Mete Tamer Omur

Balıkların gizemini çözen adam

9 Şubat 2015

ÇOCUKLUK yıllarında başlayıp Kaptan Cousteau’nun kitap ve filmleriyle aşka dönüşen deniz tutkusu, meslek seçiminde belirleyici olur. Ailesine ‘Ben zoolog olacağım’ der ve direnişle karşılaşır. Ve kendisini bir anda ODTÜ Makine Mühendisliği’nde bulur. 2’nci sınıfta tutkusu ağır basar, ODTÜ’yü bırakır. Ege Üniversitesi Okyanus Bilimleri’nde okur. Ardından da Amerika’nın yolunu tutar. Burada balıkçılık üzerine master ve doktor yapar. 1989’da döndüğü Türkiye’de karides yetiştirmek için kıyı kıyı dolaşır. Ama sermayesi yoktur. Tam da bu dönemde su ürünlerine yatırım yapmaya hazırlanan merhum Yüksel Sezginer’le tanışır. Sermaye ve bilginin ortaklığıyla Adana’da karides üretmeye başlar. Ancak, işler istendiği gibi gitmez ve yavru balık üretiminde şansını dener. Akuvatur’un kurucularından Haluk Tuncer, bugün 60 milyon yavru balık üretimiyle Türkiye ikincisi konumunda. 2000’li yılların başında yeni türlerin üretimi için kolları sıvayan Tuncer, Akdeniz’e özel baba sinarit, denizlerin prensesi mercan ve kraliçesi trançayı dünyada üreten tek kişi. Haluk Tuncer, denizde sayıları her geçen gün azalan balık türlerinin gizemini çözmek için yoğun mesai harcıyor.

TUTKUSUNUN PEŞİNDEN YÜZDÜ
Haluk Tuncer, hobisini işe çevirenlerden. Tabii, bu hiç de kolay olmamış. Bugün su ürünleri sektörünün önemli aktörlerinden olan Akuvatur Yönetim Kurulu Başkanı Haluk Tuncer’le sularda geçen girişimcilik öyküsünü konuştuk. Tuncer’in denize olan tutkusu 4-5 yaşlarında ailenin memuriyeti nedeniyle Ankara’da İzmir’e taşınmasıyla başlıyor. Çocukluk yıllarında balık peşinde koşturan Haluk Tuncer’in deniz tutkusu, Kaptan Cousteau’nun kitap ve filmleriyle perçinlenir:
“Film ve kitaplarla birlikte ben dalmaya başladım. Ve meslek seçimim de şekillenmeye başladı. Mühendis ve öğretmen ağırlıklı bir aileye mensuptum. ‘Ben zoolog olacağım’ dediğimde evde şok yaşandı. Onlar mühendislik ve tıp okumamı istiyordu. Ve ben bir anda kendimi ODTÜ Makine Mühendisliği’nde buldum. Herkes matematik, fizik ya da kimya çalışırken ben biyoloji kitaplarında kayboluyordum. Deniz özlemi vardı ve ben makine mühendisliği okumak istemiyordum. O dönemde Ege Üniversitesi’nde Okyanus Bilimleri bölümü açılmıştı. Bölüm başkanına gelmek istediğimi söyledim. O da ‘ODTÜ bırakılır mı?’ diye isteğimi olumlu karşılamadı. Ama ben 2’nci sınıfta ODTÜ’yu bıraktım. Sınava girdim ve Ege Üniversitesi Okyanus Bilimleri’nde okumaya başladım.”

ÇORBADA ONUN DA TUZU VAR

Yazının Devamını Oku

Konutzede uyarısı

2 Şubat 2015

İZMİR’de bugün gayrimenkul sektöründe yaşanan hareketliliği artık herkes görüyor ve yaşıyor. Kentin hemen her yerinde bir inşaat var. Ancak ‘Kentsel Yenileme’ kapsamında bina bazlı dönüşümler bir yandan modern gecekonduları ortaya çıkarıyor, diğer yanda yüksek oranlı kat karşılığı yapılan işlerde ilerleyen yıllarda yarım kalmış proje riskini barındırıyor. Bu konuda “Konutzedeler olabilir” diyen Ege-Koop Genel Başkanı Hüseyin Aslan, şöyle uyarıyor;
“Bugün her önüne gelen müteahhidim diyor. Ve sorumsuz bir şekilde kat karşılığı işler yapıyorlar. Oranlar da korkutucu düzeyde. Yüzde 50-60’a varıyor. Bu oranlarla ileride müteahhidin işin altından kalkamaması riski var. Bu da birkaç yıl içinde İzmir’de yarım kalan inşaatlar anlamı taşıyor. Yani konutzedeler ortaya çıkabilir. Bu yapıda olan yine vatandaşa olur.”


MODERN GECEKONDULAR
Kentsel dönüşümün İzmir’de bina bazlı yapılmaya başlandığına dikkat çeken Aslan, “Bu işten birkaç kesim kazançlı çıkıyor. Orta ve düşük gelir için planlanan dönüşüm bugün lüks konut oluyor. Bunu İzmir’in birçok yerinde görmek mümkün. Bir blok yapılıyor, KDV ve bütün vergilerden muaf oluyorsunuz. Kira yardımı ile ucuz kredi alıyorsunuz. Sonuçta hem bu iş amacından sapıyor, hem de plansız şekilde modern gecekondular ortaya çıkıyor” diye konuştu.

DÖNÜŞEMEDİK

Yazının Devamını Oku

Yoğurdun ağası

1 Şubat 2015

HER şey büyük dede Hacı Sakıpağa’nın Arnavutluk’tan Selanik’e göçüyle başlar. 1900’lü yılların başlarıdır. Önce yol işçiliği, ardından da aşçı çıraklığı ve kalfalığıyla geçimini sağlar. Bu dönemde sütlü tatlılar ve yoğurtla tanışır. Tarih 1923’ü gösterdiğinde ise büyük dede, mübadelede ailesiyle İzmir’e gelir. Ve Bostanlı’da iki katlı bir evin alt katında ürettiği yoğurdu, sırt tablasıyla sokaklarda satar. Yoğurtçu Sakıp Bey, yıllar sonra hem markaları, hem soyadları olan ‘Sakıpağa’ adıyla çağrılmaya başlar. İçi sırlı toprak kaselerde başlayan serüvenine ilkleri ekleyerek yoluna devam eden Sakıpağa’yı, bugün 3 ve 4’üncü kuşak temsilcileri yönetiyor. Ulusal marka olma hedefiyle emin adımlarla büyüyen Sakıpağa’ya Dönerevi ve Sütevi de eşlik ediyor.
Sakıpağa markasının dünü, bugünü ve yarınını üretimden sorumlu 4’üncü kuşak temsilcileri Tevfik Sakıpağa ile Didem Sakıpağa’dan dinledik. Büyük dede Sakıpağa, ailesiyle 1909’da Arnavutluk’tan Selanik’e gelir ve geçimini önce yollara taş döşeyerek sağlar. Tevfik Sakıpağa, bu işin büyük dedeye biraz ağır geldiğini anlatarak, şöyle devam etti:

MÜBADELEYLE İZMİR’E“Yol işçiliği yaptığı dönemde öğlen yemeklerini yediği bir lokanta varmış. Büyük dede yine bir öğlen gittiği lokantada ustanın çırağının gelmediğini fark eder ve yardıma başlar. Lokantanın sahibi de büyük dedeye iş teklif eder. Büyük dede yol işçiliğini bırakıp burada çalışır, ustadan muhallebi gibi sütlü tatlılarla yoğurt yapımını öğrenir. 1923’te de ailesiyle mübadeleyle Selanik’ten İzmir’e gelir. Büyük dedeye İzmir Bayraklı’da bir bağ verilir ama dede, ‘ben üzümden anlamam. Üzümleri bozarım. Bana başka bir şey verin’ der. Onun üzerine Bostanlı’da iki katlı bir ev verilir. Orada, eşi Necmiye Hanım’la eşek sırtında topladıkları sütten yoğurt yapmaya başlar. Ve Sakıpağa’nın temeli böyle atılır. Büyük dede tablalarla sokak sokak dolaşıp yoğurt satar. O dönemde yoğurt satıcılarını isminin yanına ağayı ekleyerek çağırırlarmış. İşte o dönem büyük dedeyi çağırmak için kullanan ‘Sakıpağa’ yıllar sonra hem marka, hem de ailenin soyadı olur.”
TABLADAN FABRİKAYATablalarda yoğurt satanlara ‘tablakar’ dendiğini anlatan Tevfik Sakıpağa, büyük dedenin yoğurt satmaya başladıktan bir yıl sonra yanında 13 kişiyi çalıştırmaya başladığını ifade ederek, “1939’de ise dedem Tevfik Sakıpağa ile Karşıyaka çarşıda bir dükkana geçer. Daha sonra ise Soğukkuyu’da bir mandıra açılır. Sakıpağa 1973 yılında hayatını kaybettikten sonra işi dedem Tevfik Sakıpağa ile babam ve amcamlar devralır. Onlar da 1984’te Örnekköy’de mandıradan büyük, fabrikadan küçük üretim tesisini hayata geçirir. 90’lı yıllarda ise dördüncü kuşak yani bizler çalışma hayatına adım attık. 1999’da ise teknolojiyle geleneğin buluştuğu Menemen’deki fabrika hizmete girdi” bilgisini paylaştı.

İKİ YIL KAMYONLA DAĞITIM
Bugün şirkette 3’üncü kuşaktan üç, 4’üncü kuşaktan ise dört temsilci bulunuyor. Dördüncü kuşaktan Tevfik Sakıpağa, dördüncü kuşağın kiminin üretimde, kiminin pazarlamada, kiminin de finansta çalıştığını belirterek, “Herkesin bir görevi var. Eğitimi tamamlayıp askere gittim ve 1998’de çalışmaya başladım. İki yıl dağıtıma çıkan kamyonlarda bakkal bakkal dolaştım. İşi öğrenmek için bunu yaptım. Dağıtıma çıktım. Önce pazarlamaya bakıyordum, şimdi de üretimdeyim” dedi.

Yazının Devamını Oku

Hırdavat dükkanından şirketler topluluğuna

27 Ocak 2015

GİRİŞİMCİLİK öyküsü 6 yaşında dedesinin hırdavat dükkanında başlar. Ticaret ve esnaflığın inceliklerini öğrenir. Liseyi bitirene kadar da her yaz tatilini dedesinin dükkanında geçirir. Maliye Muhasebe Yüksek Okulu’nda okurken bile bu devam eder. Hakim babası memur olmasını istese de Levent Çullas, 1980’de kendi işini kurmaya karar verir. Adapazarı’nda açtığı mağaza kente büyük, Levent Çullas’a küçük gelir. Ve İstanbul’da orman ve bahçe aletleri mağazası açar. Husqvarna’nın Türkiye distribütörlüğünü alır. Ve kısa sürede satışta dünya lideri olan Çullas, 2004’te bir gezi için geldiği İzmir’de yabancı firmaların Türkiye’nin madenlerini ucuz fiyatla yurt dışına götürdüğüne şahit olur. Sektörde gördüğü ışıkla da Bergama Madencilik’i kuran Levent Çullas, bugün perlitte önemli bir aktör konumuna geldi. Çullas’ın gündeminde ise ‘milli madenimiz’ olarak nitelendirdiği perlitten katma değeri yüksek ürünler üretmek var. 30 sektörde kullanılacak perlit ürünleri için yoğun Ar-Ge çalışması yürüten Levent Çullas, bunun için Aliağa ve Akhisar’da fabrika kurmayı planlıyor. Ar-Ge sonuçlarına göre hareket eden Çullas, 2016’da ilk fabrikayı 30 milyon dolarlık yatırımla hayata geçirmeyi hedefliyor.

Çullas Orman Bahçe ve Tarım Makineleri A.Ş., Çullas Yapı Malzemeleri A.Ş., Bergama Madencilik A.Ş., Genç Otomotiv A.Ş. ve Bedri Usta restoran zinciri gibi hem üretim, hem ticaret, hem de gıda alanındaki Çullas Grubu’nun yönetim kurulu başkanı Levent Çullas ile girişimcilik öyküsü ile Ege’de planladıkları yatırımları konuştuk.

İLK ADIM 6 YAŞINDAAslında devlet memuru bir babanın oğludur Levent Çullas. Ailenin o dönem en büyük torunu olduğu için çocukluğunun bir kısmı Adapazarı’ndaki dedesinin yanında geçer... Hırdavatçı olan dedesinin 6 yaşında kendisini dükkana çağırdığını anlatan Çullas, şöyle devam etti:
“Ben, ‘dede sana bu yaşımda nasıl faydam olur’ diye sorardım. O da, ‘metreyle, bıçağı bile getirsen faydadır’ derdi. Böylece dedem beni hem ticarete, hem de esnaflığa alıştırdı. Daha sonra Gediz’de hakimlik yapan babamın yanına döndüm. Ama bütün yaz tatillerinde Adapazarı’na dedemin yanına gidiyordum. Liseyi bitirene kadar bu böyle devam etti. Daha sonra Beyazıt Maliye Muhasebe Yüksek Okulu’nu kazandım. Hatta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile aynı dönem okuduk. İkinci sınıftan sonra devam zorunluluğu olmayınca da dedemin dükkanında çalışmaya devam ettim. Bütün deneyimimi de orada kazandım.”

Yazının Devamını Oku

İhtilalin getirdiği lezzet

18 Ocak 2015

HER şey yıllar yıllar önce dede merhum Mehmet Celalettin Reyhan’ın Çamlıhemşin’den Rusya’ya gitmesiyle başlar... Çarlık Rusya’sında pastacılığı öğrenen dede, daha sonra da kendi pastanesini işletir. Bolşevik ihtilaliyle de memlekete dönüş gerçekleşir. Pastacılık geleneğini çocuklarına da aşılayan Mehmet Celalettin Reyhan, önce İstanbul’da ekmek ve pasta fırınıyla yola devam eder. 40’lı yıllarda ise İzmir’e gelinir ve Mehmet Celalettin Reyhan’ın çocukları ve yeğeni Basmane’de Fuar Pastanesi’ni açar. Ve 1965’te ise o dönemin en avangarte yeri olan Reyhan Pastanesi kentte yeni bir soluk getirir. 1978’de İzmir Alsancak’ta 8 kata imar izniyle birlikte mevcut yeri yıkılan mekan, 1991’de kaldığı yerden devam eder. Bugün Reyhan ve Albay ailesinden üçüncü kuşak temsilcilerinin yönettiği marka, butik anlayışından ve amatör ruhundan ödün vermeden yoluna devam ediyor. İzmir’de 5 şubesi bulunan markanın, 2016’de ise yeni şube planları var. Mutluluğu paketleyip satan markanın gönlünde ayrıca, İstanbul’da da mağaza açmak yatıyor.
İzmir’in simge markalarından biri olan, lezzeti kent sınırlarını dışına çıkan Reyhan Pastanesi’nin kuruluş öyküsünü, üçüncü kuşak temsilcisi olan ve çocukluk yıllarından bu yana işin mutfağında yer alan Hatice Reyhan Kutlu’dan dinledik.

Para çocuklara oyuncak oluyor
Pastacılığın temellerinin 1900’lerin başında Çarlık Rusya’nda atıldığını anlatan Hatice Reyhan Kutlu, şöyle devam etti:
“Dedem Mehmet Celalettin Reyhan’ın babası ticaretle uğraşan biriymiş. Ani ölümüyle birlikte de aile ekonomik sıkıntıya giriyor ve çözümü yurt dışına yani Rusya’ya giderek buluyorlar. Dedemler, Rusya’da pastacılığı öğreniyorlar. Ve bir süre sonra da kendi mekanlarını açıyor. Pastacılığın yanında otelcilik yapıyor. Hatta bugün Sivastopol’da bulunan Hükümet Konağı, dedemlerin işlettiği otelmiş. Tabi Bolşevik ihtilalinin ardından Rusya’da ekmek karneye bağlanır. Dedem, fakirlere karnesiz ekmek verdiği için hapis yatıyor. Daha sonra ise Türkiye’nin yolunu tutuyor. Tabi orada kazandığı paralar, pul, çocuklara oyuncak oluyor. Çamlıhemşin’de yapabileceklere çok iş olmayınca da Türkiye içinde gurbetlik serüveni başlıyor. İlk durakları da İstanbul oluyor. Ve fırıncılık yapıyorlar. 1940’larda da İzmir’e geliyorlar. Babam ve amcamlar, kuzenleri Enver Albay ile Basmane’de Fuar Pastanesi’ni açıyorlar. Hatta tutukları dükkanın 30 yıllık kirasını bile peşin ödüyor.”

İmarla 13 yıllık ara
Fuar Pastanesi’nin ardından 1965’te Alsancak’ta bir Rum evinde Reyhan Pasta ve Kokteyl Salonu’nun kurulduğunu dile getiren Hatice Reyhan Kutlu, mekanın tasarımını İstanbul’u ünlü bir mimara yaptırıldığını belirterek, o döneme ilişkin şu bilgileri paylaştı:

Yazının Devamını Oku

Mektupla başladı sayaçta dev oldu

11 Ocak 2015

GİRİŞİMCİLİK ruhunun tohumları 6 yaşında, babasının demir atölyesinde atılır. Lise yıllarında okulunun resmini bastırdığı mektuplu bloknotlarla ilk parasını kazandı... Üniversitede de benzer girişimlerde bulunur. ODTÜ Elektronik Mühendisliği’ni bitirince, bir süre özel sektörde çalışır. Mezun olduğu dönemde rektörün, ‘kendi işinizi kuracak donanımdasınız’ sözünden de cesaret alarak 1991’de kendi işinin patronu olmaya karar verir. Sanayi sitesinde 30-40 metrekare izbe bir yer kiralar, bir masa, bir sandalyeyle elektronik tartıların devrelerinin tasarımı ve üretimini yapar. 26-27 yaşlarında ise fikir ve inovasyonuna inanan Arçelik’in beyaz eşya grubu için elektronik ürün tasarımı ve üretimine odaklanır... 2000’li yılların başında elektronik sayaç üretimiyle yeni bir kulvar açan Mustafa Karabağlı, ‘Luna’ markasıyla bugün Türkiye’de yaklaşık 10 milyon evde akıllı sayaçla yerini almış durumda. Ayda 300 bin sayaç üretim kapasitesiyle pazar lideri olan Mustafa Karabağlı, 2015’te de ‘3 yeni çocuğunu’ tanıtmaya hazırlanıyor. Karabağlı, elektronik sayacın yanına su sayacıyla LED aydınlatma ürünlerini de piyasaya sundu. Bir kaç ayda buna grup prizlerini eklemeye hazırlanan Mustafa Karabağlı, Ege’nin ilk elektrik ve elektronik ürünlerinin test edilebileceği bir laboratuvar açmayı planlıyor. Karabağlı’nın bir gözü de elektrikli otomotiv ve güneş panellerinin bazı aksamlarında...
Tireli mucit bir babanın oğlu olan Luna Elektrik Elektronik A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Karabağlı ile girişimcilik öyküsünün dünü, bugünü ve yarınını konuştuk.


MEKTUP KAĞIDIYLA İLK PARA
Karabağlı, lise yıllarında kaybettiği babasının ticaretini yaptığı demire atölyesinde şekil de verdiğini vurguladı. Babasının keşfe yatkın olduğunu ve demire şekil veren, delen ya da ezen makinelerini ürettiğini söyleyen Karabağlı, şu bilgileri paylaştı:
“Bu makineleri hala Tire sanayinde görmek mümkün. Türkiye’de yoktu ve dünyada da tek tüktü. Otomobillerin çalışma prensibine bakarak bu makineleri icat ediyordu. 70’li yıllarda oldukça önemliydi. Ben de 6 yaşından itibaren bu atölyenin tozunu yuttum. Okuldan kalan tüm zamanımı babamın atölyesinde geçirdim. Önemli bir tecrübe edindim. İlk ve ortaokulun ardından Kuleli Askeri Lisesi’ni kazandım. Tabii, burada askerliğin farklı parametrelerinin de olduğunu gözlemledim. Ben daha teknik ve analitik biriydim. Dolayısıyla harp akademisi yerine mühendislik alanında kariyerime yön vermeye karar verdim. O yıllarda da babamı kaybettim. 15-16 yaşında biri için zor süreçti. Ama ayakta kalmak için güçlü olmak gerekiyordu. Bu süreçte benim hayatımda bir dönüm noktası oldu. Bu yıllarda babamın atölyesinin dışında ilk girişimcilik adımlarımı attım. O dönem en iyi iletişim aracı mektuptu. Ben de kara kalemle Kuleli’nin resmini çizdirdim. Bunu da mektuplu bloknotların üzerine bastırıp yasak olmasına rağmen okulda sattım. Bu benim kazandığım ilk paraydı. Harçlığımı çıkardım.”

Yazının Devamını Oku

Gençler işbaşında

9 Ocak 2015

SON yıllarda İzmir’de bir şeyler oluyor... Gayrimenkul alanında hareketlilik dikkat çekiyor. Özelikle ‘Yeni Kent Merkezi’ olarak lanse edilen Bayraklı-Turan hattında yapılar birbiri ardına yükseliyor. İzmir’in Manhattan’ı olarak nitelendirilen 450 hektarlık alanda önümüzdeki 10 yılda projeler tamamlandığında 16 milyar dolarlık yatırım yapılması bekleniyor. Bu hareketlilikte genç müteahhitler, “Bizde varız” demeye başladı bile...
İki genç girişimci tarafından 2006’da kurulan Ontan Grup da yoğunluğun yaşadığın Yeni Kent Merkezi’nde ‘Ontan Bayraklı’nın inşasına başladı. Son dönemde yaptıkları Myvia’larla da adlarından sıkça söz ettiren Ontan Grup’un yeni projesinde 261 konut, 17 ticari birim ve 51 ofis yer alıyor.

İlk yüksek yapı

Projeyi 15 ayda tamamlamayı planladıklarını söyleyen Yönetim Kurulu Başkanı Onur Öktem, bugüne kadar yaptıkları çalışmalar arasında Ontan Bayraklı’nın ilk yüksek yapıları olacağını ifade ederek, “Taahhüt anlamında yüksek yapı deneyimimiz oldu ama Ontan’ın kendi projesi anlamında bir ilk. 1+1 ve 2+1 dairelerin yanı sıra modern ofisler ve mağazalar yer alıyor. Ev ve ofis hayatını eğlenceye dönüştüren zengin sosyal olanaklar sunuyoruz” dedi.

Yazının Devamını Oku

Bu işte bir çılgınlık var

4 Ocak 2015

ŞU meşhur Anayasa kitapçığının fırlatılmasıyla patlak veren 2001’deki ekonomik kriz döneminde iş arayışlarına başlar. Önce bir tasarım firmasının Türkiye’deki ilk bayisi olur. Ardından köftecilik gelir. Her iki işi de ‘Bu bana göre değil’ diye bırakır, evde dinlenir. Ve lise defterlerini karıştırırken bulduğu, ‘tişört sat’ notuyla yeni girişimin de rotası belli olur… 2006’da Kök-N’yi kuran Gökhan Peksarı, geleneksel Türk motiflerinin yer aldığı tişört koleksiyonu ‘Turqs’ markasıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı’na satar... Tişörtü bir iletişim aracı olarak kullanan Peksarı, tabii ki boş durmaz. İnovatif ürünlere yönelir. Stiker, tablo ve baskılı ayakkabı gibi ürünlerle farkını konuşturur. Bütün bunları da ‘Dogo’ şemsiyesinde toplar... Gökhan Peksarı, bugün Dogo ile bir yanda ayakkabı-çanta, bir yanda tekstil, bir yanda da ev dekorasyonunda binlerce tasarımı dünyanın dört bir yanına gönderiyor. Online satış, distribütör ve bayilerin yanına 2011’de Dogo dükkanlarını da ekleyen Peksarı’nın, 9 Türkiye’de, 2 de yurt dışında mağazası bulunuyor. Tasarım ürünlerinin yüzde 80’ne yakını kendi markalarıyla ihraç eden Gökhan Peksarı, bu yıl yurt içinde 6, yurt dışında 3 mağaza açmayı planlıyor.

Bu patron biraz farklı
‘Türkiye’nin en ruh hastası ve çılgın tasarım firmasının patronu’ Gökhan Peksarı ile hem girişimcilik öyküsünü, hem de gelecek hedeflerini konuştuk. Aslında ilk girişimcilik deneyimi çocukluk yıllarından... Pazarda su satar. Ama öyle uzun soluklu bir süreç değildir bu. Anne ve babasının inşaat sektöründe faaliyet gösterdiğini ve kendisinin de bu alanda kariyerine yön vermesini istediklerini anlatan Peksarı, şöyle devam etti:
“Ben de Celal Bayar Üniversitesi ekonomiyi seçtim. Ama üçüncü sınıfta üniversite hayatımı sonlandırıp askere gittim. Askerden döndüğüm dönem ise Anayasa kitapçılığının atıldığı ve ekonomik krizin çıktığı 2001’di. İş yapmak istiyorsun ama ortam yok. İş arıyorsun o da yok. O yıllarda riske girip bir tasarım firmasının bayiliğini alıp İzmir’de iki mağaza açtım. Bu iş iki yıl sürdü. Mağazacılık zor işti. Bir günde iki mağazayı kapattım. Sonra gıdaya girme kararı aldım. Aklımda da kafe vardı. İstanbullu bir abimizden fikir alalım dedik. ‘Elde kahve mi olur’ dedi ve köfteci açmamızı söyledi. Onun tavsiyesiyle köfte işine girdik. Orada da hedef bir süre sonra zincir yaratmaktı. Ama bu, benim yapacağım en son işmiş. Bir yıl sonra köfteciyi de kapattık.”

Lise defterindeki o not
İki girişiminin ardından 6 ay evde oturan Gökhan Peksarı, o dönemi şöyle anlattı:
“Lise yıllarında Amerika’dan baskılı tişörtler getiriyordum. Çok havalıydı onları giymek. Kızlar bayılıyordu. Evde oturduğum dönemde de lise defterlerimi kurcalarken bir not ilişti gözüme. ‘Tişört sat’ diye not düşmüşüm. İşte o not benim iş konusunda yol haritam oldu. 2006’da Kök-N Tasarım ve Danışmanlık şirketini kurdum. Tişört işi yapacaktım ama burada da bir farkındalık yapalım istedim. Bir hikaye olursa daha iyi iş yaparız diye düşündüm. Türk motiflerinden oluşan bir tişört koleksiyonu hazırladık. Tişörtlerdeki motiflerin öyküsünü anlatan bir de etikete yer verdik. Ve bitmiş ürünle Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kapısını çaldık. Ve ‘Turqs’ markasıyla o koleksiyonu bakanlığa sattık. Tişörtü bir iletişim aracı olarak kullandık. Firmaların farkına varmadığı, para kazandıracak işler araştırdım. Tabii bu arada Kültür ve Turizm Bakanlığı, ‘Turqs ile geleneklerimizi yabancılara tanıttınız, bunları gençlere de aşılayın’ diye markayı bize geri verdi. Biz de iç piyasaya sunduk. Ardından stiker ve tablo işleri yaptık. 2010’da da baskılı ayakkabı işine girdik. Ve bazen ayakkabıcı, bazen tekstilci, bazen de ev dekorasyonunda sorumlu bir yapıda yolumuza devam ediyoruz.”200 BİN ÇİFT SATTI Dogo’nun Kök-N’in konsept markası olduğunu anlatan Gökhan Peksarı, altında 30’e yakın alt markanın bulunduğunu belirterek, amiral gemisinin baskılı ayakkabı grubunda olduğunu söylüyor. Peksarı, “Baskılı ayakkabıda bir çığır açtık. Kendi markamızla dünyanın dört bir yanına bu ayakkabılardan gönderiyoruz. 2014’te 200 bin çifte yakın ayakkabı sattık. Tüm ürünlerin tasarımları bizim. İyi bir ekibimiz var. Üretimi de İzmir’de yaptırıyoruz. Bizim için üretim yapan fasoncularımız var. Ama ayakkabıda artık sadece bizim için üretim yapan üreticiler var” diyor.

Yazının Devamını Oku