Böyle diyorlar.
Anlatalım o zaman...
Birincisi, müftülere nikâh kıydırmak Anayasa’ya açıkça aykırı.
Anayasa’nın İnkılap Kanunlarının Korunması başlıklı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğini koruma amacı güden 174. maddesinin 4. fıkrasında nikâhı kimin kıyabileceği açık ve net şekilde yazılmıştır; Medeni Kanun’daki gibi ‘evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağı’ belirtilir.
Nikâhı din adamlarının kıyması Anayasa’ya aykırıdır ve laiklik ilkesini doğrudan ihlal etmektedir.
Bunun hukuki açıdan tartışılacak bir yanı yok.
KORUNMASI HEDEFLENEN KESİM KADINLARDI
Anayasa’da bu maddeler bir geçmişi olduğu için koruma altındadır. Medeni Kanun’la ülkemizde kadınlar tekeşlilik, nikâh, boşanma gibi haklar kazandı; kadınlar eşit yurttaş, birey haline geldi. Bu basit bir olay değildi, önemli bir devrim yasasının kabulüydü. İşte o yüzden evlenme akdinin sadece ve sadece nikâh memuru önünde yapılabileceği maddesi ‘korunması gereken inkılap kanunları’ arasına alındı. Korunması hedeflenen kesim kesinlikle kadınlardı.
Önceden semtteki metruk bir binada yaşayan 18 madde bağımlısı genç, ramazanda iftar verilirken gidip geldikleri Ihlamur’daki İSPARK’ın üst katına yerleşti.
Çünkü yaşadıkları metruk bina yıkıldı.
İSPARK’ta her gün bir kova su kaynatıp içine dünyanın en ucuz kimyasallarını katıp nargile yapıyorlar.
Gözümüzün önünde kendilerini zehirliyorlar.
Sonra da otoparktan çıkıp mahalleye dağılıyor ve hem kendileri hem de biz mahalleli için tehlike arz ediyorlar.
Sokaktaki kafelere girip masaları dolaşıyor, insanlara dokunarak, bazen ayaktaki birini karnına doğru dürterek “Para vereceksin, sigara vereceksin” diyorlar.
Esnaf çaresiz, ne yapacağını bilmiyor, korku içinde. “Terslesem akşam gelir dükkanımı yakarlar” düşüncesiyle ağzını bile açamıyor, ne istiyorlarsa veriyor.
Artık bu şehri tanıyamıyorum.
Sadece kentin hafızasının silinmesinden, Beyoğlu’nun başka bir yere dönüşmesinden falan bahsetmiyorum, 20 yılda betonla örülen Şanghay’da gibi hissediyorum kendimi. Çocukluğumun o sade ama renkli, hem tarihi hem yeşili bol, dünya güzeli kenti gitti... Yerini ruhsuz AVM’lerle dolu, sokakları ve kaldırımları insanlara değil araçlara hizmet eden, büyüye büyüye kalan son ormanlarını ve çeperindeki şirin köyleri yutan bir canavar aldı.
İstanbul siluetini kaybetti.
Ama daha acısı, biz İstanbul’umuzu kaybettik. Her tepe oyuldu, betonla dolduruldu; bir tepeden bakarken, aralarda can çekişen 3-5 koru dışında, Boğaz’ı çevreleyen bir yeşil göremez olduk.
Eskiden eğri büğrü de olsalar alçak binalar ve ağaçlı sokaklarla doluydu bu şehir. Onların yerine ve şehrin açık arazilerine boğucu dev beton bloklar, gıpgri yollar geldi.
Refüjlere süs çiçeği dikerek telafi edilecek bir kayıp değil bu.
AHLAKİ SINIR TANIMAYAN BÜYÜME HEM İSTANBUL’U HEM BİZİ YOK EDİYOR
Habertürk’e konuşan uzmanların söylediğine göre, İstanbul’da kişi başı yeşil alan miktarı 1 metrekareye kadar düşmüş.
Kızılay’da evine giderken marketten su alıyor. Ardından marketin sahibinin oğlu peşine takılıyor. Apartmanın önüne geldiklerinde, M. çat pat Türkçesiyle “Git git” diye bağırıyor. M. zile basıp ev arkadaşlarının yukarıdan apartmanın kapısını açmalarıyla adam genç kadını apartmanın içine itiyor ve kadının üzerine çullanıyor; onu yere yatırıyor, eteğini sıyırıyor, iç çamaşırını çıkarmaya çalışıyor. Yani tecavüz etmeye kalkıyor. Kadın bağırıyor, arkadaşları gelene kadar ise adam kaçıyor.
Dava açıldı, sanık 8 yıl hapis cezası aldı. Karar temyiz edildi. Dosya Yargıtay’da 4 yıl bekledi.
Ve en sonunda Yargıtay dosyayı ele alarak cinsel suçlarla ilgili sanık lehine değişen kanun maddesinin uygulanması isteğiyle yerel mahkemeye geri gönderdi. Yerel mahkemeden çıkan kararla sanığın cezası 5 yıla düşmüş oldu.
KAŞIKLA VERİP KEPÇEYLE ALDILAR
Yani anlayacağınız, geçtiğimiz dönemde “Cinsel suçlara cezaları artırıyoruz” diyenler değil, cezaların düşeceğini söyleyenler haklı çıktı. Vücuda organ sokma fiili dışındaki suçlarda cezalar netice ceza bakımından indirilmiş oldu. Hukukçuların tabiriyle, yasa yapıcılar ‘kaşıkla verip kepçeyle aldı’.
Yargıtay’ın bu davada söz konusu ettiği değişiklik TCK’nın 102’nci maddesinde yapılmıştı. Hatırlayın, cinsel saldırıya uğrayan kişinin ruh ve beden sağlığının bozulduğunu ortaya koyan raporlar cezayı ağırlaştırıcı bir nedendi. Bu, yasadan kaldırıldı. Çocuklar için de 103’üncü maddenin 6. fıkrası kaldırıldı.
TCK’daki ‘15 yaşını doldurmamış çocuklara karşı işlenen her türlü cinsel davranış cinsel istismardır’ tanımının altına ‘sarkıntılık’ kavramı eklendi. Dendi ki “Çocuğa karşı işlenmesi halinde 8 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası verilir.” Eski yasada ceza 3 yıldan 8 yıla kadardı. Baktığınızda ceza artmış görünüyor. Ve fakat hemen peşine şu eklendi: “Bu fiilin sarkıntılık düzeyinde kalması halinde 3 yıldan 8 yıla kadar hapis cezası verilir.”
Yani, cinsel istismar yumuşatılıp tekrar eski haline dönüştürülmüş oldu.
Özellikle son yıllarda kadınlara kıyafetlerinden ötürü saldırıların münferit olmadığının, adeta sistematikleştiğinin, kartopu gibi büyüdüğünün kanıtı bu yürüyüş. “Yeter be!” noktasına geleli çok oldu çünkü.
BIKMADAN USANMADAN ANLATIP DURUYORUZ
Lansman için onca restoran arasından burası seçildi çünkü Mikla Dünyanın En İyi Restoranları 2017 listesine giren ülkemizden tek restoran.
Türkiye mutfağının çıtasını yükselttiği gibi dünyadaki tüm gurmelerin de ajandasında yerini aldı. Rehberin amacı biraz da böyle yerlerin ülkemizde çoğalması.
Bu rehber bir ilk. Yeme-içme konusunda önceden hazırlanmış rehberler olsa da, bunların hiçbiri çoğulcu bir yapının değerlendirmesi sonucu ortaya çıkmamıştı.
Bu rehber ise danışma kurulu üyeleri, projenin çalışma ekibi ve lokantaları denetleyen 130 gizli müfettişin tetkikleriyle hazırlanıyor.
6 ay önce başlayan projede danışma kurulu üyeleri ve müfettişler İstanbul, Bodrum ve Çeşme’de 500 civarında lokantaya gidip fiyattan kaliteye, servisten mekan ve sunuma pek çok kritere göre puanlarını verdi.
Objektif ve adil olmak adına bir lokantaya bir kişinin gitmesi de yetmiyor, en az 5 kişinin gitmiş olması gerekiyor.
Projede şimdi puanlara göre sonuçların ortaya çıktığı aşamaya geçildi.
Yeni müfredatta cinsel hastalıklarla ilgili başlık çıkarıldı.
“Cinsellikten bahsetmek ayıptır, günahtır” düşüncesi bu toplumda cinselliği baskılamaktan ve ensesti, cinsel istismarı, tacizi, tecavüzü patlatmaktan başka işe yaramıyor. Ne kadar baskılanırsa baskılansın, cinsellik biyolojik bir olgu. Ergenler ve gençler onları biraz bilgilendirmezseniz başlarına büyük belalar açabilir. Cinsellik diye bir şey yokmuş gibi davranmak onları korumaz, daha büyük tehlikelere atar. 11 Temmuz’da Mesude Erşan’ın Hürriyet’teki haberi bunun kanıtı.
CİNSEL EĞİTİM ALSAYDI HIV POZITIF OLMAYACAKTI
Erşan’a konuşan 1999 doğumlu lise öğrencisi K.A. HIV pozitif olduğunu öğreniyor. Kan tetkiklerini yapan doktor “AIDS’sin” dediğinde hastalığın ne olduğunu tam olarak bilmiyor.
Cumhuriyet gazetesi davasından yargılananların bir kısmı gazeteciliğe başladığım ilk yıllardan beri tanıdığım, farklı dönemlerde birlikte çalıştığım insanlar. Onların bendeki yerini anlatmak isterim.
Ahmet Şık meslekte en eski tanıdıklarımdan. Onunla 2001’de Radikal gazetesine adımımı attığım gün tanıştım. Bildiğim en tutarlı insandır. Konuştuğu gibi davranır ve yaşar. Ezelden beri hak savundu, karşılığında haksız bedel ödedi. Meslekte de, hayatta da doğru bildiğini söylemeyi, taviz vermemeyi en çok onda gördüm.
Can Dündar, meslek hayatımın okulu olan Milliyet Popüler Kültür ekinde müdürüm oldu. Ünsal Oskay’ı ve Tayfun Atay’ı sayesinde tanıdım, o sayede zenginleştim.
Milliyet yazıişlerinde editörlük yaptığım yıllarda Kadri Gürsel ve Murat Sabuncu’yla her gün bir toplantı masasının etrafında saatlerimi geçirdim. Gürsel’in kimseye eyvallahı olmamasını severdim. Tüm masayı karşısına almaktan çekinmez, bilgisiyle herkesi ‘döverdi’. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamayacağını ve asla sözünü sakınmamak gerektiğini onu izleyerek öğrendim.
Sabuncu gazetenin ekonomi şefiydi. Çalışanlarınca çok sevilen, anlayışlı bir müdürdü. Güler yüzü ve içten tavrı kötü bir gününüzü dahi iyi edebilirdi.
AYRILIK ÖLÜMDEN BETER
Cumhuriyet gazetesi ombudsmanı Güray Öz’le sonraki yıllarda tanıştım. O benim Güray abim oldu. Çevre konusunda çalışan bir grup gazeteciyle nükleer atık merkezini ziyaret etmek için bulunduğumuz Gorleben’deki bir pub’da Güray abiden hayat hikâyesini dinlemiş, böylesine sessiz bir adamdan böyle kocaman bir hayatın çıkmış olmasına şaşırmıştım. Çevre gazetecileri grubumuz bu seyahatten sonra dağılmadı ve Güray abi de akil üyemiz oldu. Az konuşur, çok dinlerdi. Bazen de bizi bize anlatırdı. Anlamlandıramadığım veya sıkıştığım zamanlarda başvurduğum insanlardandı. Rahmetli dedemi tanırdı, anlatırdı. İnsanın çok sevdiği bir aile ferdi ölünce, onu tanıyanlardan ve onların anılarından başka bir şey kalmıyor elinde. Bu benim için çok değerliydi.
Di’li geçmiş zamanda konuşuyorum, farkındayım.