isteği gelir. Metin Ölken, o süreci şöyle anlattı:
İLK adımı dede Fevzi Kaya atar. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan Kaya, İzmir’deki boşluğu görerek 60’lı yılların başlarında kardeşiyle Basmane’de bir otel açar. Turizm eğitimi alan baba Mustafa Kaya’nın üniversiteyi bitirmesi ve iş hayatına atılmasıyla, tarımdan turizme ağırlık verilir. 1978’de Karaca, 1992’de Kaya Prestij ve en son Kaya Prestige Sunshine otelleriyle sektöre hızlı giriş yapılır. Otellere hizmet veren çamaşırhane, kuru temizleme ve catering de bunlara eklenir. Turizmle 1961’de 36 odalı bir otelle tanışan aile, bugün Kâya Şirketler Grubu olarak sektörün önemli aktörü oldu. Şimdi ailenin turizmdeki 3’üncü kuşak temsilcilerinden Seda Kaya, grubu daha yukarılara taşımak için yoğun mesai harcıyor. Bu yoğunluğun arasında bir de Ege Genç İşadamları Derneği’nin (EGİAD) başkanlığını yürütüyor. Seda Kaya, her iki kulvarda da önemli hedeflere odaklanmış durumda.
Kâya Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Üyesi Seda Kaya ile kuruluş öyküsünden İzmir kent otelciliğine, EGİAD’dan iş yaşantısına kadar bir çok konuyu konuştuk. Kâya ailesinin Girit’ten gelerek İzmir’e yerleştiğini anlatan Seda Kaya, “Dedemin babası İzmir’de Rum bir kadınla evleniyor. 5 oğlu, bir kızı oluyor. Tarım ve hayvancılıkla uğraşıyorlar. Dedem 1960’lı yıllarda İzmir’de otelcilik alanında boşluğu görüyor. Dedem kardeşiyle 1963’te Basmane’de Kâya Oteli’i hizmete açar. 36 odalı ve 2 yıldızlı bu otel şu anda grup bünyesinde yok. İngiltere’de turizm eğitimi alan babamın üniversiteyi bitirmesiyle dedem ağırlığını bu alana veriyor. Ve 1973’te 4 yıldızlı 72 odalı Karaca Otel’i alıyor. Yatırımcılar güneye kayarken, İzmir’den yola çıkan Kâya Şirketler Grubu ise yola bu kentte devam etme kararı alır. 1989’da Kâya Prestige’in inşasına başlandı. 1992’de 4 yıldızlı 142 odalı Kâya Prestige, şehrin ilk ‘iş oteli’ olma özelliği ile hizmete başladı. Kâya Şirketler Grubu’nun İzmir dışına açılış stratejisinin bir sonucu olarak 1996’da Çeşme Ildırı’da Erythrai Oteli hizmete girdi. 18 ay gibi kısa surede tamamlanan 4 yıldızlı 300 yataklı Erythrai Otel’i, 2005’ten 2009’a kadar farklı şirketler işletti. 2009’dan itibarense grup bünyesinde Kâya Prestige Sunshine adıyla yenilenerek işletilmeye başlandı. Şu anda biri sezonluk olmak üzere 3 otelle faaliyetlerimizi yürütüyoruz.”
İşe başlamadan işten çıkarıldı
‘Karaca Otel’in muhasebesinde büyüdüm’ diyen Seda Kaya, 17 yaşından beri hep çalışmış. Eğitimini de bu yönde yapmak ister ama kendine uygun bir üniversite bulamayınca politika ve tarihe olan merakı onu ‘Uluslararası İlişkiler’e yönlendirmiş. Seda Kaya, kariyer sürecini ve grupta çalışmaya başlama öyküsünü şöyle anlattı:
“İzmir Amerikan Koleji’ni bitirdikten sonra turizm alanında eğitim almak istedim. Ama bazen istediğiniz olmuyor. Boğaziçi ve Bilkent seçeneği vardı. Boğaziçi’ne puanım yetmedi, Bilkent de çok aşağıda kaldığı için ikinci tutkum olan uluslararası ilişkilere yöneldim. Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler mezunuyum. 2001’de mezun oldum. Okulu bitirdiğimde kariyerime turizm alanında yön vermem gerektiğine karar verdim. Ve İstanbul’da Ritz Carlton’da müşteri hizmetlerinde işe girdim. Tabii o dönem Türkiye’de Anayasa havada uçuştu, Amerika’da 11 Eylül olayı yaşandı. Otel, açılışını erteledi ve bizim de çıkışımızı verdi. İşe başlayamadan iş bitti. O dönem İstanbul’da kalmak istiyordum. Henkel Ecolab’da staj yaptım. Ardından da Rafineri Reklam Ajansı’nda marka temsilcisi olarak işe başladım. Burada satış ve pazarlama alanında inanılmaz bir deneyim kazandım. Buradan edindiklerimi hem iş hayatımda hem de EGİAD’da çok kullandım.”
Patronun kızına torpil yok
ULUDAĞ Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni 1980’de bitirir. Yaklaşık 15 yıl doktorluk yapar. Ama ‘Bu hayatta babana bile kefil olmayacaksın’ sözüne kulak asmaz, yakın bir arkadaşına kefil olur. Arkadaşı piyasaya borç takarak yurt dışına kaçınca Dr. Şahin Yağlıdere’nin hayatının bütün akışı değişir... Varını yoğunu satar, borçları öder ve doktorluğa devam etmeme kararı verir. Borç alarak Bursa’da 3 ortaklı bir şirket kurar. Gebelik testi üreten İzmirli bir firmanın bayisi olur. Tarih 2001’i gösterdiğinde ise Dr. Yağlıdere, yıllarca bayiliğini yaptığı İzmirli Türklab A.Ş.’yi satın alır. Sadece gebelik testi üreten Türklab’ı, bir anda Türkiye’de ilklere imza atan kurum haline getirir. Gebelikten anti HIV’e, tümörden Hepatit B ve C testine, kozmetik ve EKG elektrod üretimine kadar birçok ürünle yoluna devam eder. Yağlıdere, alanında dünyadaki ilk CE belgeli kuruluş olan Türklab’ın adını şimdi de nanoteknoloji ürünlerle duyurmaya hazırlanıyor. Bu alanda dünyada ilk olacak iki ürünün, önümüzdeki yıl piyasaya çıkması bekleniyor.
Vücut dışı teşhis kitlerinde önemli oyuncu olan Türklab Tıbbi Malzemeler A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Şahin Yağlıdere ile dünü, bugünü ve yarını konuştuk.
Sektörünün önemli aktörlerinden Türklab, geçtiğimiz yılı 4 milyon dolar ciroyla kapatmış. Bu yıl hedef bunu yüzde 50 artırmak.
Kefil oldu hayatı değişti
Dr. Şahin Yağlıdere’nin girişimcilik öyküsü, kimi zaman talihsizliklerin, kimi zaman da tesadüflerin ürünü. Aklında hiç iş insanı olmak gibi bir düşüncesi yoktur. O, kendisini insanlara şifa dağıtmaya adar. Ama eczanesi olan arkadaşına kefil olunca hayatının bütün seyri de bir anda değişir:
“Çok yakın arkadaşım, eczanenin yanında otomobil bayiliğine girmişti. Ona kefil oldum. Ama bir anda yurt dışına kaçtığını öğrendim. Borçları bana kaldı. Önümde iki seçenek vardı, ya ben de kaçacaktım ya da borçları ödeyecektim. Her şeyimi satıp borçları ödedim. Daha sonra da doktorlukla bir yere varamayacağıma, iş dünyasına atılmaya karar verdim. İki doktor arkadaşımı da yanıma alarak Bursa’da bir şirket kurduk. 5 bin dolarım olsaydı tek başıma yola çıkacaktım, ama yoktu. Hatta eşimin aracılığıyla borç alarak şirketi kurduk. Yıllar sonra bu paranın borç değil, eşimin olduğunu öğrendim. Burada hem poliklinik hizmeti verdik, hem de devraldığımız yerin çekmecesinde bulduğumuz gebelik testini yapan İzmirli o dönemki ismiyle Labmen’in bayisi olduk.”
DOKUZ Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ni bitirir. Bir beyaz eşya firmasında bölge satış yöneticisi olarak iş hayatına adım atar. Ama bu iş deneyimi fazla uzun sürmez. Çünkü aklında bambaşka bir düşünce vardır. Süt ve süt ürünleri... E haksız da değildir. Ta 1919’da dede İbrahim Faik Vural’la başlayan süt üretimi yolculuğu, baba Mehmet Vural’la devam etmişti. Emre Vural da 3’üncü kuşak temsilcisi olarak bu öyküyü sürdürme kararı alır. Ama geçmişten ve mevcutlardan biraz farklı yöntem seçer. Oluşturduğu Emre Vural Çiftliği markasıyla Asya Kıtası’nın ilk gönüllü sağım çiftliğini Foça’da kurar. Vurallar Süt Ürünleri şemsiyesi altında faaliyetlerini sürdüren Emre Vural, gönüllü sağım yöntemiyle elde ettiği sütten ürettiği yoğurtlarla dikkat çekiyor. Ege Bölgesi’nde belirli noktalara ürün veren Vural, İzmir Karşıyaka’daki mağazasıyla da tüketiciyle buluşuyor. Emre Vural’ın gündemi yoğun. İlk hedefi yıl sonuna kadar İstanbul’da franchising sistemiyle bir mağaza açmak. Önümüzdeki yıl ise farklı bir süt ürünü piyasaya sürmeyi planlayan Emre Vural, 2016’da ise ürettiği yoğurdu yurt dışına göndermeyi kafasına koymuş...
Bir asırlık bir öykü
Dile kolay 95 yıllık süt üretim deneyimi olan Vurallar Süt Ürünleri, bugün Emre Vural Çiftliği markasıyla yoluna devam ediyor. Vuralar Süt Ürünleri Yönetim Kurulu Başkanı Emre Vural’la şirketin dünü, bugünü ve yarınını konuştuk. Ailenin süt üretimi yolculuğunun 1919’lara dayandığını hatırlatan Emre Vural, dede İbrahim Faik Vural’ın sektörle tanışma öyküsünü şöyle anlattı:
“Malum, savaş yılları. Köyün erkeklerinin çoğu cephede. Dedem küçük olduğu için evde kalmış. Tabii evin, köyün ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyor. Dedem küçük yaşına rağmen iki inek alıyor. Zamanla da önemli bir noktaya geliyor. 1957’de ise ineklerde ilk kez uygulanan suni döllenme yöntemini kullanıyor. Yıllar sonra babam Mehmet Tevfik Vural ile dedem yollarını ayırma kararı alıyor. Dedem babama 5 inek veriyor. Babam da zamanla önemli adımlar attı. Büyük üreticilerin önemli süt tedarikçilerinden oldu. 1975’te süt sağımı konusunda teknolojiyle ilk buluşma gerçekleşirken, her on yılda daha modern sistemlerle, süt üretimini çok daha hijyenik ve kaliteli hale getirdik.”
Üçüncü kuşak işbaşında
FAİZLERDE yaşanan gelişmeler, Türkiye’yi sarsan operasyonlar ve seçimler... Tüm bunların gayrimenkul sektörüne faturası bu yıl biraz ağır oldu... Ege Bölgesi’nde yılın ilk 7 ayındaki konut satışları, bir önceki döneme kıyasla yaklaşık yüzde 10 düştü. TÜİK’in verilerine göre Ocak-Temmuz döneminde Ege’nin 8 kentinde 94 bin 87 konut satıldı. Bunların 40 bin 832’si de ilk satış. Öte yandan Türkiye’de konut satışı da yılın ilk 7 ayında bir önceki döneme kıyasla yüzde 10 geriledi ve 675 bin 621’den 609 bin 877’ye indi. Bu tablonun yıl sonuna doğru faizlerde de yaşanan gelişmelerle, gayrimenkulde bir hareketlilik yaşanmasını sağlayacağı tahmin ediliyor...
Ege’nin lideri İzmir
7 aylık konut satış istatistiklerini açıklayan TÜİK’in verilerine göre Ege’nin lideri yine İzmir oldu. İzmir’de yılın ilk 7 ayında 38 bin 28 konut satıldı. Geçen yıl aynı dönemde 43 bin 807 konut satılmıştı. Konut satışında İzmir’i 13 bin 266 ile Aydın, 12 bin 60’la da Balıkesir izledi.
Tek artış Uşak’ta
Ege’deki tüm kentlerde konut satışı düşerken bir tek Uşak’ta artış yaşandı. Bir önceki yıl bin 524 konut satılan kentte, bu yılın ilk 7 ayında bin 633 konut el değiştirdi. Kentte ikinci el satışlar düşerken, yeni konut satışlarında artış dikkat çekti. Kente 7 ayda satılan konutların 944’ü ilk.
O da babası gibi küçük yaşlarda iş hayatına adım attı. 7 yaşında Manisa Alaşehir çarşısında çiklet, 10 yaşında gazete, açık hava sinemasının önünde de gazoz sattı. Hatta 13-14 yaşlarında araç alıp sattı. Babası merhum Osman Akça’nın yurt dışında eğitim teklifini kabul etmedi, okul yerine onun yanında öğrenme yoluna gitti. Ufku geniş ve girişimci bir babanın oğlu olan Rıza Akça da o günden itibaren şirketin hızlı büyümesinde önemli rol oynadı. Üzüm ticaretiyle başlayan ve çırçır fabrikasıyla devam eden serüvene, 1985’te alınan Menderes Tekstil’le yeni bir alana girilir. Baba Osman Akça’nın ani ölümüyle aile şirketinde dümene geçen Rıza Akça, bugün 8 bin 700 kişinin çalıştığı Akça Holding’i daha da büyütmek için yoğun mesai harcıyor. Kuru gıdadan seracılığa, tekstilden enerjiye farklı sektörlerde yoluna devam eden Akça Holding’in gündeminde, üçüncü kuşağında iş başı yapmasıyla yeni ve katma değeri yüksek sektörler var. İlk sırada inşaat yer alıyor. Bir dönem Büyük Efes’in ihalesine de girip kaybeden Rıza Akça, turizm alanında da fırsatları yakından takip ediyor.
Gün 24 değil 48 saat olsun
Binlerce çalışanı ve 10 yakın şirketiyle Türkiye’nin önemli gruplarından Akça Holding’in ikinci kuşak temsilcisi, yönetim kurulu başkanı Rıza Akça ile kurumun dünü, bugünü ve yarınını konuştuk. Kurucu olan babası merhum Osman Akça’nın ilkokul ikiden terk olduğunu söyleyerek söze başlayan Rıza Akça, “Ben onu bin tane üniversiteliye değişmem. Atak, müteşebbis ve ufku geniş bir insandı. Babasını genç yaşta kaybedince babam kendini çalışma hayatının içinde bulmuş. Elinde fazla sermayesi olmadığı için çevresindekilerin yönlendirmesiyle asker dönüşü arpa, buğday ve üzüm ticaretine yönelmiş. Babam, oturmak, durmak nedir bilmezdi. Dua ederdi ‘gün 24 değil, 48 saat olsun’ diye. 1955’te Osman Akça A.Ş.’yi kurmuş. Manisa Alaşehir’de akılı hareketlerle işlerini büyütür. Üzümün yanına, satın aldığı çırçır fabrikasını ekliyor. Daha sonra da 1985’te Denizli Sarayköy’deki Menderes Tekstil’i satın alarak yeni bir sektöre adım atmış olduk” diyor.
Küçük yaşta çalışmaya başlar
Rıza Akça da babası gibi çalışmaya erken yaşlarda başlar. Annesi kıyamasa da, marangoza çaktırdığı iki tahtayı tezgah yaparak 7 yaşında çiklet satarak ilk parasını kazanan Rıza Akça, o dönemi şöyle anlattı:
“Arkadaşlarım top peşinde koştururken ya da saklambaç oynarken ben para kazanma yoluna gittim. 10 yaşında da gazete sattım. Açık hava sinemasının önünde de gazoz satıyordum. O dönemde buzdolabı olmadığı için belediyenin buzhanesinden buz alarak gazozları soğuk tutmaya çalışırdım. Bu işlerden iyi para kazanıyordum. 13-14 yaşlarında da araba alım satımı bile yaptım. Bütün bunları yaparken babamın bize verdiği güvenle hareket ettim. Okuldan arta kalan zamanlarımda da babamın iş yerinde çalıştım. Lisenin ardından üniversiteye gideceğim dönem Türkiye’de ortam çok karışıktı. Babam yurt dışında okumamı, dil öğrenmemi çok istedi. Ben istemedim ve hemen çalışmaya başladım. Ben ticareti, alıp satmayı çok seviyordum. Onun için de biran önce çalışma hayatına adım attım.
MEMUR bir babanın oğludur. Çocukluk yıllarından itibaren hayallerinde hep kendi işini kurmak vardır. Üniversitedeyken İstanbul’da tekstil firmalarına yurt dışından gelen moda katalogları satar. Bu, ilk iş deneyimi olur. Üniversitenin ardından müfettiş olarak Tariş’te işe başlar. Ama aklında çocukluk hayali vardır. Babası gibi memur olmak istemez ve 1983’te rulman ticaretiyle kendi işini kurar. Zamanla katma değeri yüksek ürün arayışlarına giren Ali Rehai Kızıltan, otomatik kapı ve geçiş sistemlerine yönelir. Beta Kapı’nın yanına hava kompresörleri üreten Falcon’uda ekler. Beta ve Falcon markalarıyla yoluna devam eden Kızıltan, her iki sektörde de Türkiye’nin önemli oyuncularından. Türkiye’de ilk kez yüzde 100 yerli fotoseli cam kapıları da üretmeyi başaran Kızıltan’ın gündeminde madencilik var. Ayrıca, Beta Kapı ve Falcon Hava Kompresörleri için yeni bir tesis yatırımı da planlıyor.
Beta ve Falcon’un kurucusu Ali Rehai Kızıltan ile çocukluk hayali ‘kendi işinin patronu olmayı’ hayata geçirme sürecini konuştuk.
Ali Rehai Kızıltan, o dönemki ismiyle Beyazıt İktisadi Bilimler Yüksek Okulu’ndan mezun olur olmaz Tariş’te müfettiş olur. Burada birliğe bağlı kooperatifleri denetleyen Kızıltan, öykünün devamını şöyle anlattı:
Memur olmak istemedi
“1980’de işe başladım. Üç yıl Tariş’te çalıştıktan sonra çocukluk hayallerimi gerçekleştirmek üzere ayrıldım. Tabii sınavlara girdim ve asilliğimi aldıktan sonra ayrılma işlemini yaptım. ‘Ne olur, ne olmaz’ diye böyle bir önlem aldım kendimce. İlk işim rulman ticaretiyle başladı. Burada sanayiye dönük olması ve bozulmayan, akmayan, kokmayan ürün tercini beni rulmana götürdü. İlerde zarar etmeyeceğim bir alan olsun istemiştim. Eşimin babası da elektrik motorlarının ticaretini yapıyordu. O yıllarda Türkiye’de yeni elektrik motor fabrikaları açılmaya başladı. Kayınpederim başka bir firmanın bayisi olduğu için bu yeni açılan şirketlerin bayiliğin alamıyordu. Bunları bana pasladı. Rulmanın ardından bu ürünün ticaretini yaptım.”
İki alana yöneldi