Paylaş
Örneğin 2’nci Dünya Savaşı sırasında Türkiye’deki kahvelerde cephelerin durumunu tartışıp strateji ve taktik üretenlerle “Bitli Çörçil” (Churchill) diye alay edilirdi.
Benim tanık olduğum bir olayı da 1960’larda yaşamıştım.
İzmit’te Türkiye’nin ilk temizlik işçileri grevi başlamıştı. Cumhuriyet’te gece sekreteriydim, bir genç muhabiri hemen İzmit’e gönderdim.
Sabaha karşı İzmit valisi gazeteyi aramış, bana bağladılar.Vali muhabirin adını verdive “Bu kişi gerçekten sizin gazetenin muhabiri mi?” diye sordu.
Sonraneler olduğunu anlattı.
Genç muhabir, işçi sınıfının grevine hayatında ilk kez tanık olduğu için heyecanlanmış. Temizlik işçilerinin yatakhanesine gidip, emekçileri bilinçlendirmek için hamasi bir konuşma yapmaya başlamış. Marx’dan, Engels’den falan söz etmiş, tarihi materyalizmi anlatmış. Ancak temizlik işçileri bu konuşmadan hiç etkilenmemişler.
Stalin’in adı
Derken olayı güncele getirmiş. Sovyetler Birliği’nde işçi sınıfının nasıl mutlu olduğundan veStalin’in başarılarından söz edip, Lenizm’in ne olduğunu anlatmaya başlamış. İzmitli temizlik işçileri “Stalin” adını duyunca yerlerinden fırlamışlar ve “Bu adam komünizm propagandası yapıyor” diyerek bizim muhabiri yaka paça polise teslim etmişler.
Politikacıların kaderi böyledir. Politikanın ayrılmaz parçası olan “şöhret” de duruma ve coğrafyaya göre değişken niteliklidir. Bir coğrafyada kahraman olarak alkışlanan politikacı, bir başka ülkede “insanlık düşmanı” diye görülebilir.
Ama politikacı için en kötü durum “yenilmek”tir. Bu bir seçim yenilgisi de, bir savaştaki yenilgi de olabilir. Eğer bu politikacı diktatörse, yenilgi ölümü de beraberinde getirir. Talihli diktatörler, iktidardayken ölenlerdir.
Türkiye çok partili demokrasiyi seçtiğinden beri, 1960’ın 27 Mayıs askeri darbesi dışında politika, politikacılar için ölüm-kalım meselesi olmaktan çıktı. Daha da ötesi askeri darbeyle devrilen politikacıların bile daha sonra başbakan ve cumhurbaşkanı olduklarını gördük ilerleyen yıllarda.
Ölüm-kalım meselesi
Seçim yenilgileri ise, daha sonraki seçim zaferleri ile unutuldu.
Politikanın bu evrensel gerçeklerinin ışığında, 22 Temmuz seçimlerinin galiplerini ve yenilenlerini değerlendirirken, demokrasinin genel ilkelerini unutmamalıyız.
Örneğin CHP bu seçimde yenilmiş olsa bile, bu Deniz Baykal’ın sonunun geldiği anlamını taşımıyor. Yani Deniz Baykal’ın genel başkanlıktan “çekilmesi”ni istemek ile, Deniz Baykal’ın siyaseten “yok olması”nı istemek, aynı anlama gelmiyor.
Bir başka deyişle yenilene karşı öfkeyi ve tepkiyi seslendirirken, “demokratik nezaket”in ölçülerini hep göz önünde tutmalıyız.
Aslında aynı durum kazanana karşı tutumlar için de söz konusudur. AK Parti’nin seçim zaferini “Artık bu ülkede yaşanmaz” diye karşılayanların, demokrasiden de siyasi kültürden de zerre kadar nasiplenmediklerini kolayca söyleyebiliriz.
ŞAKA
Fevkaladenin fevkinde bir bela
Eğer Kelebek’in haberi doğru ise ve 20 günlük gelin Bülent Ersoy eşi tarafından aldatıldıysa, damadın başı “fevkaladenin fevkinde” belaya girmiş demektir.
AKP zaten değişmişti, daha da değişecek…
Siyasi partiler de yurttaki ve dünyadaki değişimden etkilenir. Örneğin CHP, tek partili süreçte bile değişmiştir. Osmanlı oligarşisine karşı cumhuriyetçi tepki biçiminde dünyaya gelmiş ve zamanla kendi oligarşisini oluşturmuştur. Çok partili demokrasiye geçildikten sonra da Demokrat Parti rekabeti CHP’yiyine değişime zorlamış, bu parti “ortanın solu”ndaki arayışlara girmiştir.
CHP bundan sonra nasıl bir değişime girecek bilemiyoruz.
Ancak seçimi kazanan AK Parti’nin yaşadığı değişimin daha kısa zaman süresi içinde daha yoğun olduğunu gözden kaçırmazsak, bundan sonraki değişimin çapını da daha berrak biçimde görebiliriz. Dün Radikal’de Neşe Düzel’e değerlendirmeler yapan Uludağ Üniversitesi'nden siyaset sosyologu Prof. Ali Yaşar Sarıbay, bu durumu çok veciz biçimde şöyle anlatmıştı:
- Erdoğan'ın veya Gül'ün temsil ettiği düşünce geçen dört buçuk yıl içinde zaten dönüştü ve bu seçimlerle AKP daha da değişti. Alınan yüzde 47'lik seçim sonucu ise AKP'yi, kendisini daha da değiştirmeye zorunlu kıldı.
Paylaş