Bugün Türkiye’nin 81 ilinde TEMA bağışçıları sayesinde oluşturulan en az bir orman var.
20-25 yıl önce TEMA Vakfı’ndan doğa eğitimi alan, bugün vakfın gönüllüsü, bağışçısı, destekçisi olan 3 milyondan fazla insan var.
Türkiye’nin her ilinde yüzbinlerce gönüllüsü ve destekçisi, tüm illerde temsilciliği, 300 ilçe sorumluluğu ve üniversitelerde 130 Genç TEMA topluluğu var.
TEMA’nın çevre seminerlerinden bugüne kadar 50 binden fazla öğretmen ve 35 binden fazla kamu görevlisi faydalandı.
Yöresel kalkınma dediğinizde de, 250 kırsal kalkınma, koruma ve ağaçlandırma projesi gerçekleştirmiş, doğa konusunda farkındalık oluşturmak için projeler hazırlamış, kampanyalar düzenlemiş bir vakıftan söz ediyoruz. Çevre ile ilgili 90’dan fazla kitabı kamuoyuna kazandırmış bir vakıf.
TEMA’nın doğal varlıkları korumak için attığı hiçbir adım; yaptığı hiçbir itiraz boş değil, eylemlerinin ardında doğanın faydasına bilimsel nedenler var. 25 yılda açtığı veya müdahil olduğu 239 davanın neredeyse yüzde 70’ini kazandı, halen devam eden 68 davası var.
Son dönem çalışmalarda genelde herkesin birleştiği tanıma göre ensest, ‘birbiriyle evli olanlar dışındaki aile üyeleri arasında sözlü-sözsüz, fiziksel, görsel her türlü erotik davranıştır.’ (Ailenin Karanlık Yüzü: Türkiye’de Ensest; 2010)
Cinsel uyarılma ya da tatmin için çocuğa/gence yönelen her türlü fiziksel/fiziksel olmayan davranış tacizdir ve bu ensesttir.
Ensestte kan bağı temel ölçüt değil, ‘kan bağı olan baba, anne, ağabey, abla, amca, dayı, teyze, hala ve dede gibi akrabalara ek olarak, çocuk üzerinde anne-baba gibi otoritesi ve saygınlığı olan geniş bir akraba ve hısım grubu ensest tanımında taciz edenler arasında sayılır. Enişte, üvey anne-baba, üvey kardeşler gibi...’
Çocuğa bakım veren yetişkinler de tanıma dahil ediliyor çünkü çocuğa bakım veren yetişkinlerin çocukla güç ilişkisi içinde oldukları, çocuğun bu kişilere duygusal ve fiziksel bağımlılığı olduğu, konumunu kötüye kullanarak cinsel zorlamada bulunabildiği düşünülüyor.
Doç. Dr. Ayşen Ufuk Sezgin’in Türkiye’de yaptığı klinik çalışmaya göre ülkemizde ensest saldırganlarının yüzde 57’sini öz babalar, yüzde 4’ünü öz abiler, Yüzde 13’ünü yakın akrabalar, yüzde 26’sını ise ikinci dereceden akrabalar oluşturuyor.
Aynı evde birden çok kız ve erkek çocuk, aynı zamanda ya da farklı zamanlarda istismar edilebiliyorlar.
Memlekette ama memleketten uzak; sadece bir mavinin içindeyim ve çıkasım yok. Yaşamak için gereken her şey var: Su, güneş, toprak, sessizlik. Fazlası zaten fuzuli.
Tam o sırada bir haber: “Köpeğin makatına acı biber sokup etrafını sakızla yapıştırdılar. Hayvan kakasını yapamadığından göğsüne kadar iltihap olmuş.”
Sonra köpeğin bu köşedeki resmini gördüm. Gözlerindeki hüznü, korkuyu, acıyı, çaresizliği gördüm.
O anda hissettiğim öfkeyi sözcüklerle anlatmam imkânsız. Bağırsam camlar kırılır. Öyle acı bir öfke!
Öfkem, hayvanlara akla gelemeyecek işkenceler yapanlara ve bunu her gün yapanlara olduğu kadar, bu vahşetlerin önünü almayanlara da.
Hayvan tecavüzcülerinin, işkencecilerinin, katillerinin sapkın zihniyetini bu saatten sonra değiştirmek zor.
İnsan olsalar, alırsınız karşınıza, hayvanların onların istedikleri gibi muamele edecekleri eşya veya mal olmadığını, hisleri ve ihtiyaçları olduğunu anlatırsınız. Ama insan olamamışlar. Anlatamazsınız.
Ne de olsa, ‘ülkemizde ensest, ‘kutsal aile’ mitini korumak için toplumsal bir konsensüs içinde çok sıklıkla görmezden geliniyor.’
Ensest mağduru çocukların hayatları boyunca bu istismarın etkisinden kurtulamadıklarını, bitmeyen bir travma yaşadıklarını herhalde söylemeye gerek yok.
2009’da yapılan ‘Türkiye’de Ensest Sorununu Anlamak’ araştırmasına göre de ensest vakalarında mağdurlar genellikle kız çocukları, saldırgan ise aile içinden bir erkek. Aynı evde birden fazla çocuk istismar edilebiliyor ve mağdur çocuklar büyüdükçe saldırıyı küçük çocuğa yöneltiyor.
Türkiye Ensest Atlası, bir yanılgıyı da düzeltmişti. Uzunca bir zaman ensest, yoksul ailelere ilişkin bir sorun olarak görülmüş ve bu tip olaylara ekonomik durumu iyi ailelerde pek rastlanmadığı vurgulanmıştı. Ancak artık biliniyor ki, ensest her tür sosyoekonomik ve kültürel çevrede yaşanıyor. Yani, ‘gündelik hayatlarına devam etmelerini engelleyen psikolojik sorunları olmayan, doğru ile yanlışı ayırt edebilen, alkolik ya da devamlı işsiz olmayan, eğitim seviyesi yüksek kişiler de ensest faili olabiliyor.’ Üst sosyokültürel çevrede ensest yokmuş gibi görünmesinin sebebi ise bu çevrede ensestin daha iyi saklanması.
TOPLUMUN CİDDİ BİR KISMI ENSESTİ CİNSELLİK OLARAK GÖRÜYOR
Haftalardır kendimi hangi ilde, hangi ortamda, kimlerle bulursam bulayım, Murat Başoğlu’nun yeğeniyle ilişkisi konuşuluyor.
İlginçtir, ensesti konuşmaya asla yanaşmayan biz, mesele magazinsel bir boyut alınca, ensesti ağzımızdan düşüremedik. Bu konuda ikiyüzlüyüz, kabul edelim.
Düşünün, TKDF Türkiye Ensest Atlası’nı hazırlarken sitesi hack’lendi, tehditler aldı, dönemin Diyanet İşleri Başkanı bile TKDF Başkanı Canan Güllü’ye
İşte bu yüzden Marmaris Alıç Mevkii’nde adını şarap tanrısından alan Dionysos adlı otelin odalarının her birine farklı şarap isimleri verilmiş.
Bu yaz arkadaş tavsiyesiyle gittim buraya. Daha önce ne adını duymuştum ne de varlığından haberdardım.
Zira iki yıl öncesine kadar iç turizme kapalı olan otele sadece yabancılar geliyormuş.
Turistler Türkiye’den el ayak çekince, otelin sahibi Ahmet Şenol, kepenk indirmek yerine oteli yerli turiste açmaya karar vermiş.
Marmaris İçmeler’den Turunç istikametinde ilerlediğinizde antik kent Amos’u hemen geçince dimdik bir yamaca serpiştirilmiş küçücük evlerden oluşan bir otel bu.
“Doğaya uyumlu otel nasıl olur?” diye merak ediyorsanız, burayı görmelisiniz.
Belgrad Ormanı’nın hamisidir benim gözümde. Bu ormanı gözeten, koruyan, kollayandır.
Ağaçlar kuruyor mu, ormanın hukuki statüsü yerinde mi... Bunları sorduğum kişidir. Ormanı karış karış gezer, şehrin baskısını bilim insanı titizliğiyle ölçer.
Prof. Dr. Akkemik geçtiğimiz günlerde yılların emeği bir kitap çıkardı: ‘İstanbul’un Doğal Bitkileri’.
ÇEKÜL Yayınları’ndan çıkan kitap araştırmacılar ve doğa tutkunları için çok önemli bir kaynakça olmanın çok ötesinde, kaybetmekte olduklarımızı da gözümüze sokması açısından önemli bir kayıt.
Akkemik, 8500 yıllık tarihe sahip İstanbul’un geniş sınırları içinde 2200 bitki türü varlığı saptamış ve bunların 981’ini fotoğraflarıyla bu kitapta bir araya getirmiş.
KENT İÇİ İSTİLACI TÜRLERE KALDI
İstanbul’un ılıman havası, zengin orman varlığı, denizlerle çevrili olması ona bu kitaptaki 981 bitkiyi kazandırmış. Ama Akkemik’in arazi çalışmaları sırasında saptadığı üzere, İstanbul’un doğal bitkileri kuzeye çekilmiş ve kent içi ekosistemi istilacı türlere bırakmış. Bu yüzden ‘doğaya kaçan’ ve kendiliğinden var olmaya çalışan bitkilerin izini süren Akkemik, bu alanda bilimsel çalışmalara ihtiyaç olduğunu söylüyor. En azından bu kitap sayesinde şimdi İstanbul’da yetişen bitkileri biliyoruz.
Şimdiki beton popülasyonundan bahsetmiyorum ama kentleşme İstanbul’dan sadece götürmemiş, ona kazandırmış da. Akkemik, İstanbul’un kentleşmeyle birlikte peyzaj uygulamalarına ve
Hikayesini, babası Suphi Aygün’ün urfaobjektif.com’a yolladığı mektuptan öğrendim.
Aygün, 2007’de, miras nedenli çıkan kavgada amcasını öldürüyor.
Duruşmada amcalarının kendisini tehdit ettiğini ve öldürmek gibi bir amacının olmadığını söylüyor, “Kendimi savunmak için bu eylemi yapmak zorunda kaldım” diyor.
Ama mahkeme ikna olmuyor ve 16 yıl hapis cezası alıyor.
Cezası 2023’te bitecek.
Herkes ikinci bir şansı hak eder mi bilmiyorum ama...
Toplantının adada yapılmasının etrafında bir şüphe bulutu yükselse de aslına bakarsanız adalarda toplantı yapmak alelade bir şey. Bir keresinde ben de Heybeliada’da bir çalıştaya katılmıştım; akademisyenler, gazeteciler ve hukukçulardan oluşan bir grup, medyanın ahvalini konuşmuştuk. Toplantıların adalarda yapılmasının nedeni, iki gün boyunca İstanbul’da bir otelin salonuna tıkılı kalmamak, huzurlu bir ortamda temiz kafayla çalışabilmektir.
Zaten Büyükada’daki de iddia edildiği gibi ‘gizli ve tehlikeli’ bir toplantı olsaydı, toplantı salonunun kapıları açık mı olurdu?
Kapı açıkmış, tutanakta yazıyor.
AKRABASI YOK, GÖRÜŞ GÜNÜNÜ YALNIZ GEÇİRİYOR
Bugün size, bu toplantıya katıldığı için ‘silahlı terör örgütüne yardım’ suçlamasıyla tutuklanan Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü İdil Eser’den söz edeceğim. Onu tanıyanların gözünden size onu anlatacağım.
İdil, 1963’te İstanbul’da doğdu; Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi’nde işletme okudu; Columbia Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yüksek lisansını yaptı. Chicago Üniversitesi Rus Tarihi Bölümü’nde doktora derslerini bitirip uzun yıllar serbest çevirmen olarak çalıştı.
1980’lerin başında, ülkenin tüm üniversitelerindeki sosyal faaliyetler engellenmiş, öğrencilere hilkat garibesi muamelesi yapılmış, 5 kişi bir meydanda buluşamaz iken İdil, ölüm sessizliğine bürünmüş bir fakültede ısrarla uğraşıp tiyatro kolunu kurdu ve