Paylaş
Önce margarini yasakladılar. Ve bu yasaktan henüz çark etmiş değiller. Sonra bu yasağa tereyağını da eklediler. Uzun yıllar, bu muhteşem lezzetten bizi mahrum bıraktılar. Sıcak ekmeğin üstünde erimesine izin vermediler. Tereyağıyla yapılan pilavı adeta aforoz ettiler. Günahları boynuna! Yıllar geçti. Tıp ilerledi. Laboratuvarlar gelişti. Araştırmalar doğru dürüst yapıldı. Sonra “Pardon” dediler. Meğerse tereyağı zararlı değilmiş. Hatta faydalı olduğunu söyleyen korkusuzlar bile çıktı. Sonra sıra yumurtaya geldi. Aman haftada birden fazlasını yemeyin! Sarısını atın, beyazı sizin olsun! Kolesterolünüz yükselir, damarlarınız tıkanır!
Kaç öğün yenilecek, bir karar verin!
İlerleyen teknoloji bunun da ‘fos bilgi’ olduğunu kanıtladı. Şimdi her gün bir-iki tane yumurta yenmesini hararetle savunanlar bile var. Hele geçenlerde okuduğum bir haberde, söylemleriyle sansasyon yaratan bir profesör, sahurda dört-beş tane katı yumurta yemeyi öneriyor. Akşama kadar tok tutarmış! Ben, iki eski suçluyu, tereyağı ile yumurtayı bir araya getirmeyi çok seviyorum. Nasıl olsa bu iki suçlu artık beraat etti. Bu ikilinin oluşturduğu lezzet beni çok mutlu ediyor. Onlarsız kaldığım yıllara yanıyorum.
Son suçlulardan biri de meyveler oldu! Şimdiki söylem: Aman fazla meyve yemeyin. Nedenmiş efendim? Meyvenin içindeki früktoz vücut için zararlıymış. Hele suyunu sıkıp içecek olursanız, yandı gülüm keten helva!
Bize meyvenin faydalarını anlatan, bol bol yememizi öğütleyen, taze sıkılmış meyve suyunun sofradan eksik olmamasını söyleyen aynı kişiler değil miydi? Şimdi tükürdüklerini yalayıp, meyveyi de yasak listesine koydular. Bakalım ne zaman “Pardon” diyecekler?
Bir başka yanılgı itirafı da öğünler konusunda oldu. Bütün diyet uzmanları, kendilerinden yardım dileyenlere şu öğüdü veriyorlardı: “Üç öğünü aman atlamayın. Bunlara ara öğünleri de ekleyin.” Zaman geçti, yavaş yavaş mırıldanmalar başladı: “Ara öğünleri unutalım. Üç öğün yeterlidir. Vücut acıktığını belli eder, midemizin sesini dinleyelim, o ne zaman zil çalarsa o zaman yiyelim!..”
Tam üç öğüne alışmışken, birileri çıktı, “Üç öğün de fazla, uzun yaşamak istiyorsanız iki öğünle yetinin.”
Bu tezlerini kanıtlamak için Osmanlı beslenme alışkanlığını örnek gösterenler bile oldu. Doğrudur, Osmanlı döneminde biri kuşlukta (kahve altı), diğeri yatsıda olmak üzere iki öğün yemek yenirdi.
Ama ne yemekti onlar! Sabah tandır suyuna çorba ve tandır etiyle başlanırdı. Akşam etli, bulgurlu, hoşaflı bir ziyafetle sona ererdi. Bir de, gece acıkanlar için ‘yat da geber’ tabir edilen bir ara öğün olurdu.
Pirinci İstanbullular pilav yaptı
Son zamanlarda aralarında aklı başında profesörler de olmak üzere birçok uzman, iki öğünü de fazla bulmaya başladı. Neymiş efendim, sadece sıkı öğle yemeği yeterliymiş. İnsan ne kadar az yerse, vücuttaki oksidasyon o kadar az olurmuş, böylelikle daha uzun yaşarmışız.
Hoppalaaa! Altı öğünden tek öğüne kadar düştük! Bu ne çelişkidir!
Şimdi kafamı diğer yasaklara taktım. Örneğin pirinç pilavına. Refik Halid Karay, bir yazısında pirincin Uzakdoğu asıllı olduğunu belirttikten sonra iddialı bir cümle kurar: “Onu pilav şekline sokarak dünyanın en lezzetli yemeklerinden biri haline getiren İstanbul’dur. Pilav İstanbul çocuğunun kolayca ayrılığına katlanamayacağı en sevgili lezzetli bir gıdadır!..”
Eski sofralarda kaç çeşit yemek olursa olsun, mutlaka pilav da olurdu. Hem de tencerenin altında tereyağı birikmiş, mis gibi pirinç pilavı. ‘Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın’ gibi bir deyiş başka hangi dilde vardır ki? O zamanlar pirinç Mısır’dan, Dimyat’tan gelirdi.
Pilav yapmak her aşçının harcı olmadığı için evlerde özel ‘pilavcı’ aşçılar bulunurdu. Çok meraklılar yağ olarak Kırım’dan tahta fıçılar içinde gelen inek yağını kullanırlardı.
Şimdi bu pilav da çok yasak. Hem de en yasakların başında. Dünya nüfusunun yarısını besleyen bu kutsal ürünü yasak ilan etmek, hangi akla hizmet etmektir? Bütün dünyanın sevgilisi makarna da, patates de yasak. Ördek yağında kızarmış patatesi yasaklamak kimin haddine düşmüş ki! Hele domates veya fesleğen soslu bir makarnayı! Sıcacık, kabuğu altın sarısı, kıtır kıtır beyaz ekmeğe ne demeli! Onu çok özledim.
Geçmişte bu kadar geri adım atılması, pardonların sıklaşması beni ikileme düşürdü. Ya patatese, ekmeğe, makarnaya ve pilava da ‘pardon’ derlerse ben yemediğimle kalacağım.
Onun için ucundan ucundan bu yasağı deliyorum. Gözüm gazete manşetlerinde. Elimde çatal-kaşık, ilk ‘pardon’u bekliyorum.
Paylaş