Mete Tamer Omur

Zor günlerin ardından yeni başlangıçlara

5 Nisan 2015

BU öykünün iki kahramanı var. İkisi de oldukça meşakkatli süreçten geçer. Farklı alanlarda iş hayatına adım atarlar. Turizm sektöründe yoluna devam eden Kıvanç Meriç, krizlerde sıkıntıya girince ‘sepetteki yumurtaları ayrı sepetlere koyma’ mantığıyla yeni arayışlara girer. Bu aşamada da tanışıklığı çocukluk yıllarından dayanan Özgür Usluer’le yolları kesişir. Kıvanç Meriç, metal kaplama işi yapan ve çalıştığı şirket batma noktasına olan Usluer ile bu alanda temiz bir sayfa açmaya karar verir. 2008’de ismini Roma mitolojisindeki başlangıçlar tanrıçasından olan Lima Galvaniz’i kuran ikili, sıkıntılı aşamanın ardından başarıyı tesciller. Bugün tam otomasyonla gümüşten çinkoya, kalaydan nikele birçok kaplama yapan Lima Galvaniz’le ikili, Kemalpaşa ve Manisa tesislerinde kurumsal firmaların kalitesine kalite katma iddiasıyla yollarına devam ediyor. İkilinin gündeminde yeni ürün ve sektörler var.
Kıvanç Meriç ve Özgür Usluer ile hem Lima Galvaniz’in, hem de onların girişimcilik öyküsünün dünü, bugününü ve yarınını konuştuk... Bankacı babayla ev hanımı annenin çocuğu Usluler, hayatın zorluklarını yaşamış biri... Çalışmaya ortaokul yıllarında başlayan, Lima Galvaniz’in yönetim kurulu başkanı Usluer, o dönemi şöyle anlattı:



BATA ÇIKA BAŞARDI
“Kemeraltı’nda birçok alanda çırak olarak çalıştım. Bankacı olan babam erken emekli oldu, Kemeraltı’nda bir giyim mağazası açtı. Ben o yıllarda liseye gidiyordum. Tabii babam ilk işte battı. İkinci bir dükkan daha açtı, o da battı. Parayı yönetemediği için sonuç hüsran oluyordu. En son güçlü, iyi bir markayla dükkan açtık. İşler iyi gidiyordu. Ama büyük balık küçük balığı yer mantığıyla bir firma bizim sattığımız markanın bayiliğini aldı ve mağaza açtı. Biz de sıkıntıya girdik ve üçüncü kez battık. Bunlar küçük batmalardı. Ben daha sonra Dokuz Eylül Jeofizik Mühendisliği’ni kazandım. O yıllarda da freeshopta çalıştım. Çok zor bir süreçti. 24 saat süren bir mesaiydi. Bu işten dolayı okul uzamaya başladı. Ağabeyim de okulu bitirmem için yanına çağırdı. O da multimedya alanındaydı. Şirketlere web sitesi yapıyordu. Türkiye’de 2001’deki malum ekonomik krizin etkileri nedeniyle firmalar kurtuluşu ihracatta arıyordu. O dönem yabancı dil avantajıyla firmaların ürünlerini ihraç etmeye başladık. Bu işleri yaparken alınan bir malzemenin kaplanması ihtiyacı doğdu. Ama kaplatacak birini bulamayınca ceza yediler. Ağabeyim ve ortağı 2004’te metal kaplama işine girme kararı aldı. İşin sorumluluğu da bana verildi. İyi bir potansiyel vardı. Ama bir süre sonra sıkıntı yaşanmaya başlandı. İşi kurtarmak için de bir yazlık satma fikri ortaya çıktı. Bu aşamada çocukluk arkadaşım Kıvanç Meriç ile irtibata geçtim ve bunu satmasını istedim. Neden satmak istediğimizi sorunca, sıkıntıda olduğumuz ortaya çıktı. Bir tarafta potansiyel iş vardı ama finans iyi yönetilmediği için kapanmak üzere olan bir şirketti. Bu aşamada yeni arayışlarda olan Kıvanç Meriç bu işi yeni şirkete birlikte yapmayı teklif etti. Benim o şirkette ortaklığım yoktu ve kapanıyordu. Oradan ayrıldım ve böylece 2008’de Lima Galvaniz’i kurduk.”

Yazının Devamını Oku

27 ayar girişim

29 Mart 2015

HER ikisi de çocukluk yıllarında kendi parasını kazanmanın ilk adımını atar. Biri üretim odaklı, diğeri ise ticarette kariyerine yön verir. Ama bir süre sonra işler pek de istedikleri gitmez. Hatta taraflardan biri iflas bile eder... İşte tüm bunların yaşandığı atmosferde, bir pastanede başlayan tanışıklık, ortak bir girişimin de fitilini ateşler. Baklava ustası Mustafa Bilgin’le işletmeci Levent Güvenç, küçük bir atölyede baklava üretip pastanelere satar. Kısa sürede baklavalarının ünü yayılır. Levent Güvenç ve Mustafa Bilgin, 2003’te ise ‘Fıstık Mıstık’ markasıyla doğrudan tüketiciyle buluşma yoluna gider. Bugün İzmir ve Manisa’da 8 mağazaya ulaşan Bilgin ve Güvenç, butik tarzla yollarına devam etmeyi planlıyor. Şimdilik franchise vermeyi düşünmeyen ikilinin gündeminde lezzetn ve kaliteden ödün vermeden yeni yerlerinde üretim var. Önümüzdeki yıl devreye girecek yeni yerle birlikte baklavanın yanına su böreği ve dondurma da eklenecek.

YILMAYAN GİRİŞİMCİLER
Gaziantepli iki girişimcinin İzmir’de kesişim noktası olan Fıstık Mıstık Baklavacısı’nın ortaya çıkış öyküsünü markanın kurucuları Levent Güvenç ve Mustafa Bilgin’den dinledik. İkisinin de yaşamı mücadeleyle dolu. Levent Güvenç, aslında Gaziantep’teki birçok çocuğun yaşadığı süreçten geçer. Ama memur bir babanın çocuğu olduğu için okuldan arta kalan zamanlarda çalışma konusunda ilk etapta sıkıntı yaşar. Birçok işte çırak olarak çalışan, daha sonra üniversite için Muğla’nın yolunu tutan Güvenç, şöyle devam etti:

SIFIRI TÜKETMİŞTİ

Yazının Devamını Oku

O gün gevrek satamadı ama...

23 Mart 2015

ÇOCUKLUK yıllarında ‘çorbada bir tutam benim de tuzum olsun’ diye gevrek satmak için kolları sıvar... Lakin ilk gün hiç satış yapamadan evin yolunu tutar. İşçi babası, teselli olsun diye bütün gevrekleri almayı teklif eder... Ama annesinin teşvikiyle bu işin üstesinde gelir. Liseyi bitirene kadar da birçok işte çalışır. Lisenin ardından da, bir yandan açık öğretimde okur, bir yandan da bakkal işletir. Bakkal serüvenini, babasıyla oto yedek parçası satışı izler. O ünlü 2001 ekonomik krizindeyse egzoz üretimi için KEBA’yı kurar... Herkesin durduğu yerde Kemal Badur, kamyonete yüklediği egzozları Anadolu’da satar... 2006’da da ağırlıklı traktör sektörü için su pompası üreticisi firmayı satın alır. Krizlerde büyüyen, bugün hem egzoz, hem de su pompası üreten Kemal Badur, ürün çeşidi bakımından dünyanın sayılı kurumlarından biri olmayı başarmış. Robot teknolojisine geçmeye hazırlanan Kemal Badur’un gündeminde yine traktör sektörü için yağ pompası var...

ANNESİ CESARETLENDİRDİMücadele dolu bir yaşamın ardından kurulan, bugünse sektöründe önemli yeri olan KEBA’nın kurucusu ve yönetim kurulu başkanı Kemal Badur’un girişimcilik serüveninin dünü, bugünü ve yarınını konuştuk. O yıllarda babası oto yedek parçası satan bir yerde tezgahtar olarak çalışan Kemal Badur’da ev ekonomisine katkı için okulundan kalan zamanda çalışmaya karar verir... İlk işi de gevrek satışıdır. Ama ilk gün işler pek de istediği gibi gitmez. Badur, o süreci şöyle anlattı:
“İlkokul yıllarıydı. Gevrek satmak için sokağa çıktım ama hiç satamadan eve döndüm. Üzüldüğümü gören babam, ‘getir hepsini ben alayım’ dedi. Ama annem, ‘gayret et satarsın sen bunları’ diye teşvik etti. Annemden aldığım cesaretle gevrekleri sattım. Zamanla çiğdem, darı da satar oldum. Daha sonraki yıllarda babam beni Basmane’de kayış işi yapan İtalyan Mario Corsini’nin yanına çırak olarak verdi. Orada ticareti öğrendim. Daha sonra bir kaç yıl mobilyacıda çalıştım. Liseyi bitirene kadar birçok işte çalıştım.”



HERKES KAÇTI O YATIRIM YAPTILise sonrası açık öğretimde üniversiteye devam eden Kemal Badur, bir yandan da kafasındaki, ‘ne iş yaparım?’ sorusuna yanıt ararken kendisini Narlıdere’de bakkal işletirken bulur:

Yazının Devamını Oku

Temizlik savaşçısı

15 Mart 2015

TALEBİN fazla, arzın ise yok denecek kadar az olduğu yıllardır. Babaları vefat eden Nurettin, Nejmettin, Hayrettin ve Muhittin Avcı kardeşler de o yıllarda hayatlarını devam ettirmek için çalışma hayatına adım atar. En büyük kardeş Nurettin Avcı’nın işçi olarak girdiği sabun fabrikasından maaş yerine aldığı Arap sabunlarını Nejmettin ve Hayrettin Avcı kardeşler pazarda satar... Güzelyalı’daki dükkanda bir yandan Arap sabunu yarım kiloluk torbalara koyan Avcı kardeşler, 1980’de ise kristal çamaşır sodasını üretmeye başlar... Zamanla üretimine yeni temizlik ürünleri de ekleyen Avcı kardeşler, pazarın yanında Ege’nin köylerini karış karış dolaşarak yollarına devam eder. 1978’de kurulan Avcı Kimya, 1992’de o dönemin çok sevilen çizgi film kahramanı ‘Vikingler’den esinlenerek Viking Temizlik’e dönüşür. 6 metrekarelik bir dükkanda başlayan temizlik öyküsüne bugün Kemalpaşa’da 53 bin metrekarelik tam otomasyonlu fabrikada devam ettiren Avcı kardeşlerin gündeminde, yurt dışına bağımlılığı azaltmak ve rekabette bir adım öne geçmek adına hammadde üretimi var. 2010’da TÜBİTAK ve San-Tez destekli projelere başlayan Avcı kardeşler, bir kaç ay içinde Avrupa’da ve Türkiye’de ilk olacak esanslarda kalıcılığı artıran fiksatör ile çevre dostu polimer üretmeye hazırlanıyor. Avcı kardeşler ayrıca nisanda lansmanını yapacağı Viking Dynamic ile sektörde bir ilki gerçekleştirecek. Viking, yeni yumuşatıcısı ile ilk yıkamadan sonra giyilen çamaşırların ter kokmasını önleyecek.

İlk adım 6 metrekarede
Ticareti, sanayiciliğe dönüştürmeyi başaran ve bugün sektörünün önemli oyuncularından biri olmayı başaran Avcı kardeşlerin üç numarası olan, Viking Temizlik’in icra kurulu başkanı ve Genel Müdürü Hayrettin Avcı ile markanın ortaya çıkış sürecini, gelecek planlarını konuştuk...

Aslında her şey 1976’da babalarının vefatıyla başlıyor. Hayrettin Avcı, o dönemi şöyle anlattı:
“Babam vefatından iki yıl önce taksi şoförlüğünü bırakmış ve araç alım satımı yapıyordu. Vefat ettiğinde de iki aracı vardı. Bizde o iki aracın biriyle borçlarını ödedik. Diğer aracı ise satıp parasını bankaya yatırdık. O dönem küçük ağabeyim Nejmettin ve ben okuyorduk. Annem bankadaki paranın faiziyle bizi okuttu. Büyük ağabeyim Nurettin ise askerdeydi. Nurettin ağabeyim askerden dönüşüyle birlikte yeni gelir kalemleri yaratmamız gerektiğine karar verdik. O bir sabun fabrikasında işçi olarak çalışmaya başladı. Maaş yerine de sabun aldı. Bu ürünü hemen paraya çevirmek içinde ağabeyimizin maaş olarak aldığı sabunu pazarda satmaya karar verdik. Nakit para kazanacağınız tek yer pazardı. Bizler 4 kardeş o zaman Muhitten 7, ben 14, Nejmettin 18 ve Nurettin 21 yaşındaydık ve Avcı Kimya’yı 1978’de Güzelyalı’da 6 metrekarelik bir dükkanda kurduk. O yıllar talebin fazla ama arzın az olduğu yıllardı. Pazarda o dönemin en popüler temizlik ürünü olan Arap sabunlarını yarım kiloluk torbalara koyarak satıyorduk. Tabi bunun yanına başka temizlik ürünleri de ekliyorduk. Bir yandan okul bir yandan dolum bir yandan da pazarda koşturuyorduk. Gece yarılarına kadar çalışıyorduk. 1980’de Nurettin ağabeyim sabun fabrikasından ayrıldı ve biz o yıl kristal çamaşır sodasını üretmeye başladık. Ardından bir araç satın aldık ve onunla da Ege’nin köylerini dolaşmaya başladık. Tabi köylerdeki kadınlar ellerini tahriş etmeyecek ve bol köpürecek ürünler istiyordu. Hatta 80 yaşında ellerinde deri kalmayan bir teyze, ‘ellerimi tahriş etmeyen deterjan var mı?’ diye sorunca biz o gün olmazsa olmazımızın kalite olması gerektiğine karar verdik. Bu ilkeyle yol aldık.”

Yazının Devamını Oku

Una adanmış hayatlar

8 Mart 2015

ELLİLİ yıllarda dedeleri girişimin ilk adımlarını, değirmenlerde buğdayı öğüterek elde ettikleri unu satarak atar. Unun önce Afyon, ardından Konya’da başlayan yolculuğu, 1991’de hiç akılda olmayan İzmir’de devam eder. Hem anne, hem de baba tarafından uncu ailenin ferdi olan Haluk Tezcan, merhum Yüksel Tezcan ile adım attığı sektörde bugün babasından aldığı bayrağı daha da yukarı taşımak için mücadele veriyor. 2005’te Tezcan Un’u dünyaya açan Haluk Tezcan, sanayi tipi üretimin yanına ev tipini de ekledi. ‘Egem’ markasıyla şubat ayında market raflarında yerini alan Haluk Tezcan’ın gündeminde hem inşaat, hem de soğuk hava alanında ses getiren projeler bulunuyor. Unlu mamuller sektörünün tanıtımı ve bilinçli tüketim için de emek veren Haluk Tezcan, önümüzdeki süreçte sembolik ‘ekmek kafe’ler açmayı hedefliyor.

Değirmencilikten gelen başarı
Çocukluk yıllarında un sektörüyle haşır neşir olan Tezcan Un Yönetim Kurulu Başkanı Haluk Tezcan’la şirketin dünü, bugünü ve yarınını konuştuk. 3’üncü kuşak temsilcisi Haluk Tezcan, hem anne, hem de baba dedesi 1950’li yıllarda geçimini değirmencilikten sağlayan bir ailenin üyesi. Tezcan, o süreci şöyle özetledi:
“Baba dedem Afyon’da, anne dedem ise Isparta’da değirmencilik yaparmış. Daha sonra baba dedem, Atatürk’ün silah arkadaşlarından biriyle Afyon’da o dönemin ilk sanayi tipi un fabrikasını kurmuş. Ancak daha sonra dedem bu ortaklıktan ayrılarak o dönem belediyeye ait atıl durumdaki un tesisini kurma yoluna gitmiş. Bir süre sonra da kendi tesisinde üretim yapmak için iki oğluyla rotalarını Konya’ya çevirir. Burada kurulan fabrikada un üretilir. Daha sonra ise amcam ve kuzenimizle Konya’daki ortaklığımızı sonlandırma kararı aldık. Amcam büyük olduğu için Konya tesisini almak istedi.”

İzmir akılda yoktu
Baba merhum Yüksel Tezcan’ın İstanbul hayranı olması nedeniyle yeni yatırım için bu bölgeye ağırlık verdiklerini anlatan Haluk Tezcan, ancak burada üretimde su sıkıntısını fark ettiklerini belirterek, “Bir dostumuzun önerisiyle o dönem Bornova’da satılık olan bir un fabrikasını görmeye geldik. Ve hiç aklımızda yokken 1991’de İzmir’de yatırım kararı aldık. Tezcan Un’u kurduk. Tabii zamanla Bornova fabrikası kentin içinde kalınca, 1999’da Menemen’de yeni bir fabrika kurma kararı aldık. Bugün hem Türkiye’de, hem de yurt dışında birçok noktaya ürün gönderiyoruz. Ben çocukluk yıllarından itibaren işin içindeyim. Babamın tek oğlu olduğum için işin devamı adına yaz tatillerim fabrikada geçti. Üniversitenin ardından da resmen çalışma hayatına adım attım. Babam gibi oğlumu bu işe kanalize ettim. O da bugün 4’üncü kuşak olarak şirkette çalışıyor.”

Yazının Devamını Oku

Çocuk dukkanı

1 Mart 2015

HER şey Ankara Üniversitesi Türkçe Öğretim Merkezi’nin (TÖMER) İzmir’de şube açmasıyla başlar. Her ikisi de eğitimci aileden gelen Dilek ve Sacit Soylu çiftinin şubede başlayan tanışıklığı, aslında yıllar sonraki girişim öyküsünün temelini oluşturur. Uzun yıllar kariyerlerine eğitimci olarak devam eden Soylu çifti, sağlık sorunları nedeniyle iki bebeğini doğmadan kaybeder. Sacit Soylu, eşi çocuklarla bir arada olsun, onlara olan hasretini gidersin diye bahçeli evlerinin iki katını anaokuluna çevirme fikrini ortaya atar. 2007’de bir çocukla başlayan anaokulu serüveni bugün 250 öğrenciye ulaşmış durumda. 4 anaokulu ve bir etüt merkezi bulunan Soylu Anaokulları, bu yıl 3 franchising vermeyi planlıyor. Sokaktaki çocukların ifadesiyle ‘çocuk dukkanı’ işleten Soylu çiftinin rotasında önce kolej, ardından da üniversite açmak var...

TÜRKÇE ÖĞRETTİ TÖMER DOĞDU
Soylu Anaokulları’nın kurucusu Dilek Soylu ve bu yoldaki en büyük destekçisi, Cihat Kora Anadolu Lisesi edebiyat öğretmeni hayat arkadaşı Sacit Soylu ile markanın ortaya çıkış öyküsünü, gelecek planlarını konuştuk. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya mezunu olan Sacit Soylu, üniversite yıllarında Türkçe bilmedikleri için iletişim kuramadığı Afrika kökenli yurt arkadaşlarına Türkçe öğretir. Bu hamlesi üniversite yönetiminin de dikkatini çeker. Ve bu sistem TÖMER’in temelini oluşturur... Üniversiteden mezun olduğu gün hem öğretim görevlisi olur, hem de TÖMER’in kurucu müdürü... Sacit Soylu, o süreci şöyle anlattı:
“Ankara’daki yapılanmanın ardından şubeleşme yoluna gidildi. Türkiye’nin bir çok yerine şube açmaya başladık. 1994’te de İzmir şubesini açtık. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce mezunu olan Dilek Hanım’la bu aşamada tanıştım. İzmir şubesinde iş hayatına adım atan Dilek Hanım, genel sekreterliğe kadar yükseldi. Oldukça başarılı işlere imza attı. Bizim o dönem iş amaçlayan diyaloğumuz da bir süre sonra evlilikle noktalandı. Tabii bir süre sonra çeşitli nedenlerle TÖMER’le yollarımızı ayırmak zorunda kaldık. ÖSYM’de uzman olarak çalıştım. Ve en sonunda da edebiyat öğretmeni olarak yola devam ettim.”

İLK GÜN BİR ÖĞRENCİTÖMER İzmir Şubesi’nin ardından iki yıl İngiltere’de öğretmenlik yapan Dilek Soylu ise Türkiye’ye döndükten sonra mesleğini özel okullarda devam ettirir. Sağlık sorunları yüzünden iki bebeğini doğmadan kaybeden Dilek Soylu’nun bu zor günlerinde yine en büyük desteği, eşi Sacit Soylu’dur. Girişimci ruhu olan Sacit Soylu, çocuklarla bir arada olsun, onlara olan hasretini gidersin diye bahçeli evlerinin iki katını anaokuluna çevirmeyi önerir. Çocuklarla iyi bir diyaloğu olan ve anaokulu öğretmeni bir annenin kızı Dilek Soylu da bu fikirden hareketle Soylu Anaokulları’nı açma kararı alır. Dilek Soylu 2007’deki o ilk günü şöyle aktardı:
“3 öğretmen, hizmetli, aşçı, yönetici, psikologdan oluşan kadroyla anaokulu açtık. Açılış öncesi de iyi bir tanıtım yaptık. Ama o ilk gün sadece öğretmen arkadaşımızın bir çocuğu vardı. 35 öğrenci kapasiteli bir anaokuluydu. İlk gün sadece bir çocuğumuzun olması biraz moral bozdu. Ama bir ayda 35 sayısına ulaştık. Tabii o gün yaşadığımız bir anı var. Evka-2’de anaokulunu açtıktan sonra sokakta oynayan çocuklar, ‘Dilek Teyze, Sacit Amca, siz çocuk dukkanı mı açtınız?’ demişti. Bu bizim çok hoşumuza gitti. Tabii, ilk yılın sonunda yerimiz küçük gelmeye başladı. Namımızı duyan geldi ve 1.5 yıllıkken de İzmir Adliyesi’ndeki anaokulundan teklif aldık. ‘Eğitim sistemime müdahale ettirmem. Bunu kabul ediyorsanız başlarım’ dedim. Onlarda bunu kabul etti ve Türkiye’de örneği tek çalışmaya imza attık. Radikal kararlar aldık. İki yıl içinde buradaki öğrenci sayısı da 90’a çıktı. 4 yıl sonra burayı devrettik. Bugün evde başladığımız ve zamanla küçük gelen Soylu Anaokulları’nın sayısını 4’e çıkardık. Bir de etüt merkezimiz var.”

Yazının Devamını Oku

Girişim duası

22 Şubat 2015

GİRİŞİMCİLİK serüveninin ilk adımlarını çocukluk yıllarında atar... Dayısının dolmuşunda çalışır, simitle fındık bahçelerinin yamacından topladığı çilekleri satar... Askerdeki disiplinli yapısı ve çalışkanlığı tavukçuluk işiyle uğraşan asker arkadaşının dikkatini çeker. Ve, ‘Askerde böyleyse şirketi uçurur’ mantığıyla iş teklif eder. Cuma günü terhis olan Hamdi Ekiz, cumartesi arkadaşının tavuk çiftliğinde iş başı yapar. 10 yıl burada profesyonel yöneticilik yapan Ekiz, kafeslerin önüne geçip böyle bir çiftliği olması için dua eder. Ekiz’in duası 1995’te ortaklı bir yapıyla kurduğu tavuk çiftliğiyle kabul olur. 1998’de ise kendi şirketini kuran Hamdi Ekiz, bugün 3 çiftlikte 1 milyon tavuk kapasitesiyle günde 900 bin yemeklik yumurta üretiyor. Son yıllarda teknolojiye yaptığı yatırımlarla dikkat çeken ve markalaşmaya ağırlık veren Ekiz, 2016’ya kadar yumurta kapasitesini 1 milyon 700 bine, hayvan varlığını ise 2 milyona çıkarmayı hedefliyor.
BABASINDAN GİZLİ PARA KAZANDIO, işine aşık biri. Öyle ki, evi bile bugün Foça’daki çiftliğinde... Özellikle sektörde markalaşma hamleleriyle adından söz ettiren Ekiz Yumurta Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Ekiz’le girişimcilik öyküsünü, firmanın hedeflerini ve yumurtayla ilgili doğru bilinen yanlışları konuştuk. Hamdi Ekiz, ilk parasını çocukluk yıllarında kazanmış. Dayısının dolmuşunda muavinlik yapmış, fındık bahçelerinin yamacında yetişen çilekleri toplayıp, tabak tabak yoldan geçenlere satmış. ‘Simit bile sattım’ diyen Ekiz, tüm bu girişimlerini babasından gizli yaptığını anlatıyor:
“Ordu Fatsalıyım. Babam, o bölgenin hatırı sayılır isimlerindendi. Tabii öyle bir babanın oğlunun simit ya da çilek satması dedikodu nedeniydi. Onun için bu girişimlerim hep babamdan gizli oldu. Tabii öğrendiğinde de çilek satışından kazandığım paradan daha teklif etti, ama ben kabul etmedim.”

ASKERDEKİ PERFORMANSI DİKKAT ÇEKTİ
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü mezunu Hamdi Ekiz’in bu tercihinde de abi faktörü var. Abisinin de ziraat mühendisi ve o yıllarda Karadeniz Su Ürünleri’nin bölge müdürü olduğunu anlatan Ekiz, o süreci şöyle anlattı:

Yazının Devamını Oku

Sıfır noktasından liderliğe

15 Şubat 2015

BU hikayenin iki kahramanı var. İltan Tuğsuz ve Mehmet Hanlıoğlu... İkisi de farklı alanlarda iş hayatına adım atar. Ve yıllar sonra ortak işler yaptıkları aşamada yolları kesişen girişimci ikili, bireylerin ve kurumların güvenlikte görüntü izleme sistemlerini birinci sıraya yerleştirdiğini fark eder. Güçlerini birleştirme kararı alan Tuğsuz ve Hanlıoğlu, mevcut işlerini bırakarak ‘yüksek çözünürlüklü IP kamera sistemleri’ alanına yönelirler. Ekim 2010’da kurdukları HİRes Elektronik ile yüksek çözünürlüklü IP kamera sektörünün dünya pazar lideri Alman ‘Mobotix’in Türkiye distribütörü olan ikili, markayı Türkiye’de kısa sürede sıfır noktasından yüzde 40’lık pazar liderliğine taşır. 120 bin lirayla kurulan HİRes’i 2014 sonunda 35 milyon TL cirolu hale getiren İltan Tuğsuz ve Mehmet Hanlıoğlu, ‘ithalat kadar ihracat’ hedefiyle de yazılıma ağırlık verdi. HireSoft markasıyla ürettikleri yazılımları şimdilik Türkiye’nin dışında Amerika ve Fransa’ya ihraç ediyorlar. Elektronik güvenlik sektörü için üretilen yazılımlar arasında ‘gülümsediğinizde açılan kapı’ ve ‘toplu taşıma takip sistemi’ gibi farkındalık yaratan projeleri bulunuyor. Sosyal sorumluluk kapsamında HİRes Spor Kulübü’nü kuran ikili, birçok branşta profesyonel takımlara sporcu yetiştirmeyi amaçlıyor. Ayrıca, Seferihisar’da otelden koleje, spor kompleksinden hastaneye kadar her şeyin yer alacağı bir spor kompleksini de 5 yılda hayata geçirmeyi planlıyorlar.

İLK RAUND KRİZİN
HİRes markasını yaratan ve onu zirveye çıkaran İltan Tuğsuz ve Mehmet Hanlıoğlu ile girişimcilik serüveni ve gelecek planlarını konuştuk. HİRes öncesini anlatarak söze başlayan Bilkent Üniversitesi İşletme mezunu İltan Tuğsuz, iş hayatına Vestel’de başladığını söyledi:
“Tuğsuz Gıda A.Ş. isminde bir aile şirketimiz vardı. Ağabeyim kariyerime burada devam etmemi isteyince, ihracat müdürüyken Vestel’den ayrıldım. Ağırlıklı müşterilerimiz otellerdi. Tabii, 90’lı yıllarda yaşanan krizler bizi biraz sarstı. Tahsilatlarda sıkıntılar çıktı. Ve 2001’de Tuğsuz Gıda’yı kapatmak zorunda kaldık. Ben de kendi işimi kurmaya karar verdim. Dış ticaretle uğraşmaya başladım. Otel ekipmanları alanında iş yaptım. Ortağım Mehmet Hanlıoğlu ile bu aşamada tanıştım. Otel ekipmanlarının yanı sıra kamera ve uydu sistemlerine de ihtiyacımız oluyordu. Bu tip ihtiyaçları, şimdiki ortağımın o dönemki şirketine veriyordum.”


Yazının Devamını Oku