İSMAİL Demirtaş, Ankara İnşaat Teknik Lisesi Alt Yapı Bölümü, ardından da Ankara Yüksek Teknik Öğretmen Okulu’nun bitirir. Öğretmen olur. Ama aklında hep bir şeyler üretme, kalıcı eser bırakma vardır. Bir yıllık öğretmenliğin ardından kendi işini kurma kararı alır. Bir aylık memur maaşını sermaye yapar ve izolasyon sektörüne adım atar. 1982’de eşi Gül Demirtaş’la kurduğu İzotaş ile su yalıtımı konusunda çözümler üretir. Su yalıtım malzemesi üretimiyle başlayan serüvene zamanla çimento katkıları ve çatı kaplamayı da ekleyen İsmail-Gül Demirtaş, bugün bayrağı ikinci kuşağa devretmiş. Kızları Burçin Öncü ve Tuğçe Demirtaş, erkek egemen sektörde devraldıkları bayrağı daha yukarı taşımak için mücadele veriyor. İzolasyon sektörünün sorunlu alanlarına yönelik kalıcı çözümler üreten ikinci kuşağın gündeminde nano teknolojik ürünler var.
ÖĞRETMENLİĞİ BIRAKTI İŞİNİ KURDU
Molümer ve İzoleser markalarıyla butik ama sonuç odaklı çözümler üreten İzotaş İzolasyon’un hem kuruluş öyküsünü, hem de gelecek hedeflerini, ikinci kuşak temsilcileri mali işler müdürü Burçin Öncü ve üretim müdürü Tuğçe Demirtaş’tan dinledik. Tuğçe Demirtaş, şirketin kuruluş öyküsünü anlattı:
“Lise eğitimi için Aydın’dan Ankara’ya giden baba İsmail Demirtaş, burada Ankara İnşaat Teknik Lisesi Alt Yapı Bölümü’nü okur. Ardından da Gazi Üniversitesi Ankara Yüksek Teknik Öğretmen Okulu’nu tamamlar. Ve öğretmen olarak Erzurum’a atanır. Ama babamın aklında bir şeyler üretme fikri vardır. Bir yıl öğretmenlik yapar ve istifa eder. İzmir’de eğitimini aldığı alanda, yani izolasyon sektöründe faaliyet göstermek için şirket kurar. Balçova’da küçük bir atölyede su yalıtım yapan ürünler üretir. İzotaş İzolasyon’un sermayesi ise bir aylık memur maaşıdır.”
İLKOKULUN ardından okumama kararı alır. Babası da o daha 12 yaşındayken işletmesi için bir bakkal açar. Bir yıl sonra babasını kaybeden Ali Oğuz, 3 kardeşiyle akrabalarının yanına yerleşir. Bir an önce işlerinin sorumluluğunu üstlenmek isteyen Oğuz, önce yaşını büyütür, ardından askere gider. Döndüğünde de bakkal, su tesisatçılığı, jeneratör santrali bakımı, traktör tamirciliği, dolmuşçuluk gibi birçok iş yapar. 1980’de ise kuru üzüm ticareti için ortaklı bir şirket kurar. Ali Oğuz, 1996’da bu ortaklıktan ayrılarak hayata geçirdiği Oğuzcan Tarım’la kendi işinin başına geçer. Kurutulmuş domates, salamura asma yaprağı, kuru meyve ve domates salçası gibi ürünleri işleyerek yurt dışına gönderen Oğuz, bugün yıllık 10 milyon dolarlık ihracat gerçekleştiren bir kurumu yönetiyor. Oğuz’un yoğun mücadelelerle günümüze getirdiği şirketi, ikinci kuşak yeni projelerle daha üst noktalara taşımaya çabalıyor. Bunun en somut örneği de yakın zamanda şarküterilerde yerini alan Annemin Ürünleri...
Mücadele dolu bir yaşam
Sorumluluklarla dolu bir çocukluk ve mücadele dolu bir hayat süren Oğuzcan Tarım A.Ş.’nin kurucusu Ali Oğuz’la girişimcilik serüvenini konuştuk. Hayatını topraktan kazanan bir aileden gelen Ali Oğuz’un babası merhum Hulusi Oğuz, 1920’li yıllarda savaş döneminde anne ve babasını kaybettiğinde henüz 6 yaşındadır. O yaşta anne ve babasını kaybeden Hulusi Oğuz da İzmir Kemalpaşa Ören’deki akrabalarının yanına gelir. Ali Oğuz, hikayeye devamını etti:
“Babam akrabalarının yanında bir yandan toprak işleriyle uğraşır, bir yandan da kurulan zeytinyağı tesisinde çalışır. Zeytinyağı tesisi ilk etapta eşek gücüyle çalışır. Daha sonra ise gelişen teknolojiyle bir dizel motor alınır ve taş baskı zeytinyağı onunla sıkılır. Babam bu aşamada dizel motorlara merak salar ve makinistliği öğrenir. 1945’te köye elektrik sağlamak için bir jeneratör santrali kurma kararı alır. Bu santralin başına da babam geçer. Gündüzleri bağ, bahçe ve zeytinyağı, akşam da santralde çalışır. Biz de bu santralde büyüdük ve ben motorla elektrik işlerine merak saldım.”
Birçok işe el attı
Ali Oğuz’un ilkokulu bitirdikten sonra babasının, ‘Okuyacak mısın?’ sorusuna yanıtı ‘hayır’ olur. Babası, 12 yaşındaki Ali Oğuz’a bir bakkal dükkanı açar. Bir yıl sonra babasını kaybeden Ali Oğuz ve 3 kardeşi bir akrabalarının yanına yerleşir... Ali Oğuz, o dönemi anlattı:
FİTİLİ Kemal İpbaş’ın asker arkadaşının, ‘pide salonlarında iyi para var’ sözü ateşler. Bu sözün en somut örneği de pidecilikten kazanılan parayla alınan bir dönemin efsanesi Murat 131 olur. O döneme kadar koyun, keçi gütmekten pamuk toplamaya, puantörlükten vekil öğretmenliğe, kahvecilikten resepsiyonistliğe kadar birçok işte çalışan Kemal İpbaş, asker arkadaşının sözüne kulak verir. Ve yokluklar içinde 1985’te iyi bir pide ustası olan, ağabeyinin oğlu Osman İpbaş’la İzmir Bornova’da 3 masalı Kırçiçeği’ni açar. Zorluk ve mücadeleyle hayatlarını devam ettiren amca ve yeğen, bugün 5 kentte 16 şubeli zincir restoran oluşturmayı başardı. Franchise vermeden büyümeyi tercih eden Kemal ve Osman İpbaş, 2020’ye kadar Kırçiçeği sayısını 30’un üzerine çıkarmayı planlıyor. Lezzetinin yanı sıra sosyal sorumluluk projeleriyle de adını sıkça duyuran markanın hedefleri arasında endüstriyel ürün ve ihracat var.
KÖYDE GEÇEN ZOR BİR ÇOCUKLUK
Bugün 30’uncu yıllını kutlayan Kırçiçeği’nin kurucuları Kemal İpbaş ve Osman İpbaş’la markanın doğuş öyküsüyle gelecek planlarını konuştuk. Kırçeçiği, Aydın Karacasulu İpbaş Ailesi’nin iki ferdi, amca ve yeğenin yoğun mücadeleleriyle kurulan ve bugün restorancılık alanında önemli bir marka.
Kırçiçeği’nin bağlı olduğu İpbaş Grubu’nun Yönetim Kurulu Başkanı Kemal İpbaş, çocukluk yıllarında hem okumuş, hem de çalışmış. Yoksul bir aileden gelen İpbaş, ekonomiye katkı için 16 yaşına kadar köyde koyun, keçi gütmüş, pamuk toplamış. Kemal İpbaş o günleri şöyle anlatıyor:
“Çocukluğum zor koşullarda geçti. Gelecekle ilgili çözüm ya okumak, ya da bir meslek edinmekten geçiyordu. Ben de hem okudum, hem çalıştım. Koçarlı’ya ailemle pamuk toplamak için gittiğim bir eylül ayında kamyondan atlayarak Aydın’da ticaret lisesine kaydoldum. Ve bir yıl otelde çalıştım. Ağabeyim karayolu işi yapan bir inşaat firmasının idarecilerindendi. Ben de onun yanında yaz tatillerinde çalıştım. 1978’de liseyi bitirdim ve otoyol yapımında puantör olarak çalıştım. Hem üniversiteye hazırlanıyor, hem de puantörlük yapıyordum. Isparta Meslek Yüksek Okulu İşletme Muhasebe Bölümü’nü kazandım. 2 yıllık üniversite sürecinin ardından da askere gittim. Burada hem ticaret, hem de ihale konusunda ciddi deneyim kazandım.”
AMCA YEĞEN DAYANIŞMASI
BABASINDAN ticareti, doktor amcasından bilimi öğrenir. Merak duyduğu bir alansa elektrik ve elektroniktir. Öyle ki çocukluk yıllarında evde kurcalamadığı televizyon, radyo ve telefon kalmamıştır... Bu ilgisini gören annesi de onu ortaokul yıllarında bilgisayar kursuna gönderir. Liseyi bitirir bitirmez de bir şirketin muhasebe servisinde işe başlar, finans müdürlüğüne kadar yükselir. Ama babası, Semih Salnur’un askerlik görevini yedek subay olarak yapmasını ister. O da 27 yaşında üniversite sınavlarına girer ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’ni kazanır. Yatay geçişle geldiği Ege Üniversitesi’nde hocalarıyla birçok araştırmada yer alır. Doktora öğrencisiyken geliştirdiği ‘Suyun Kullanımı ve Kalitesinin Telemetre Metoduyla Yönetimi’ projesiyle TÜBİTAK’tan destek alır. 2007’de kurduğu HSV Arge ile sensör aracılığıyla makineler arasında iletişimi sağladığı patentli birçok projeyi hayata geçirir. ‘Farmville’ adlı sanal çiftlik oyununun gerçeğini yapan su ürünleri yüksek mühendisi, namı diğer çılgın hoca Semih Salnur, bugünlerde de çiçekleri konuşturuyor. Salnur’un gündeminde yine sensör aracılığıyla şeker ya da ‘en uygun hamile kalma’ dönemini takip eden sistemler var.
BEŞ YAŞINDA İLKOKULASemih Salnur, Kurtuluş Savaşı’nın olduğu yıllarda Balkanlar’da kalbi Türkiye için atanlardan, hatta bir gece oturduğu kahvehanede gaz lambasını patlatarak, “Kendimizi yakarız. Öldürürüz” diyerek mücadeleye destek veren bir dedenin torunu. Makineler arası ya da makinelerin insanlarla iletişimi sağlamak adına kurduğu HSV Ar-Ge’de farkındalık yaratan projelere imza atan Su Ürünleri Yüksek Mühendisi Semih Salnur’la girişimcilik serüvenini konuştuk. Ağırlıklı ticaretle uğraşan bir aileden gelen Salnur, dedesinin Balkanlar’da ‘Kurtuluş Savaşı’nın ateşini ilk yakanlardan biri olduğunu, 1920’li yıllarda ise İzmir’e geldiğini söyleyerek, şöyle devam etti:
“Dedem Hıfzı Salnur, İzmir Mimar Kemalettin’de el yazması ticareti yaparak 4 çocuğunu büyütür. Zaten geldiği yerde de ticaretle uğraşıyordu. En büyük amcam Salih Salnur doktordu. Bir amcam da İzmir’de herkesin ‘Baba Özer’ diye bildiği KSK’li ve Galatasaray’lı basketbolcü Özer Salnur’du. Merhum babam Hasan Salnur ise babasıyla önce Mimar Kemalettin Çarşısı’nda toptan tuhafiye işinde çalışıyordu. Benim çocukluğum da Mimar Kemalettin’de geçti. Yaz tatili nedir bilmezdim. Birçok işte çalıştım. Dayımın oğlu benden büyüktü. O ilkokula başlayınca, ‘benim ondan neyim eksik’ diye 5 yaşında ben de ilkokula gittim.”
PARÇA ARTIRAN USTA
Babasından ticareti, doktor olan amcasından ise bilimi öğrendiğini söyleyen Semih Salnur, ortaokul yıllarında merak saldığı bir alanın da elektrik-elektronik olduğunu ve bu uğurda evde açılmadık televizyon, radyo ve telefon bırakmadığını ve her işten parça artırdığını söyledi. ‘Çok elektrik çarptı’ diyen Semih Salnur, öykünün devamını anlattı:
BİLKENT Üniversitesi İşletme’yi bitirir. Finans alanında iş hayatına adım atar. Bir süre sonra Amerika’nın yolunu tutar, boyacılıktan dış ticarete kadar birçok alanda çalışır. Türkiye’ye döner. Bir dönemin efsanesi Lio’da işe başlar. Orta Avrupa ve Arap ülkelerine zeytinyağı satar. Ama Mete Eltepe’nin aklında üretimle ilgili iş yapma fikri vardır. 2005’te kendi şirketini kuran Mete Eltepe’nin zeytin sevdası, önce ticarette, ardından da zeytinyağlı doğal sabun üretimiyle girişimcilik kulvarından kendine yeni sayfa açar. ‘Elitar’ markalı zeytinyağlı sabun üretimine zamanla Ege’nin önemli tarımsal ürünlerini de ekleyen Eltepe, bugün sabundan şampuana, kremden zeytin ağaçların budanmasından elde edilen hediyelik eşyalara kadar 50’ye yakın ürünle faaliyet gösteriyor. Urla ve Bornova’daki atölyelerinde üretim yapan Mete Eltepe, Kemeraltı’ndaki mağazanın yanı sıra 50 bayi kanalıyla tüketiciyle buluşuyor. Bir dünya markası olma hedefiyle hareket eden Mete Eltepe’nin gündeminde yeni mağaza var.
ÇOCUKKEN BAŞLADI ARKASI GELDİ
Aslında çocukluk yıllarında kendi işini kurma, bir şeyler üretme fikri olan Elitar Gıda’nın kurucusu Mete Eltepe ile girişimcilik serüvenini konuştuk. İlk iş deneyimine 8’li yaşlarda mahalledeki eczanede çırak olarak başlayan Eltepe, o dönemi şöyle anlattı:
“Tüm arkadaşlarım tatil yaptığı dönemde ben eczanede çalışıyordum. Arkadaşlarım benim oyundan uzak kalmamam adına futbol maçlarını eczanenin önünde yapıyordu. Daha sonra ise dedemin Kemeraltı’nda hırdavat malzemeleri satan dükkanında müşteriyle temasım oldu. Bunların dışında farklı iş deneyimlerimde oldu. Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde okuduğum yıllarda ise hobimi kullanarak para kazandım. Milli yüzücüyüm. Üniversite boyunca bir spor salonunda bulunan havuzda cankurtaran olarak çalıştım.”
DAHA çocukken, ‘Nasıl para kazanırım, zengin olurum?’ soruları kafasında dolaşır ve 9’lu yaşlarda ticarete atılır. Tırnak makası, koku, gazete, ayran ve Fuar sigarası satar. Ticari zekasıyla büyüklere esin kaynağı olur. Lise yıllarında İstanbul’da tekstil alanında yaptığı araştırmaları İzmirli yatırımcıların bilgisine sunar. Üniversitenin ardından iş hayatına atılmaya hazırlanan Levent Ürkmez, likit ürünler ve ziftli kağıt üreten babası Lütfü Ürkmez’in ‘senin adına izolasyon malzemesi satacak dükkan açıyoruz’ sözüyle girişimcilik kulvarında yeni bir sayfa açar. Levent İzolasyon’u Türkiye’de bilinen bir kurum yapma hedefiyle hareket eden Levent Ürkmez, bayisi olduğu Bitümlü Tecrit Maddeleri yani BTM’nin cirosunun yüzde 75’ni tek başına yapar. Bir vade sorunu nedeniyle ters düştüğü BTM’yi 1986’da Mustafa Orhan’la satın alır. İstanbul Çayırova’daki tesisleri söküp İzmir Kemalpaşa’ya taşıyan Levent Ürkmez, bugün BTM’yi yalıtım sektöründe önemli marka yapmayı başardı. İzmir’deki 3, Kazakistan’daki bir fabrikasında, endüstriyel kağıttan çatı kaplamaya, su-ısı yalıtımından temizlik kağıdına birçok ürün ürüten BTM Grubu, geçen yılki 80 milyon dolarlık yatırımın meyvelerini de toplamaya hazırlanıyor. 2015’te 420 milyon TL ciro hedefleyen grubun gündeminde yabancı bir şirket almak da var.
Babasından borç aldı
Çocukluk yıllarında girişimci bir ruha sahip olan ve ticari zekasıyla sermayesi olmadan önemli işlere imza atan BTM Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Levent Ürkmez’le girişimcilik öyküsünü konuştuk. Bugün BTM’nin en büyük varlık kaynağı 1970’lerde kurulan Levent İzolasyon. Tabii onun da ortaya çıkmasında kendisi gibi girişimci ruha sahip olan merhum babası Lütfü Ürkmez’in büyük payı var. Basmane’de 1950’li yıllarda bir otelin müdürlüğünü yapan Lütfü Ürkmez, yalıtım malzemesinde uzman bir Ermeni’yle tanışır. Levent Ürkmez, o süreci şöyle anlattı:
“Türkiye’yi terk etmek üzere olan ve babamı çok seven bu Ermeni, likit ürünlerle ilgili formüller verir. Babam da bu formüllerle Yeşilyurt’ta bir aparmanın altında küçük bir imalathane kurup likit ürünler ve ziftli kağıt üretmeye başlamış. Aslında bizim yalıtımla tanışmamızın ilk adımı bu. Tabii babam daha sonra otel işini bıraktı ve bu işe yoğunlaştı. Üretimin yanında asfalt işleri yaptı. Babam bunlarla uğraşırken ben küçüktüm ama müteşebbis bir ruhla ‘nasıl para kazanırımın’ peşindeydim. İlk iş deneyimim de 8-9 yaşında babamın müdürlük yaptığı otelin önünde Kore’den gelen tırnak makası, koku, Amerikan sigarası satan bir ağabeyin yanında oldu. Satış yaptım. 1 lira haftalık alıyordum ve ilk kazancımla da babaannemi açık hava sinemasına götürmüştüm. Daha sonra babamdan borç aldığım 22,5 lirayla İzmir Fuarı’nda ‘Fuar Sigarası’ sattım. Karlı bir işti. Beni gören büyükler de bu işe el attı. Boş durmayı sevmediğim için gazete sattım. Çocukluğumun geçtiği Ballıkuyu’nun meşhur bir yokuşu vardı. O yokuşu çıkanlara yorgunluklarını atsınlar diye ayran sattım. Hem para kazandım, hem hayır duası aldım. Lisedeyse İstanbul’a gidip, özellikle tekstil sektöründe pazar araştırması yapıyordum. Öğrendiklerimi gelip İzmir’deki yatırımcı ya da girişimcilere anlatıyordum. ‘Bu alanda bu çıkmış, iş yapabilirsiniz’ ya da ‘yeni trendler bunlar’ diye tüyolar veriyordum. Tabii bundan para kazanmasam da tecrübe en büyük kazanım oldu.”
Resti büyük oldu
GEÇİMİNİ topraktan sağlayan ailenin ilk erkek torunudur. Bu sorumlulukla, ‘Hayata nasıl erken atılırım?’ diye hareket eder... Bir yandan toprakla uğraşan babasını, bir yandan da sanayici dayısını yakından izler. Lise döneminin yaz tatillerinde İzmir Çınarlı’da dayısının toprak sanayisine makine üreten atölyesinde çalışır. Haftanın 6 günü Foça-Çınarlı arasında mekik dokuyan Birol Celep, bir yandan da haftalığını çoğaltmanın yollarını arar. Ve pazarda pirinç ve horoz fasulyesi satar. Liseden mezun olduktan sonra da dayısının fabrikasında çırak olarak işbaşı yapar. Hedefine üniversite eğitimi dışında ulaşmaya karar veren Birol Celep, kısa zamanda ustabaşılık, ardından da müdürlüğe yükselir... Askerlik dönüşü de aile şirketinde işbaşı yapan Birol Celep, 90’lı yılların başında yeni arayışlara girer. Uluslararası alanda büyük tanıtımı yapılan, ancak faaliyete geçmeden satışa çıkarılan kuru meyve üreticisi K.F.C Gıda ile yollar kesişir. K.F.C Gıda’nın 1994’te çoğunluk hissesini alarak yeni bir kulvara geçilir ve Birol Celep de bu alanda direksiyona geçer. Birol Celep, bugün K.F.G Gıda’yı kuru incirden üzüme, kayısıdan kurutulmuş biber ve domatese kadar bölgenin değerlerini işleyerek ihraç eden önemli bir marka haline getirdi. 2014’te 50 milyon dolarlık ihracat yapan Celep, 2015 sonunda bunu 55 milyon dolara çıkarmayı hedefliyor. Şirket anayasası hazırlayan ve kurumsallaşma adına çalışmalar yapan Birol Celep’in gündeminde katma değerli tarımsal ürünler var.
DAYISINDAN AYRICALIK GÖRMEZ
Birol Celep de hayata erken atılanlardan... Bugün bir yandan aile şirketi olan K.F.C Gıda’nın, bir yandan da Ege Kuru Meyve ve Mamülleri İhracatçıları Birliği yönetim kurulu başkanlıklarını yürüten Birol Celep’le girişimcilik öyküsünü ve gelecek planlarını konuştuk. 1960 Foça Gerenköy doğumlu Birol Celep, geçimini topraktan sağlayan bir aileden geldiğini belirterek, şöyle devam etti: “Her iki ailenin de ilk erkek torunu olmanın sorumluluğu ve bilinciyle geçen çocukluğum oldu. İlk ve ortaokul yıllarım İzmir Karşıyaka’daki anneannemin yanında geçti. Ama yaz tatillerimde çeltik işiyle uğraşan babamı izliyordum. Tabii 1949’da rahmetli dedemin yarı sanayicilik hamlesi olan çırçırcılığı da gözlemliyordum. İleride sorumluluk alacağımı bildiğim için hazırlık yapıyordum. 15 yaşına geldiğimde de ‘hayata nasıl erken atılırım? sorusun sormaya başladım. Ve 75’li yıllarda sanayiciliğin gelişmeye başladığını görünce de sanat okuluna gitmek kararı aldım. Torna tesviye bölümünü seçtim. İzmir Çınarlı’da toprak sanayisine makine üreten dayımın atölyesinde yazları çalışmaya başladım. Ve haftanın 6 günü Foça’dan otobüsle Çınarlı’ya gidiyordum. Dayımdan yeğeni olduğum için bir ayrıcalık görmüyordum. O yıllarda da liseden birileri beni görecek diye endişelenirdim. Malum üstümüz başımız kir içinde oluyordu. Dayımın yanında çalıştığımda aldığım haftalık bütün olumsuzlukları kapatıyordu.”
HER şey ‘nasıl ücretsiz film izlerim’ diye gittiği bir dönemin olmazsa olmazı açık hava sinemasında gazoz satarak başlar. ‘Sen küçüksün, bu işi yapamazsın’ sözüne inat, en fazla gazozu o satar. İlkokul yıllarında gazoz satışıyla başlayan girişimcilik serüveni yıllar içinde çeşitli alanlarda devam eder. 9 Eylül Üniversitesi İktisadi Ticari Bilimler Fakültesi’nde okuduğu 70’li yıllarda ise Koç Topluluğu’nun Karınca isimli şirketinde işe başlar ve beyaz eşya pazarlar. O dönemde de tarım sektöründeki potansiyeli gören Zahit Ünaldı, bu alanda bir şeyler yapma isteği belirir. Ve Kıbrıs hareketi nedeniyle ambargonun uygulandığı yıllarda bir firmadan büyük uğraşlarla yaprak gübresi alıp kendi markasıyla satar. 10 tonla 3 yıl idare et dedikleri yıl Zahit Ünaldı, 80 ton yaprak gübresi satarak bir rekora imza atar. Daha sonra ise kendi ürünlerini üretme kararı alan Zahit Ünaldı, yenilikçi anlayışla Türkiye’de ilk defa torfu kullanarak organik gübre üretir. Zahit Ünaldı, temellerini 1974’te attığı Ünaldı Organik Gübre ile bugün sektörde ilkelere imza atıyor. Yaprak ve damlama gübresinin yanında, patenti kendine ait olan organik madde kaplı kimyevi gübre yani organomineralin dünyadaki ilk üreticisi... 2016’da Gaziemir Sarnıç’taki tesisini İTOB OSB’ye taşımaya hazırlanan Zahit Ünaldı’nın gündeminde tohum kaplama gibi sürpriz ürünlerin üretimi yer alıyor.
Amacı ücretsiz film izlemekti
Zahit Ünaldı, alıp satmak yerine üretmeyi, ürettiğinin de yenilik barındırmasını ve Türkiye’de olmayan bir şey olmasını isteyen biri. Tüm bu idealini de Ünaldı Organik Gübre A.Ş. ile hayata geçirmiş gibi. Çocukluk döneminde itibaren karşısına çıkan fırsatları yenilikçi bir anlayışla fırsata çevirmeyi bilen Zahit Ünaldı ile girişimcilik öyküsünü konuştuk. Devlet memuru bir babanın çocuğu olan Zahit Ünaldı’nın çocukluk yıllarında başlayan ilginç bir girişimcilik süreci var.
Bir devrin efsanesi açık hava sinemasında ilkokul arkadaşının babasının çay ocağı işlettiğini anlatan Zahit Ünaldı, hikayeye şöyle devam etti:
“Arkadaşım babasının sayesinde ücretsiz izlediği filmleri anlatıyordu. Bir gün beni de götürdü. Benim niyetim ücretsiz film izlemekti. Ama orada gazoz satıcılarını gördüm ve ‘bu işi yapmalıyım’ fikri belirdi. Tabi gazoz satıcıları buradan kazandıkları parayla ev geçindiren insanlar. Yaşları da 20’nin üstü. Ben ise daha ilkokula gidiyorum. Çalışmak istediğimi söylediğimde gazozun konduğu kovaları taşımamın imkansız olduğunu söylediler. Israr edince de kabul ettiler. Kovaları taşımam imkansızdı. Bende kendimce bir sistem geliştirdim. Gazozları buz dolu varilin içine koydum. Kasaları da seyircilerin yanına. Ve 5 dakikalık aralarda gazoz satmaya başladım. Ve en fazla gazozu ben satar oldum. Tabi hem ücretsiz film izledim hem de iyi para kazandım. Aile bütçesine ciddi katkım oldu. Gazoz satışının yanında özellikle yaz tatillerinde farklı işler yaptım. Lisede ise yaz tatilinin bir ayında tüm Türkiye’yi gezmek gibi kendime hedef koymuştum. Ama tatilde bile boş durmadım. Garsonluk yaptım. Bir ilginç anımda Selçuk’taki Bülbül Dağı’ndaki suyu Meryem Ana heykelli cam şişelere koyup kiliselerde satmaktı. Ama siyasi algılandığı için hayata geçmedi. ”
En çok gübre satan adam