25 Mart 2005
<B>KURAN’</B>ın üzerinde durduğu en önemli ve öncelikli konu hiç şüphesiz, Allah’ın varlığını ve birliğini, yani tevhidi anlatmaktır. Kuran, Allah’ın varlığını ve birliğini anlatmakla başlar ve onunla son bulur. Yüce kitabımız Kuran-ı Kerim, Allah’ın birliği inancına gerçek anlamını yüklemiş ve her peygamberin bu itikadı öğrettiğini ve bütün dinlerin bu esaslı itikada dayandığını bildirmiştir. Her peygamberin gönderdiği millete ilk sözü, ‘Allah’tan başkasına kulluk etmeyin; çünkü ben sizin elem verici bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum’ (Hud, 26, 84) demek olmuştur. Bunun anlamı tevhiddir.
* * *
İnsanı şirke götüren en önemli sebeplerden birisi, Allah’a has olan ve yalnız O’nun bilgisi dahilinde birtakım bilgilerde kendine pay ayırmak ve böylece Allah ile ortaklık taslamaktır.
Kuran-ı Kerim, insanları şirke sürükleyen bu illeti kesin bir ifadeyle yasaklamıştır. Cenab-ı Hak, Kuran-ı Kerim’de ‘Gaybın anahtarları O’nun katındadır, onları ancak O bilir. Kara ve denizde olanı da O bilir. Bir yaprak düşmez ki, O’nun bilgisi dışında olsun. Yerin karanlıklarında olan bir tane, yaş ve kuru hepsi apaçık bir kitaptadır’ (En’am 59) buyurmuştur.
Bir grup topluluğun, Hz. Peygamber’i (S.A.S) karşılayarak birtakım şiirler okudukları sırada ‘İçimizde yarın ne olacağını bilen Allah’ın Resulü var’ manasındaki bir mısrayı da okuyunca; Sevgili Peygamberimiz, derhal buna engel olmuştur (Sahih-i Buhari). Çünkü kendisi Kuran’ın ifadesiyle, ‘De ki: Ben size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum; gaybı da bilmem. Ben size bir meleğim de demiyorum. Ben ancak bana vahyedilene uyuyorum. De ki: Hiç kör olanla gören bir olur mu? Hálá düşünmüyor musunuz?’ (En’am 50) buyurmuş ve gaybı bilmenin Allah’a mahsus olduğunu net bir şekilde açıklamıştır.
Birtakım gizli kuvvetlerin insanlar üzerinde tesir ettiğini iddia ederek büyüyle, tılsımla, üfürükle, cinlere ve şeytanlara adaklar adamakla, kurbanlar kesmekle bu tesirleri gidermeye çalışmak, birtakım gizli kuvvet ve tesirlerin insanlara nüfuz ettiğine inanarak bunlara karşı gelmekle meşgul olanlara değer vermek de insanı manevi (gizli) şirke götüren tehlikeli davranışlardandır.
* * *
İnsanları şirke götüren sebeplerden birisi de; Cenab-ı Hakk’a münhasır olan birtakım ibadetleri, O’nun dışında başkalarına yapmak, Allah’a has olan ibadetlerde, sıfatlarda başkalarına pay ayırmak, daha sonra bu başkalarını Allah’ın zatına da ortak saymaktır. Geçmişte şirk batağına saplanan bazı insanlar, Allah’a karşı secdeye kapandıkları gibi putlarına da, din uluları saydıkları kimselere de secdeye kapanırlardı. Hz. Peygamber bütün bunları kesin bir ifadeyle ve şiddetle yasakladı.
Kays bin Sa’d şu vakayı anlatıyor:
‘Bir aralık Hire’ye gitmiştim. Orada halkın Mirzbanlardan birine secde ettiklerini gördüm. Ben ise, ‘Ya Resulullah secde edilmeye daha layıksın’ dedim. Hz. Peygamber buna karşı ‘Kabrimin önüne geçmiş olsaydın, ona secde eder miydin?’ diye sordu. ‘Hayır’ dedim. Hz. Peygamber de ‘Böyle bir şey yapmayın’ buyurdu.’
Bazı insanlar da, birisinin gösterdiği olağanüstü davranışlardan hareketle onu ilah saymamakla birlikte; onunla yaratıcı arasında bir alaka kurmak suretiyle, onun da yaratma kudretine sahip olduğu yanılgısına düşmekte ve onu beşer üstü saymakta, peygamberleri ve Allah’ın veli kullarını da bu kategoriye sokarak tehlikeli bir yola gitmektedirler. Hz. İsa bugün dahi milyonlarca insan tarafından bir ilah veya ilahın oğlu sayılmakta ve şirkin vesilesi olarak kullanılmaktadır. Kuran-ı Kerim, şirkin bu çeşidini de ortadan kaldırmıştır.
* * *
İnsanı manevi, yani gizli şirke götüren sebeplerden birisi ‘riya’dır. Yani, öz yürekli değil, ikiyüzlü olmak, olduğu gibi görünmemek, göründüğü gibi olmamaktır. İnsanların bu tarzda hareket etmelerinin, riyakár davranmalarının çeşitli sebepleri vardır.
Bazıları bunu şan ve şöhret kazanmak amacıyla, kimi birtakım menfaatleri ele geçirmek hırsıyla, kimi göz kamaştırıcı nümayişlere kapılmak zevkiyle, kimi birilerinin dostluğunu kazanmak veya onların düşmanlığından emin olmak amacıyla yapar ki, bunların hepsi de insanı gizli şirke götürür. Çünkü bu şekilde davranışlar heva ve heveslerini, hırslarını tanrılaştırmış kimselerdir. Kuran ‘Hırsını Tanrı edinmiş olan kimseyi görüyor musun?’ (Furkan Suresi) ifadesiyle bu tür insanlara dikkat çekmektedir.
Allah hepimizi bu devirde gizli şirke düşmekten korusun.
SORALIM ÖĞRENELİM
Ailenin rızası olmadan, nişanlılık döneminde imam nikáhı kıyılabilir mi?
Osman Y.-İSTANBUL
İslam’da nikáh, tescili gerektiren bir uygulamadır. Eşlerin, şahitler huzurunda irade beyan etmeleriyle gerçekleşir. İmam nikáhı ise bir gelenektir; resmi nikáh olmadan böyle bir şeye teşebbüs edilmesi doğru değildir.
Namaz kılarken çocuğum ağladı, namazımı bozdum. Günahkár olur muyum?
Ayşe İlhan-İZMİR
Çocuk acı duyar bir şekilde ağlıyorsa namazını bozar, yeniden kılabilirsiniz.
Bir kızı seviyorum; fakat süt kardeşim olduğunu söylediler. Bu kızla evlenebilir miyim?
M.Y.-İZMİR
Bir çocuk iki yaşına kadar annesinden başka bir kadını emmiş ise o kadın onun süt annesi ve kadının emzirdikleri de süt kardeşleri olurlar. Süt kardeşlerin birbirleriyle evlenmeleri Kuran-ı Kerim’de yasaklanmıştır. Dolayısıyla, bu kız da sizin öz kardeşiniz hükmündedir. Evlenemezsiniz. Ancak iki yaşını doldurduktan sonra anneniz onu emzirmişse, bu durumda süt kardeşiniz sayılmaz. Bu konuyu iyice tahkik etmelisiniz.
Resim olan odada namaz kılınır mı? Şayet kılınmışsa yeniden kılmalı mıyız?
Suat Tohumcu-ADANA
Resim olan yerde namaz kılınabilir. Ancak resme karşı namaz kılmak mekruh (nahoş) sayılmıştır. Şayet resme karşı namaz kılınmışsa, yeniden kılınması (iadesi) gerekmez.
Kalıcı dövme yaptırmanın dinimizde hükmü nedir? Dövme yaptırmam halinde ibadetlerim kabul olur mu?
İsimsiz
Vücuda dövme yaptırmak Peygamberimiz tarafından cahiliye ádetlerinden sayılmış ve yasaklanmıştır. Dövme yaptıran kişinin ibadetinin kabul olunmaması söz konusu değildir. Ancak, Peygamberimizin yasakladığı bir şey olduğundan bundan kaçınılması doğru olur.
Yazının Devamını Oku 
18 Mart 2005
<B>HER </B>yıl ısıtılıp ısıtılıp önümüze getirilen <B>‘temcit pilavı’</B> bu defa da mevsimini şaşırmadı. Bilindiği gibi, mart ve nisan ayları, Ermeni soykırımı iddialarının sergilendiği bir panayır mevsimidir. Yıllardan beri aynı tezgáhlar aynı merkezlerde kurulur, Osmanlı idaresinde kaç yüz bin Ermeni’nin soykırıma tabi tutulduğu yalanı dünya kamuoyuna inandırılmaya çalışılır. Bu defa da öyle oldu. Böyle bir iddianın ne dini, ne insani, ne de vicdani bir dayanağı vardır. Osmanlı Devleti, siyasi kararlarını ‘dini fetva’lar eşliğinde alan bir devletti.
Böyle bir devletin karar mekanizmasından İslam’ın hiçbir zaman onaylamayacağı ‘katliam’ ya da moda tabiriyle ‘soykırım’ kararı çıkması mümkün olamazdı. Çünkü, İslam dini cana kıymayı ancak savaş durumunda mübah sayan bir dindir. Bunu da ‘kadınlara, çocuklara, yaşlılara ve din adamlarına dokunulmayacak’ şartına bağlamıştır. Böyle bir dinin fetva makamında bulunanların, kendi ülkesinin vatandaşlarına yaşlı-çocuk demeden toplu bir katliam izni vermeleri düşünülemezdi.
* * *
Osmanlı Devleti’nin tebaasına sağladığı imkánlardan en fazla yararlanan gayrimüslim cemaat Ermenilerdir. Türkçe konuşan, ayinlerini bile Türkçe yapan bu topluluktan önemli konumlarda üst düzey memurlar, müsteşarlar ve bakanlar devlet yönetiminde görev almışlardır.
Türk kültürünü benimsemiş birçok sanatçı çıkmış, Türk Sanat Müziği için besteler ve güfteler yapanlar olmuştur. Nikogos Ağa bunlardan birisidir. Nikogos Ağa, Sultan Abdülmecid’in isteğiyle ezan bile okumuş, Mevlevi ayinlerine katılmış ve birçok kişiye musiki dersi vermiştir. Aynı zamanda Ermeni kilisesinin ilahilerini besteleyerek Kumkapı Meryem Ana Kilisesi’nde baş muganni olmuş, Devlet-i Áliye bundan şüphe bile duymamıştır.
Yine, kayıtlara göre imparatorluk döneminde Osmanlı tarihinin; Ermenilerden 29 paşası, 22 bakanı, 33 milletvekili, 7 büyükelçisi, 11 başkonsolosu, 11 üniversite öğretim üyesi ve 41 yüksek rütbeli memuru olmuştur. Dışişleri, Maliye, Ticaret ve Posta Bakanlığı gibi son derece önemli ve kilit mevkilerde görev yapan Ermeni vatandaşlarımızın varlığını, ırkçı çevrelere bir kere daha hatırlatmak isteriz.
* * *
Türklerin Anadolu’ya yerleştiği ilk dönemden itibaren, yaklaşık 800 yıllık bir beraberlik söz konusudur. Bu 8 asırlık uyumlu beraberlik, ne yazık ki Osmanlı Devleti’nin zayıflayıp çözülmeye yüz tutmasıyla yeni bir çehre kazanmaya başlamıştır.
Bu dönemde bile, Ermenilerin büyük bir çoğunluğu Osmanlı Devleti’nin geleceğine olan inancını sürdürürken, bazıları mevcut kargaşa ortamında can ve mal güvenliği endişesine kapılmış, küçük bir azınlık ise bağımsızlık kazanmanın peşine düşmüştür. Seri isyanlar ve olaylar zinciri başlatmıştır. Tehcir, devletin savunma refleksinin harekete geçirdiği bir uygulamadır, asla bir ‘katliam’ değildir.
Ermeni cemaati ile Türkler arasında dini yönden herhangi bir çatışma da olmamıştır. İki toplum arasında karşılıklı diyaloğun güçlü temellerinin atıldığı Osmanlı döneminde güzel örnekler de verilmiştir. Halen Türkiye’de bulunan Ermeni orijinli vatandaşlarımız 540 yıllık patrikhanesi, 2 hastanesi, 57 kilisesi, 58 vakfı, 18 okulu, 17 derneği, 2 spor kulübü, 3 gazetesi, 5 dergisi ve onlarca sivil kurumuyla yurdumuzdaki tüm insanlarla birlikte geleceğe güven ve huzur içerisinde bakmaktadırlar.
* * *
Bugünkü iddialara en güzel cevabı da o dönemlerde Erzurum Belediye Başkanı olan Zakir Bey vermiştir. Doğu Anadolu tahkik heyetiyle Erzurum’a gelen Amerikalı General Harbord, Erzurum’daki incelemeleri sırasında Türk tarafına şöyle bir soru yöneltir:
‘Daha önceden Erzurum’da Ermeni çoğunluğu var mıydı?’ Bu soru üzerine Erzurum Belediye Başkanı Zakir Bey, Amerikan heyetini pencere önüne çağırıp Gez ve Kavak mezarlıklarını göstererek, ‘Bunlar hep Türk mezarlarıdır. Şehrin öteki yerlerinde bunların on katı Türk mezarlığı daha vardır. Şimdi iyi bakın; çevresi duvarlarla çevrili küçük bir mezarlık var, o da Ermenilerin mezarlığıdır. Şimdi Ermeniler mi, Türkler mi çok anladınız mı? Ermeniler ölülerini yemediler ya? Erzurum’un ölüsü de Türk, dirisi de Türk’ diyerek Erzurum insanına has vatan sevgisiyle cevap vermiştir.
Bu cevap o günlerde Amerikan tahkik heyetinin gerçeği anlamasına yardımcı olmuştu. Umarız; olaya bugün de tarihin vicdanıyla bakarak artık bu aldatmacaya bir son verirler!
SORALIM ÖĞRENELİM
Zahit ne demektir, tasavvufçular neden zahitleri eleştirirler?
İsmail KINALI-İSTANBUL
Zahit, dünyadan elini eteğini çekmiş; şöhret, mal, mülk, makam ve mevki sevgisi kalbinde yer etmemiş, takva ehli kimse demektir. Tasavvuf terminolojisinde eleştirilen zahit, gerçek zahit olmayıp, ham sofu, dinin özünden ziyade şekilciliğiyle ilgilenen, gerçek zahitliği kendi çıkarı için kullanan zayıf karakterli, menfaatperest tiplerdir.
Nezir ne anlama gelir? Birisinin ‘ben nezirim’ demesi doğru mudur?
Hatice AKTAŞ-İSTANBUL
Nezir, sözlükte bir tehlikeyi haber vererek başkasını uyaran kimse demektir. Dini terminolojide nezir, peygamberlerin bir sıfatıdır. Nebi ve resul gibi. Nezir, Kuran’da 45 yerde geçmektedir. Başka hiç kimse, bu anlamda sıfat olarak kendisi için kullanamaz.
Almanya’da yaşıyoruz. Türk kasabından aldığımız etler pahalı. Avustralya’dan gelen etler ise hem daha kaliteli, hem de ucuz. Ancak bu hayvanların besmeleyle kesilip kesilmediğini bilmiyoruz. Bu etleri yiyebilir miyiz?
Emine KARAHAN-ALMANYA
Daha önce de açıkladığımız gibi, kitap ehlinin (Yahudi ve Hıristiyanlar) kestikleri etler helaldir (Maide Suresi 5). Bunların bir İslam ülkesinde yaşamış olmalarıyla kendi ülkelerinde olmaları arasında bir fark yoktur. Ancak, Hıristiyanların Hz. İsa adına, Yahudilerin Üzeyir adına kestikleri bilinirse yenilmez. Çünkü, Maide Suresi 3. Ayet’te, Allah’tan başkası adına boğazlanan etlerin haram olduğu ifade edilmiştir. Avustralya’dan gelen etlerin nasıl kesildiğini orada bulunmadığımızdan bilemiyoruz. Onların da Allah adına kestiklerini hüsnüniyetle kabul ediyoruz. Dolayısıyla yiyebilirsiniz.
Yazının Devamını Oku 
11 Mart 2005
<B>SON </B>zamanlarda gazete sayfaları ve TV ekranlarında iç karartıcı şiddet haber ve görüntüleri sıkça yer almaktadır. Bu görüntüler, toplumumuzun içinde bulunduğu sosyopsikolojik yapıyı yansıtmaktadır. 8 Mart Kadınlar Günü kutlamalarında ekrana yansıyan nahoş görüntüler, hepimizin üzerinde ‘şok’ etkisi yapmıştır. Polisin göstericilere karşı şiddet kullandığını ifade eden sözler, dış çevreler tarafından da Türkiye'ye karşı ‘suçlama unsuru’ olarak kullanılmıştır. Kısaca denilmek istenmiştir ki: ‘Ülkenizde hálá bu görüntüler yaşanıyorken AB'ne girmeyi unutun!’
Polis, devlet gücünü temsil ettiği için bu gibi olaylarda eşitlerden biri olarak kabul edilmeyip, doğrudan suçlanan taraf oluyor. Şiddet kullanmakla suçlanıyor. Polis şiddete maruz kalınca da ‘Görevidir; hem kendini savunacak, hem insanları incitmeden olayları bastıracak’ mantığı işletiliyor. Kaldırım taşını sökerek polisin başına vurmak, onun kafasını yarmak şiddet olmuyor!
Amacımız bu olayın içinden ‘şu suçlu’, ‘bu masum’ çıkarımı yapmak değil. O görüntülere giren tekmelerin sahibi ister polis, ister sivil olsun bağışlanamaz. Şiddetin taraflarında sadece polis ile göstericiler yok. Hemen her olayda, her ilişkide var. Daha geçen gün gazetelerde, hayvanseverleri ayağa kaldıran bir köpek katliamının resimleri yer almadı mı? Sadece insanlara karşı değil, hayvanlara karşı da şiddet uygulayan bir toplum olmanın ayıplarını yaşıyoruz.
Ailede kadına uygulanan şiddet, çocuklara uygulanan şiddet, sporda şiddet, eğlencede şiddet, işyerinde şiddet, sokakta şiddet! Konuşmalarımıza, bakışlarımıza, tavırlarımıza sertlik katmayı, ilişkilerimizin tuzu, biberi, sosu haline getirdik. Acaba sertlik insanın yapısında olan bir şey mi?
Evet, insanın ham yapısında bütün kötülükleri var eden dürtüler vardır. Bu dürtüler dinlerin dilinde ‘şeytana uymak’ şeklinde ifade edilmiştir. Şeytan, insanları kötülüğe sürüklemekle kendini görevlendirmiş bir varlık. Onun sürekli gezindiği mekan ise nefsimizdir. İnsan, nefsiyle mücadele ederek Şeytan'ı yenebilir. Bunun yegane güç kaynağı maneviyattır. Nefis eğitiminden uzaklaştıkça, içimizdeki dürtüler bizi daima kötülüğe yönlendirecektir. Bugün yaşanılan toplumsal hastalıkların temelinde manevi vitamin eksikliğinin yol açtığı zaafiyet ve bozulmalar yer almaktadır.
‘Şiddet, şiddeti doğurur’ diye bir söz vardır. Kötülükten ancak kötülük neşet eder. İçimizdeki kötü dürtüleri, ancak iyiliğin, güzelliğin ve erdemliliğin pozitif enerjisiyle yok edebiliriz. O hepimizin içinde vardır. Önemli olan bu enerjiyi açığa çıkarabilmektir. Önce inanç gerekir. İnsan, ancak inancın sterilize ettiği bir ortamda sağlıklı bir ruh yapısına sahip olabilir. İnsan kendini ya inşa eder veya imha eder. Kötü niyet, vesvese ve kin içinde yaşayan bir insan kendini kendi eliyle inşa ettiği bir zindana tıkmış olur; fakat herkes hakkında iyi niyetler besleyen, herkesle iyi geçinen de hayatını cennete çevirir.
Yüce kitabımız ‘zulme karşı zulüm’ uygulamasına asla onay vermez. Allah ayetlerinde insanlara ‘kötülüğe karşı iyilikle cevap vermelerini’ emreder:
‘İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir.’ (Fussilet Suresi, 34).
İnsanların kendilerine karşı uygulanan zulme tepki duymaları, bunu uygulayanlara boğz etmeleri meşru bir haktır. Ama bu hiçbir zaman gözü kapalı bir nefretle, husumete neden olmamalıdır. Allah, bu konuda Müslümanlar'ı şöyle uyarıyor:
‘... bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah'tan korkup-sakının.’ (Maide Suresi, 2).
Sevgili peygamberimiz de Müslüman'ı, ‘Eli ve dili ile başkalarına zarar vermeyen, kötülüklerinden emin olunan insan’ diye tarif etmiştir. İnsanlara zarar vermeyi ve zulmetmeyi yasaklamış, ‘Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz’ buyurmuşlardır.
Bir kudsi hadiste, ‘Ben zulmü kendime haram ettim, size de haram kıldım, birbirinize zulmetmeyiniz’ buyurulmuştur.
Hacı Bektaş-ı Veli de ‘Bin defa mazlum olsan da, bir kerre dahi zalim olma’ demiştir.
Şiddetten, nefretten, kinden, nifaktan uzak bir toplumda huzur ve sevgi dolu bir hayatı paylaşmak dileğiyle...
SORALIM ÖĞRENELİM
Nazar diye bir şey var mıdır? İçki dinimizde haramdır. Sigara da içki gibi sağlığa zararlı olduğuna göre haram değil midir?
Murat EDİZ-İZMİR
Bazı kötü niyetli kişilerin bakışlarıyla insanlar üzerinde olumsuz etki bırakma anlamına gelen nazarın (göz değmesi) mahiyeti hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte; dinen de varlığı kabul edilmektedir. Kalem Suresi'nde şöyle buyurulur: ‘İnkar edenler, Kuran'ı dinlediklerinde neredeyse seni gözleriyle yıkıp devireceklerdir.’ Bu ayetten de anlaşılacağı üzere nazar vardır. Nazardan korunmak için muavvezeteyn-sığındırıcı (Falak ve Nas Sureleri) ile İhlas Sureleri'nin orijinal metninden veya meallerinden okunması tavsiye olunmuştur. Nitekim, Peygamberimiz de nazara karşı bu sureleri okumuştur. Sigaraya gelince; içki ile kıyaslanamaz. Çünkü içki ayetle yasaklanmıştır. Sigara hakkında ise yasaklayıcı bir hüküm bulunmadığından en azından mekruh sayılmıştır. Bunda da şüphe yoktur.
Birisi emaneten bir para bıraktı, sonra alamadan öldü. Bu parayı ailesine mi, yoksa bir hayır kurumuna mı vermeliyim?
İsimsiz
Kuruşuna halel getirmeden ailesine vermelisiniz. Çünkü o para várislerinin hakkıdır. Ailesi dururken hayır kurumuna vermeniz asla caiz olmaz.
Gece 24.00'ten sonra yassı namazını kılabilir miyim? Vitir namazında bilmediğim kunut duaları yerine ne okuyabilirim?
Yatsı namazı, akşam namazının vakti çıktıktan sonra başlar, sabah namazının vakti olan tan yerinin ağarmaya başlamasına kadar (imsak) devam eder. Kunut dualarını bilmiyorsanız yerine ‘Rabbena Atina’, bunu da bilmiyorsanız ‘Allahümmağfirli’ veya üç kere ‘Ya Rabbi’ diyerek kılabilirsiniz.
Peygamberimizin doğum tarihi ile ilgili farklı iki tarih bulunmaktadır. Bunlardan doğru kabul edebileceğimiz tarih hangisidir?
Müvdat İLKBAĞ - İSTANBUL
İslami kaynaklara göre Hz. Muhammed (S.A.S.) 571 yılı nisan ayının 20'sine rastlayan rebiu'l evvel ayının 12. pazartesi gecesi sabaha karşı doğmuştur. Batılı kaynaklarda ise Peygamberimizin doğum tarihi 20 Ağustos 570 yılı olarak kaydedilmektedir. Doğrusu birinci görüştür.
Yazının Devamını Oku 
4 Mart 2005
<B>ALMANYA'</B>dan faks çeken <B>Güneş Barış </B>isimli okurum, zorunlu din eğitimiyle ilgili yazımıza felsefi bir yaklaşımda bulunarak şöyle diyor: "İşe (eğitime) hemen Allah korkusundan başlanılmasını doğru bulmuyorum. Daha dünyanın ne olduğunu anlayamamış o yavrulara Allah sevgisi ve gözle görülen mucizelerle derse başlanılmasının onlar üzerinde daha etkili olacağını düşünüyorum. Allah'ın büyüklüğünü sadece pencereden bakarak anlatmaya başlamak daha iyi olmaz mı? Dışarıda ya güneş vardır, ya yağmur ve kar. Bulutlar, içtiğimiz su. Kuşlar uçuyordur. Çiçekler açıyordur. Bazı yavrulara yeni kardeş gelmiştir. Bunlar Allah'ın bahşettiği gözle görülür mucizelerdir."
* * *
Pencereden bakmak... Allah'ın büyüklüğünü, gücünü, iradesini, ilmini ve hikmetlerini káinata, olaylara ve yarattığı muhteşem varlıklara göz ve gönül penceresinden bakarak idrak etmek... Her bakışta O'nun eşsizliğini, emsalsizliğini ve büyüklüğünü tekrar tekrar ve yeniden anlayarak haşyet (korku) ve huşuya gark olmak. Zaten insan olmanın da hedefi bu ilahi haşyeti dünyada idrak edebilmek, zevk edebilmek ve o zevkle birlikte kámil insan olmaktır.
Bizce de işin özü ve yöntemi budur. İslam, kelime olarak zaten barış ve esenlik demektir. Korku ve baskı dini değildir. Akla ve hür seçime dayanır. Zorlama yoktur. İslam inancında Allah'ın rahman ve rahim sıfatlarına özellikle vurgu yapılmaktadır. Merhametlerin en yücesi olan Cenab-ı Allah, káinatı ve káinattaki her türlü varlığı her an "koruyan, esirgeyen ve bağışlayan" sıfatlarıyla kuşatmıştır.
Yarattığı her varlığın ihtiyacını sonsuza dek karşılamıştır. Gönderdiği peygamberler ve indirdiği kitaplar marifetiyle ebedi kurtuluş ve mutluluk reçetesini vermiştir. Allah'ın rahmeti, her zaman öfkesine üstün gelmiştir. Peygamberlerini de álemlere rahmet olarak göndermiştir.
Yüce Allah'ın muhabbet, sevgi, merhamet, af, şefkat gibi "cemal" sıfatları daima, gazap, cezalandırma gibi "celal" sıfatlarının önündedir. Kullarının günahlarını affetmek ve bağışlamak için onlara son nefeslerine kadar tövbe kapısını açık tutmaktadır.
Allah, insanı zaafları ile birlikte yaratmıştır. "Beşer, şaşar" mantığı buradan gelmektedir. Günahsız bir insan, ya da toplum düşünebilmek mümkün değildir. Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde buyuruyor ki: "Nefsim kudret elinde olan Zat'a yemin ederim ki eğer siz hiç günah işlemeseniz, Allah sizi toptan helak eder; günah işleyen, arkadan da tövbe eden bir kavim yaratır ve onları affederdi." Demek ki, önemli olan işlediği günahın farkında olup, tövbe kapısına yönelmektir. Şüphesiz, Allah tövbe edenleri bağışlayandır.
* * *
Bütün dinlerin ve tabii ki İslam'ın omurgası "iman"dır. İnsan, iman etmedikçe kurtuluşa eremez. İmanı, tefekkürle donatmamız lazımdır. Bu da okuyucumuzun ifade ettiği gibi "pencereden bakmamızı" gerektirir.
Gerçek anlamda din eğitimi dediğimizde, karşımıza "ádetullahı anmak" gibi bir başlık çıkar. Ádetullah, Allah'ın evrendeki var ediş ve işleyiş kurallarını ifade eder. "Doğa kanunları" denilen şey de bu şifrelenmiş düzenin adıdır. En büyük ibadet, bu gerçeği kavramaktır.
Kuran-ı Kerim, evrendeki her bir zerre kadar varlığı bile "ayet" olarak tarif etmektedir. Kuran okumak demek, sadece mushaf (kitap) olan Kuran'ı okumak demek değildir; aynı zamanda evrendeki her bir varlığın var oluş ve işleyiş hikmetlerini keşfetmek veya bu bilimsel gerçekleri okumak ve idrak etmektir. Bütün bilimler, gerçekte ádetullahı anlatmaktadır.
Eğitimi bu ádetullah düzenini okuma ve anlama ekseninde ele almalı ve çocuklarımızı da bu anlayış istikametinde eğitmeliyiz. Bunu yapmak yerine, onların körpe yüreklerine sadece "korku" kavramını koyup, "sevgi" kavramını daha düşük tonda vurgulamak din eğitiminin ruhuna aykırıdır.
* * *
Din eğitiminde yaşadığımız ana sorunlardan birisi de, din-bilim dengesini kuramamaktadır. Din kanalından bize ulaşan verilerin hayatın gerçekleriyle örtüşmesini sağlamak gerekir. Aslında, bilim ve vahiy birbirini nakzetmez (bozmaz), aksine güçlendirir. Çünkü üçünün de yaratıcısı yüce Allah'tır.
Bugünkü yazımızı bir gönül adamının şu sözleriyle bitirelim:
"Yaratıcıyı tanımak için muammaları çözmeye kalkışmaya gerek yoktur. Daha fazla etrafımıza bakmamız yeterlidir. Çünkü fezaya baktığımızda O'nun bulutlar içinde yürüdüğünü, şimşeklerle kollarını uzattığını ve yağmurlarla bize indiğini, çiçeklerle yüzümüze gülümsediğini görürüz."
SORALIM ÖĞRENELİM
Allah'ın doğal felaketlerle insanlara ders vermek istediği doğru mu? Doğru ise günahsız çocukların suçu ne?
Emine DOĞAN/ANKARA
Elbette her olaydan ders çıkarmak, ibret almak lazımdır. Allah, öç almayı bekleyen ve insanların acı çekmesinden zevk alan bir varlık değildir. Merhametlilerin en yücesidir. İyiliklerden yanadır. Dünyada karşılaşılan bazı felaketler, insanoğlunun tedbirsizliğinden ve ihmalkárlığından kaynaklanmaktadır. Bunun dışında Yüce Allah, hikmeti gereği insanları denemek için bazı musibetler verdiğini de Kuran'da ifade etmektedir. İnsan sabır, teslimiyet ve itaatla bu musibetleri lehine çevirebilir. Şüphesiz, her şerde bir hayır vardır. Hoşumuza gitmeyecek olaylarda da bilmediğimiz iyi sonuçların var olabileceğini düşünmeliyiz. Tedbiri de hiçbir zaman elden bırakmamalıyız. Ádetullah böyle cereyan etmektedir.
Bir Hıristiyan kadınla evlendim. Türkiye'de resmi nikáh yaptırdık. Belçika'da da kilisede bir tören düzenlenecek; benim bir eş olarak bu törene katılmamda dini yönden bir sakınca var mı?
H.K./BELÇİKA
Eşiniz Hıristiyan olduğuna göre onun inançlarına karşı hoşgörülü olmanız gerekir. Bu nedenle kilisede yapılacak olan törene katılmanızda bir mahzur yoktur.
İdrarımı tutamıyorum. İdrar elbiseme de bulaşıyor. Her zaman temizlemek de mümkün olmuyor. Namaz kılmamda abdest yönünden bir kolaylık var mı?
N.R./İSTANBUL
Abdest alıp bir vakit namaz kılacak kadar bir süre ara vermeden akıntı devam ediyorsa özür sahibi sayılırsınız. Her namaz vakti için abdest almanız gerekir. Alacağınız bu abdestle ikinci bir namaz vakti girinceye kadar farz, nafile, cenaze namazlarını kılabilirsiniz. Ancak, vakit çıktıktan sonra yeniden abdest almanız gerekir. Akıntı her an devam ediyorsa çamaşırınızı yıkamanız gerekmez.
Dileğimin Allah katında kabul olması için ne yapmalıyım?
Şerife ÖZCAN
Dileğinizin Allah katında kabul görmesi için ihlasla dua etmeniz gerekir. Çünkü Allah içtenlikle yapılan duaları kabul eder.
Bir ayette "Sur'a üflendi" deniliyor. Halbuki bizim bildiğimiz, İsrafil'in Sur'a birinci üflemesinde kıyamet kopacak, ikinci üflemesinde dirilecektir. Halbuki Sur'a henüz üflenmedi, dünya hayatı devam ediyor. Siz ne diyorsunuz?
Atilla OLGUN-İZMİR
Sur'a üfleneceği kesin olduğundan, geçmiş sigasıyla "üflendi" tabiri kullanılmıştır. Bu bir belagat kuralıdır. Kuran üslubunda gelecekte meydana gelmesi kesin olan hadiseler için bu ifadeler -sanki olup bitmişçesine- kullanılmıştır.
Yazının Devamını Oku 
4 Mart 2005
ALMANYA'dan faks çeken Güneş Barış isimli okurum, zorunlu din eğitimiyle ilgili yazımıza felsefi bir yaklaşımda bulunarak şöyle diyor:"İşe (eğitime) hemen Allah korkusundan başlanılmasını doğru bulmuyorum. Daha dünyanın ne olduğunu anlayamamış o yavrulara Allah sevgisi ve gözle görülen mucizelerle derse başlanılmasının onlar üzerinde daha etkili olacağını düşünüyorum. Allah'ın büyüklüğünü sadece pencereden bakarak anlatmaya başlamak daha iyi olmaz mı? Dışarıda ya güneş vardır, ya yağmur ve kar. Bulutlar, içtiğimiz su. Kuşlar uçuyordur. Çiçekler açıyordur. Bazı yavrulara yeni kardeş gelmiştir. Bunlar Allah'ın bahşettiği gözle görülür mucizelerdir."* * *Pencereden bakmak... Allah'ın büyüklüğünü, gücünü, iradesini, ilmini ve hikmetlerini káinata, olaylara ve yarattığı muhteşem varlıklara göz ve gönül penceresinden bakarak idrak etmek... Her bakışta O'nun eşsizliğini, emsalsizliğini ve büyüklüğünü tekrar tekrar ve yeniden anlayarak haşyet (korku) ve huşuya gark olmak. Zaten insan olmanın da hedefi bu ilahi haşyeti dünyada idrak edebilmek, zevk edebilmek ve o zevkle birlikte kámil insan olmaktır.Bizce de işin özü ve yöntemi budur. İslam, kelime olarak zaten barış ve esenlik demektir. Korku ve baskı dini değildir. Akla ve hür seçime dayanır. Zorlama yoktur. İslam inancında Allah'ın rahman ve rahim sıfatlarına özellikle vurgu yapılmaktadır. Merhametlerin en yücesi olan Cenab-ı Allah, káinatı ve káinattaki her türlü varlığı her an "koruyan, esirgeyen ve bağışlayan" sıfatlarıyla kuşatmıştır.Yarattığı her varlığın ihtiyacını sonsuza dek karşılamıştır. Gönderdiği peygamberler ve indirdiği kitaplar marifetiyle ebedi kurtuluş ve mutluluk reçetesini vermiştir. Allah'ın rahmeti, her zaman öfkesine üstün gelmiştir. Peygamberlerini de álemlere rahmet olarak göndermiştir.Yüce Allah'ın muhabbet, sevgi, merhamet, af, şefkat gibi "cemal" sıfatları daima, gazap, cezalandırma gibi "celal" sıfatlarının önündedir. Kullarının günahlarını affetmek ve bağışlamak için onlara son nefeslerine kadar tövbe kapısını açık tutmaktadır.Allah, insanı zaafları ile birlikte yaratmıştır. "Beşer, şaşar" mantığı buradan gelmektedir. Günahsız bir insan, ya da toplum düşünebilmek mümkün değildir. Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde buyuruyor ki: "Nefsim kudret elinde olan Zat'a yemin ederim ki eğer siz hiç günah işlemeseniz, Allah sizi toptan helak eder; günah işleyen, arkadan da tövbe eden bir kavim yaratır ve onları affederdi." Demek ki, önemli olan işlediği günahın farkında olup, tövbe kapısına yönelmektir. Şüphesiz, Allah tövbe edenleri bağışlayandır.* * *Bütün dinlerin ve tabii ki İslam'ın omurgası "iman"dır. İnsan, iman etmedikçe kurtuluşa eremez. İmanı, tefekkürle donatmamız lazımdır. Bu da okuyucumuzun ifade ettiği gibi "pencereden bakmamızı" gerektirir.Gerçek anlamda din eğitimi dediğimizde, karşımıza "ádetullahı anmak" gibi bir başlık çıkar. Ádetullah, Allah'ın evrendeki var ediş ve işleyiş kurallarını ifade eder. "Doğa kanunları" denilen şey de bu şifrelenmiş düzenin adıdır. En büyük ibadet, bu gerçeği kavramaktır.Kuran-ı Kerim, evrendeki her bir zerre kadar varlığı bile "ayet" olarak tarif etmektedir. Kuran okumak demek, sadece mushaf (kitap) olan Kuran'ı okumak demek değildir; aynı zamanda evrendeki her bir varlığın var oluş ve işleyiş hikmetlerini keşfetmek veya bu bilimsel gerçekleri okumak ve idrak etmektir. Bütün bilimler, gerçekte ádetullahı anlatmaktadır.Eğitimi bu ádetullah düzenini okuma ve anlama ekseninde ele almalı ve çocuklarımızı da bu anlayış istikametinde eğitmeliyiz. Bunu yapmak yerine, onların körpe yüreklerine sadece "korku" kavramını koyup, "sevgi" kavramını daha düşük tonda vurgulamak din eğitiminin ruhuna aykırıdır.* * *Din eğitiminde yaşadığımız ana sorunlardan birisi de, din-bilim dengesini kuramamaktadır. Din kanalından bize ulaşan verilerin hayatın gerçekleriyle örtüşmesini sağlamak gerekir. Aslında, bilim ve vahiy birbirini nakzetmez (bozmaz), aksine güçlendirir. Çünkü üçünün de yaratıcısı yüce Allah'tır.Bugünkü yazımızı bir gönül adamının şu sözleriyle bitirelim:"Yaratıcıyı tanımak için muammaları çözmeye kalkışmaya gerek yoktur. Daha fazla etrafımıza bakmamız yeterlidir. Çünkü fezaya baktığımızda O'nun bulutlar içinde yürüdüğünü, şimşeklerle kollarını uzattığını ve yağmurlarla bize indiğini, çiçeklerle yüzümüze gülümsediğini görürüz."SORALIM ÖĞRENELİMAllah'ın doğal felaketlerle insanlara ders vermek istediği doğru mu? Doğru ise günahsız çocukların suçu ne?Emine DOĞAN/ANKARAElbette her olaydan ders çıkarmak, ibret almak lazımdır. Allah, öç almayı bekleyen ve insanların acı çekmesinden zevk alan bir varlık değildir. Merhametlilerin en yücesidir. İyiliklerden yanadır. Dünyada karşılaşılan bazı felaketler, insanoğlunun tedbirsizliğinden ve ihmalkárlığından kaynaklanmaktadır. Bunun dışında Yüce Allah, hikmeti gereği insanları denemek için bazı musibetler verdiğini de Kuran'da ifade etmektedir. İnsan sabır, teslimiyet ve itaatla bu musibetleri lehine çevirebilir. Şüphesiz, her şerde bir hayır vardır. Hoşumuza gitmeyecek olaylarda da bilmediğimiz iyi sonuçların var olabileceğini düşünmeliyiz. Tedbiri de hiçbir zaman elden bırakmamalıyız. Ádetullah böyle cereyan etmektedir.Bir Hıristiyan kadınla evlendim. Türkiye'de resmi nikáh yaptırdık. Belçika'da da kilisede bir tören düzenlenecek; benim bir eş olarak bu törene katılmamda dini yönden bir sakınca var mı?H.K./BELÇİKAEşiniz Hıristiyan olduğuna göre onun inançlarına karşı hoşgörülü olmanız gerekir. Bu nedenle kilisede yapılacak olan törene katılmanızda bir mahzur yoktur.İdrarımı tutamıyorum. İdrar elbiseme de bulaşıyor. Her zaman temizlemek de mümkün olmuyor. Namaz kılmamda abdest yönünden bir kolaylık var mı?N.R./İSTANBULAbdest alıp bir vakit namaz kılacak kadar bir süre ara vermeden akıntı devam ediyorsa özür sahibi sayılırsınız. Her namaz vakti için abdest almanız gerekir. Alacağınız bu abdestle ikinci bir namaz vakti girinceye kadar farz, nafile, cenaze namazlarını kılabilirsiniz. Ancak, vakit çıktıktan sonra yeniden abdest almanız gerekir. Akıntı her an devam ediyorsa çamaşırınızı yıkamanız gerekmez.Dileğimin Allah katında kabul olması için ne yapmalıyım?Şerife ÖZCANDileğinizin Allah katında kabul görmesi için ihlasla dua etmeniz gerekir. Çünkü Allah içtenlikle yapılan duaları kabul eder.Bir ayette "Sur'a üflendi" deniliyor. Halbuki bizim bildiğimiz, İsrafil'in Sur'a birinci üflemesinde kıyamet kopacak, ikinci üflemesinde dirilecektir. Halbuki Sur'a henüz üflenmedi, dünya hayatı devam ediyor. Siz ne diyorsunuz?Atilla OLGUN-İZMİRSur'a üfleneceği kesin olduğundan, geçmiş sigasıyla "üflendi" tabiri kullanılmıştır. Bu bir belagat kuralıdır. Kuran üslubunda gelecekte meydana gelmesi kesin olan hadiseler için bu ifadeler -sanki olup bitmişçesine- kullanılmıştır.
button
Yazının Devamını Oku 
25 Şubat 2005
<B>AVRUPA</B> Konseyi bünyesinde faaliyet gösteren <B>"Irkçılıkla ve Ayrımcılıkla Mücadele Komitesi"</B> (ECRI) tarafından ülkemizle ilgili hazırlanan bir raporda hükümete <B>"din özgürlüğü alanında daha fazla iyileştirme yapılması"</B> tavsiyesinde bulunuldu. Bu raporda ağırlıkla "nüfus cüzdanlarında din ibaresinin çıkarılması ve din derslerinin zorunlu olmaması" çağrısı yer alıyordu.
Bu çağrı bazı çevrelerde hemen yankı buldu. İktidar kanadını temsil eden bazı sorumlu ve yetkili kişiler, "1980 Anayasası'yla birlikte Türkiye'de din dersi diye bir ders yoktur. Doğal olarak mecburiyet de söz konusu olamaz. Ancak İslamiyet'i tanıtmaya yönelik din kültürü ve ahlak bilgisi dersi okutulmakta. Nüfus cüzdanlarındaki din bölümü kalkabilir" görüşünü dillendirerek bu öneriye daha ılımlı bir yaklaşım sergilerken, muhalefetin sağ kanadından, "Böyle bir öneriyi kabul etmek mümkün değil. Bu asimilasyon politikasıdır", "Bu talep maksatlı. Bu sonuca AKP hükümeti sebep olmuştur" şeklinde sesler yükseldi.
* * *
Muhalefetin bir başka kanadının yaklaşımı ise şöyle oldu:
"Laik devlette zorunlu din dersi olmaz. Bu, 12 Eylül'ün getirdiği bir zorunluluk. Değiştirilmesi gerekir. Okutulan dersin adının 'din kültürü ve ahlak bilgisi' olması bir şey değiştirmez. Bu ders, okullarda fiilen 'din dersi' olarak veriliyor. AB haklı. Türkiye en kısa sürede bu konuda yeni düzenlemeler yapmak zorunda."
Bu görüşleri paylaşanların da, paylaşmayanların da fikirlerine saygı duymak, her şeyden önce demokrat olmanın gereğidir. Biz, bunların herhangi birine haklılık ya da haksızlık payı çıkarmadan, konuya dünyanın ve insanlığın bugün ulaşmış olduğu medeniyet ve insanlık anlayışı açısından yaklaşmak istiyoruz.
Din, özü itibarıyla akıl sahibi insanları kendi hür iradeleriyle evrensel iyiliğe, her türlü güzelliğe sevk eden, insanın manevi yönden tatminini ve gelişimini sağlayan vazgeçilmez bir olgudur. Din, insanlık tarihi boyunca, insanlığın doğal akışında daima etkin olmuş ve bu akışa ciddi olarak damgasını vurmuştur.
Yapılan araştırmalar, tarihte bütünüyle dinden uzak bir toplumun mevcut olmadığını, toplumun olduğu her yerde mutlaka din olgusunun da kendiliğinden var olduğunu ortaya koymuştur.
* * *
Materyalistlerin ve pozitivistlerin aksi yöndeki iddialarına rağmen, bugün gelinen noktada, dinin yeniden ön plana çıkmış olması, bütün dünyada dine yönelik hareketlerin hızla gelişmesi, din gerçeğini dışlayarak ya da görmezlikten gelerek herhangi bir şey yapmanın pek mümkün olamayacağını göstermektedir. Bundan sonra da insanlığın geleceğinde etkin olacak temel faktörlerin başında din olacaktır. Bu, sosyolojik ve tarihi bir gerçektir. Bu nedenle sosyal sorunlara kafa yorar ve çözümler ararken bu realite gözden uzak tutulmamalıdır.
İnsanlık, 21. asra baş döndürücü bir hıza ulaşan sosyal değişme olgusunun oluşturduğu yoğun bir çekim alanının etkisinde girmektedir. Çözülmeler ve yeniden yapılanmalar, adeta takip edilemez hale gelmiştir. Ulaşılan bilgi birikimi, daha önceleri hayal bile edilemeyecek noktadadır. Bilim ve teknoloji alanındaki göz kamaştırıcı başarılar, iletişim imkánlarının artması, hızlı kültür değişimi, insanlığı yeni arayışların eşiğine getirmiştir.
Bu olumlu gelişmeler, beraberinde ahlaki ve sosyal sorunları da getirmiştir. Bütün devletler ve ilim adamları, bu sorunlara çare aramakla meşguldürler ve bu alanda yoğun mesai ve kaynak sarf etmektedirler. İşte böyle bir ortamda din, yükselen bir değer haline gelmeye başlamıştır.
21. yüzyıla da damgasını vuracak olan en önemli sosyal müessese din olacaktır. Binaenaleyh, devletimizin ve milletimizin kaderiyle ilgili politikalar belirlenirken bu nokta asla gözden uzak tutulmamalı ve dini alan boş bırakılmamalıdır.
* * *
Aksi halde huzur ve barışın kaynağı olan din, sosyal kaos ve krizlerin nedeni de olabilir. Eğer insanlarımızı dini bilgileri öğrenmekten mahrum bırakırsak, onun yerini dini cehalet ve din adına uydurulan batıl ve saçma inanç ve anlayışlar alır. Bundan da fanatizm doğar. Çünkü fanatizm, niteliği nasıl olursa olsun, cehaletin doğal sonucudur. Kaba kuvvet, ancak bilginin bir güç olduğunu kavrayamayan azgelişmişlerin başvurmayı düşünebilecekleri bir araçtır.
Bugünkü ülke ve dünya şartları göz önünde bulundurulduğunda, din hizmetlerinin ve din eğitiminin devletin kontrolünde, devlet eliyle ve sağlıklı bir şekilde yürütülmesinde mutlak zaruret olduğu görülmektedir.
"Din dersleri mecburi olsun mu, olmasın mı?" meselesine bir de bu pencereden bakmak gerekir.
Kapkaç kültüründen, kapkaç olaylarına kadar giden ahlaki bunalım ve çürümelerin temelinde inanç eksikliğinin olduğunu ne zaman idrak edeceğiz?
SORALIM ÖĞRENELİM
Meryem suresindeki KHYAS'ın (kaf-ha-ya-ayın-sad) ne anlama geldiğini açıklar mısınız?
Şükrü AKYOL-ALMANYA
Kuran'da 29 surenin başında bir ayet oluşturmayan bazı harfler yer almaktadır. Bunlara "huruf-i mukattaa" (ayrı ayrı harfler) denir. KHYAS da bunlardan biridir. Bu harflerin manalarıyla ilgili çeşitli görüşler vardır. Bazılarına göre bunlar manaları olmayan alfabe harfleridir. Kimilerine göre de başında bulundukları surelerin içeriğine dikkat çekmek için yemin ifade ederler. Bir başka görüşe göre ise başlarında bulundukları surelerin isimleri olarak zikredilirler. Bu harflerde, Allah'ın isimlerine işaret olduğunu söyleyenler de vardır. Selef bu harflerin Allah ile Resulü arasında birer şifre olduğunu söylemekle yetinmiş ve anlamlandırmaya gitmemiştir. "Bunların anlamını Allah bilir" demişlerdir. Doğrusu da budur.
Çocuğumuz olmuyor. Yumurtalıklarım döllenmeye elverişli değil. Başka bir kadının yumurtasına kocamın spermi döllendirilmek suretiyle çocuk sahibi olmak istiyorum. Dinen bir sakıncası var mı?
Y.T./İSTANBUL
Döllendirilecek yumurta ve sperm, nikáhlı eşlere ait olmalıdır. Başka bir kadının yumurtası döllendirilerek veya kocası dışında yabancı bir erkekten alınan spermle bir kadının gebeliğinin sağlanması dinen caiz değildir.
Bir hayır kurumuna yardım veya bağışta bulunulduğunda bağış yapanın isminin yazılması dinen uygun olur mu?
Halime URAYLI/İSTANBUL
Zekát dışındaki sadaka ve yardımların gizli yapılması daha makbuldür. Hele riya korkusu taşıyanların mutlaka gizli vermeleri gerekir. Ancak, bir hayır kurumuna yardım yapılırken verilen paranın yerine ulaşması için makbuz alınmalıdır.
Şiilerin "Abd-el Emir", "Abd-el Mehdi" şeklinde isim koymaları dinen doğru mudur?
Ahmet KUL/PARİS
"Abd-el Emir" emirin kulu, "Abd-el Mehdi" mehdinin kulu anlamına geldiğinden, bu isimleri kullanmak caiz değildir. Nitekim, Peygamberimiz Müslüman olan sahabilerin tevhid inancına aykırı düşen isimlerini değiştirmiştir. Örneğin, "Abd-eş Şems" (Güneşin kulu) ismini taşıyanları "Abdullah" (Allah'ın kulu) şekline çevirmiştir.
Yazının Devamını Oku 
18 Şubat 2005
<B>İSLAM</B> ahlakıyla donanmış insan iki <B>‘Y’</B>den sakınmalıdır: Yalan ve yemin. İslam doğruluk dinidir, káinat doğruluk üzerine inşa edilmiştir. Yol ‘sırat-ı müstakim’ olarak gösterilmiştir. Káinatın şifresi doğruluk üzerinedir. Yaradılışın genleri doğruluk üzerine sıralanmıştır. Bu şifrelerden herhangi birine yanlışı katmak, onun düzenini kökten bozguna uğratmak demektir.
Biraz da felsefi bir mantıkla düşünelim: Şifrelenmiş düzenleriyle kendi çevrelerinde kendi değişmez doğruları üzerine dönen gezegenler, geceden doğan gündüzler, değişen mevsimler ve iklimler bir an için başına buyruk hareket etselerdi, doğrularını yanlışlarla bozsalardı, káinatın hali ne olurdu?
Dünyamızın güneşle bir anlık selamlaşmasından ve sohbetinden ne büyük felaketler doğardı? Yağmur süzdürülmeden yağdırılsaydı beyinlerimiz dağılır, hayatlarımız yok olurdu. Bahar tomurcuklarının üzerine kış soğuğunun dondurucu etkisi çökseydi küresel kıtlıktan kitlesel ölümler meydana gelirdi.
* * *
Genlerine yanlışlar katılmış bir düzen nasıl kendini yok ederse, hayatına, sosyal düzenine, alışverişine yalan karışmış bir toplumun akıbeti de böyle olur. Yalanı yeminle pekiştirmek ise en büyük aldatmadır. İnsanları Allah’ın adıyla aldatanlar, yalan yere yemin edenler, alışverişlerine hile katanlar dünyada da ahirette de kendi cehennemlerini inşa edenlerdir. Bunu doğrulayan pek çok ayet ve peygamber sözü vardır.
Allah, káinatı hak ölçüleriyle yaratmış, insanlardan hayatlarını doğrulukla donatmalarını talep etmiştir. İnsanlığın dönem dönem içine sürüklendiği buhranlar, bu esastan ayrılmalarından, nefis ve fikirlerinde yalan ve hurafelere yönelmelerinden kaynaklanmaktadır. Doğruluğa her yerde, her zaman ve her meselede sarılmak, Müslüman ahlakının en belirgin ölçüsüdür.
Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur:
‘Sana kuşku vereni bırak, kuşku vermeyene sarıl; doğruluk kalp huzuru, yalan ise şüphedir.’
Kuran, akıllarını hurafelerle dolduran, şüphelerin peşinde koşan insanları yermiştir:
‘(Onlar) ancak zanna ve nefislerinin sevdalarına tabi oluyorlar. Halbuki kendilerine Rableri katından doğru yolu gösteren Resul geldi.’
Satacağı malın değerini yükseltmek için yalan söyleyen ve yalanını yeminle pekiştiren satıcının haline acımak lazımdır. ‘Yalan yere yemin edenlerin vay haline!’ uyarısı onlar içindir. Dinimiz, içine yalan ve yemin karışan alışverişleri lanetleme ölçüsünde yasaklamıştır.
Resulullah buyuruyor ki:
‘Alıcı ve satıcı doğru konuşup her şeyi açık söylerlerse alışverişlerinde bereket hasıl olur. Yok eğer onlar yalan konuşup bazı şeyleri inkár ederlerse, belki muvakkat bir zaman için kár edebilirler. Fakat sonunda alışverişlerinin bereketi gider. Bereket ve kárları mahvolur. Yalan yemin, malı satmak için yardımcı olabilir; fakat tüm kazancı mahveder.’
Şahitlik hususunda yalan yeminde bulunmak ise yalanların en çirkinidir. Müslüman, en sevdiği ve en yakını aleyhinde de olsa doğruyu söylemekten çekinmemelidir. Hz. Aişe, ‘Resulullah’ın indinde yalandan daha kötü bir huy yoktu. Birinin yalan söylediğinin farkına vardığında, tövbe etmeden onun nefreti Resulullah’ın kalbinden çıkmazdı’ buyurmuştur.
* * *
Toplumu aydınlatma göreviyle yükümlü olan medya kuruluşlarımızın da doğru haber vererek insanımıza bu yönde örnek olmak gibi görevleri vardır. Basın ve yayın kuruluşlarımız, toplumda iyiliğin ve güzelliğin neşv-ü nema bulması (gelişmesi, çoğalması) için gayret göstermeli, maddi çıkarlar uğruna gerçekleri gizlemekten ve gerçek dışı yayın yapmaktan kaçınmalıdırlar.
Burada İslam’ın bir sözü de ülkeyi yönetmeye talip olanlar ve onları oylarıyla işbaşına getirenler içindir. Oy kullanmak veya propaganda yapmak bir nevi kefalet ve şahadette bulunmaktır. Seçimini yalandan ve yalancıdan yana yapanlar, bu davranışlarının husule getireceği kötü sonuçlardan da manen sorumlu olurlar.
Bugünkü yazımızı Cenab-ı Hakk’ın şu buyruğuyla sonlandırıyoruz:
‘Ey müminler! Hak üzere durup adaleti yerine getirmeye çalışan hákimler ve Allah için doğruyu söyleyen şahitler olun. Velev ki şahitliğiniz nefsinizin yahut ana ve babanızla yakın akrabanızın aleyhinde olsun. İster üzerine şahitlik yapılan kimseler zengin veya fakir bulunsun. Çünkü Allah ikisine de, zengin ve fakire sizden daha yakındır. Onun için siz haktan yüz çevirip nefis arzusuna uymayın. Eğer adalet üzerine hüküm vermekten, şahitlik ederken doğru söylemekten dilinizi bükerseniz veya yüz çevirirseniz şüphe yok ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.’ (En-Nisa: 135)
SORALIM ÖĞRENELİM
Belli sureleri sayı üzerine okumakta yarar var mı? Mesela 70 bin tevhid çekiyorum, 12 Fatiha. Ellişer tane bildiğim bazı sureleri okuyorum. Bir de yeni vefat edenler için yedinci gece, onuncu gün, elli ikinci gece duaları var mı? Mezardan geçerken ne okumalıyım?
Naciye ERÇEVİK/İSTANBUL
Okuduklarınızı sayılara bağlamanın bir mesnedi yok. Sadece namazdan sonraki tespihlerde sayı söz konusudur. Okuyabildiğiniz sureleri bir sayıya bağlamadan istediğiniz kadar okuyabilirsiniz. Yeni vefat etmiş kişiye yedinci gününe kadar sadaka vermek fıkıh kitaplarında müstehap (sevap) sayılmıştır. Onuncu gün, elli ikinci gece, kırkıncı gece diye belirlenmiş geceler olmadığı gibi, bunlara ait dualar da yoktur. İstediğiniz zaman ölmüşleriniz için dua edebilirsiniz. Mezarlıktan geçerken ‘Ey müminler yurdu, size selam olsun. Biz de Allah’ın dilediği zaman size ulaşacağız’ şeklinde selam verilir ve onlar için dua edilir.
Rüyada cünup olan uyandığında üzerinde yaş izi bulamazsa boy abdesti gerekir mi?
Necmi SOLAK/İSTANBUL
Rüyasında cinsel ilişkide bulunup da uyandığında yaş izine rastlamayanlar için boy abdesti gerekmez.
İşlerimiz yolunda gitmediğinde şeytana lanet okuyoruz, bu doğru mu?
İsimsiz
Bazı insanlar, işleri ters gittiğinde yahut istedikleri iş olmadığında bir sorumlu ararlar ve şeytana lanet ederler. Onun yüzünden aksiliğe ve zarara uğradıklarını söylerler. Bu doğru değildir. Birinin atı bir taşa çarparak ürkmüş ve binicisini rahatsız etmiş. Binici de şeytana küfretmişti. Hz. Peygamber bu hareketi beğenmeyerek ‘Şeytana küfretmeyiniz, zira bu şekilde hareketle onun gururunu kabartırsınız. Ona yapmadığı şeyleri yapmış olmakla övünmek imkánını vermiş olursunuz. Bu gibi hallerde Allah’ın adını anın. O zaman şeytan küçülür ve bir sinek gibi kalır’ buyurmuştur.
Yazının Devamını Oku 
11 Şubat 2005
<B>ÜLKEMİZ</B> kitle iletişim araçları açısından şanslı bir konumda. Şehirlerimize kadar yayılmış yerel ve ulusal kimlikte yüzlerce TV ve radyo istasyonu, yasaların kendilerine hazırladığı hür ve demokratik ortamda işlevlerini yerine getiriyorlar. Toplum, bu istasyonlar sayesinde bilgi edinme ve haber alma ihtiyacını çeşitli kaynaklardan elde etme imkánına sahip. Tartışma programları da öyle. Her ne kadar eskisi gibi fikir seviyesi yüksek tartışmalar olmuyorsa da, yine de bazı kanallarda halkımızı aydınlatıcı nitelikli programları zevkle izleyebiliyoruz.
Bugünkü yazımızda daha çok bazı televizyon programlarının yayınlarını ele almak istiyoruz. Çünkü bu yayınlarla ilgili toplumda giderek yaygınlaşan bir tepki çemberinin oluşmakta olduğunu görüyoruz. Tepki verenler arasına kendimizi de koyarak, bu yaraya artık parmak basma zamanının geldiğini ilgililere hatırlatmak istiyoruz.
Hemen herkeste aynı şikáyet:
‘Çoluk çocuğumuzla birlikte televizyon seyredemiyoruz.’
‘Onun bunun çarpık hayat hikáyelerini dinlemekten bıktık, artık bunlar tiksinti veriyor.’
‘Bu televole saçmalıklarına dur diyecek biri yok mu?’
‘Reyting uğruna tekmelenen değerlerimize kim sahip çıkacak?’
* * *
Bu şikáyetlere ‘denetim’ boyutunda muhatap olan bir kurum var: RTÜK. Ancak Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun ‘yaptırım’ gücü yasalarla sınırlandırılmış. Kapatma ve para cezalarıyla işi disipline etmeye çalışıyor; ama her gün seyretmekten sıkıldığımız bu programlara bakarak bunun yeterli olmadığını görüyoruz. Meselenin hukuki boyutunda daha caydırıcı hükümler üretilebilir mi bilemiyoruz; ancak RTÜK çerçevesi dışındaki yasal mevzuatla da birtakım yaptırımlar getirilebileceğini düşünüyoruz.
Burada, bu programları ayrı ayrı analiz ederek değerlendirmek elbette bizim işimiz değil. Bu cihazları bize yansıtan aletlerin kapatma anahtarlarının olduğunu hatırlatarak da işin içinden sıyrılamayız. İlgililer ve yöneticiler, bazı televizyon kanalları marifetiyle sergilenen bu ‘yozlaştırma’ ameliyesini bir şekilde önlemek ve düzene sokmak durumundadırlar.
Ekranlarımız kan revan içinde. Çocuklarımız eli tabancalı katillere özendirilmekte. Aile mahremiyeti ‘orta malı’ haline getirilmiş. Gelinler ortak bir yaşamdan seçiliyor. Bir evin içinde aylarca süren beraberliklerden, duygu harmanlamalarından ‘modern eşleştirmeler’ yapılıyor. Çiftlik evlerinde müşterek hayatlar yaşanıyor. Dini ve ahlaki değerler, ádetler, gelenekler, görenekler, eğlence adı altında topluma sunulan bu ‘yoz kültür’ün hedefi haline getirilmiş, üst üste darbelerle parçalanıp yok edilmek isteniyor. Bu çılgınlıklara bir de ‘kadın kılığına girmiş erkekler yarışması’nı eklemek istiyorlardı. RTÜK Başkanı’nın ‘Artık bu kadarına da izin veremeyiz’ şeklindeki çıkışı karşısında bundan şimdilik vazgeçtiler. Çılgınlıkların sonu gelmediğine göre, bir gün ekranlarımızda bu tür zırvalıklarla da karşılaşma ihtimali uzak değildir.
* * *
Görsel basının toplumu müspet ve menfi yönde etkileme gücü çok büyüktür ve inkár edilemez. Kamuoyu bu güçle beslenmekte, oluşmakta, şekillenmekte ve olgunlaşmaktadır. Bu gücün kör menfaat ve hırslara alet edilmesi halinde nasıl tehlikeli bir silaha dönüşebileceğini tahmin edebilmek zordur. İyi kullanılmaması halinde, halk topluluklarını uyutan, onları ülke sorunlarından uzaklaştıran, milli, manevi ve kültürel değerlerine karşı yabancılaştıran bir araç konumuna düşer ki, bugün toplum olarak karşı karşıya bulunduğumuz tehlike budur.
Bir ülkenin medyası o ülkenin eğitimine, kültürüne, ahlaki değerlerinin gelişimine katkıda bulunacak programlarla halkının karşısına çıkmalıdır. Batı’daki ciddi medya kuruluşlarının yayın konseptleri incelendiğinde, bu değerlere ne kadar önem verildiği kendiliğinden ortaya çıkar. Bizde de bu yapılmalıdır. Televizyonlarımız insanlarımızı aydınlatmalı, bilgilendirmeli ve aynı zamanda seviyeli programlar düzenleyerek eğlendirmelidir. Reyting uğruna toplumun değerleri altüst edilmemeli, bilakis o değerlerin korunmasına ve güçlenmesine yardımcı olacak yayın politikaları oluşturulmalıdır.
Bir toplumun ahlaki değerleriyle oynamak, genleriyle oynamak gibidir. Genleriyle oynanan insan nasıl şifasız bir dönüşüme uğrarsa, ahlaki değerleriyle oynanan toplumların akıbeti bundan farklı olamaz. İman, ibadet ve ahlak üçgeni üzerine kurulmuş olan dinimiz bizden ahlaklı nesiller yetiştirmemizi istiyor. Kutsal kitabımız Kuran, ahlaksızlığa düşürülmüş toplumların sosyal çöküntüye uğradıklarını birçok ayetle bize haber vermekte ve ibret almamızı öğütlemektedir.
SORALIM ÖĞRENELİM
Hayır ve şer Allah’tandır deniliyor. O zaman Allah’ın bizden hesap sormaması gerekmez mi?
Ali Osman ÜÇÜNCÜ
Şüphesiz, álemdeki aydınlık-karanlık, yükseklik-alçaklık, sertlik-yumuşaklık, birlik-çokluk, hayır-şer vb. zıtlıkları yaratan Allah’tır. Bizim hayır ve şer dediğimiz şeylerin nitelikleri insanın nasıl kullandığına bağlıdır. Mesela, insanın hayatının idamesinde en önemli unsurlardan biri olan ateş, esas itibarıyla ne hayırdır, ne de şerdir. Bilakis ateş hayır için kullanılırsa hayır, şer için kullanılırsa şerdir. Yani dünyada mutlak hayır ve mutlak şer olan bir şey yoktur. Eşya insanın kullanımına göre bu nitelikleri kazanmaktadır. Onun için Kuran, şerri Allah’a nispet etmez, insana nispet eder. Bu konuda Kuran’da şöyle denilmektedir: ‘Başkalarının başına iki mislini getirdiğimiz bir bela kendi başınıza gelince mi bu nereden dediniz? Ey Muhammed, de ki o, kendinizdendir. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.’
Yahudilerin kestiği hayvanın eti yenilirmiş diyorlar, doğru mu?
Gülgün TEKİN/İSTANBUL
Daha önce de bu sütunda açıklamıştık, kitap ehlinin (Hıristiyan ve Yahudilerin) kestikleri hayvanların etini yemek helaldir.
Boy abdesti konusunda evhamlıyım, şüpheye düşüp sık sık abdest alıyorum. Bir de idrar yaptıktan sonra cinsel organımdan bir sıvı geliyor. Bu boy abdesti almamı gerektirir mi?
İsimsiz/İSTANBUL
Boy abdesti aldıktan sonra ‘oldu mu olmadı mı’ şeklinde evhama kapılmanız yersizdir. Boy abdestinde önemli olan bütün vücudun suyla yıkanmasıdır. Bunu yaptıysanız mesele yok. İdrardan sonra gelen sıvı (vedi) boy abdesti almayı gerektirmez.
Annem ölmeden önce köye gömülmesini vasiyet etmiş, ancak başka bir yere gömülmüş. Şimdi rüyalarımıza giriyor. Annemi oradan çıkarıp köye götürsem olur mu?
Gülsevim GÜREL/İSTANBUL
Şuur altınızda yer etmiş bu olaydan etkilenerek rüya görüyor olabilirsiniz. Anneniz gömüldüğü yerde kalsın. Siz onun için dua edip hayır işleyin. Kaldı ki vasiyet etmiş olsa bile gömüldüğü yerden çıkarılması doğru olmaz.
Rüyada cünup olan uyandığında üzerinde yaş izi bulamazsa boy abdesti gerekir mi?
Necmi SOLAK/İSTANBUL
Rüyasında cinsel ilişkide bulunup da uyandığında yaş izine rastlamayanlar için boy abdesti gerekmez.
Yazının Devamını Oku 