GOOGLE, Apple, Microsoft, Amazon, Disney, Hewlett – Packard... Bu dünya markalarının ortak noktası, garajda kurulmaları. Ev tekstiliyle ilgili makine tasarlayan ve üreten Sedat Şen de benzer yolda ilerliyor. Uzun yıllar makine sektöründe profesyonel olarak çalışan ve emeklilikle birlikte İzmir’in yolunu tutan Sedat Şen, beş yıldır MTK Sitesi’nde bir bölümü garaj olan atölyesinde sektörün ihtiyaçlarına yönelik ekonomik çözümler sunan ve alanında ilk olan makineler üretiyor. Bugünlerde ise tekstildeki üretim ya da kenar atıklarını geri dönüşümle ekonomiye kazandıran yüksek performanslı bir makine üzerinde çalışıyor. Şen’in geliştirdiği ve ‘tarlasız pamuk’ olarak nitelendirdiği makine, mevcutlarından daha küçük, az enerji harcıyor ve yüksek performansıyla dikkat çekiyor. Sedat Şen’in bu son hamlesi, tekstil makineleri üretiminde dünya devi olan Fransız Laroche’unda dikkatini çekmiş durumda. İlerleyen günlerde ortak adımlar gündemde...
EMEKLİ OLDU AMA BOŞ DURMADI
O, çevresinde mucit olarak tanınıyor. Bu unvansa ortaya çıkardığı makinelerin bazılarının dünyada ilk olmasından kaynaklanıyor. Emekli olmasına rağmen İzmir’e gelerek yeni girişim hamlesi başlatan Eve Makine ve Eve Tekstil’in kurucusu Sedat Şen’le makinelere adanmış bir ömrün öyküsünü konuştuk.
Ordu’da eskinin sanat okulu, şimdinin meslek lisesinin torna tesviye bölümünden mezun olan, İstanbul’da Vatan Mühendislik’te makine mühendisliği eğitimi alan Şen, öyküsüne şöyle devam etti:
“Bugünkü ismi İstanbul Teknik Üniversitesi olan Vatan Mühendislik, o dönemin özel okuluydu. Burada üç yıl mühendislik eğitimi aldıktan sonra 21 yaşında yani 1971’de Almanya’ya dövizsiz öğrenci olarak gittim. Bazı özel durumlar nedeniyle okulu bıraktım ve burada çalışmaya başladım. Teknoloji ve makineyle sürekli diyalog halindeydim. Ve lokomotif imalatı yapan bir firmada işe başladım. Hem tercümanlık, hem de üretimde görev aldım. Daha sonra İstanbul’a döndüm. Burada da takım tezgahları imalatı yapan bir şirkete girdim. Askerliğin dışında hayatımın her aşamasında makine yer aldı. Burada da hem üretim, hem de idari yapıyla ilgili 15 yıl çalıştım.”
ADI Biray Atasalihi... Doktor bir ailenin kızıdır. Ama o, işletme eğitimi alır. Hem üniversitedeyken, hem de mezun olduktan sonra çeşitli kurumlarda pazarlama üzerine çalışır. O yıllarda katıldığı girişimci seminerleri ‘kendi işinin patronu’ olma fikrini doğurur. Bu aşamada özellikle büyük kentlerdeki insanların, sağlıklı ve gurme ürünler isteğini fark eder. Yaz tatillerini geçirdiği Datça’daki ürünlerin bu isteğe cevap vereceğini düşünür ve e-ticaret pazarına girmeye karar verir. Kendi işinin patronu olma hedefini geçtiğimiz yıl hayata geçiren Biray Atasalihi, kurduğu datcapaketi.com ile şimdi köylülerin yetiştirdiği kuru incirden cevize, zeytinyağından bala, bademden salçaya kadar 10’larca ürünü tüketicinin beğenisine sunuyor. Bir yıl gibi kısa sürede satışlarını 2,5 kat artıran Biray Atasalihi, e-ticaretin yanı sıra önümüzdeki yıl Datça Paketi’ni gurme zincir marketlerinin raflarına da koymayı hedefliyor.
O söz ufkunu açtı
Atasalihi, ‘iyi şeyler yaşayalım’ felsefesini hayatının merkezine koyarak iş dünyasına adım atan biri. Biray Atasalihi ile girişimcilik öyküsünü ve hedeflerini konuştuk. İstanbul’da St-Joseph Lisesi’nin ardından Galatasaray Üniversitesi İşletme’yi kazanan Atasalihi, o süreci şöyle anlattı:
“Üniversite boyunca her yaz bir yerde staj yaptım. Erasmus kapsamında Fransa’da Universite de Nantes’e gittim. Son sınıfta girişimcilik üzerine katıldığım bir seminerde moderatörün, ‘kendi işinizi kurun’ sözleri bende şimşek çaktırdı. Doktor bir aileden geliyordum. Çevremde ticaretle ilgilenen kimse yoktu. Üniversiteden sonra çeşitli kurumlarda pazarlama alanında profesyonel olarak çalışmaya başladım.”
YOKLUK yıllarıdır. Mekaniğe meraklıdır ama 30’lu yıllarda mühendislik fakültesi olmadığı için hukuk okur. PTT’de müfettiş olur. Eşek sırtında Anadolu’daki ofisleri denetleme görevi verilir. İlk iş gününde denetlenecek bir sistem olmadığını görür. ‘Bu ülke için yapılacak çok şey var’ diyerek istifa eder. Araba poryası ve dokuma tezgahı üretimiyle 1937’de iş hayatına adım atan Kamil Tolon, 1950’de de Bursa’da Türkiye’nin ilk ev tipi çamaşır makinesini yapar. Kamil Tolon’un oğlu Dara Tolon da 70’lerin başında İzmir’de ilk sanayi tipi çamaşır yıkama makinesini üretir. Tam otomatik endüstriyel tip çamaşır yıkama, kurutma, ütüleme ve katlama makinelerinde birçok önemli başarıya imza atar. Ancak Dara Tolon’un 2000’de rahatsızlanması ve 2003’te vefatıyla da Tolon Makina zor bir sürece girer. Çocuk yılları üretim bantlarında geçen üçüncü kuşak temsilcileri Ömer ve Can Dara Tolon dümene geçer. Yoğun bir mesainin ardından zor günleri geride bırakan Tolon kardeşler, yalın üretim modeliyle hem kalitelerini, hem de üretimlerini artırmayı başarır. ‘Dünya markası olma’ hedefiyle yollarına devam eden Tolon kardeşler, bugün zor pazar olarak bilinen Avrupa’ya ürün gönderiyor. Dedeleri ve babaları gibi önümüzdeki yıllarda önemli ilklere imza atmayı planlayan Tolon kardeşler, Avrupalı bir devle de güçlerini birleştirmeyi planlıyor.
Tarlaya demir çubuk diktirdiler ve...
Tolon ailesinin yaşadıkları aslında tam ‘Şu Çılgın Türkler’ tadında... Tolon Makina’nın üçüncü kuşak temsilcileri Ömer Tolon ve Can Tolon ile 77 yılı aşan bir sürecin öyküsünü konuştuk. Tolon Makina’nın genel müdürü de olan Ömer Tolon, dedesinin girişimcilik sürecini şöyle anlattı:
“Dedemin babası saray saatçısıymış. Osmanlı’nın ilk kol saatini yapmış. Dedem de babası gibi mekaniğe merakı olan biriydi. Ama, Ankara Hukuk mezunu. Üniversite yıllarında da Amerika’da popüler olan jetonla çalışan plak makinesi üretiyor. Üniversiteyi bitirince de PTT’ye müfettiş atanıyor. Anadolu’da bulunan büroları denetleme görevi veriliyor. Denetim için de bir eşek veriliyor. Yol yok malum. Denetim için gittiği Anadolu’da gördüğü manzaradan çok etkilenir. O gün istifa eder. Bu ülke için yapılacak çok şeyin olduğunu düşünür ve o gün istifa eder. 1937’de Bursa Muradiye’de araba poryasıyla dokuma tezgahı üretir. Türkiye’nin ilk santrifüjlü su pompası ve biçer-döverini üretir. 1949’da ürettiği biçer-döver için devlet alım yapma kararı almış. Ancak alacağı makine için test istemiş. Tabii dedemin dışında bu teste yabancı firmalar da katılacaktır. Dedemin test yapacağı tarlayı önceden öğrenen Avrupalı bir üretici, köylülerle anlaşır ve tarlaya demir çubuklar diktirir. Test başladığında dedemin ürettiği biçer-döverin parçaları kırılınca bu projede rafa kaldırılır. 1950’de ise dedem yine ülkenin ilk ev tipi çamaşır makinesini üretir. Tabii bu üretim onun asıl işi olur ve o tarihten sonra bütün ağırlığını bu alana verir. 1958’de fabrikası yanar. Bir anda her şeyi gider, ama 3 hafta içinde yeni bir atölye kurarak yoluna devam eder.”
GENÇ yaşta aile ekonomisine katkı sağlamak için bir tornacının yanında çırak olarak işe başlar. Zamanla ustabaşılığa kadar yükselir. 1952’de kendi atölyesini kurar. Kullanılmış preslerin yanı sıra otomobille kamyon yedek parçalarını da tamir eder. Bu yıllarda, ‘Kovancı Cemal Dirin’ adıyla ünlenen Cemal Dirin’in işleri, 60’lı yıllarda ağır vasıtalardaki yük sınırlaması ve yolların düzelmesiyle azalır. Oğlu Mustafa Dirin’in de önerisiyle planya tezgahı üretimine başlar... Küçük bir atölyeyle başlayan ve ‘makine üreten makine’ yapımıyla devam eden serüvene, 1974’te dökümhane eklenir. 1999’da ise kompresör üretimi yapan Maksaş gruba katılır. 2001’de Cemal Dirin’in vefatıyla Dirinler Şirketler Grubu’un başına çocukluk sürecinden beri işin içinde olan Mustafa, Nihat ve Melih Dirin geçer. Bugün makine, kompresör, dökümde önemli bir aktör olan ve birçok ilke imza atan Dirinler Şirketler Grubu, işletme hakkını aldığı Levent Marina’yla turizm sektörüne el attı. 3’üncü kuşağında yavaş yavaş çalışma hayatına adım atmasıyla, grup yeni sektörlerin de sinyalini veriyor.
Atatürk Organize Sanayi Bölgesi’nde 4 fabrikasında yaklaşık 600 kişi çalışan Dirinler Şirketler Grubu’nun dünü, bugünü ve yarınını, kardeşlerin en büyüğü Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Dirin ile en küçüğü Dirinler Döküm’ün başındaki Melih Dirin’den dinledik.
4 fabrikaya ulaştı
Şirketin kurucusu merhum Cemal Dirin, 6 kardeşin en büyüğüdür. Tarımla uğraşan babasının işleri bozulunca çalışmak zorunda kalan Cemal Dirin, çırak olarak bir torna atölyesinde 1938’de işbaşı yapar. Mustafa Dirin, o dönemi şöyle anlattı:
2014’ün ilk 9 ayında Ege Bölgesi’nde 128 bin 500 konut satışı gerçekleşti.
FAİZLERİN artması, Türkiye’yi sarsan operasyon ve seçimler gibi nedenlerle 2014’e kötü bir başlangıç yapan gayrimenkul sektörü, tekrar gaza bastı. Konut satışında yılın ilk yarısını düşüşle kapatan sektörün yüzü, ağustos ve eylül satışlarıyla tekrar güldü. Ege’nin 8 kentinde, son iki ayda 34 bin 413 konut satışı gerçekleşti. Ağustos-eylül 2013’te ise 29 bin 646 konut satılmıştı. Bu yılın ilk 9 aylık verisinde de bir önceki döneme kıyasla yüzde 3’e varan bir gerileme görülüyor. Ege’de 9 ayda 128 bin 500 konut satıldı. 2013’te ise bu 132 bin 435’di. Ancak son iki aydaki yaşanan hareketlilik gayrimenkul sektörünün, 2014’ü bir önceki yıl ile eşdeğer kapatacak gibi gözüküyor. Bunda faiz oranlarında yaşanan iyileştirmenin de ciddi katkısı olacak. 2103’ü Ege, 175 bin 751 konut satışıyla kapatmıştı.
Ege’nin lideri İzmir
9 aylık konut satış istatistiklerini açıklayan TÜİK’in verilerine göre Ege’nin lideri yine İzmir oldu. İzmir’de yılın ilk 9 ayında 50 bin 903 konut satışı gerçekleşti. Bu geçtiğimiz yıl aynı dönem 54 bin 717 olarak gerçekleşmişti. İzmir’de bir önceki yıl kıyasla bir düşüş yaşanırken, son iki aylık performansı ise sektörü mutlu edecek cinsten. Ağustos ve eylül ayında İzmir’de 12 bin 875 konut satıldı. Bu veriyle en ciddi artış yaşanan kentte İzmir oldu. Geçtiğimiz yılın aynı döneminde ise 10 bin 930 konut satılmıştı. Konut satışında İzmir’i 18 bin 400 ile Aydın, ardından da 16 bin 990’la da Balıkesir izledi.
Üç kentte artış var
TARIM sektörüne demiri döverek ekipman yapan esnaf bir babanın oğludur. Hayatına yön vermek için okumaktan başka çaresi yoktur. Öyle de yapar. Liseye kadar Diyarbakır’ın Çüngüş ilçesinde bir yandan babasıyla sıcak demire şekil verir, öte yandan okur. 1987’de ise üniversite için Balıkesir’in yolunu tutar. 1991’de Uludağ Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden mezun olur. Önce memleketinde Karakaya Barajı’nda profesyonel iş hayatına adım atar. Bir yıl sonra da İstanbul’a gider ve otomatik kapı sistemleri üzerine faaliyet gösteren bir firmada çalışır. İlk kapısını da Leyla Alaton’a satar. Asker dönüşü de bir çöp entegre tesisinde şantiye şefi olarak çalışır. Ama mutlu değildir. Babasının ‘inşaat mühendisi ama geçici olarak kapı satıyor’ söylemine rağmen İzmir’de kendi işinin patronu olmaya karar verir. Ve Gafur Alişer, 25 yaşında ferforje ve otomatik kapı satan Egebeta’yı kurar. 1995’te 4 kişiyle yola çıkan Gafur Alişer, bugün otomatik kapı ve panjur sistemleri alanında 140 kişilik ekibiyle sektöründe önemli bir aktör. Geçen yıl hizmete giren ‘Otomasyon Yapı Market ile hedef büyüten Alişer, bu yıl da gayrimenkul danışmanlık şirketiyle yeni bir sektöre adım attı. Gafur Alişer’in gündeminde şimdi ise daha güçlü bir kurum olmak var. Bunun için yurt dışından gelen ortaklık teklifleriyle yol haritasını çizmeyi planlıyor.
Okumaktan başka çarem yoktu
Diyarbakır’a 120 kilometre mesafede dağlık bir ilçe olan Çüngüş’te dünyaya gelen Gafur Alişer, yaşamı boyunca hep mücadeleci olarak dikkat çekiyor. ‘Çüngüş’te okumaktan başka yol yoktu’ diyen ve hayalleri de hep okuma üzerine olan Gafur Alişer, o dönemi şöyle anlattı: “Babam esnaftı. Tarım sektörüne ekipman yapıyordu. Sıcak demire şekil veriyordu. O coğrafyada yapacak bir iş olmadığı için de tek kurtuluş okumaktı. Ben de öyle yaptım. Ama yaz tatillerinde babamın yanında çalıştım. Bizim oradan üniversiteye her yıl 2-3 kişi giderdi. 1987’de de o 3 kişiden biri ben oldum. Uludağ Üniversitesi İnşaat Mühendisliği’ni kazandım. Bölüm, o dönem Balıkesir’deydi.”
Bu tercihinde dayısının Balıkesir’de oturması, onun oğlunun da inşaat mühendisi olmasının etkisi vardır. ‘Çok güzel giyindiği için onu örnek aldım. Hatta onun kitaplarını kullandım’ diyen Gafur Alişer, üniversite yıllarında da müteahhitlik yapan dayısını yanında çalışır. Tabii bu süreçte boya da yapar, tuğla da taşır...
HER şey yıllar önce su canlılarına olan merakıyla başlar. Dereden yakaladığı balıkları, evlerinin bahçesindeki ziftle kaplanmış havuzda yaşatmaya çalışır. Bu merakını zamanla akvaryuma taşır. İşletme okur ve baba mesleği avize imalatında çalışır. Tabii burada en büyük hobisi için akvaryumlar da yapar. 30’lu yaşlardaysa kendi işini kurma fikri ortaya çıkar. Hobisini işi yapmak ister. Deniz akvaryumu konusunda ilk olmak ve en iyisini yapmak gibi bir hedef koyar.
Engin Uğural, yaklaşık 20 yıl önce çıktığı yolda bugün Türkiye’nin deniz akvaryumu yapımında tek isim olmayı başardı. Hem Türkiye’de, hem de aralarında bir döneme damgasını vuran Libya’nın devrik lideri Kaddafi’nin aralarında bulunduğu yurt dışında devasa şehir ve butik akvaryumlar yapan Uğural, birkaç yıldır da filtrasyon sistemlerini üretiyor. Öyle ki, yaptığı sistemler dünyada ilk niteliği taşıyor.
Önce dereden başladı
Tropik Deniz Ekosistemleri’nin (TDE) kurucusu Engin Uğural’la girişimcilik öyküsünü ve gelecek planlarını konuştuk. Köpek balıklarına büyük merakı olan Uğural’ın bu tutkusunun mazisi oldukça eski. Çocukluk yıllarında oturduğu İzmir Mersinli’deki dereden yılan balığıyla diğer balık türlerini yakalayan Uğural, bunları evlerinin bahçesindeki kümesin üzerinde yer alan zift kaplamalı havuzda yaşatmaya çalıştığını anlattı:
“Bu merakıma rağmen su ürünleri üzerine eğitim almak yerine işletme okudum. Ve baba mesleği olan avize imalatı alanında kariyerime yön verdim. Tabii burada camla temas olunca kendi akvaryumlarımı yapıyordum. Benim en büyük merakım köpek balıkları. Evde kurduğum akvaryumumda onları yaşatmaya çalıştım.”
Kaddafi’ye de akvaryum yaptı
Zamanla bu hobisini işe çevirmeyi düşünen Engin Uğural, 1995’te kendi işini kurma kararı alır. İlk adımı da İzmir Karataş’ta açtığı küçük bir dükkanda atar:
HİKAYE 14 yaşında oltaya takılan o balıkla başlar. Ve yıllarca hobi olarak devam eder. Ama zamanla bu heyecanı farklı bir boyuta taşıma isteği doğar. Kurduğu küçük bir atölyede hemen her şeyle maket yemler yapar. Zamanla ‘sahte’ yemde tanınmış isimlerden biri olur. Asıl mesleği mali müşavirlik olan Cihat Cömert Korkunç, bir süre sonra hobisini işe dönüştürmeye karar verir. Yıllarca kendisine yaptığı sahte yemleri üretmeye başlar. Sektöre ilk adımını 2011’de atan İzmirli girişimci Korkunç, geçtiğimiz yıl ise ‘Procop’ markasıyla model maket balıklar, kaşıklar, silikon yemler, ring ve klipsler reyonlarda yerini aldı. Bugün Türkiye’de sektörün ilk yerli üreticisi olan Cihat Cömert Korkunç, bilgisayar mühendisi olan ortağı Cem Aydemir’le Procop’u global marka haline getirmeyi hedefliyor.
Yıllarca çeşitli firmalarda çalışan, profesyonel yönetici olarak görev alan Procop’un kurucusu Cihat Cömert Korkunç ile hobi olarak başladığı ve bugün işi haline gelen sürecin öyküsünü konuştuk.
Hobisi işi oldu
15 yıl kariyerine profesyonel yönetici olarak yön veren Cihat Cömert Korkunç, 25 yıldır da hobi olarak balık avcılığıyla uğraşır. Bu 25 yılın son 10 yılında kendisi için sahte maket yemler üreten Korkunç, şöyle devam etti:
“Yıllarca kendim için sahte balık yemleri ürettim. Küçük bir atölye kurup gül, gürgen, dut gibi işlenmesi zor ağaçlardan maket yemler yaparak hafta sonlarını değerlendiriyordum. Bu alanda da zamanla tanındım. Artık üretmek, yakalamak kadar heyecan verici bir hal almıştı. Bu heyecan öyle güçlü bir tutkuya dönüştü ki Türkiye’nin maket balık üreten markasını yaratma fikri doğdu. Eşimin de cesaretlendirmesiyle bu uğraşı işim yapmaya karar verdim. 2011’de de ilk adımı attım. KOSGEB desteğiyle 2013’te Procop Balıkçılık Malzemeleri’ni kurdum ve seri üretime başladım. Türkiye’nin ilk yerli sahte balık üretimini gerçekleştiriyorum.”
O markanın iki anlamı var